Eki
15
2011
4

Žižek: “Wall Street işgalcileri, hepimize ‘Kırmızı Mürekkep’ veriyor.”

Sloven düşünür Slavoj Žižek, Wall Street işgalcilerini ziyaret etti ve bir konuşma gerçekleştirdi.

Konuşmanın tam metnine https://www.soldefter.com/2011/10/11/zizek-wall-street-isgalcileri-hepimize-kirmizi-murekkep-veriyor/ adresinden ulaşabilirsiniz.

(…) Hiçbir şeyi yok etmiyoruz. Biz sadece, sistemin kendi kendini nasıl da yok ettiğine şahit oluyoruz. Hepimiz, çizgi filmlerdeki klasik sahneyi biliriz. Kedi bir uçuruma ulaşmıştır, ancak altında hiçbir şey olmadığı gerçeğine aldırış etmeden yürümeye devam etmektedir. Ancak aşağı baktığında ve farkına vardığında aşağı düşer. Bizim burada yaptığımız şey bu. Wall Street’teki herifler “Heey, aşağı bakın” diyoruz.

2011 Nisan ortasında Çin hükümeti, televizyonlarda, filmlerde ve romanlarda öteki gerçeklik veya zamanda yolculuk içeren bütün öyküleri yasakladı. Bu, Çin için iyiye işaret. Bu insanlar hâlâ alternatiflere dair hayal kuruyor ki sen bu hayal kuruşlarını yasaklıyorsun. Burada bir yasağa gerek yok, çünkü egemen sistem hayal kurma gücümüzü tamamı ile bastırmış durumda. Durmadan gördüğümüz filmlere bakın. Dünyanın sonunu tahayyül etmek kolay. Bir asteroid tüm yaşamı yok ediyor, falan filan. Ancak kapitalizmin sonunu tahayyül edemezsiniz.

Öyleyse burada ne yapıyoruz? Size komünist zamanlardan harikulade, eski bir fıkra anlatayım. Doğu Almanya’dan bir adam Sibirya’da çalışmaya gönderiliyor. Mektubunun denetçiler tarafından okunacağını biliyor ve arkadaşlarına şöyle diyor: “Gelin bir şifre oluşturalım. Eğer benden mavi mürekkeple yazılmış bir mektup aldığınızda orada yazdıklarımın gerçek olduğunu bilin. Ama kırmızı mürekkeple yazılmışsa yalandır.” Bir ay sonra arkadaşları ilk mektubu alıyor. Her şey mavidir. Mektupta der ki: “Burada her şey harika. Dükkânlar güzel yiyeceklerle dolu. Sinemalar batıdan güzel filmler gösteriyor. Apartmanlar büyük ve çok rahat. Tek satın alamayacağınız şey kırmızı mürekkep.” Bizim yaşadığımız da bu. İstediğimiz bütün özgürlüklere sahibiz. Tek eksiğimiz kırmızı mürekkep: tutsaklığımızı ifade edecek dil. Bize öğretilen özgürlüğe dair konuşma yöntemi, özgürlüğü tahrif ediyor. Ve burada yaptığınız şey bu. Hepimize kırmızı mürekkep veriyorsunuz.(…)

Slovaj Žižek’in  Wall Street Konuşması’ndan…

Bkz: https://www.soldefter.com/2011/10/11/zizek-wall-street-isgalcileri-hepimize-kirmizi-murekkep-veriyor/

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yer alan “3. Dalga” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/3-dalga adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
13
2011
0

Wayne Shorter İstanbul’da…

Miles Davis’le beraber çalarken ya da 60’lı yıllardaki “Blue Note” çalışmaları bağlamına, 80’lerde “Weather Report” döneminde oluşturduğu fusion yaklaşımının kimyasına, gerekse de son 10 yıldır kendi dörtlüsünde (John Patitucci ile yöneldiği müzikal noktaya) baktığımızda Caz Tarihi’nin en önemli ve renkli isimlerinden biri olan Wayne Shorter, 18 Ekim 2011’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu‘nda çalacak… Caz projeleri yolculuğunda efsaneleşen 78 yaşındaki bu ustanın konserini kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. (Zy)

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Caz” ilgiilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/caz-cumlesi adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Eki
12
2011
--

