Kas
05
2006
1

Cukkalanmış Saygınlık Projesi

1 Kasım 2006 Çarşamba akşamı Şeref Bilsel’in Yaşamradyo’daki söyleşisini dinlerken onun kurduğu cümleleri ve yakın geçmişte olanı biteni düşündüğümde taşlar yerine oturdu; bir tipolojinin uygulamaya geçirdiği “proje” zihnimde berraklaştı. Ben de, tutup, hem Şeref Bilsel’in söylediklerini aktarmak(1) , hem de bir kesimin tavrını ortaya koymak amacıyla, kısıtlı olan zamanımdan feragat ederek oturdum, bu yazıyı yazdım.(2)Cukkalanmış Saygınlık Projesi’nin amacı adından da belli olduğu gibi “saygınlık” ve “tanınmışlık” elde etmektir. Projenin tek bir uygulama yöntemi vardır; o da her şeyi ve herkesi “araç” olarak kullanabilmektir. Proje için risk, zaman ve maliyet yönetimi de yoktur, tüm sınırlamalar göz ardı edilmiştir. Tüm hesap kitap; “hesapsızlık”, “kitapsızlık”, “fırsatçılık”, “külhanbeyi retoriği”, “retorik arsızlığı” ve “edebiyat kâhyalığı” üzerine kurulmuştur. Şimdi projenin bâzı faaliyet adımlarını gözden geçirelim;

1. Bundan üç sene önce günlerden bir gün, Şeref Bilsel Tüyap Kitap Fuarı’nda kendisinin dâhil olmadığı(konuşmacı olmadığı) bir oturumda konuşmacı masasına sarhoş bir şekilde yanaşıp, salonun içinde sigarasını yakıp, konuşmacıları rahatsız eder bir tavırla onlara dik dik bakmıştı.

2. Başka günlerden bir gün Yazı Kitabevi’nde oturuyordum. Şeref Bilsel’in Halim Şafak’la tartıştığını öğrendim. Sonra Şeref Bilsel geldi ve “Halim Şafak’ı gidip döveceğim, telefonda da küfürleştik dün akşam…” dedi. Hatta bu olay, telefondaki o küfürleşmeler dergilere de yansımıştı. Yanlış hatırlamıyorsam, Kaçak Yayın’da konuyla ilgili bir şeyler yazılmıştı.

3. Gene günlerden bir gün, Şeref Bilsel’in polislerle kavga ettiğini öğrendim. Sebebini bilmiyorum. Başka bir gün de “hesap” yüzünden bir meyhanede kavga ettiğini duydum…

4. Askerden döndüğümde Metin Cengiz ile Şeref Bilsel arasında geçen tartışmaları, laflaşmaları okudum. Ve asıl o zaman “Yazık!” dedim kendi kendime…

5. Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi 11. sayısını “Özge Dirik” şiirlerine ayırdığında Şeref Bilsel bize “Ölü edebiyatı yapıyorsunuz!” olumsuzlamasıyla çıkışmıştı.(3)Hatta Şiir Defteri 2006’da Kuzey Yıldızı’nın 11. sayısını göz ardı etmişti. Sonra, aynı Şeref Bilsel, fırsatını bulunca, Özge Dirik üzerine Yasakmeyve’de müntehir şairler dosyasına yazı yazdı. Bu çelişkidir!(4) . Şeref Bilsel için, dergileri ciddi bir “pusuculuk”la takip etmek, antoloji hazırlamak, fırsatları değerlendirmek, edebiyat mikro iktidarı oluşturmak, edebiyat kâhyası olmak ve fırsatları değerlendirmek artık bir tipoloji haline gelmiştir ve stratejiktir. Eserleriyle değil de bu tip toplama, zorlama ve süzme işlerle “saygınlık sağlamaya çalışmak”, aslında, “saygınlık cukkalamaya çalışmak”tan başka bir işe yaramaz.

6. Bu tipolojinin tek uğraşısı, dalgalandırıcı(sansasyonel) ifadelerle yapay gündem yaratmaya çalışmaktır. Şeref Bilsel, söz konusu radyo programında şu cümleleri kurmaktan çekinmemiştir;

“Hakiki gerçeğin önündedir.”

