The Poet House bünyesinde İsmail Sertaç Yılmaz’la birlikte gerçekleştirdiğimiz -ve En Uzun Geceden‘in devamı niteliğinde olan- Dudağının Kenarındaki Çizgi projemiz yayımlandı. Proje kapsamında sunduğu tasarımsal ve şiirsel katkılar ile gösterdiği özen için İsmail Sertaç Yılmaz’a çok teşekkür ediyorum. (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Dudağının Kenarındaki Çizgi” adlı şiirle birlikte üç etkin “yan okuma” yapılabilir:
Kendi hakikatiyle yazılmış/yanmış özel bir tarihtir 14 yıldır yayımladığım bu Almanak… Zihinsel ve bedensel olarak hastalanmış bir ortamın tüm zorluklarına rağmen, “eşya olmadığımızı, insan olduğumuzu vurgulamak” adına hakikat yolundaki kalb ile vicdan arayışımızı 2020 yılında da sürdürmeye çalıştık. Herkes için daha kolay ve umut dolu bir 2021 diliyorum.
“Bu kitapta John Steinbeck’in 1936’da “Toz Çanağı” sırasındaki göçmen tarla işçilerinin kötü durumu üzerine yazdığı yedi ayrıntılı rapor bir araya getirilip Dorothea Lange ve diğerlerinin fotoğraflarıyla birlikte sunulmuştur. Steinbeck Kaliforniya’daki gecekonducu kamplarını ve Hoovervilles’i gezerek bir zamanlar güçlü ve bağımsız olan ama perişan bir hale düşürülen çiftçiler hakkında unutulmayacak tasvirler yaratmıştır. Bir araştırmacı gazetecinin merakı ve öfkesi, altın çağındaki bir yazarın anlatım gücüyle birleşip, Gazap Üzümleri’nin gerçek ve dokunaklı köklerini oluşturan ve başlı başına bir Amerikan klasiği olarak uzun zamandır takdir gören Hasat Çingeneleri’ni meydana getirmiştir.” (Tanıtım Metni’nden…)
Post Dergi ekibi 2021 yılının ilk özel dosyasını yayımladı. Ulus Baker için gerçekleştirilen bu çalışma -içerik ve yönsemeler açısından düşünüldüğünde- bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı dosya olma özelliğini de taşıyor. Dosyanın detaylı içeriğine ve sunuş yazısına https://postdergi.com/dosya-no-4-ulus-baker/ adresinden ulaşabilirsiniz. İyi okumalar dileriz. (Zy)
Saldırgan otların parmaklarımızı ısırdığını __________kare-kare, üçgen-üçgen sonralaşan bir atlı olarak görürüz; oyun alanı, duyulanları eski bir düzelti ile toplayan kutsal dualardır içinde eriyen buz ile:___kesilmekte olan___-___biçimsiz. Tekrar hecele onları denemelerin milyarlarcasını defalarca, hangisinin hangisi olduğunu bilmediğin şekilde:___saldırgan otların___-___ elinde bulunan gravürle sahte şiirler elde et; _______kare-kare, üçgen-üçgen.
Kanıksamadan, Fatih Balcı UPAS Yayın, Aralık 2020, 29 Sayfa İzlemek/okumak için: bit.ly/kaniksamadan
Fatih Balcı‘nın resim dilini oluşturan yadsımacı izlek, reddiye hatlarındaki görkemli tanıklıkları fark etmemize imkân sağlıyor. Balcı’nın “kanıksamadan” vurguladığı yordam, olgulara dair yeni bir görme biçimini önceliklendiriyor. (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Geçtiğimiz günlerde Seyyit Nezir, yapay zekâ, endüstri 4.0 ve türevi algoritmik insansızlaşmaya karşı Aydınlık Gazetesi kapsamında özel bir soruşturma gerçekleştirdi. 23/11/2020 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanan jenerik cevabımın bütünsel -teknik- metni aşağıdadır. (Ve tabiî ki Ece Ayhan‘ın şiirinde kurguladığı “düzayak çivit badanalı bir kent” çağrışımı, mevcut insansızlaşma sorunsalına çözüm olarak bir 50 yıl kadar ileri sonuçlar doğurabilme gücündedir hâlâ! Korkmayın!) Zy
Endüstri 4.0 söyleminin en güçlü yöntemsel kazanımı olarak lanse edilen “yapay zekâ” (AI) üzerine konuşacaksak, bu çoklu değişken/üretken algoritmalı otomasyon biçimini sonuç/karar kümesi açısından ikiye ayırmamız gerekiyor: Yani, yapay zekâ uygulamalarının niceliksel alandaki etki ve başarılarını, niteliksel alandaki etki ve başarılarla -ya da niteliksel alanda, çoğunluk; tutarsızlıklarla- karıştırmamamız gerekiyor. Konunun bu noktası çok önemlidir! Niceliksel alanı, yani sayılarla veya gölge değişkenlerle (0,1 tipi süreç geçişkenliğiyle) ifade edilen ileri modelleme biçimlerini düşündüğümüzde, EVET!, yapay zekâ gerçekten de son on yılda zekâsını ve karar kalitesini arttırmıştır: niceliksel alanda mükemmele yakınlaşmıştır: (n)/sonsuz boyutlu (sınırsız)/geçişken sayısal modelleme, dijital eşanlı ileri ve geri veri besleme sistemleriyle -ki buna ‘büyük veri işleme modeli’ denir- %99,999 tutarlı sonuçlar/kararlar/geçişler üretiyor. KABUL! Bu durum son yirmi yılın dijitalleşme/veri toplama sürecinin (ki buna da endüstri 3.0 veya bilişim çağı deniyor) doğal sonucudur. Gerçekten de bugün, örneğin Google Haritalar’ın süre-rotasyon başarısı veya Facebook’un yüz tanıma sistemi mükemmeldir, diyebiliriz. Sanayi verimlilik otomasyonları da robotik üretimsel yetkinliğe ulaşmıştır, falan… Yaşasın klasik kalkınmamız!