“Che” ile “Lennon”… düşlüyorlar…

John Lennon ve Che Guevera

birlikte…

düşlüyorlar…

Written by in: Buluntular (Efemeralar) |
Eki
12
2011
0

Taştan Kutulara Dair…

Papalagi, tıpkı bir midye gibi, sert bir kabuğun içinde oturur. Bir çıyan gibi, taşların arasında lavların çatlaklarında yaşar. Sağı, solu, altı, üstü hep taşlarla örtülüdür. Barınağı dikine duran taş bir sandığı andırır, çok sayıda gözü olan delik deşik bir sandığı. (…)
Bu taş kutular, omuz omuza duran insanlar gibi birçoğu bir arada durur, aralarında ne bir ağaç, ne de bir çalılık vardır onları ayıran. Ve her birinde bütün bir Samua köyünü dolduracak kadar çok insan yaşar. Bir taş atımı uzaklıkta yine omuz omuza vermiş duran çok sayıda taş kutu daha vaardır. Bunlarda da insanlar yaşar. Bu iki sıranın arasında Papalagi’nin “cadde” dediği bir yarık vardır. Sert taşlarla kaplı bu yarık, çoğu kez bir ırmak kadar uzundur. Boş bir yer bulmak için saatlerce koşmak gerekebilir. Boşluğun olduğu yere de genellikle çok sayıda başka yarıklar bağlanır. Bunlar da yine aynı uzunlukta yan kollara ayrılırlar. İnsan bu taş yarıkların içinde bir orman ya da büyücek bir gökyüzü parçası bulana dek günlerce aranmak zorunda kalabilir. Bu yarıklarda gerçek bir gökyüzü mavisi bulmak çok zordur. Çünkü bir kulübenin en azından bir tane, çoğunlukla da daha fazla bacası vardır. Bunlar havaya Savaii’deki volkan patlaması gibi duman ve kül savururlar. Tabii bu küller de yeniden yarıkların üstüne yağar. Bu yüzden taş kutular Mangrove bataklığının balçığı gibi görünürler.İnsanların saçlarına ve gözlerine kara toprak parçaları kaçar, dişlerinin arası da kum dolar.
Ama bütün bunlar insanları sabahtan akşama dek bu yarıklarda koşuşturmaktan alıkoymaya yetmez. Hatta bundan özel bir zevk alanlar bile vardır. Hele kimi yarıklarda korkunç bir kargaşa hüküm sürer, insanlar buralarda ağır bir balçık gibi akalrlar.(…)

Göğü Delen Adam (Papalagi)
(Kabile Reisi Tuiavii’nin Konuşması’ndan…)
Çev: Levent Tayla, Ayrıntı Yayınları, 7. Baskı, 2010, ss. 27-31

Hamiş: Samoa dilinde “Papalagi” denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama “Papalagi”, sözcüğü sözcüğüne çevrilirse “göğü delen” anlamına gelir. Samoa’ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Samoa yerlileri bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın, yabancının içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip gelmişti.

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Eki
11
2011
0

Tezer Özlü Konferansı (20-21 Ekim 2011)

Kadir Has Üniversitesi, ‘Modern Türk Edebiyatı Konferansları’ dizisine yazar Tezer Özlü’yle başlıyormuş… 20-21 Ekim’de gerçekleştirilecek konferans 1986’da aramızdan ayrılan yazarı bütün yönleriyle incelemeyi amaçlıyormuş. Toplumsal cinsiyet, ‘flaneur’ edebiyatı, yol edebiyatı, otobiyografi, siyasi baskılar ve modernleşme sorunları, Tezer Özlü konferansı süresince ele alınacak konulardan bazılarıymış…

Bkz:https://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1066558&Date=17.10.2011&CategoryID=82

 

Hamiş: Deniz Kıral (Tezer Özlü’nün kızı) 1985 yılının Aralık ayında annesine bir dizi soru yöneltir. Tezer Özlü kızının sorduğu soruları duyarlılık ve içtenlikle yanıtlar… Borges Defteri taifesi tarafından 22 Şubat 2009′da yayımlanan bu özel söyleşiye ve arşiv çalışmasına https://zaferyalcinpinar.com/tezerozlu.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
11
2011
0

Bir Fotoğrafın Çağrıştırdığı “Futbol…”

Yukarıdaki fotoğrafı Evvel Fanzin’e -sağolsun- Ümit Bayazoğlu ulaştırdı. Facebook’taki bir grupta, Serhat Sencer’in albümünde bulmuş/görmüş bu fotoğrafı… Solda, topun başında duran Orhan Kemal, yanında Halit Kıvanç ve sağda ise Haldun Taner…  Sanırım, 1960’lı yılların ortası… Fotoğraf, “Futbol, sadece futbol değildir” tümcesini imliyor bana… Gerçekten de edebiyat ve düşünce tarihinde “Futbol sadece futbol değildir!” tümcesinin işaret ettiği birçok önemli “yaşantı” var.

Albert Camus‘un kaleciliğine ilişkin hikâyeyi hatırlayalım: Cezayir’de doğan Albert Camus, yeniyetmelik döneminde Cezayir Üniversitesi’nin(RUA’nın) kalecisiymiş. RUA’nın maç günlüklerine göre Albert Camus, bir kaleci olarak çok zor maçları atlatmış ve RUA, 1930’da bulunduğu bölgesel ligin şampiyonu olmuş. Sonra, Camus, yakalandığı tüberküloz hastalığı nedeniyle futbola veda etmiş. Albert Camus’a neden kaleci olduğunu, neden kaleciliği seçtiğini sorsaydık şu cevabı alabilirdik: “Ayakkabılarımın eskimediği, yıpranmadığı ve bana en uygun mevki kalecilikti.”  Camus, bir şöyleşisinde şöyle demiştir: “Ahlâk ve insanlığın yükümlülükleri(moral kavramlar) hakkında güvenebileceğim tüm bilgileri spora ve Cezayir Üniversitesi’ndeki futbol günlerime borçluyum.”