“Dilin bekçisiyim. Şairlerin köpeği olacağıma dilin köpeği olurum.”

“Benim arkadaşlarım zaten iyi şairlerdir.”

“Bana kalsaydı, Şiir Defteri 2006’da sadece yirmi şair yer alırdı.”

“Görsel Şiir mevsimseldir.”

“Yeni kitabım en kötü ihtimalle bizim Kadir’in(5) yayınevinden yayımlanır.”

“Zafer Yalçınpınar, zengin ve yakışıklı bir çocuktur.”

“Hoşça kal halkım!”

Sonuç olarak, yukarıda örneklediğim faaliyet adımları incelendiğinde, tüm bunların (Şiir Defteri’nin, dergilerdeki mahlas yazılarının, Özge Dirik hakkındaki yazının, radyo programının, muhafazakârlığın, küfürleşmelerin, kavgaların ve dil köpekliklerinin) saygınlık cukkalamak ya da eleştirmencilik oynamak adına ilerleyen başıbozuk bir projenin parçaları olduğu aşikârdır. Ben bu tip işlere hiç girmedim ve kısacası, ben –artık- bu numaraları yemem. Edebiyat dünyasındaki külyutmazlar da bu numaraları yemeyecektir. Edebiyat dünyasının bir “çiftlik” ya da bir “Karadeniz kahvehanesi” olmadığını birinin çıkıp söylemesi, hatırlatması gerekiyor. Maalesef bu ifşaatı her seferinde, “kerhen”, ben gerçekleştirmek zorunda kalıyorum ve yıpranıyorum.

—————

(1)Ki aslında o sözlerin pek tartılacak bir yanı yok. Çünkü Şeref Bilsel’in tüm sözleri ve “ayak”ları, çelişkisiz temellendirmelerden yoksun ve hatta gerekçesizdi. Bu tip durumlara “zırva” denir ama benim dilim –hâlâ- varmıyor bunu söylemeye…
(2)Bu yazıyı, gerçekten çok kısıtlı bir zamanda, işlerimin en yoğun olduğu anda yazıyorum.
(3)Biz böyle bir şey yapmıyorduk, Kuzey Yıldızı’na omuz veren bir dostumuza vefa borcumuzu ödemeye ve sözümüzü tutmaya çalışıyorduk.
(4)Zaten beni çileden çıkaran da bu “çelişki”dir. Dostumun böylesine bir projede “araç” olarak kullanılmasıdır.
(5)Kadir Aydemir

Eki
08
2006
0

Papaza Kızıp Oruç Bozmak

Papaza Kızıp Oruç Bozmak(1)
ya da
“Çiftçiye Öğütler”

Başlarken, neden “Şiiri Özlüyorum” matbuatı, onun çıkar(ı)cısı ya da edebiyat ortamında dönen dolaplar, söylediklerimi ve edebiyat camiası hakkındaki negatif düşüncelerimi haklı çıkarmak için bir referansa dönüşüyor sürekli? Ben, birkaç kere de yanılmak isterim… İnsan, yanılmak ister çünkü yanılgılar ardında uyanış, silkinme ve ayılma barındırır. Bana bu zevki neden tattıramıyorlar? Üzülüyorum. Gene papaza kızıp oruç bozacağız, başka bir şey değil; vakit öldürmek bu… (2)

1. Kerhen

Çiftçi, “Şiiri Özlüyorum” matbuatının 18. sayısının 43. sayfasında Serkan Işın ve Poetik Hars için çeşitli göndermeler ve açıklamalar yapmış. Yazının içeriğinden önce sayfa düzenine bakalım:

Sayfanın sol üst köşesinde Çiftçi Bey’in bir portre fotoğrafı var, fotoğrafın üstünde “Şiir Gözü”(3) yazıyor. Fotoğrafın sağında da “Editörden…” yazıyor ve bu sayfa matbuatın 43. sayfası olarak yer alıyor. Şimdi, benim bildiğim, “Editörden…” yazıları derginin başında olur. Çünkü editör derginin içeriğini tanıtır; bu sayıyla birlikte ne yapmak istediğini, bu amaca nasıl ulaşmaya çalıştığını anlatır ve okuyucuya perdeyi açar. Ama Çiftçi, tersini yapıyor. “Editörden…” yazısının derginin 43. sayfasında olmasının iki sebebi olabilir;

a. “Ağalık” ya da “Astsolistlik” taslamak istiyordur.
b. Konvansiyonel Şiiri kendince savunarak “Görsel Şiir Atılımı” üzerinden prim yapmak istiyordur. Tabii bu da bir “Editörden…” yazısı değildir. 43. sayfada yer alan “ayrık” bir şeydir.
c. Derginin içeriğinden bahsedemeyecektir. Çünkü içerik tıkıştırma, toplama, zorlama ve “sayfa doldurma” mantığıyla -fason işlerle- oluşturulmuştur.(4)

Bu bir.

2. Kerhen

Çiftçi, yazısında “Şiiri Özlüyorum” adlı matbuatın amaçsız olmadığını söylemiş ve amaçlarını

a. Şiir gündeminde tartışmalar açmak
b. Ardı ardına dosyalar düzenleyerek gündem oluşturmak

şeklinde tanımlamış. Bu çabanın yersizliği ortadadır. Çünkü şiir kendisi hakkında söylenen her şeyi yıkma eğilimindedir. Şair de gündelikten kaçar. Şair gündemin, gündeliğin içinde yapamadığı, bu geyiklere inanmadığı için şairdir. Ayrıca, derginin oluşturduğu dosyalar da, tavırlar da, yayımladığı şiirler de, değiniler de yapısal ve duygusal olarak çelişkilidir. Hem de fasondur. Sözgelimi, “Şiiri Özlüyorum”un bir sayısında Hilmi Yavuz konu edilirken, bir başka sayıda Ece Ayhan çıkıp gelebilir karşımıza… Bu gibi çelişik durumları gördükten sonra kimin neye paravan olduğunu düşünelim; “Polemik, retorik arsızlığı, köylü kurnazlığı, pusuculuk, itibar kazanmaya çalışmak…” Başka da bir şey değil. Ben bu numaraları yemem. Her şey ortadadır.

Bu iki.

3. Kerhen

Çiftçi, yazısında benim için “Kendine yazık ediyor, içtenliğin sıkı kumaşıyla konuşamıyor, kendine özgü dinamizmi sergileyemiyor” demiş. Sanırım, külyutmaz karakterimiz, edebiyat kâhyalarına ve edebiyat kâhyası adaylarına karşı tavrımız Nevşehir’e kadar uzanmış. Beğenmiyor ise paketlesin geri göndersin tavrımızı; ben kendimle, İstanbul’umla, içtenliğimle, yaptıklarımla ve yaptıklarımın dozajıyla idare ediyorum. Çiftçilik hizmetine de ihtiyacım yok. Hayatım boyunca da başkalarının üzerinden prim elde etmeye çalışmadım. Çalışmam da. Tekrar ediyorum, her şey ortadadır.

Bu üç.

4. Kerhen

Çiftçi, yazısını Cemal Süreya’nın şiiriyle noktalamış. Şiirde kurt ve köpek karşıtlığı var. Alttan alttan bize köpek, kendisine de kurt benzetmesini yakıştırmaya çalışıyor. Ben ise tarafları “Yumurta ve Taş”a benzetiyorum. Yumurta kendini taşa atsa(gidip kendini taşa vursa) veya taş gidip yumurtaya vursa, sonuçta kırılan gene yumurta olacaktır. Şimdi, buradan, kendisini “Şiir Gözü” olarak ifade eden Çiftçi’ye şu atasözünü de armağan ediyorum:

“Bakmakla usta olunsa kediler kasap olurdu.”

Bu dört.

5. Kerhen

Eğer birileri, sizin masanıza gelip, şapkasını çıkarıp, masaya koyuyorsa bilin ki bu “Sen bunları benim külahıma anlat!” demenin Arapçasıdır. Bu da beş.

Hamiş: “Yallah!”

