Mar
13
2008
0

Editörcülük Oynamak

“gaSte” adlı derginin Mart 2008 tarihli 111. sayısında yayımlanan “Editörcülük Oynamak” başlıklı yazım aşağıdadır:

EDİTÖRCÜLÜK OYNAMAK

Edebiyatımızdaki tüm suçları araştırmak, çözmek sonra da belgelemek amacıyla yüzlerce “edebiyat polisi”ni ve “edebiyat noteri”ni tam zamanlı olarak eğitip tesis etsek bile, işbu meseleyi bütün hatlarıyla çözemeyeceğimiz, ortaya koyamayacağımız açıktır. Bu yazıda, doğal olarak, birkaç editöryal sakatlıktan ve artık neredeyse “sistematik hata” olarak görebileceğimiz birkaç temel sorundan bahsedeceğim.

Edebiyat dergiciliğinin süreçlerinde ya da faaliyet adımlarında yaşanan binlerce sıkıntı vardır ve bunları kabul etmek gerekir: Dağıtım, okur ilişkileri, bilgilendirme, düzeltme, yazı toplama, yazı değerlendirme, dosya konusu belirleme, dosya konusuna ilişkin çağrılar oluşturma, görsellik, ödüllendirme, duyurular, eserlerin niteliği, niceliği, yazarların ve okurların kaprisleri vs. Fakat tüm bunlardan önce, “kök neden” olarak yönetsel bir “karakter aşınması”nı özellikle vurgulamalıyız: Günümüz editöryal yaklaşımı, içerik ya da yetkinlik odaklı olmak yerine “ilişki/şebeke yönetimi”ne ve “retorik arsızlığı”na yönelmiştir. Bugünkü “dirsek temasları”, edebiyat dergiciliğinde birincil “denge” ya da “tutarlılık” unsuru olmuştur ve geleceği belirlemektedir, yani belirleyicidir. Kim, kime, nerede, ne şekilde, ne dedi, ne yazdı, neyi sundu, neyi yerdi veya neyi övdü, hangi isimler hangi isimleri destekledi ya da köstekledi, kim kimin himayesindedir, kim nerede ne kadar sattı? Bu çeşit ilkel ilişkileri takip etmek, tanışıklıklardan yararlanarak “yapay bir tutarlılık” oluşturmaya çalışmak edebiyat dergiciliğinde ve yayın kurullarının sohbetvari toplantılarında bir “editöryal el yordamı” olarak kendini göstermektedir. Ne yazık ki birçok yazarın ve şairin söz konusu ettiğimiz bu el yordamını, bu ilkelliği “verili, sabit bir değer” olarak kabul ettiği –buna gerdan kırdığı ya da boyun eğdiği- de açıktır. Düzenek bu kadar basit ve vahimken, editörlerin editörlükten çıkıp “ağalık” mizacına bürünmesinin önünde belirgin bir sistematik engel de yoktur. (Nasıl olsa bizim insanlarımız “ağalık” düzeneklerine alışıktır.) Zamanla, yayın kurulu üyeleri de -“karakter aşınması”na uğrayarak- editörü (ağayı) destekleyen birer “edebiyat kâhyası” ya da “edebiyat kabzımalı” olup çıkmışlardır artık…

Peki işbu düzeneğe kim karşı koyacaktır, koymaktadır;

Kahramanlar! (Eminim ki sizi güldürdüm, bu söylediğime güldünüz değil mi?)

Aslında “kahraman” diye nitelediğim kişilerin birer üstün/süper kimlik olmadığını, sadece, “bir halay takımının ayak dansları”nın ya da “ilişki biçimleri”nin içinde olmak istemeyen ve efeler gibi tek başına yazmayı yeğleyen “bireyler” olduğunu açıklamama gerek var mı? Kısacası tarih, işbu ağalık düzenekleri karşısında değişik yöntemlerle, araçlarla dura(bile)n birkaç yalınayak, cefakâr -fakat bir yandan da sıkı- “birey”ler yaratmıştır. Bu siviller (başıbozuklar) ne pahasına olursa olsun “karakter aşınması”na ya da politika(çokyüzlülük) salınımlarına itibar etmemişlerdir. Bu başıbozuk adamlar sıkı bir şeyler “yazmak/söylemek/yapmak” için destur, icazet ya da termin de beklemezler; böylesine apansız, bağımsız özgür çıkışlar edebiyat ağalarının ve kâhyalarının canını sonsuz sıkmaktadır.Haysiyetini düşünen ve birey olabilmiş insanın kullanacağı en etkin şey, ahbap çavuşluk ilişkilerini, çelişkilerini, çıkar hesaplarını göstermek ve uygulanan “editöryal el yordamı”nı ifşa etmektir. Günümüzdeki “dosya konularını, jüri tayinlerini, köşk sofralarını” filan biraz kazır biraz kurcalarsanız, görünenin ardından hangi editörlerin hangi uyduruk bağlamları (ve hangi uyduruk kavramları) “şebekelerinin canlılığı” adına araç olarak kullandığını ortaya çıkarabilirsiniz… Hatta aynı ağa-editörlerin, bahsettiğimiz “dirsek teması şebekesini” şiir yıllıkları, antolojiler veya etkinlik organizasyonları gibi statü araçlarında da kullandığını görürsünüz. Bugün, kalburüstü ya da saygın geçinen editörlerin yazdıklarına, yaptıklarına ve “ilişki şebekeleri”ndeki konumlarına baktığımızda ne yazık ki feodal düzenden çok farklı bir görüntüyle, dağılımla karşılaşmayız. Geçmişle bugünün arasındaki tek fark “iktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması”dır.

Sonuçta, demem o ki, bugünün edebiyat dünyasında olup bitenler “bir halay takımının editörcülük oynaması”ndan başka bir şey değildir. İşte bu oyun -bu haysiyetsizlik gösterisi, yapay saygınlık- edebiyatımızda, çeşitli çevreler tarafından eşanlı olarak icra edilen en büyük suçtur. Büyük suçun türevleri ya da kısmi sonuçları ise “editörlerin kendisine gelen yazıları okumaması ya da okuyacak kişileri tesis etmemesi”, “zaman ve süreç yönetimine itibar etmemek”, “nedensellik ilkelerini umursamamak”, “nezaketsizlik”, “sığlık”, “sessizlik suikastı” ya da “adam harcama alışkanlığı” gibi şeylerdir. Bunlara karşın/rağmen kendi ikliminin, kurgusunun veya poetikasının peşinde olan, kendi yolunu alıp götürmeye çalışan sıkı yazar ve şairin, çeşitli halay takımlarının hizasına gelmeyeceği, tersine, onlardan uzaklaşarak kendini gerçekleştirebileceği açıktır. (Tarihe bakarsanız anlarsınız.)

Şimdi, bu yazıyı ufak bir söylenceyle bitirmek istiyorum. Günümüzdeki dirsek temaslarının veya topyekûn uygulanan sessizlik suikastlarının özünü hatırlamak istediğinizde aşağıdaki şu ufak hikâyeyi aklınıza getirin;

“Eskiden, restaurantlarda birlikte yiyip içen muharrirler, yemeğin bitişinin ardından masadan hep beraber kalkarlarmış… Fakat bunun nedeni birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş olmaları değilmiş; birbirlerinin ardından, arkasından konuşmasınlar diye böyle yaparlarmış.”