Futbol, Ludwig Wittgenstein‘ın “Felsefe Soruşturmaları” adlı kitabında ele aldığı ve okuyucuya sezdirdiği “felsefenin sınırları” sorunsalı açısından da çok önemli bir çağrışımsal öğedir. Felsefe Soruşturmaları’ndaki “Dil Oyunları” bağlamının oluşmasına futbol vesile olmuştur. Wittgenstein, “Sözcükler, sadece, bir oyunun içeriğinde (context’inde) anlam taşırlar” görüşünü bir futbol maçını izledikten sonra edinmiştir. İnsan, futbol üzerine öncül bilgileri olmadan futbol maçını izlediğinde, futbol denen şey ona raslantısal ve anlamsız gelecektir. Onu anlamlandırmak için önce oyunun kuralları, içeriği bilinmelidir: -Futbol, birbirine karşı çekişen iki takım halinde, herbiri 11 kişiden oluşan bu takımların bir topu diğer takımın alanında yer alan kalenin ağlarına göndererek skor elde edilebildikleri bir oyundur- gibi… Bu içeriği kavramadan “futbol” sözcüğü, bir topun peşinde koşturan insanların ‘anlamsız görüntü’sünde kalacaktır. Wittgenstein, çalışmalarında, futbol örneğindekine benzer bir koşutluğu “Dil Oyunları” ile “Felsefe” arasındaki ilişki için de kurmuştur. Wittgenstein’ın incelediği sorunsallar, dilin sınırları çerçevesinde oluşan mantıksal bir alan derinliği üzerinde bulunmaktadır. Kısacası, Wittgenstein’ın maç sahası, gerçeğin ve yaşamın yapısını/sınırlarını belirleyen dildir. Wittgenstein, en önemli maçını dilde oynamıştır.

“Futbol ve tarih” dediğimizde, sıkı muhalif Eduardo Galeano’nun “Gölgede ve Güneşte Futbol” adlı kitabı ilk aklımıza gelen eserlerden biri… Kitapta Eduardo Galeano, Dünya Kupası ve Latin Amerika futbol tarihini “büyülü gerçekçi” bir dille anlatır. (Zico’nun Golü başlıklı yazı güzel bir örnektir.  Fenerbahçeliler şuraya baksınlar: https://evvel.org/alinti-ziconun-golu-eduardo-galeano)

Sonuçta, tüm bu yaşantı örneklerini incelediğimizde futbolun kavramsal arka-planında birçok mihenk noktasını içerdiğini görürüz. Ve dileriz ki futbol endüstrileşmesin; çünkü futbol, bugünkü merhaleden biraz daha ileri gidip topyekün endüstrileştiğinde yeni mihenk noktaları bulmak -en azından benim için- imkânsızlaşacak.

Zy

Eki
11
2011
0

55 Yıl Sonra; Cahit Sıtkı Tarancı’nın Karanfili

“Cahit Sıtkı Tarancı’nın Resmi ve Karanfili”
(Z. Yalçınpınar Arşivi’nden…)


2010 yılının sonbaharında, sıkı sahaf Korhan Akman (İkarus Sahaf), Cahit Sıtkı Tarancı‘nın 1946 tarihli “Otuz Beş Yaş” adlı şiir kitabından ilk bahsettiğinde, kitapla fazlaca ilgilenmemiştim ve şöyle demiştim Korhan’a: “Cahit Sıtkı’nın ‘Otuz Beş Yaş’ şiiri iyidir, herkesçe bilinir filan… Fakat imgelem ve şiir tekniği olarak düşündüğümde Cahit Sıtkı şiiri beni pek ilgilendirmiyor!” Korhan, bana ve benim şiir konusundaki tuhaf tavizsizliğime alışık olduğu için tavrımı sakince karşıladı ve yarı şakayla; “Peki Zafer, kızma yahu…” dedi. Bu konuşmanın üzerinden bir yıl geçtikten sonra, Eylül ayında Korhan’la -5. Beyoğlu Sahaf Festivali’nde- tekrardan görüştük. Şiir ve poetika üzerine orta derinlikli bir paylaşım daha yaptık ve ardından Korhan’ın bana ayırdığı Ali Suavi Sonar kapak tasarımlı, 1936 baskı tarihli “Nazım Hikmet- Şeyh Bedreddin Destanı” adlı kitabı Korhan’dan devir/satın aldım. Korhan, birden, nedense, gene Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Otuz Beş Yaş’ adlı şiir kitabından söz açtı: “Bak abi, geçen sene sana söylediğim bu kitap sadece kitaptan ibaret değil… Adamın biri, Cahit Sıtkı’nın 1956’daki hazin vefatından sonra bazı gazete kupürlerini, önemli tartışmaları kitabın arasına iliştirmiş. Bu adam, sanıyorum, Cahit Sıtkı’nın cenazesine de katılmış ve cenazesinde yakasına taktığı ya da ne bileyim dağıtılan karanfillerden birini de saklamış… Tam senlik bir hikâye… Sen bunu yazarsın, paylaşırsın…” diyerek kitabı ve tüm efemeraları elime tutuşturdu, hediye etti. O anda “İşte sahici sahaflık budur!” diye düşündüm ve kendi kuşağımdan birinin -Korhan Akman’ın- tüm sahiciliğiyle, menfaat ilişkilerinden uzak bir “sahaf” ve şiir heveskârı olarak bana destek çıkması beni çok mutlu etti. Onur duydum ve coştum.

