(…)
Birinci resimde sessizim, süreçlerden acıyla koparılmış -ikincisinde dışardan gelen sesler karmaşası, konuşma içime işliyor, ancak ben bu sırada, en fazla bir çığlık atabilir durumda, hâlâ sessizim -üçüncüsünde iradem dışında, cümle cümle anlatmaya başlayarak nihayet hayat geliyor içime; bu çoğunlukla belirli birine, dostlara yöneltilmiş bir anlatım -ve nihayet, bugüne dek en kalıcı biçimiyle o zamanki berrak bakışlı yorgunluğumda yaşadığım dördüncü resimde, dünya susarak, hiçbir söz kullanmadan kendini anlatıyor; bana da şuradaki ağarmış saçlı izleyici komşuma da, oradan salınarak geçen muhteşem kadına da… Tüm barışçıl olaylar aynı zamanda birer anlatıydılar(…) orada anladım ki ideal bir destandı bu: Uçucu dünyanın resimleri birbirlerine tutunuyor ve biçim kazanıyorlardı.
İdeal mi?
Evet, ideal:Herşey olması gerektiği gibi oluyordu çünkü. Sürekli yeni bir şeyler oluyordu ve hiçbiri fazla ya da eksik değildi -Herşey bir destanda olması gerektiği gibiydi; kendini anlatan insanlık tarihi olarak kendi anlatan dünya, bu nasıl olabilirse öyleydi işte. Ütopik mi? Buradaki bir afişte “La utopia no existe” yazısını okudum. Çevrilirse, yok-yer yoktur, anlamına gelir. Bunu bir kez düşündüğünde dünya tarihi yön değiştirmeye başlar.(…)
Peter Handke
“Yorgunluk Üzerine Deneme”, Çev: Cemal Ener, Nisan Yay.,1991, ss.43-45