Ve fakat, niteliksel -sözel- alanda başarı bu kadar belirgin değildir… Bunca yıla, bunca retorik verisine ve bunca geliştirici hegamonik güce rağmen Google Çeviri’nin tutarlılık oranı -özgün söylemlerde- hâlâ %50-60 seviyelerinde bulunuyor. Şöyle diyebiliriz: Google Çeviri, benim rüyalarımın, şiirimin, auramın, yaşantımın veya dil iklimimin biricik söylemlerini -eğer popüler kültürün sıralı bir tekrarı ya da tekrarlanmış bir türevi (retrosu veya replikası) değilse- düzgünce modelleyemiyor ve tahmin edemiyor hâlâ! Neler neler gördük bu yolda! Sosyolojik söylem analiz programları (n-vivo) mı istersiniz, bilişsel veya nörolojik duygulanım haritaları mı istersiniz, hiçbiri -en yüksek koşullarda- %50-60 seviyesini geçemedi. Burada, sanatın özünde yer alan eşsizlik eylemi -ve söylemi- kilit bir konudur. Bu eşsizlik, gerçek sanatı popüler kültürün bilindik verilerinden ayıran biricik unsurdur ve henüz ‘marjinal faydası’ modellenememiştir. Şimdi, bir soru da benden gelsin akıllı robotlara: “Selam robot! Evet, düşünebiliyorsun, karar verebiliyorsun, hemen hemen her şeyi kartezyen sistemde haritalayabiliyorsun, analiz edebiliyorsun ve modelleyebiliyorsun. Fakat, soruyorum, dahası semantik olarak vurguluyorum sana: Rüya görebilecek misin!” Ya da Ece Ayhan’ın diliyle şöyle sorayım sana: “Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?”
Bu sorunun cevabı henüz verilmemiştir! İnsan evlâdı da, yapay zekâ da verememiştir. Sonuç şudur: “Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler!”
Şükürler olsun golf toplarına, Şükürler olsun tenis fanilama! Başımı özgücümle ayıkladım Ezdim bitlerini, koydum yanına; Şimdi yalnız sanadır dualarım Ey, ölü deniz! Ve sırtında gezdirdiğin Itırlı, hafif akşama.
(…)
Mandolin Çalan Kızlar:
Ne iyiliğin çağrısı ne uğultusu göklerin Titreştirebilir telimi Ama öyle taze bir görkemi var etimin Havarisi kirli ayağını sokar ya Takunyasını yakıp bir kaba Ve kral içine süzülür Islak boşluğuma Hokkabaz hüneriyle Kırar kilidimi Ve izleyenler İtişip gülüşenler Bir alkış tutar Bu çelikten tınıya Öylesine çoğalmış uyanıyorum Kısılmış sesimle Yeni bir şarkı daha için.
-Bana gelince Ben kötülüğü seçmiştim Çünkü biliyorum Yalnızca kötülük Eterlenmiş bir yürekte Sürükler hüznünü Yaşamın ve ölümün Ve okumuştum bir yerde Doğduğumu Hızar talaşında Sağ kolunu bırakıp da ustam Aynaya bakmak için Delirdiği gün.
(…)
Sonu gelmeyen bir şiirin adıyla Kuruladı terini… Çekip giderken bir kez daha Dönüp baktım dünyaya: Biz nasıl ulaştık bu sonucu?
Altı üstü uzun, ölü bir yaz ikindisiydi galiba Ama ben sakınmadım, yaşadım.
2009
HASAN GÜÇLÜ KAYA “Ölümsüz”, biri Yayınları, 1. Baskı, 2017
Şahin Çetin‘in “Aktif Boşluk” başlıklı yeni serisinden bir çizim Upas Yayın’da vücut buluyor… Eserin bütünsel biçemini https://upas.evvel.org/?p=1472 adresinden inceleyebilirsiniz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
İşbu popüler diziye Cihangir’den bakılarak övgüler düzüldü, düzülüyor. Bu övgülerde -özellikle de sinematografi kapsamında- haklılık payı çok yüksek. Ve fakat meseleye bir de ideolojik açıdan bakmak lazım. Çünkü işbu diziyle çizilen toplumsal hikâye, övgü kadar sövgüyü de yerlemliyor! İyi ki varsın Alper Erdik… Diziye dair sıkı bir ideolojik analizi https://www.azizmsanat.org/2020/11/21/bir-baskadir-yeni-turkiyeden-bir-karistir-baristir-hikayesi-alper-erdik/ adresinden okuyabilirsiniz.