Şimdi, sıkı sahaf Korhan Akman’a verdiğim sözü tutmanın zamanı geldi çattı; Cahit Sıtkı’nın Viyana’da vefat ettiği 13 Ekim 1956 senesinin üzerinden 55 yıl geçmesine birkaç gün kaldı -yani, Korhan’ın bana hediye ettiği efemeraları EVV3L takipçileriyle paylaşmanın tam sırasıdır:

Cahit Sıtkı’nın vefatına ilişkin efemeraları biriktiren ve adını bilmediğimiz, adından emin olamadığımız bu kişinin sakladığı ilk kupür, Cahit Sıtkı’nın vefatından önce tedavi için Viyana’da bir hastaneye yatırılmasının haberidir. 11 Ekim 1956 tarihli Tercüman Gazetesi’nde yer alan bu habere https://zaferyalcinpinar.com/cahitsitki4.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Dikkatimi çeken ikinci kupür ise Cahit Sıtkı’nın naaşının Viyana’dan Ankara’ya getirilerek defnedilişine ilişkin… 27 Ekim 1956 tarihli Zafer Gazetesi’nde yayımlanan “Cahit Sıtkı’yı nasıl toprağa verdik” başlıklı habere https://zaferyalcinpinar.com/cahitsitki5.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Asıl, Cahit Sıtkı Tarancı’nın vefat ettiği 13 Ekim 1956 tarihi ile defnedildiği 27 Ekim 1956 tarihi arasında yayımlanan yazılardan bazıları, bir şairin vefatının ardından gerçekleşen polemikvari/eleştirel söylemler nedeniyle oldukça ilginç… Örneğin Çetin Altan, 20 Ekim 1956’da Cahit Sıtkı’ya ilişkin bir radyo konuşması gerçekleştiriyor.  Ertesi gün -21 Ekim’de- Şahap Sıtkı İlter adlı biri çıkıp, Çetin Altan’ı ve Cahit Sıtkı üzerine söylediklerini eleştiriyor. (Bu iki metnin kupürüne de https://zaferyalcinpinar.com/cahitsitki6.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.)  Her şey bir yana, görülüyor ki Cahit Sıtkı üzerine en hakikatli ve vefalı sözleri Bedri Rahmi Eyüboğlu söylemiş… Bedri Rahmi’nin 15 Ekim 1956’da Cumhuriyet Gazetesi’nde “Cahit Sıtkı için” kaleme aldığı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/cahitsitki7.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Sonuçta, sizlere paylaştığım bu efemeralar, “Yaş otuz beş! yolun yarısı eder / Dante gibi ortasındayız ömrün (…) Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak/ Taht misali o musalla taşında.” dizelerini yazan ve 46 yaşında vefat eden bir şair ile tüm zamanların yüklendiği şiirselliğin “içinde” çok önemli bir yer tutuyor.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar
9 Ekim 2011


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “İmzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
07
2011
0

Zettel’den… (Ludwig Wittgenstein)

Kapak Tasarımı: Bülent Erkmen, 2004

*

“Zettel” Almanca’da “üstüne not yazılmış kâğıt parçası” anlamına gelir. Wittgenstein böyle notlarının bazılarını topladığı kutu-klasörü bu isimle etiketlemiş…

(…)
10. Dilimdeki bütün sözcüklerin yerine bir anda başka sözcükler geçirmek istediğimi farz edelim; yeni sözcüklerden birinin ait olduğu yeri nasıl söyleyebilirdim? Sözcüklerin yerini imgeler mi korur?
(…)

12. İnsan burada kastetmeyi bir tür zihinsel işaret etme, gösterme gibi hayal etmeye başlar.
(…)

33. (…) Birçok durumda bize öyle gelir ki, zihin anlamı kavrarken, hangi yöne gideceğini bilmeyen kararsız biri gibi küçük başlangıç hareketleri yapmakta, yani mümkün uygulamaların alanını gözden geçirip denemektedir. (…)

34. Çocukluğundan beri sanki konuşurken hızlı bir şekilde yazan insanları düşünün: sanki söylediklerini süslemektedirler. (…)

35. (…) Ama sıradan yaşamda “Falancayı düşündüm” dediğinde “Nasıl düşündün?” sorusuyla karşılaşmam.
(…)

38. Hiç düşünmeden ve akıcı bir şekilde konuşan birinin sözünü kesin. Sonra ona “Ne söyleyecektin?” diye sorun. Birçok durumda, başladığı cümleye devam edebilecektir. -“Bu yüzden, söyleyeceği şeyin zihninin önünde zaten yüzüyor olması gerekir.”(…)
-Cümlenin devamının onun zihinsel görüş alanında yüzdüğünü söylememizin dayanağı belki de bu fenomen değil midir?