——————————-

(1) Papaza kızıp “beş kere” oruç bozmak

(2) Burada oturup birilerini savunmak amacında değilim. Çiftçi Bey’in çattığı merci (Serkan Işın) zaten kendini hakkıyla savunabilecek kadar zeki, güçlü ve donanımlı birisidir. Konunun kavramsal ve kuramsal boyutlarını çelişkisiz, güçlü bir temellendirmeyle açıklayabilecek kadar bilgilidir. O da kendi orucunu kendince bozacak… Bundan eminim.

(3) Çiftçi, “Şiir Gözü” başlığını kullanarak benim daha önce bahsettiğim “pusuculuk” mantığını da teyit etmiş oluyor. “Şiir Gözü” başlığı bence “pusuculuk” ihtiva ediyor.

(4) Ki Çiftçi, “Editörden…” yazısında derginin içeriğinden bahsetmiyor bile… Ki Murat Üstübal bu durumu “Panorama” benzetmesiyle çok güzel açıklamıştı. “Şiiri Özlüyorum” matbuatı turistiktir, panoromik bir gezinti gibidir. Başka da bir şey değildir.

Eki
01
2006
0

Çelişki

(…) Kendisini tam bir “İslâmcı şair” saymadığım Hilmi Yavuz’un şiirinde bu olgu çok açık biçimde görülebilmektedir. Hilmi Yavuz’de uhrevî öğelerle dünyevî öğeler içiçe geçmiştir. Hilmi Yavuz şiiri “Tevhid”le “sağaltılmayı” ve diriltilmeyi” isterken, Hilmi Yavuz Nev-izade’de eşiyle dostuyla rakı içebilir. Hilmi Yavuz bir kitabında “Narsis, “ Sexualis”, “Psychoathia” diye konuşuyorsa bir başka kitabında “dîl-i mecruh” ve “ser-i kûyûunda”,”ketebe el fakiyr” diye konuşmakta tuhaflık görmez. Her şey iç içe girmiştir. Belki de tevhid’in bir öngereğidir bu. Hilmi Yavuz, söylemek gerekir : İmam Gazzali ile İbn-Rüşt’ü vb. kendisinde birleştirmiştir , yani tasavvufu ve felsefeyi. Tam da bu yüzden “sadakor”, “jorjet”, “zehebî”, “hurufî”, “depresif”, “manik”, “ garanik” , “”tevellâ”, “teberrâ” türünden sözcükler şiirin yüzeyini kaplayabilir. Yavuz, bir sufî olduğunu beyan etmesine rağmen “ben ölürsem yapayalnız kalacak olan Allah’a” diye bir dize yazmaktan bile kaçınmaz. Burada söylediklerim bütün bir Hilmi Yavuz şiirinin eleştirisini öngörmüyor elbette. Ben sadece, bir tuhaflığa dikkati çekmek istiyorum. Hilmi Yavuz’un postmodernist, hatta monden bir İslamcı olduğuna işaret ediyorum. 

Aslında ben “İslâmcı Şiir” nitelemesinin henüz tartışmalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü, Türkiye’deki tartışma ortamına baktığımızda ilkeleri kesinlikle saptanabilecek bir İslam tanımına rastlayamıyoruz. Dahası, çeşitli kişisel şiirseller arasında, daha önce söz ettiğim “geçişkenlik” ve “akışkanlık” olgularını yeterince göz önüne almıyoruz. İslamla flört ettikleri gözlenebilen şairlerin tümüyle modernizmin içinden konuştuğu, modernizmin entelektüel ufku içinde düşündüğü söylenebilir. Modern şiirle çelişyor ya da çekişiyor göründükleri noktalarda bile.( Arif Ay, İhsan Deniz vb. şairleri düşünüyorum). Benim İslâmcı bir şair olarak kabul edebileceğim tek kişi olan Sezai Karakoç bile, en azından düzyazılarının büyük bölümünde modernizmden kopabilmiş değildir. Ama Karakoç’un şiiri, bugünkü gövdesiyle ; izlekleri, yapısı (mesnevi düzeni), dilsel özellikleri açısından İslâmcı bir doğrultuda yer alabilir. Burada, gömlek değiştirir gibi dünya görüşü değiştiren İsmet Özel’i hiç anmıyorum. İsmet Özel, ancak psikopatolojik çerçevede ele alınabilir. Türk Şiiri’nin İsmet Özel diye bir sorunu yoktur. 