Şub
05
2008
0

Bildiri: “SUÇLU AYAĞA KALK”

“Gaste” adlı sıkı derginin Ocak 2008 sayısında “Suçlu Ayağa Kalk!” başlıklı bir bildiri yayımlanmıştır.

Bildiriyi  https://zaferyalcinpinar.com/suclu_ayaga_kalk.jpg adresinden okuyabilirsiniz.

Şub
02
2008
0

Ufuk açıcıdır…

“(…)Konu Ece Ayhan ve onun söylediği bir söz olduğunda sizin dikkatinizi  çekmesi ilginç. Bir alışkanlık edinmişsiniz sanki… Bir tür yöntem… Ece Ayhan’ın sözlerini hem Ece’yi suçlamak, aşağılamak için kullanıyorsunuz, hem de Ece’nin sözlerinden hareketle o konuları düşünmeye ve o konu hakkında yazmaya başlıyorsunuz. Yoksa Ece Ayhan’ın sözlerinin sizin için ‘ufuk açıcı’ bir niteliği de mi var!(…)”

Ayşegül Tercan

Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi, sayı:19, s.76, Ocak-Şubat 2008

Oca
17
2008
0

Kelimenin Yüzü’ne ilişkin Söyleşiler

Son günlerde “Kelimenin Yüzü” adlı kitabıma ilişkin 2 adet söyleşi yaptık…

“G. Sesil Sar” ve “Davut Yücel”in benimle yaptıkları bu son söyleşilere ve ayrıca bugüne kadar verdiğim tüm söyleşilere https://zaferyalcinpinar.com/dilinkemigi.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Oca
17
2008
0

Duvar Yazısı: “Edebiyat Eğlenceli Değildir!”

K Dergisi’nin Söylemi: Edebiyat Eğlencelidir…

Duvar’ın Söylemi: Edebiyat Eğlenceli Değildir!

K Dergisi: Alkım Kitapçısı’nın Dergisi

Yer: Kadıköy (Körler Ülkesi) Alkım Kitpçısı’nın Arka Duvarı

Oca
09
2008
3

Ali Enver Ercan(Hz. Müptezel) ile İkinci Karşılaşma!

Ali Enver Ercan (namı diğer Hz. Müptezel) ile bugün, yani 9 Ocak 2008 tarihinde, gene karşılaşmış bulunmaktayım. Meğer ben ne kadar temiz yürekli bir adammışım ve şu dünya da ne kadar küçükmüş… Bugün yaşadığım şeyler, bugünkü karşılaşma bunu kanıtlıyor.

Hemen anlatayım:

Bugün, çeşitli işler için saat 17:30 sularında Kadıköy’deydim. 19:00’da işyerinden Kadıköy’e dönecek olan eşimi beklerken, zaman öldürmek için sahafları gezmeye karar verdim. Uzun zamandır uğramadığım Ün Sahaf’a uğradım ve 2 Ytl’ye satılan şiir kitaplarını incelemeye başladım.Kitapların arasından Ali Enver Ercan’ın “Eksik Yaşam” adlı kitabı çıkmaz mı… Ün sahaf’ın sahibini yanıma çağırıp, kitabı ve kitabın arkasındaki resmi gösterip beraberce güldük… (Kitapların arasından Mesut Aşkın’ın ilk şiir kitabı olan  “Çocuk Gülünce” adlı kitap da çıktı.) Her iki kitabı ve bulduğum bazı diğer kitapları da satın alıp dükkandan çıktım. “Som Gemi” adlı mekâna gittim ve orada Mesut Aşkın’la karşılaştık, sahaftan bulduğum kitabı Mesut Aşkın’ın kendisine imzalattım. Enver Ercan’ın “eksik yaşam” adlı kitabını ve kitabın arkasındaki o ünlü fotoğraf ile yazıyı  da Mesut Aşkın’a ayrıca gösterdim, güldük. Sonra, biraz daha sohbet ettik ve Son Gemi’den çıkıp beni Starbucks’da (eski postanenin yakınlarında, yeni açılan yerde)  bekleyen eşimin yanına doğru yollandım. Starbucks’a girmiştim ki bir de baktım, karşımda Ali Enver Ercan… Beni tanımamazlıktan geldi ve hemen Starbucks’dan çıktı. Eşimin oturduğu masaya, elimdeki kitapları ve kafamdaki şapkayı bıraktım, paltomun önünü açtım, “Eksik Yaşam” adlı kitabı da yanıma alarak Enver Ercan’ın peşine düştüm. Enver Paşa, Starbucks’ın yanında ufak bir girişi olan Seyhan Müzik’e girdi. Arkasından ben de girdim. Gene beni tanımamazlıktan geldi. Sonunda dayanamayıp: “Enver bey!” dedim. Döndü. Elimdeki “Eksik Yaşam” adlı kitabı(yani Enver Ercan’ın o meşhur kendi kitabını) ona, bizzat uzatarak “Ben Zafer Yalçınpınar, bunu alın!” dedim. Sinirlendi ve “Ben senin gibi bir adamdan bir şey almam!” dedi. Güldüm ve kitabı ona yeniden uzatarak “Şimdi, bu kitabı alıyor musunuz, almıyor musunuz?” diye sordum. Seyhan Müzik’in alt katındaki herkes bize bakıyordu. “Alayım bari!” dedi, kitabı aldı ve şöyle devam etti:

“Bak, sen terbiyesizsin… Edebiyat dünyasında kötü üne kavuştun…  Ayrıca o kız benim sevgilim falan değil, Almanya’da yaşıyor…” dedi.

Ona hafifçe gülümsedim ve çektim gittim; Enver Ercan’ı, elinde “Eksik Yaşam” adlı ilk kitabıyla, çeşitli haysiyet çelişkileriyle ve tüm bu yaşananların ağırlığıyla başbaşa bırakıp gittim. Orada öylece kala kaldı.

Sonra, eşimle birlikte eve geldik. Ve zamanında babamın Gökçeada’dan satın aldığı yıllanmış bir el yapımı şarabı açıp, içtik.

Kendi kendime şöyle dedim:

“Eh, Hz. Müptezel’in kendi dandik gerçeğini, onun kendi eline de verdik… Enver Ercan işi, bu dandik dava da halledilmiştir. Daha fazlasına gerek yok… ”

Biliniz ki şu an, kimse benden daha mutlu olamaz.

Zafer Yalçınpınar 9 Ocak 2008, Saat “22:09”

Oca
07
2008
0

Söyleşi: Bir Bienal’in Bilançosu

Bienal ve küratörlük mantığının çelişkileri üzerine Cavit Mukaddes’le söyleşidir:

https://www.birgun.net/bolum-95-haber-56524.html#haber_basi

Ara
30
2007
0

2007 Zafer Yalçınpınar Oto-Almanağı

2007 Zafer Yalçnpınar Oto-Almanağı’na

https://zaferyalcinpinar.com/almanak2007.html

adresinden ulaşabilir ve 2007 yılının olaylarını inceleyebilirsiniz.