39. Pekiyi, böyle bir tepkinin, böyle bir niyet itirafının var olması tuhaf değil mi? Dilin çok dikkat çekici bir aracı değil mi bu? Bunda gerçekten dikkat çekici olan ne? Eh -sözcüklerin bu kullanımını insanın nasıl öğrendiğini hayal etmek güçtür. Fazlasıyla ince bir şeydir bu.
(…)

42. Pekiyi “O zaman tam da fırlatmak üzereydim” ifadesini kullanmayı [bir çocuk] nasıl öğrenir? Ve çocuğun gerçekten de o anda “…üzere” dediğim zihin durumunda olduğunu biz nasıl söyleriz?

43. Birinin “…üzereydim” ya da “tam da … yapacaktım” ifadesini hiçbir zaman öğrenmediğini, dolayısıyla bunların kullanımını da öğrenmediğini farz edersek? İnsan “bunu” düşünmese de pek çok şey düşünebilir. Bu dil oyununa hakim olmadan, dil oyunlarının çok geniş bir alanına hakim olabilir. (…)

44. “… niyetindeydim” bir deneyimin anısını ifade etmez. (“…üzereydim” de öyle.)

45. Niyet ne bir duygu, bir ruh hali, ama ne de bir duyum ya da imgedir. O bir bilinç durumu değildir. Gerçek bir sürekliliği yoktur.

46. “Yarın ayrılmak niyetindeyim.” – Bu niyete ne zaman sahipsiniz? Bütün süre boyunca mı; yoksa aralıklı olarak mı?

47. Niyeti bulacağınızı düşündüğünüz çekmeceyi araştırın. Çekmece boştur. – Herhalde onu duyumlar arasında arıyorsunuz. (…)

48. Hangi koşullarda “Bu alet bir fren, ama çalışmıyor” denir? Bu elbette şu anlama gelir: amacını yerine getirmiyor. O alet için bu amaca sahip olmak nedir? Şu da söylenebilir: Niyet, bunun bir fren olarak iş görmesiydi.” Kimin niyeti? Burada bir zihin durumu olarak niyet tamamen gözden kaybolur.

Birçok insanın, hiçbiri o niyete sahip olmadan, bir niyeti yerine getirdiğe bile düşünülemez mi? Bu şekilde, bir hükümet, “kimsenin” sahip olmadığı bir niyete sahip olabilir. (…)

Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 1. Baskı, 2004, ss. 10-22

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Wittgenstein ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
07
2011
0

Şiirsel Maksat: “Narteks Sahaf ve Kitap Müzesi”

Aşağıda bulunan metin, Narteks Sahaf (Sıtkı Altuner), Kitap Müzesi, bir koleksiyoner olarak edebiyat üzerine imzalı kitap ve efemera toplamaya başladığımdan bu yana duyduğum en güzel yaşantı hikâyesi, karşılaştığım en hakikatli fikir ve maksat… Bunu, bu coşkuyu yerden göğe desteklediğimi bildiririm. (Zy)

NARTEKS SAHAF VE KİTAP MÜZESİ

İlk Ateş

Enstitü yanıyor! Enstitü yanıyor!” çığlıklarıyla bütün Pazarören halkı enstitüye doğru koşmuştu. Ben de annem ve teyzemle oraya gitmiştim. Enstitünün bahçe duvarlarından hiçbir şeyi göremiyordum, parmak uçlarımda yükselerek bir aralıktan baktım. Enstitünün çatı katında çıkmış yangın. Binadan kara kara dumanlar yükseliyor. Enstitü öğrencilerinin bir kısmı kütüphanenin de bulunduğu çatı katındalar. Ellerine geçen tüm kitapları aşağıya fırlatıyorlar. Yangını izleyen halkta büyük bir sessizlik ve korku olduğunu anımsıyorum. Çatıdan fırlatılan kitaplar enstitü bahçesine doğru düşerken kuşların kanat çırpmasına benzeyen bir ses çıkarıyorlar. Ben o an “Kuşlar yanıyor!” diye bağırmışım.

 “Delice Bir Koşu”

 Anadolu’nun gitmediğim bölgesi kalmadı. Öğretmenlik için gittiğim her yerde elimde bir bavul olurdu. Bu bavulda kıyafetler vs. vardı. Bu bavulun dışında dinamit sandıkları… İçinde elbette kitaplar. Böyle bütün Anadolu’yu gezdim. Gittiğim her okulda kütüphaneler kurdum. Öğrencilerime iyi şeyler okutmaya çalıştım. Nereye gidersem gideyim o dinamit sandıkları bütün ağırlıklarıyla yanımdaydılar. En son Tunçbilek’teki kooperatif evine taşınırken üç adamla anlaştık, kitapları taşıyacaklar. Sandıkları yüklendiler. Bir süre yürüdük. Kendi aralarında fısır fısır konuşuyorlar. Nihayet içlerinden biri dayanamadı. “Beyim kusura bakma bunlar çok ağır, canımız çıktı, yüklendik falan ama devam edemeyeceğiz. Para falan da istemeyiz,” diyip gittiler. Onları oradan tek tek taşıdım. Sadece bu sandıklar yüzünden başıma gelenleri anlatsam…”