(…)

Ahmet Oktay

(Bir söyleşisinden…)

Ağu
18
2006
1

Hişt, bizden bahsediyorlar!

Serkan Işın 18 Ağustos 2006 tarihinde Poetik Hars’ta şöyle dedi ve bayrağı dikti;

“Şiiri Özlüyorum” dergisi 17. sayısında iki sayıdır devam ettirdiği “şair ne biliyor?” dosyasının kenarına köşesine bir yerine (tam da altay öktem’in yazısının bulunduğu sayfaya) “yorumu okura bırakılmak üzere” (sanki diğer şiirler başka türlü değerlendiriliyor, hepsi okurun yorumuna bırakılıyor zaten) poetikhars’tan (fuat çiftçi bir 17 yıl daha tashih ilmi ile iştigal ederse sanıyorum poetikhars’dan değil poetikhars’tan yazılacağını öğrenecektir) iki adet iş yerleştirmiş, bizden izin almadan. Kanımca yapılacak en ayıp işlerden birini yaparak, siktiriboktan dergi kontenjanını doldurmaya da hak kazanmış. Şimdi biz bu olay üzerine biraz yoğunlaşalım, anlamaya çalışalım.

Biz bu işlere “görsel şiir” diyoruz ve çok şükür daha “okurun yorum yapabileceği” seviyede olmadığını bildiğimiz için de çok mutlu ve gururluyuz. Daha “görsel şiir olur mu?” sorusunu sormakla meşgul bir sürü şairin, eleştirmenin ve derginin karşısında 3 yıldır bu siteyi ve mevsimlik olarak de dergiyi ayakta tutmaya çalışıyoruz. Dergiye kıytırıktan ebatlarda alınan iki işin bir tanesinin benim “Aşk ve 22 Cüceler” ve diğerinin de Barış Çetinkol’un “ulaşmak için”i olduğunu da not edelim. Bir kere bunlar “çalışma” değil. Çalışma “amelelerin” yapacağı birşeydir, hani vardır ya “şiir ameleleri”, “fikir işçisi”. İşte bu zevat çalışma yapar, biz bunlara açıkça “iş” diyoruz. Neden öyle dendiğini de ben oldukça açık bir dille açıklamaya çalıştım, merak eden gider şuradan bakar. O zaman şu denebilir; kendi diline uydurmak gibi bir lüksü kimsenin yoktur. Bunlar “görsel şiir”dir ve kimsenin onlara “deney, çalışma” falan demeye çapı yetmez ve hakkı da yoktur. Bu böyle biline. Ayrıca bana da ıspatlayamazsınız.

Üç yıldır uğraşa uğraşa en azından bazılarınızın diline “sözlü kültür, deneysel, somut” gibi kelimeleri yerleştirme talihsizliğimiz oldu. Sonuçta bu kelimeleri, kavramları icat etmiş değilim, sadece işe yaradıklarını gördüm ve bir bağlama oturuyorlardı. Kitaplarda herşey gibi bunlar da yazıyor. Konumuza dönersek, kitap okumamak ve bilgiyi (epistemolojik anlamda) deneyimin bir gradyanı olarak almak bugünün icadı değil. Etrafta böyle takılmak isteyen çok şair var. Kusura bakmayın ama bu site ve bu dergi sizin suratınıza tükürmeyi bir görev biliyor. Nasipleniniz.

Bir başka konu da şu. Şiir, çeşitli numaralar ve göz boyamalarla sanki birilerinin tahakkümü altındaymış gibi de görünüyor. Kendi adıma ben birilerinin Şiir demeyi sevdiği şeyden bolca yazdım. O alanda da uzviyetimle yarıştırabileceğim kendi kuşağımdan çok fazla insan yok ne yazık ki, bu yüzden de oldukça rahatım. Çoğu süprüntü, birbirine bakmaktan aptallaşmış, yatıp kalkıp aynı muhabbetleri yapanların çiziktirdikleri birkaç dizeye de şiir muamelesi, şairlerine de Şair muamelesi yapacak halim yok.