Ara
23
2007
0

Epilog: Zinhar ve Poetikhars Kapandı! (Serkan Işın)

Serkan Işın, Zinhar ve Poetik-Hars adlı görsel şiir platformlarını kapattığını bildirmiştir. Serkan Işın’ın konuya ilişkin epiloğu aşağıda tam ve eksiksiz olarak yer almaktadır:

“Öncelikle hemen belirtmek gerekir ki, poetikhars/zinhar/zinharpost kapandı. Kapandı derken, artık herhangi edebiyat tarihinin, ilgisini esirgemiş okurun -genelde müzeleri bu yüzden gezeriz, geç kalmışlığımızın kasveti ve vurdumduymazlığı ile, edebiyat tarihçisinin, genç şairin ya da internet üzerinde edebiyat nedir, ne değildir diye merak edenler için google aramalarında yukarı sıralarda olmak dışında bir işlevi olmayacak bundan böyle. Bu son yazı da, muhtemelen trilyonlarca bit bilgi arasında bir yerlerde, keşfedilmeyi ya da anlamayı bilen birilerinin ilgisini bekleyerek kaybolacak gidecektir. Geriye ne kalacaktır, bunu pek kestiremiyorum. Bunun pek de bir önemi yok artık.

Kızgın ya da kırgın değilim, çünkü olan biten bütün bu “macera” sonunda öğrendiklerimin “hissizleşme” kelimesi ile ilgisi var daha çok. İnsan, özellikle edebiyatçı/şair taifesindense, kendisini böyle maksimum noktaları sonrasında çoğu kez sorgulamaz, böylelikle ayağa düşmenin en kesin formülasyonunu bulmuş olur. Bir şeye başlamak, çoğu kez onu “başlatmak” oluyorsa, başlayan şeyin devam edebilmesi için, yatırılan zihinsel sermayenin faizini fazlası ile istemek büyük küstahlıktır. Hakkımı helal etmekten başka çarem olduğunu da düşünmüyorum.

Teşekkür faslına geçmeden önce, böyle bir ‘şey’e başlamanın dinamiklerini genç okurlara anlatmak herhalde boynumun borcu olacaktır. Ama burada sanki bir halt becermiş gibi de davranacak değilim, o yüzden merak eden olursa klişeler ile hakikatler arasındaki uzaklığı tekrar ölçmelerini salık verebilirim. “Hayatı değiştirin, bok püsür bulun, harekete geçin, şiir şudur, budur vb.” diyen gerizekalılar daha önlerinde olan biten şeyi fark edemeyecek kadar körleşmeye başladığında, artık orada eğlenceli şeyler olmuyor demektir.

Eğlenceli olan şey ise, kendi kendinize ve kendiniz için ve hakkında öğrendiğiniz şeylerin yekünüdür. Büyü bozumu, örneğin size “ah evet, doğru ya!” dediğiniz bir keşif anında değil, tam tersi bu kısa tepkiyi veremeyecek kadar meşgul olduğunuz bir anda dank eder. Kafanıza dank eden ise, kesinlikle o yaptığınız şeyin “organikliğinde” yatmaz, tam tersine edebiyat eserinin ya da yapıtın ya da herhangi bir sanat objesinin, hareketin “epiphany” anı, tam da dışarı doğru fırlayan vektörde yatar. Eserin büyüklüğü değil, belki de “etkisi” (magnitude) burada yatar. Yani müzik sanatı için geçerli olan, tüm sanatlar için geçerlidir; hiçbirşey olanın dalgalandırılması, silkelenmesi.

İşin mistik kısmını geçersek, eğer yaptığınız şey -bulduğunuz diyelim- size kendisi ile ilgili olmayan bir sürü şeyin de ilgisini göstermeye başlıyorsa ve bu ilişkileri kurarken, çeşitli iletişim fazları yakalanıyorsa, kendinizin en bilinçsiz, en ilgisi, en süper-uzak noktada olduğunuzu düşündüğünüz bir şey ile canhıraş ve bilinçli bir ilişkiye giriyorsanız; sanıyorum bu en samimi haliyle, sanat eserinin doğuşuna işaret eder.

Özetlemek gerekirse, görsel şiir, bize görsel şiir verdiği için değil, bambaşka şeyleri kullanma, eritme, yeniden şekillendirme ve yeniden yorumlama yeteneği kazandırdığı için, mümkün olanların en iyisi gibi görünmüştür. Hala da öyledir. Bu sitenin ya da benim aradan çıkıyor olması/olmam, en azından başlangıç için bir yol arayanlara fazla kafa karışıklığına mahal vermek istemememden kaynaklanıyor. Artık bizim yaptığımızın daha ötesi aranacaktır ya da nasıl bir hiçten doğdu ise, o hiçin kuralları gereği, tüm bu bilgi yığını ve çalışma, parça parça tükenecekleri ana kadar beklemelidir.

İnsanı, Zaman’ı ancak ve ancak sanat eseri üzerinden nadasa bırakabilir. Ben ve bu sitede, bu işlerde adı geçen herkes, bunu yapabileceğimiz en samimi şekilde yaptık. Bundan ötesini düşünmek ve beklemek gerçekten kendi efsanesine fazla kulak kabartmak olur, olacaktır. Ve bilindiği gibi “Siren”ler hep daha fazlasını isterler.

Ben, Serkan Işın, bir şair, bir editör, bir web tasarımcısı, bir e-posta atıcısı vb. olarak bu siteye bugüne kadar bir kere uğramış, çeviri yapmış, işlerini sergilememe izin vermiş, olayı anlamasa da heyecanlanmış, tepki göstermiş, arkadaş arasında dedikodu yapmış, kafası basmadığı için küfür etmiş, kötülemiş vb. kim varsa teşekkür etmek istiyorum. Az çok da olsa “edebiyat tarihi içinde küçük bir sarsıntı” yaratılabilmiştir. Bu sitede adı geçenler, sayfalarda, internet aramalarında bu site ve dergi ile ilişkilenmekten hiç de gocunmayanlar ise bu site ayakta kaldıkça zaten benim yapabileceğimden çok daha fazlasını elde edeceklerdir. Ya da hiç birşey olmayacatır, zaten iyi yanından bakarsak, başlangıçta da hiç birşey yoktu.

Sonuç olarak başlangıçta kendisini “süreksiz bir imha olarak şiir” olarak tanıtan ve tanımlayan bir hareketten, kalıcılık, süreklilik, daha ileri gitmek gibi saçma sapan şeyler beklemek bana göre değil. Türkiye’de görsel şiir işte bu kadardır ve bundan sonrası en azından bu ekip tarafından yürütülemez. Görsel şiir ve tüm levazımı, TAZ’da da belirtildiği gibi “zaman ve mekanda bir göçebelik” hareketiydi. Hem o kadar süreksizlikten, kazadan, rastlantıdan bahset, hem de sonsuza kadar var olacağını zannet, bu bize göre değil.