 Narteks

“Ben yıllarca kitap topladım. Topladığım binlerce kitap sıkı yönetimlerde, faşist cuntalarda toplatıldı, yakıldı ama vazgeçmedim. İstanbul’a döndüğümde ansiklopedi satıcılığından, düzeltmenliğe, dergicilikten ansiklopedi yazarlığına kadar pek çok iş yaptım. Ardından kitaplara bir adım daha yaklaşmak için bir sahaf dükkânı açtım. Adı: Narteks. Narteks, kadim bir bitkinin adı. Antik çağda henüz kandiller yokken kutsal ateşin evlere taşınmasında kullanılırdı. Boğumlarında yer alan kimyasal madde sayesinde yanmadan ve ateşi söndürmeden taşımaya yarardı. Kimi kaynaklara göre Prometheus tanrılardan ateşi bir Narteks ile çalmıştır. Pek bilinmeyen bu kelime bende bazı çağrışımlar yarattı ve dükkânın adını Narteks koydum. Girişe şöyle bir yazı yazdım. “Narteks ateşi taşıyan bir bitkidir ki ‘kitap’a benzer ‘insan’a da”…

 “Arada Şiir Varsa…”

 “Bir gün Behçet Necatigil’in bir kitabını buldum, imzalı. “Arada şiir varsa güzelleşir yaşamak..” diye imzalanmış. Tüm şiirlerini taradım, hiçbirinde böyle bir dize yok. Böylece başladı imzalı birinci baskı kitap toplama fikri. Bu fikir, ardından bir kitap müzesi fikrine dönüştü. Şimdi yaklaşık olarak dört yüz bin kitaplık bir arşivim var. Bunların yaklaşık altmış bini imzalı birinci baskı kitaplar. Nâzım Hikmet, Neruda, Oğuz Atay, Kafka, Sartre, Camus, Orhan Kemal, Tanpınar, Halid Ziya, Edip Cansever, Tomris Uyar, Bilge Karasu gibi pek çok yazarın imzalı kitapları var. Bu kitaplar iki evde üst üste yığılmış bir şekilde beklemek zorundalar. Yer yok! Zaman zaman bazı bankalar, yayınevleri bunları satın almak istediler, kimileri kendi isimleri altından bir müze için yer vermeyi teklif ettiler ama kabul etmedim. Ben istiyorum ki hiç kimseye ait olmayan bir müze olsun. Müzenin girişine asacağım teşekkür tabelasında yazacak yazı bile hazır. Kitaplarım ve ben bekliyoruz. Bu bekleyişi Jacques Prevert’in bir şiirine benzetiyorum… Adı: “Bir Kuşun Resmini Yapmak İçin”

“Önce bir kafes resmi yaparsın/ Kapısı açık bir kafes
Sonra kuş için/ Bir şey çizersin içine/ Sevimli bir şey
Yalın bir şey /Güzel bir şey/ Yararlı bir şey
Sonra götürür bir ağaca/ Asarsın bu resmi/ Bir bahçede
Bir koruda/ Ya da bir ormanda / Saklanır beklersin ağacın arkasında
Ses çıkarmaz/ Kımıldamazsın / Kuş bazen çabuk gelir
Ama uzun yıllar bekleyebilir de / Karar vermezden önce
Yılmayacaksın/ Bekleyeceksin/ Yıllarca bekleyeceksin gerekirse
Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü /
Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin / Geleceği olup da geldi mi kuş
Çıt çıkarma yok / Kafese girmesini beklersin
Girdi mi kafese fırçanla / Usulcacık kapısını kaparsın
Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu / Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini / Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında. / Sonra beklersin ötsün diye kuş
Ötmezse kötü / Resim kötü demektir / Öterse iyi olduğunun resmidir
İmzanı atabilirsin artık / Bir tüy koparırsın usulca
Kuşun kanadından / Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.”

Sabahattin Eyuboğlu, muhteşem çevirmiş şiiri. Bizim durumumuz da buna benziyor biraz. “Kuşlar” hazır, kafesin tellerini de sildim tek tek, kuşun bir tüyüne zarar vermeden, her şey hazır bekliyoruz -yanmış kuşun ötmesini de-…”

“Aramızdaki Şey”

Birkaç yıl önce Aslıhan Pasajı’nda birkaç kitap  ararken tanıştık; Sıtkı Hocayla, Narteks Sahaf’la ve kitap müzesi fikri ile… Ardından ‘kitap’ın kitaptan fazlası olduğu konusundaki ortaklığımızla bağlandık, büyük bir dostlukla birbirimize. Neler yapabileceğimizi düşündük ardından, yapabileceğimiz şey sadece bu fikrin insanlar tarafından öğrenilmesini sağlamaktı.  Bunu yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Bu yüzden Sıtkı Altuner’in izniyle bu sayfayı oluşturmayı düşündük. İsteğimizi hayata bir adım daha yaklaştırmak için belki…

BURCU ŞAHİN & ASLAN ERDEM

 

Ayrıca bkz: https://www.facebook.com/notes/narteks-sahaf/narteks-sahaf-ve-kitap-m%C3%BCzesi/110432059058007

Narteks Sahaf:
https://www.facebook.com/profile.php?id=100002736403146

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “imzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
06
2011
0