Türkiye’de Merkez Şiiri denebilecek şey ölmüştür. Bunun birçok sebebi var, araştırır bulursunuz. Eğer merkeze oynayacak bir şiir yazacaksınız işin içine asgari ücret alan birinin hissiyatını, geneli kucaklayan ve jiletleyen birinin varoluşunu falan katmanız gerekiyor. “Violent Femmes” falan olmanız gerekiyor, “Bob Dylan” olmanız gerekiyor. Bob Dylan Victorias Secret defilesinde görünebilir de sizi Zeki Triko’nun çekimlerine kim davet eder merak da etmiyor değilim. Yani kötülük ile asgari şartlarda bir mukavele imzalamanız gerekiyor. Eve duşakabin alıp, içine tabure koyuyorsanız o başka elbet..

Son iki yıldır, kendi adıma bu sitede olan bitenin izlenmediğini düşünüyordum. Ama görüyorum ki izleyip aklında kalanlarla eleştiri yapmaya çalışan üç beş çapulcu dışında iyi şeylerin olmasını da sağlamışız. Gerçi koskoca Hece dergisi’nde Hayriye Ünal bizi Tarık Günersel ve genç arkadaşları olarak tanıtmaya gayret ederken, adı Şiiri Özlüyorum olan bir derginin bizden izin almadan, görsel şiirlerimizi basması yadırganacak birşey değildir. Akıllı olmanız gerekiyor, zira çoğunuzdan çok daha fazla yetenekli ve inatçı olduğumu biliyorum ben.

Hadi yeteneği ve inatçılığı bir kenara atalım (onlar Allah vergisi) da iyi niyet ve hakkaniyete ne oldu? İmge, düşünce falan diye sayıklayıp 1970’lerin dergilerinden getirdiğiniz o boktan çevirilerinin 80 kuşağındaki abilerinize, ablalarınıza neler ettiğini görmek için IQ gerekmiyor. Ben 80 kuşağına dahil değilim, 90 kuşağı da değilim. Bu dergi de kendisine öyle bir kök aramak zorunda, bağlantı, referans aramak durumunda da değil.

Velhasıl, Zinhar’ın eylemine katılan herkesten ayık olmalarını rica etmekten başka çarem yok, zira ortalama zeka tarafından dedikodumuz yapılıyor..

Serkan Işın

Tem
15
2006
0

Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi’nin 13. Sayısı Çıktı

KY13

çıkrık sızısı − aziz kemâl hızıroğlu
hediye − derya önder
ikincil ruhla pis−duvar buluşmaları − özge dir
metroloji − zafer yalçınpınar
temizlikçi kadınlar için − cengiz kılçer
çeviri şiir: louis macneice − ersin engin
maktûl − sefa fersal
orta kat − ulaş oral
adın kuma yazılır − metin fındıkçı
ipler − kerem ışık
söz cinayet gibi çekiciydi − öztürk uğraş
giz’li anlatı − umut karaoğlu
uçan ayna − salihaydemir
elifli sadi − arzu çur
yalnızım söylemeye dilim varmıyor gözlerimden akan yaş konuştum sayılsın! − halim şafak
evden uzakta veya kayıp − hakkı engin gidener
oyun II − eylül hicran polat
makas − burçin özdeş
kırık düş − hakan sürel
geç yol − şakir özüdoğru
fusion ya da bi’ teklik sen kimsin? − duygu güles
ay çiçek − idil berf
yüreğimin yıldızı − volkan hacıoğlu
kara mıh kilit alesta − zafer yalçınpınar
asude − oylun pirolli
ça commence avec toi − gökçe polatoğlu
küçük defterler − salih aydemir

Haz
11
2006
0

Monokl çıktı

1.

Uzun bir süreden beri Volkan Çelebi’nin emekleriyle yayıma hazırlanan MONOKL adlı deneysel edebiyat ve sanat dergisi 11/06/2006 tarihi itibariyle dolaşıma çıkmıştır. Kitapçılarda bulabilirsiniz.

2.

Bu dergi sıkı bir deneysel edebiyat dergisidir. Bu dergiyi yayıma hazırlayanlar da sıkı taifedir.

3.