Hepinize teşekkürler”

Serkan Işın – 23/12/2007

 

Kas
30
2007
0

Oyalanmış Soruşturma: Genç Yazarlar ve TYS

Bundan 2 ay önce kalburüstü kültür-sanat dergilerinden birinin editörü beni
aradı; TYS hakkında genç yazarların fikirlerini topladıklarını ve bu konuda
bir soruşturma planladıklarını söyledi. Ben de memnuniyetle soruşturmaya
katılacağımı bildirdim ve hemen(2 gün içerisinde) soruşturma sorularını
cevapladım. Ancak aradan 2 ay (2 sayı) geçmesine rağmen soruşturmanın
dergide yayımlanmadığını görünce -bu sefer- derginin editörünü -ben- aradım.
Editör hanım, soruşturmaya TYS yönetimi tarafının cevap vermediğini
(soruşturmayı oyaladığını) ve benim dışımda bağlantı kurdukları tüm genç
yazarların da soruşturmaya cevap vermeyi reddettiğini söyledi. İşbu duruma, işbu üstünü örtmek/geçiştirmek durumuna çok şaşırdım. Aşağıda ilgili soruşturma soruları ve sorulara benim verdiğim cevaplar yer
almaktadır:

SORUŞTURMA:

Genç bir yazar olarak, üyesi bulunduğunuz TYS’den beklentileriniz
nelerdir? TYS’nin faaliyetlerini planlama ve gerçekleştirme süreçlerinde genç yazarlar ne kadar yer alıyor?

Her ne kadar kendimi “genç bir yazar” ve “TYS üyesi” olarak görmesem de
düşüncelerimi ifade etmekten çekinmeyeceğimi belirterek sorunuzu cevaplamaya
başlayayım. Ben, öncelikle, TYS’nin son senelerde içinde bulunduğu “kim kime
dum duma” karakterinden, yönetsel zafiyetlerinden, dikey eğilimlerden ve
“dirsek teması yoluyla yönetim” anlayışından sıyrılmasını, Afşar Timuçin
gibi  sıkı, eğitimli, güvenilir, yöntemci ve donanımlı bir başkan
yönetiminde yoluna devam etmesini beklemekteyim. Bugüne kadar gençlerin
(aslında şu “genç” kelimesi de ne demekse;  fikirlerin yaşı, rütbesi falan
yoktur…) fikirleri yeterince alınmamıştır ya da işte dikkate alınmamıştır.
Bunun nedeni de “yatay yönetim anlayışı”nın olmayışı ve statüko peşinde
koşan başkanların dikey kurnazlık dolu taktikleridir. TYS’nin yazılı/yazısız
faaliyetlerinde ve programında “taktik söylem”lere, “ruhsal baskı”lara ve
“sessizlik suikastı”na maruz kalmayacak, kalsa bile bunların üstesinden
gelebilecek, iktidar arayışı içinde olmayan, editörlerin oyuncağı haline
gelmemiş (bu son söylediğim çok önemli) gençlerin arama konferansları veya
raporları yoluyla fikirlerinin alınması gerekmektedir. Bugüne kadar böyle
şeyler yapılsaydı, işbu “Genç subaylar rahatsız!” söylemine benzer soruları
sormuyor olurdunuz ve TYS dip noktasına ulaşmak yerine çevrimin yükselişine
çoktan girmiş olurdu.
Sizce, TYS’nin daha dinamik ve etkili bir yazar örgütü olması için
neler yapılmalı?

Genelde yönetsel sorunların temelinde “birey”lerin yatmadığı görüşü
hakimdir. Ancak bu görüş “yönetim sistematiği” olan kurum ve kuruluşlar için
geçerlidir. Eğer bir kurumun başkanı ile yönetim kurulu üyeleri sadece
“statüko veya dirsek teması” peşindeyse (bu nedenle de birçok düşmanı varsa)
ve üstelik o kurumda “yönetim sistematiği” yoksa, sonuç TYS örneğinde
görüldüğü gibi bir “yıkılış” olur. Şu an TYS’de ne yönetim sistematiği var,
ne de sıkı bireylerden oluşmuş, “karakter aşınması” yaşamamış bir yönetim
kurulu… Eğer ikisinden biri olsaydı TYS bu kadar kolay çökmezdi. TYS’nin
acil olarak yönetim sistematiği birimlerini ve yaklaşımlarını belirlemesi
ardından da uygulamaya başlaması gerekir. Araştırma-Geliştirme, Performansa
Dayalı Bütçeleme, Stratejik Planlama, Süreç, Risk ve Zaman Yönetimi
kavramlarına hakim bir başkan veya ekiple birlikte bu kavramların
gerektirdiği “yatay yönetim anlayışı” doğrultusunda bir “sistematik”
kurulması TYS’yi toparlayacaktır. Bu sistematik kurulduğunda ve sonrasında
“danışma kurulları” ya da “arama konferansları” yoluyla geribildirimler
sağlandığında TYS’nin başındaki belâlardan kurtulacağına inanmaktayım.

Kas
03
2007
1

Sonunda, geri geldi! Poelitika ECE AYHAN

POeLİTİKA,  ECE AYHAN   ÇIKTI!

Hazırlayan: Eren Barış

204 sayfa, Ortadünya Yayıncılık,  Ekim 2007, Ankara.

İÇİNDEKİLER

Girizgâh
9 Ece Ayhan’ı Okumak…, Eren Barış

Ece Ayhan’a Metinler
15 “Çok Eski Adıyla” Yeni Bir Tarih, Ahmet Orhan
32 Ece Ayhan…E Ayhan…Ce Ayhan…Ceeeeee! Ragıp Duran
33 Sinema ve Ece Ayhan, Uygar Asan
36 Ece Ayhan, İzzet Yasar
37 Ece Ayhan, İlhan Berk
39 Ece Ayhan: Korkusuzca Konuşan, Göçebe Karaşın, Eren Barış
49 Aykırı Dalın Gölgesi, Abdülkadir Budak
50 Ece Ayhan: Yaşamış Biri, Yorumsuz, Mahmut Mutman
52 Biz Bir Şairi Şiir Yazsın İçin Ölümle Korkuturuz Dom!  Zafer Yalçınpınar
53 Ayhan: Ayna, Dışarıda, Utku Özmakas
73 Ece Ayhan, İbrahim Yılmaz
75 Benim Hâlâ Umudum Var!  Altay Öktem
79 Müziğimiz Karadır Abiler!  Ali Ece
83 Ece Ayhan, K. Celal Gözütok
84 Şeyinde Canım… ya da Benim Meramım Başka, Seyhan Erözçelik
87 En Arka Sıradaki… Evrim Alataş
89 “Aynı Lakerda”, Süreyya Berfe
91 İçuzayımdaki Ece ya da Kara Kolaj, Rafet Arslan
95 Ece Ayhan Şiirinde Öznenin Halleri ya da Vurulan Bir Şiirin Ayak Değiştirmesi, Sabahattin Umutlu
108 Tarih Atlasları Parçalanıyor…, Onur Akyıl
111 İktidar Neden Sarışındır? Akif Kurtuluş
113 Ece Ayhan, İsmail Beşikçi
114 Karaşın, Eren Barış
116 Hay Hak! Sonrasızlık Fanzini
118 Ece Ayhan Sözlüğü, Ender Erenel
133 Ece Ayhan “Çok Eski Adıyladır” Sözlüğü, Orhan Alkaya – Kemal Yalgın

Ece Ayhan’a Sözler
140 Muzaffer İlhan Erdost ile Söyleşi, Eren Barış
144 Enis Batur ile Söyleşi, Eren Barış

Ece Ayhan
149 Biyografi ve Eserleri – Eren Barış
171 Belgeler: Mektuplar, Günlükler, Fotoğraflar, Elyazmaları, Kartpostallar

Görsel İşler
192 “Tarihi Düzünden Okumaya Ayaklanan Çocuklar İçin Yerleşilebilecek Topraklar”, Burak Delier
193 Kara Öfke, Serhat Köksal (2/5 BZ)

194  Katkıda Bulunanlar

Yayınevi İletişim Adresi: Ortadünya Yayıncılık, Kızılırmak Sokak, No: 35/9, Kızılay/Ankara.