Sergi: “İnsan Durumu” (15 Ekim-19 Kasım 2011)

15 Ekim-19 Kasım 2011 / Hush Galeri

“İnsan Durumu”

Merve Akyel, Johan Björkegren, N. Güneş Güven,
Melike Kılıç, Can Kurucu, Başak Mangör, Yuşa Yalçıntaş,
Simin Yıldız, Baysan Yüksel

“İnsan durumu” iç ve dış etkenlere karşı geliştirdiğimiz bir hâldir. Bu durum kişilerin yaşantılarına göre şekillenir. Kişinin algılarına karşı oluşturduğu kondisyon her ne kadar farklı zaman ve mekânlarda yaşanmış, birbirinden bağımsız söylemler gibi görünse de her biri gündelik yaşamdaki ortak konulardan üremiştir. (…)  Tanıtım Metni’nden…

Hush Galeri
Caferağa Mah. Miralay Nazım Sok. 20 Kadıköy
https://www.hushgallery.org/

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Eki
06
2011
0

“bir çakıl taşı ısınır içimde…” (Bedri Rahmi Eyüboğlu)

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun aile koleksiyonunda yer alan bazı eserlerden bütünlenen Bedri Rahmi Eyüboğlu 100. Yıl Sergisi, 4 Ekim’de Caddebostan Kültür Merkezi Sergi Salonu’nda açıldı.

Sergiyi gezdiğimde, Bedri Rahmi’nin eserleriyle işlediği ya da içine karıştığı  “imgelem”in özgür ve olabildiğince zeki bir “alan derinliği”ni nazar ettiğine, Bedri Rahmi’nin her bir eserinin, eriştiği imgelemi candan bir şekilde savunduğuna tanık oldum. Sözkonusu tanıklığın ardından da zekâyla, batıyla, doğuyla, heterodoksiyle, Anadolu’yla ve zihnimde varoluşsal değeri olan her şeyin sıcaklığıyla (örneğin deniz, örneğin toprak, örneğin İstanbul, örneğin şiir…) birleşmiş, her şeye yüklenmiş çok önemli bir “Bedri Rahmi Estetiği”nin bilincine, onun kalb atışlarına varmaktan gurur duydum. Üstelik aynı güç ya da zekâ Bedri Rahmi’nin eserlerinin biçeminde ve malzemesinde de hemen kendini gösteriyordu. “Yaşamak coşkusu” diyebileceğim bu garip hissiyatın, Bedri Rahmi’deki ritmine hayran kaldım…

Sonuçta, 100. Yıl Sergisi’ni Bedri Rahmi’nin aşağıdaki dizelerini dilinize dolayarak gezmenizi dilerim:

“seni düşünürken
bir çakıl taşı ısınır içimde

Zafer Yalçınpınar
6 Ekim 2011

Hamiş: 100. Yıl sergisinde Bedri Rahmi’nin çalışma odasından ve yaşamında kullandığı eşyalardan oluşan bir “yerleştirme” de bulunuyor… Ama sergide beni sonsuz etkileyen eser, Bedri Rahmi’nin “İstanbul” adlı tablosuydu.

Bedri Rahmi’nin “İstanbul” adlı eserinden bir ayrıntı…

 

Eki
04
2011
0

Urne’de (Zafer Yalçınpınar)

Urne’de

1/
karanlık tarlasının ortasındayım
bana benzemeyen
_____________hücreleşmiş bir kentte
milyonların arasında kaldım

küllerimle
(…)

3/
içli denizin kalbinde
uçsuz tuhaf bir tekne
gözleşiyor
gökyüzüyle
(…)

Epilog:
“bir kalp sektesidir Stambol’a yabancı düşüşümüz”

Zafer Yalçınpınar
3 Ekim 2011

Şiirin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/s95.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
04
2011
0

“160. Kilometre” filan…

25 Temmuz 2011’de, “hızlı olmak” nedenselliğinin sonucunda sıkı dostlarımdan biri vefat etti. Ben, “hız”a ve hızın kadrajvari/endüstriyel nedenselliklerine karşıyım. Tüm endüstriyel zamanların içinde frene basmak ve anları -tekrardan- yakalamak gerekir. Asıl sarsıntı 160 kilometreyle giderken, köküne kadar frene basabilmektedir. EVVEL’in bilincinde bilinçlenmektir bu… Frene basmak eyleminin fiziksel yükü, mevcut hızların toplamına benim varlığımın/bedenimin ve frene basışımın yükü kadar “hız” ekler. Örneğin eski bir kitabı okumak, bir imgelemi tasavvur etmek, bin yıllık bir şiirin ilk dizesini kavramak bu frene basış duygusuna/duygudurumuna/eylemine benzer… Benzerdir.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar 

Hamiş: “Değişmez künklükte feodal” bir kafayla endüstriyel mezbahalara paydaşlaşmaya/yandaşlaşmaya çalışan tüm kifayetsiz muhterislere armağan olsun bu metin…

Eki
03
2011
0

Endüstri Devrimi Bitti: “Direk”

“Direk”

Foto: Z. Yalçınpınar

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan  “3. Dalga” ilgilerinin tümüne https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=3-dalga adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Eki
03
2011
0