Biliyorum ki yıldızlara yakın olmak isteyenler evlerini uçurumlara kurarlar.

4.

Pazardaki bir ürünün fiyatını pazara en uzak çiftçi belirler.

5.

Derginin web sitesi www.monokl.net olacaktır.

6.

Bu derginin içindekiler listesi aşağıdadır:

Gelecek Sözlük Anlamı olarak ya da Şimdi’ nin Sözlükötesi Anlamı Olarak Monokl -Volkan Çelebi

LABİRENT

– Atlı Karınca, Deniz Tuncel
– Dada, Serkan Işın
– Ortak Labirent
– Yolculuk, Derya Vural
– Aşk ve Yirmi İki Cüceler, Serkan Işın
– Bir Yahudi Genç Kızı Hatırlatan Şiir, Carlfriedrich Claus
– Materyal
Kolaj, Karl Riha

TİRŞE IŞIĞI

– Sanat ve Provokasyon, Avangardların Tarihinde Kuşbakışı Gezinti, Flavia Costa- Anna Battistozzi
– Ah Nerede O Eski Avangardlar, Armağan Ekici
– Şu Tatmini İmkansız Teselli Arzumuz, Dagerman
– Sanatın Esaretinde Sanatçı Olmak, Görkem Arev
– Bum Bum Pop Art, Değer Esirkuş

MANİFESTO

– Mimariyi Aktarmak, Fizikselaşırı Kent – Marcos Novak
– Füturizmin Kuruluşu ve Manifestosu, Marinetti
– Gized Oulipo, François Le Lionnais
– Hava Gösterisi, Terry Atkinson

GRAMMA (YAZI)

– Ölüm Yazı Vücut, Ahmet Soysal
– Demanrikü: Yazı ve Düşünce, Boşluk ve Eylem, Volkan Çelebi
– Yazı’ nın Sözyaşları, Eren Rızvanoğlu
– Metinlerarasılık ve Varlıkbilim, John Frow

ORPHEUS

– İğnelemeler 1-2, Cem Kurtuluş
– Savrulanlar, Ali Tirali
– Bir Böcekten Çıkanlar, Cem Kurtuluş
– Krallar ve Larvalar, Cihan Demiral
– Su Yolcu, Zafer Yalçınpınar
– Sahildeki Konuşmalar, Tanrı Vahdettin’ e Sırt Çeviriyor; Ali Tirali

ARAKİTAP

– Refika Belendis Kırka Seksen, Ertan Arslansoy

ARS POETİKA

– Şiirde İş Nedir, Serkan Işın
– Şiirden Haberler, Lawrence Ferlinghetti
– Bir Karşı-Demiurgosluk Girişimi Olarak Madde-Şiir Pratiğinin Olanakları, Cem Kurtuluş
– Baudleaire’ den Seçmeler, Charles Baudleaire

DİEGESİS (ÖYKÜ)

– Üç, Burçin Özdeş
– Bar Sonatları, Herv Le Tellier
– Bir Şeyler, Melik Saracoğlu
– Aksak, Volkan Kızılöz
– Kayıp Otobanlar Tepesi, Sarper Özharar
– Örümcek Ağacı Özlem Taşkıran
– Tek Taraf, Arda Güçler

LABORATUVAR

– Devridaim, Duygu Güleş
– Geri Dolaşım, Zafer Yalçınpınar
– Yaldızlı Çadır, Derya Ekenci
– Nasıl, Duygu Güleş
– Gerçeğin Yanıtı, Cihan Akkartal

LATERNA MAGİKA

– Eisler ve Brecht, Çiğdem Erken

FANTASMAGORIE
– Korku Sinemasında Gerçekliğin Tanığı Olarak Göz ya da Göz Bozukluğu
– Godot’ yu Beklerken Üzerine Bir Deneme, Sinclair

PORTRE

– Tanrı, Kral, Köle, Seda Cebeci

YARI YAZILAR

(In Defence of Algiers, Kısıtlayan Gerçeklik Üzerine, Avangard Tiyatro, Arap Şeyhi Alman Kız, Cehennemdeki Handel)

MASKE

– Anonimograf, Herv Le Tellier

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com