Telefon: 0 312/ 419 22 87

E-posta: ortadunyayayincilik@gmail.com ya da  sizomelankolye@gmail.com

ARKA KAPAK’tan:

Kitabın genel okuması itibariyle ezilenlerin safından bakacak olursak tarih, kişilerin ve düşüncelerinin değil, bu kişi ve düşüncelerin de üzerinde yükseldiği “sınıf mücadelelerinin tarihi” olarak açıklanır. Ece Ayhan için bu mücadelede unutulan ve unutulmak istenen etik’i sahiplenmek elzemdir: ” Ama insanın etik olarak sağlam olması lazım. Yüzyıllardan beri etik olarak sağlam olmanın kavgası var.” İşte o zaman insanın ne pahasına olursa olsun onurlu yaşayabileceğini işaret eder. Belki de şairlikten önce etikçiliği, devrimden önce muktedir olmayan devrimci etiği öne çıkarmak istemesi de bundan kaynaklanır ve yola koyulmanın zamanı gelmiştir: ” Adeta yengeç gibi yan yana yürütülüyoruz! Tarihteki ‘ayağa kalkmak’, belki de gündelik ‘ayağa kalkmak’la karıştırılıyor olabilir bakın! Ya da eski günlere bakarken de, yerinde kıpırdamamak için ve olaylar uzak diye, dürbün kullanmak nasıl bir aymazlık ve yanlışlıktır! Böyle davranmakla, çocukların ve gençlerin gelecekleri adına, hem tehlikeli hem de insanın kendisini aldatıcı bir iş yapılmış olmuyor mu? Çünkü; ‘ayağa kalkmak’ tek başına bir şey göstermez. Bu gösterge değildir. Gerçek ‘ayağa kalkmak’, ancak kimi şeyleri ‘göze almak’la olur, olabilir. Yani, kimi şeyleri göze almak pahasına! Evet, paha olmadan hiçbir şey olmaz! ”

Bizim Ece Ayhan’a sahip çıkışımız, nutkumuz ve nefesimiz yettiğince onun üzerine bir şeyler söylemeye çalışıyor oluşumuz Türkiye’de yine Ece Ayhan’ın deyimiyle ‘tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar’ın geleneğine, düşüncesine, yok sayılan vicdanına sahip çıkışına denk düşmüyor mu? Ece Ayhan’ın dilindeki ‘kapalılığa’ rağmen bu kadar çok okuyucusunun oluşu ve onun düşüncesiyle yataylaşan farklı alanlardan insanların bulunuşu bu topraklar için bir değişimin işareti mi sahiden? Aslında, Ece Ayhan’ın poetikasını eşeledikçe ve onun mirasıyla hesaplaşmaya başladıkça kendimizle, toplumla, politikayla, edebiyatla, sanatla hesaplaşmaya başladığımızı fark ettik. Kitabın ismini POeLİTİKA olarak belirleyen de bu süreç oldu zaten. Bu kitabın en güzel ve özel yanı ise, sevdiğimiz bir yazarın izini sürerken yollar içinde başka yollara revan olmamızdır.

iletisim: ortadunyayayinclik@gmail.com
kizilirmak sokak 35-3 ankara

Eki
21
2007
0

GÖRSEL ŞİİR DOSYALARI: Bir Geçiştirme Operasyonu…

Son bir hafta içinde Yasakmeyve şiir dergisindeki Görsel Şiir dosyasını okudum ve kitapçığı  inceledim. Ayrıca Varlık Dergisi’ndeki kültür gündemi yazılarını “A.Budak, Metin Cengiz, Veysel Çolak vs”nin Görsel Şiir hakkındaki yazılarını, söylemlerini de okudum. Üstüne üstlük Serkan Işın’ın “Vasatlık İdeolojisi” adlı karşı yazısını da okudum. (Davut Yücel’e gösterilen tavırları vsyi de bizzat tecrübe ettim.) Şimdi, -tüm bunların üzerinde-  durmadan Görsel İş yapan bir adam olarak son aylardaki Görsel Şiir dosyaları hakkında bir şeyler söyleme vakti geldi de geçiyor:

Taktik olarak;

1. Enver Ercan hazretleri küçük ve dandik bir baskıyla Görsel Şiir seçkisini çıkarmış yani geçiştirmiştir.

2. Enver Ercan, A.Budak ve Metin Cengiz gibi işbu görsel meselelerden anlamayan, konuya uzak insanlara yazılar yazdırarak Görsel Şiir’in prestijine ve kendisine zararlar vemiştir.

3. Enver Ercan, Yasakmeyve ve Varlık’taki dosyalarla Görsel Şiir meselesinin -aslında- kapanmasını istemektedir. Önümüzdeki günlerde bu dosyaları okuyanların vereceği tepkiler derlenip toplanacaktır; grafik tasarımcılar ve göstergebilim duayenleri çeşitli çevrelerde olayla dalga geçecektir. “Yahu bu tipografi, başka bir şey değil” diyerek olayın özünü anlamadan konuyu geçiştirenler de olacaktır..  “Bize fırsat verilmiyor…” diyen Zinhar taifesine karşı Enver Ercan şöyle bir haraket yapmıştır: “Evet, buyrun alın, size fırsat da verdik… Bakın ben de modernim, bakın gerekirse ben de sizi desteklerim…” demiş gibi görünse de aslında Enver Ercan dosyayı kapatmıştır, Enver Ercan dosyayı rafa kaldırmaya çalışmaktadır…. Serkan Işın’da bu numarayı yemiş bulunmaktadır..

Kuramsal olarak;

Pekala, düşünüyorum da bu dosyalarla birlikte Kuram’a ne kadar destek sağlandı… Bu dosyaların kuram üzerindeki marjinal faydası ne kadardır? Değer miydi? Oysa ki kişisel faydalar, ismi faydalar tavana vurdu. :)

Sonuç olarak;

Madem Görsel Şiir dosyaları hakkında bir şeyler söylüyoruz, bu dosyaları eleştirirken de bir “görsel iş” tasarlamak gerekiyordu ve ben de tasarladım. Aşağıda “Görsel Şiir” dosyaları hakkındaki düşüncelerimi/bakışımı işaret eden bir görsel iş bulunmaktadır.

Bir Geçiştirme Operasyonu – Zafer Yalçınpınar – 2007

Ağu
03
2007
0

Cumartesi ŞİİR-29

Enver Topaloğlu tarafından yayıma hazırlanan şiir dergisi “CUMARTESİ”nin 29. sayısı yayımlanmıştır.

Dergiyi PDF dosyası halinde şu adresten indirebilirsiniz:

https://zaferyalcinpinar.com/cumartesi29.pdf

Tem
15
2007
1

Ali Enver Ercan kimdir?