“Bu Sevda Bitmez!” çünkü…

“Bu Sevda Bitmez!” sözünün yüklendiği “kalb ve vicdan” yolunu hissetmek için birçok neden vardır, tribünlerde, Kadıköy’de, her yerde… Bazılarını aşağıda paylaşalım:

https://papazincayiri.blogspot.com/2011/10/ahmet-altana-ack-mektup.html

https://video.mynet.com/sporhbr/Fenerbahce-taraftari-onu-konusuyor/1336839/

https://www.youtube.com/watch?v=Q7ivej6k5cs

https://geronimonunyeri.blogspot.com/2011/10/dort-dort-iki.html

https://www.youtube.com/watch?v=1YXGM6XiN5g

https://evvel.org/2011-2012-sezonu-hakliyiz-kazanacagiz


Santrfor Yaşar Yalçınpınar (1914-1998)

 büyükamcamdan babama
babamdan bana
benden de evlâdıma
mirastır bu sevda!

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Fenerbahçe Spor Kulübü ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/kara-deryalarda-bir-fenersin adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
03
2011
0

Hırpa (Osman Erkan)

bir şeyler karışırdı birşeylere isabet
kabukla gövde arasında
sesle sessizlik grisi
acıbadem bakışlı babam
(…)

dalgalı tez bakardı
sebat kuşkusunu kuşlandırırdı
(…)

bir şeylere yıkık köprüydü babam
bir şeylere hep titrekti

Osman Erkan
“Diltozu”,  karayazı/şiir Yay., 2009, ss. 67-69

Eki
02
2011
0

“Dil, herkes için aynı tuzakları hazır tutar.” (Ludwig Wittgenstein)

423.
(…)


(…)

Ludwig Wittgenstein
Felsefe Soruşturmaları’nın ön-çalışmalarından biri olan “Büyük Daktilo-Metin(Big Typscript)”den…
Çeviren: Oruç Aruoba, 1992

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm “Wittgenstein” ilgilerine https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
02
2011
0

Bakar…

“Bakar…”
by Ed

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Sokak Sanatı ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/duvarda adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
02
2011
0

“ANLAMA” (Oruç Aruoba)

11 Mart 1989
Oruç Aruoba
“Yedi Martı Çeşitlemesi”nden…

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Oruç Aruoba ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
02
2011
0

Büyük Daktilo-Metin’den… (L. Wittgenstein)

(…)

425.
(…)
Unutma, çocuklar için bir sözcüğün gerçekte tamamiyle farklı iki anlamı olduğuna // olabileceğine // inanmak (ya da bunu kabullenmek) ne denli zordur.

Felsefenin ereği, dilin birdenbire bittiği yere bir duvar örmektir.

Felsefenin sonuçları, herhangi bir gizli saçmalığın; ya da, anlama yetisinin dilin sınırlarına // sonuna // toslaması sonucu aldığı şişlerin keşfedilmesidir. Bu şişler, bizim bu keşifin değerini anlamamızı // öğrenmemizi // sağlar.

Bizim soruşturmamız ne tür bir soruşturma? Örnek olarak verdiğim durumları, olabilirlikleri açısından mı soruşturuyorum? Ya da olgusallıkları açısından? Hayır, yalnızca olanaklı olanı getiriyorum, yani dilbilgisel örnekler veriyorum.

Felsefe tümceler içinde değil, bir dil içinde konur ortaya.

 

Nasıl yasalar, onları çiğneme eğilimi varsa // çiğnendikleri zaman // önem kazanırsa, bazı dilbilgisel kurallar da ancak filozoflar onları çiğnemek istedikleri zaman önem kazanır.
(…)

Ludwig Wittgenstein
Felsefe Soruşturmaları’nın ön-çalışmalarından biri olan “Büyük Daktilo-Metin(Big Typscript)”den…
Çeviren: Oruç Aruoba, 1992

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm “Wittgenstein” ilgilerine https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
01
2011
0

2011-2012 Sezonu: “Haklıyız, kazanacağız!”

(…)sevdamız / büyüyor omuzlarımızda(…)
birgün girsek biz mezara/ gözümüz kalmaz arkada
evlâdıma miras bu sevda! (…)
HAKLIYIZ, KAZANACAĞIZ!

Fenerbahçe Taraftarı

***

1 Ekim 2011
Futbol
Fenerbahçe Spor Kulübü: 4
İstanbul Büyükşehir Belediyesi: 2

13 Ekim 2011
Bayanlar Voleybol
Fenerbahçe Universal: 3
Galatasaray Medical Park: 1

15 Ekim 2011
Erkek Basketbol
Fenerbahçe Ülker: 88
Trabzonspor: 63

12 Aralık 2011
Futbol
Bursaspor: 0
Fenerbahçe Spor Kulübü: 2

18 Aralık 2011
Futbol
Fenerbahçe Spor Kulübü: 1
Tirabizonspor: 0

31 Aralık 2011
Erkek Basketbol
Fenerbahçe Ülker: 80
Galatasaray Medicalpark: 79

devamı gelecek…

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Fenerbahçe Spor Kulübü ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/kara-deryalarda-bir-fenersin adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com