Yukarıdaki fotoğraf Enver Ercan’ın “Eksik Yaşam” adlı çok eski bir şiir kitabının (belki de ilk şiir kitabının) arka kapağıdır. Arka kapakta Enver Ercan’ın fotoğrafının altında bir de özgeçmişi var:

“1958’de İstanbul’da doğdu. Lisedeyken bazı nedenlerden dolayı okulu bırakmak zorunda kaldı. Şimdi bir şirkette satış elemanı olarak yaşam savaşını sürdürüyor.”

Enver Ercan, yaşam savaşını şu an Varlık Dergisi’nin editörü, Yasakmeyve ve Komşu Yayınları’nın sahibi ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın başkanı olarak sürdürüyor.

Ayrıca Bakınız:

TYS Askısı:

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=284

Ali Enver Ercan dersini almamış;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=280

TYS, bir halay takımının çalgısı olmamalıdır; https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=264

Hz. Müptezel ile ikinci karşılaşma;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=261

Haz
28
2007
1

Ezeli Mağlup: E. M. Cioran

(…) 

Bu kitap 1952’de iki bin adet basıldı, dört franga satılıyordu, yirmi yılda yaklaşık iki bin adet satıldı. Ve sonunda kendime dedim ki: “İnsanlar haklı, bu kitap bir hiç, var olmayı hak etmiyor, neyse, başı¬na geleni hak etti.” Gallimard birkaç yıl önce bu kitabı cep dizisinde yayımlayınca, yolunu şaşırmış gençlik için bir tür elkitabı haline gel¬di, günümüzde en çok sivrilen kitaplarımdan biri… Kısa süre önce evime bir hanım geldi, yayıncılıkla uğraşan bir kadın, “Bu türde bir başka kitap yazmanız için ne isterseniz veririm,” dedi bana. Ona, “Yapamam…, böyle şeyler ısmarlama yazılmaz,” dedim. Ama size bir kitabın kaderinden bahsedersem: Asla, ama asla bu kitabın gö¬müldüğü yerden çıkarılacağına inanmazdım. Bu sadece Fransa’da böyle değil, Almanya’da bile kısa süre önce Berlinli bir solcu gazete benim hakkımda iki sayfa yaptı; bu kitap söz konusu ediliyor ve ma¬kalenin adı: “Nichts als Scheisse” (Sadece pislik).Ve bir dışkı denizinin içinde boğulma noktasında olduğum görülüyor. Fakat tuhaf olan, bu makalenin bana karşı olmaması. Normal olarak bunun çok sert bir eleştiri olması gerekirdi, ama hiç öyle değil. Size bu şeylerden bahsetmemin tek nedeni, her şeyin öngörülebileceğini, ama bir kitabın kaderinin öngörülemeyeceğini söylemek. Gördüğüm bütün genç yazarlara diyorum ki: “Bakın, tahminler yürütmek yarar¬sız; bir kitap yazdığınız zaman, kaderinin ne olacağı asla bilinmez. Ve bu herkes İçin geçerlidir, ama bu tecrübeyi kendimiz yaşamamız gerekir. Dolayısıyla, çok fazla yanılsamaya kapılmak veya bir kitap ilgi görmedi diye bunalıma girmek yararsız. Unutulmuş veya batmış bir kitabın birdenbire yeniden ortaya çıkma ihtimali vardır daima.” Görüyorsunuz, pek fazla iyimser olmayan ben bile, bazen iyimserleşiyorum. Böyle devam etmeyeyim, yoksa kendini beğenmişin biri zannedeceksiniz beni. (s.46)

(…)

İktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum. Onun varlığı karşısın­da mütevekkil ve kaderciyim, ama bir musibet olduğunu düşünüyo­rum. Bakın, iktidara ulaşmış kimseler tanıdım ve bu korkunç bir şey. Ünlü olmayı başaran bir yazar kadar korkunç bir şey. Üniformalı ol­mak gibi bir şey bu; üzerinizde bir üniforma varsa, artık aynı insan olamazsınız: İşte, iktidara ulaşmak da, daima aynı olan görünmez bir üniformayı giymektir. Kendime soruyorum: Normal olan, ya da nor­mal gibi görünen bir insan, iktidarı neden kabul eder? Sabahtan ak­şama meşgul yaşamayı neden kabul eder? Muhtemelen hükmetmek bir zevk, bir zaaf olduğu içindir bu. Bunun içindir ki kendi isteğiyle iktidardan feragat eden hiçbir diktatör ya da mutlak şef örneği yok­tur. (…)İktidar şeytanidir: Şeytan, iktidar hırsı olan bir melekti sadece. İktidarı arzulamak insanlığın uğradığı en büyük lanettir. (s.22) 

E.M. Cioran

Ezeli Mağlup (söyleşiler), Çeviren: Haldun Bayrı, Metis Yayınları, 2007,

 

Haz
25
2007
0

ŞANS ESERİ: “Ben Ali Enver Ercan, Varlık Dergisi’nin Sahibi…”

Bazen yaşam insanın başına öyle raslantılar (kesişimler) getiriyor ki şaşkınlık içinde kalıyorsunuz ve “Her şey olabilir ya da oluyor” diye düşünüyorsunuz. Yani “Yahu bu kadarı da olmaz!” diye düşündüğünüz her olay başınıza gelebiliyor veya oluyor. Geçenlerde yaşanılanlar buna sıkı bir örnektir:

Yakın editör dostlarımdan biri taşınma telaşı içindeydi. Zorlukla Kadıköy’de kiralık bir ev buldu. Taşınma sırasında yerleşeceği apartmanın kapısının önüne kitaplarını  yığdı. Tam o sırada karşı kaldırımda duran bir adamın kendisine dik dik(bön bön) baktığını fark etti. Önce adamı umursamadı ve kitapları dairesine taşımaya devam etti. Arkadaşım birkaç sefer yaptı, ama kaldırımdaki adam hâlâ yerinden kıpırdamamıştı ve bön bön (dik dik) bakmaya devam ediyordu. Sonunda, kadırımdaki adam arkadaşıma seslendi:

 

-Kaça kiraladınız bu evi?
Arkadaşım:
– 750 YTL…
-Çok vermişsiniz…
-Ne yapalım, ama biz şimdilik memnunuz…
Kaldırımdaki adam, apartman girişine yığılmış kitaplara bakarak:
-Kaç kitap var burada?
Arkadaşım:
-3000 civarında…
-O kadar yoktur…
-İçerdekilerle birlikte 3000 eder… diyor…
Bunun üzerine kaldırımdaki adam:
Benim adım Ali Enver Ercan. Ben “varlık dergisi”nin sahibiyim….Ayrıca, sizin üst komşunuzum, bir de bendeki kitaplara gör sen!
diyor ve aşağılayıcı bir bakış atıyor…
Arkadaşım da kendini tanıtıyor ve editörü olduğu dergiden bahsediyor ve “Zafer Yalçınpınar’la neden kavgalısınız?” diye soruyor.
Ali Enver Ercan:
-Zafer Yalçınpınar’ın psikolojik sorunları var. Ben onunla muhatap bile olmam! diyor.
Arkadaşımın yanındaki başka bir arkadaşım da Enver Ercan’a:
-Zafer Yalçınpınar iyi şairdir… Sizin derginizdeki şairler piyasa adamıdır. diyor…
Ali Enver Ercan da bunun üzerine arkadaşımın mesleğini soruyor ve onun reklâm yazarı olduğunu öğrenince, asıl, arkadaşımın “piyasa adamı” olduğunu söylüyor, bir şeyler daha geveliyor ve çekip gidiyor…
Arkadaşım bana bu olayı anlatınca gülmekten yerlere yatıyorum.
Kendi kendime, “Ulan Zafer, bak, tıpkı Ece Ayhan’a yaptıkları gibi yapıyorlar sana da… Deli diyorlar… Demek ki doğru yoldasın!” diyorum.
Şimdi, Ece Ayhan’ın İlhan Berk’e yazdığı bir mektupta yer alan aşağıdaki sözleri Enver Ercan’a cevap olarak alıntılamakta fayda var:
(…)”Her alanda derin yanlışlık var. (Sözgelimi, düşünüyorum, İstanbul’daki üç fırsatçı ‘yaratık’ […, …, …] aşağı yukarı biliyorum ki ‘aman canım, söyler söyler durur, biz dalgamıza bakalım, koskoca toplum, herkesin de kendi sorunu var üstelik, sonra gerçekleri söyleyen kişiye ameliyatlar geçirmiştir deriz olur biter’ diyebilirler. Acaba kazın ayağı böyle midir? Bir adam kafaca üşütmüş olsa bile, dolaylı yoldan da olsa, gerçekleri söyleyebilir olgusu hiç değilse üç-beş kişice biliniyordur. Ben de amma iyimserim ha, dum dumalığı, bu ilkel topluluğun ilkellik gerçeğini göz önünde   bulundurmadım, yazıyorum sana.(…)Acımasızlık, gaddarlık, ölüsoygunculuk, fırsatçılık kuyuları meğerse ne denli yakınmış bizlere İlhan?”
Haz
08
2007
0

NO Edebiyat Sanat Seçkisi’nin ilk sayısı yayımlandı!

Üç ayda bir okurla buluşacak olan yeni No Edebiyat Sanat Seçkisi‘nin Baharsonu sayısı yayımlandı. Şiir, öykü, oyun, deneme, inceleme, mektup, gezi yazısı gibi tüm edebi türlere açık olan No’yu yayına Turgay Kantürk hazırladı, tasarımını ise Savaş Çekiç gerçekleştirdi.
No’nun bu ilk sayısında Selim İleri, Sina Akyol, Jale Sancak, Orhan Alkaya, Haydar Ergülen, Seyhan Erözçelik, Oğuzhan Akay, Metin Cengiz, Altay Öktem, Gültekin Emre, Özden Çiftçi, Serdar Koçak, Enver Topaloğlu, Deniz Durukan, Levent Tülek, Kadir Aydemir, Uygar Asan, Levent Karataş,  Zafer Yalçınpınar, Anita Sezgener, Onur Behramoğlu, Pelin Onay, Erkut Tokman, Mustafa Işık, Onur Tekin,  S. Aylin Antmen, İ. Cem Doğru ve Turgay Kantürk ürünleriyle yer alıyorlar. Geçtiğimiz Nisan ayında yaşamını yitiren Kurt Vonnegut bir söyleşiyle No’da. No’da ayrıca Meksika Kısa Öyküsü üzerine özel bir bölüm yer alıyor; Bulut Tarakçının çevirileriyle Hector Perea, Maria Antonio Campos, Jesus Gardea, Monica Lavin ve Rosa Bertran bu bölümün konukları. Nonun bu ilk sayısında Temür Koran desenleriyle yazarlarımıza eşlik ediyor.

Nonun amacı, yalnızca edebi ürünlere değil, yazı yoluyla anlam bulabilecek tüm sanatsal türlere bir zemin hazırlamak olacak. Çünkü bu sayfalar yazıda ifade bulan her sanatsal disipline açık. Artık (belki de) kanıksadığımız dayatmacı, hiza belletici, alabildiğine kirli, kollamacı (sözde yenilikçi ve güncel) ortama küçük de olsa bir delik açmak; bir nefes payı yani!Edebiyatı olduğu kadar, diğer sanatsal disiplinleri de içine alan bu rekabetçi kaos ortamından sıyrılma yolunda bir çaba belki de No; zor ama olanaksız değil! Sayılarla konuşan okurlara, yazarlara, şairlere, dergi yöneticilerine, eleştirmenlere yeniden! yeniden! yeniden! sözcüklere dönmemiz gerektiğini hatırlatma çabası belki de No.

May
28
2007
0

DERGİ: Göğe Bakma Durağı

Yılmaz Cemgil’in Mersin’de çıkardığı Göğe Bakma Durağı adlı derginin 5. sayısı yayımlanmıştır.

May
07
2007
0

Eduardo Galeano ile Sohbet

(…) 

Aslı Pelit: “Yazmak zor geliyor” dediniz aklıma geldi, daha önceki bir röportajınızda okumuştum, “yazmayı Kübalı bir müzisyenden öğrendim” diyordunuz. Bize anlatır mısınız bu hikâyeyi?

Eduardo Galeano: Perküsyonist mi?

AP: Evet.

EG: Evet, uzun zaman önceydi. Galiba, Devrim’in ilk yıllarındaydık, Küba’nın el değmemiş bir bölgesinde, daha oralara Devrim gelmemişti bile, Haiti’nin karşısındaki sahilde, Doğu’nun doğusundaydım. Bir arkadaşımla beraber, ikimiz, harika anlar geçirdik. Ağaçların altında, gerçeği öğrenirken, Devrim ülkeyi değiştirmekteydi, ve biz de bu değişimi görmek istiyorduk. Çok yüklü bir deneyim oldu. Bir gece bir grup müzisyeni dinliyoruz, ufak bir köyde, sahilde, dört müzisyenden birisi de perküsyonist, ama nasıl çalıyor, tanrılar gibi! Davulundan aklına gelebilecek her tür ses çıkıyordu. O davul gülüyordu, ağlıyordu, inliyordu, protesto ediyordu, susuyordu, fikrini söylüyordu. Neyse, bir çok kadeh ve şarkıdan sonra, ona çekinerek nasıl yaptığını sordum, neydi sırrı? O yaslıca bir adamdı, ben gençtim, çok ahmak bir soruydu benimki ama insan gençken böyle aptal sorular sorma hakkına sahiptir; böyle çalmasının sırrını sordum bende! O da dedi ki; “ ben sadece ellerim kaşınınca çalarım.” Hayatta unutmayacağım bir ders oldu bu. Bende ellerim kaşınınca yazmaya başladım, öyle belli bir saate ya da disiplinde yazmıyorum, ya da kendimi zorlamıyorum yazmak için. Eğer canim istemiyorsa, yazmama imkân yok. Yıllar sonra ancak böyle bir şansa sahip oldum tabii, ilk yıllarda gazeteci iken bazen hiç canim çekmediğinde de yazdım tabii. Ama simdi, yıllar sonra, daha özgürüm, yazar haklarından kazandığım para ile yaşıyorum, ve su anda gerçekten sadece ellerim kaşındığında yazıyorum. Kaşınmazsa, yazmıyorum!

(…)

Açık Radyo söyleşisinden alınmıştır..

Nis
17
2007
0

“Şiir göndermeyin kardeşim!” (Varlık,Nisan 2007)

Varlık Dergisi’nin Nisan 2007 sayısında Enver (Paşa) Ercan gene “inciler”
dökmüş ortaya… Birçok “laga luga” söylemden sonra dergisine gelen yazıları
ve şiirleri okuyamadığını, yeterince değerlendiremediğini
söyleyip çokça yazı ve şiir geldiğinden yakınıp durmuş. Şu eski teraneyi
tekrar etmiş… (Bu numara ,aslında, dergisine itibar sağlamak için bir
editörün uyguladığı en klasik en beylik numaradır ya, her neyse geçelim)…

Bu noktada, kendisine burdan bazı “yeni” kavramları hatırlatalım;

-Zaman Yönetimi
-Değişim Yönetimi
-Süreç Yönetimi (Süreç İyileştirme Takımları)

Yukarıdakileri uygularsa(çalışırsa), “Selim İleri” gibi “suluboya” adamlara
“kutlama”lar tertip etmezse ve destekçilerine “mikro iktidar” numaraları
çekmezse, yarışmalarda jüricilik ve TYS’de başkancılık oynamazsa
pekala dergisine gelen yazıları, şiirleri okuyabilir ya da ehl birkaç kişiye
okutabilir. Hikâye bu kadar basittir.
(Zaten, kuşlar bana, Enver Ercan’ın bir şiirin ilk dizesini okuyup bu ilk
dizeyi beğenmezse şiirin geriye kalanını okumadığını, direkt
sildiğini söylediler. Eh, tabii ki bunu da şiiri gönderen saf ve iyi niyetli
insanlara açıklayamayacağı, yazıyı gönderene cevap veremeyeceği açıktır.)

Yazıda -utanmadan- şuna benzer laflar da etmiş: “Bize yazı gönderenler
kendilerinden yazı isteyip istemediğimizi, bize şiir göndermelerini isteyip
istemediğimizi düşünüyorlar mı hiç?”
Yani, dolaylı yoldan, “Göndermeyin kardeşim, yazı, şiir falan göndermeyin
kardeşim!” diyor.

Merak ediyorum, bununla birlikte, Enver Ercan, Varlık dergisini çıkarırken
şunu düşünemiyor mu:
Okur, Selim İleri’yi dergi kapağı olarak görmek, içsiz, tözsüz dosyalar ve
tekrarlanmış ağırbaşlılık retorikleri, didaktik numaralarla donatılmış bir
“varlık dergisi” okumak, böyle bir şeyi kitapçılarda görmek ister mi hiç?

Mar
07
2007
0

Baudrillard ve Globalleşme

(…)

 SPIEGEL: Yani siz globalleşmeyi, Batı medeniyetinin yaygınlaştırılması kisvesi altında, bir tür sömürgeciliğin bir şekli olarak mı görüyorsunuz?

Baudrillard: Tüm karşıtlıkların çözüldüğü, Aydınlanma’nın son noktası olarak sunuluyor. Gerçekte herşeyi üzerinde pazarlık yapılabilir ve maddi karşılığı olan, değiş tokuş edilebilir değerlere çeviriyor. Bu süreç bir hayli şiddet barındırıyor çünkü her türlü eşsizliğin, tekilliğin ve tabii her farklı kültürün ve nihayetinde paraya tekabül etmeyen her türlü değerin de ortadan kalktığı bir normu ideal durum olarak hedefliyor. Görüyor musunuz: İşte bu noktada hümanist ve ahlakçıyım.

SPIEGEL: Globalleşme ile özgürlük, demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerler de yaygınlaşmıyor mu?

Baudrillard: Küresel ve evrensel olan arasında radikal bir ayrım yapmak gerekiyor. Aydınlanma’nın tanımladığı şekildeki evrensel değerlerin dünya ötesi bir ideali var. Ben’i özgürlüğüyle karşı karşıya getiriyorlar ki bu öyle basit bir hak değil, sürekli bir görev ve sorumluluktur. Küresel olanda bunlara yer yok; bütünüyle ticaret ve değiş tokuşun operasyonel sistemi söz konusu.

SPIEGEL: Yani globalleşme insanlığı özgürleştirmiyor, nesnelere mi indirgiyor?
Baudrillard: İnsanları kurtardığını iddia ediyor fakat sadece kuralları ortadan kaldırıyor. Bütün kuralların ortadan kaldırılması, daha kesin bir deyişle bütün kuralların salt pazarın kanununa indirgenmesi özgürlüğün tam tersidir – onun yanılsamasıdır. Onur, şeref, imtihan, feragat gibi eski moda ve aristokrat değerlerin artık hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

(…)

Jean Baudrillard ile Spiegel dergisinin yaptığı bir söyleşiden…

Şub
08
2007
0

MONOKL 2 çıkmıştır…

Deneysel sanat ve edebiyat dergisi MONOKL’ın 2. sayısı çıkmıştır.

Ayrıntılı bilgi için:

https://groups.google.com/group/pustahali/browse_thread/thread/b9a37031e7a850c7

adresine ya da

www.monokl.net adresine bakabilirsiniz

Oca
22
2007
2

Yasak Meyve 24 ya da “Bana Cüneyt Arkın derler..”

12 Ocak 2007 akşamında “Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi” altıncı yılını tamamlayacaktı. Bunu -her sene olduğu gibi- bir yemek organizasyonuyla kutlayacaktık. Yemeğe katılmadan önceki boş zamanımı Kadıköy’deki Mefisto Kitabevi’ne uğrayıp yeni çıkan dergilere ya da dergilerin yeni sayılarına göz atarak geçirmeyi düşündüm. Kitabevinde dergileri incelerken içeri Enver Ercan girdi. Elinde koca koca iki büyük siyah torba vardı. Sakalları uzamıştı ve üstü başı da bakımsız görünüyordu. Belli ki, Yasak Meyve Şiir Dergisi’nin yeni  sayısının dağıtımını elden yapıyorlardı. Bir süre kasadaki adamla hesaplar üzerine tartıştılar. Enver Ercan işini bitirip kitabevinden çıkacağı sırada yanına yaklaştım ve “Ben, Zafer Yalçınpınar.” dedim.”Aaa, Merhaba…” dedi ve bana elini uzattı. Buna şaşırmıştım, çünkü Enver Ercan ve Nalan Barbarosoğlu ile aramızda birçok tatsız mektuplaşma, telefon görüşmesi olmuştu. Elini sıktım ve manidar bir şekilde “Size çalışmalarınızda başarılar dilerim.”  dedim. Biraz düşündü ve “Sağol…” dedi. O sırada, kasada hesaplarla uğraşan kitabevi sorumlusu, “Sizin adınız neydi, deftere kaydedeceğim de…” diye Enver Ercan’a seslendi. Durumu garipseyen Enver Ercan, “Bana Cüneyt Arkın derler!” diyerek kasadaki adamın yanına yöneldi. İhtimal, Enver Ercan, Mefisto’daki bakkal defterine benzeyen “dergi hesapları defteri”ne kendi adını yazdırırken, ben de kitabevini terk ediyordum. Yasak Meyve’nin 24. sayısıyla ilk karşılaşmam bu şekilde olmuştur. Hayat, işte…

Ara
19
2006
0

Monokl / BlogAşırı

Monokl Deneysel Sanat Dergisi’nin, taifesinin tartışma ve paylaşım platformu açılmıştır. Blog sistematiği üzerinden çalışan site aşağıdaki adresten ziyaret edilebilir. Edilmelidir de.

https://monokl.net/blogasiri

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com