Zeynep Meriç: Upas Yayın’ı kurmaya ne zaman karar verdiniz? Bu oluşumda sizi tetikleyen en önemli olay veya olgu nedir?
Zafer Yalçınpınar: Tahakkümlerden ve ezberlerden uzak bir özgür yayıncılık projesi oluşturmayı yıllardır düşünüyordum. 15 yıldır evvel.org kapsamında çeşitli edebiyat çalışmaları gerçekleştiriyorum. Çevremdeki dostlar, özellikle şiir ve poetika kapsamında evvel.org’un çok değerli bir arşiv ihtiva ettiğini, bununla birlikte fazlasıyla kişisel olduğunu sürekli dile getiriyorlardı. Haklılardı. En başından beri evvel.org’u kişisel not defterim, edebiyat ve şiir kapsamında tutulmuş bir not defteri olarak tasarlamıştım. Tuhaftır, okuyucunun ilgisini çekti falan… Neyse… 2018 yılında, evvel.org’un sub-domain’i olarak “upas” başlığını kullanmaya ve burada özgür bir şekilde dijital kitaplar yayımlamaya karar verdim. Balzac’ın bir kitabında ‘Upas’ ismiyle ve ‘Upas Ağacı’nın hikâyesiyle karşılaşmam, çok belirleyici ve tetikleyici oldu. Şu an Türkiye’de, Upas’ın dışında, şiiri, poetikayı ve imgelemin özgürleşmesi gibi kavramları yayın politikasının orjinine yerleştiren, şiiri öncelikli gören, bu kapsamda elini taşın altına koyan sadece bir-iki yayınevi var. Çünkü şiir -özellikle de sıkı şiir- iktisadi bir varoluş sergileyemiyor, satmıyor, okuru ve takipçisi az… Anlayanı ve ilgileneni de az… Bu duruma, böylesi bir çaresizliğe ve imkânsızlığa -kendimce- bir son vermek istedim.
Zeynep Meriç: Upas’ın poetikaya öncelik veren özgür bir yayın girişimi olduğunu belirtiyorsunuz. Peki, Upas’ta sadece şiir mi yer alıyor, diğer edebi türlere yer veriyor musunuz? Okurların arzuları mı size ışık tutuyor?
Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’da yer alan eserlerin özünü şiir ve poetika oluşturuyor. Bizim mihenk taşımız da turnusol kâğıdımız da şiirdir. Şibolet gibi… -Araştırın bakalım ‘Şibolet’ ne demekmiş- Sonuçta, öyküler, roman parçaları, roman karakterleri, polisiye, mizah, popüler kültür falan bizim dışımızda. Bizim önceliğimiz şiir… Sıkı şiir… Deneysellik, avangard, dada, gerçeküstü, letterizm, görsel şiir gibi kavramları kapsam-içi görüyoruz. Bu konuda azıcık katıyız. Sıkı şiiri ve imgelemin özgürleşmesini dert edindik. Yaşamdaki şiirselliğin arttırılması, şiir birikiminin arttırılması, şiir dilinin geliştirilmesi, sezgisel ve bilişsel bir auranın yaratılması, şiirin dilimizdeki sürdürülebilirliği, şiirsel yükün ihtiva ettiği kalp, vicdan ve hakikat duygusu bize yol gösteriyor. Tabiî ki okurumuzu da önemsiyoruz: Sıkı, olgun, güçlü ve geleceği belirleyen bir şiir dilini ve poetikayı okura sunarak, böyle yaparak okurlarımızı önemsiyoruz.
Zeynep Meriç: Upas’ın varoluşunda İlhan Berk ve Ece Ayhan’ın önemi nedir? Bu doğrultuda şiirsel çizginizden ödün verdiniz mi hiç? ‘Dilin imkânlarının genişletilmesi’ gerekliliğinden mi yanasınız sürekli?
Zafer Yalçınpınar: Şiirsel çizgimizden ve şiirsel maksadımızdan ödün vermeyiz. İlhan Berk ve Ece Ayhan da taviz vermemiştir. Sıkı şairlerin en büyük özelliği budur. Tarihsel varoluş, yazgı veya lanetimiz böyledir maalesef… Ece Ayhan ve İlhan Berk’in önemi, Dünya’daki 1950 şiir hareketinden yola çıkarak 2020’lere uzanmayı başaran dilsel uzgörü çizgilerini Türkçe’de oluşturabilmelerinde gizlidir. Felsefi bir boyut, yaşama alan derinliği katan dilsel bir sınırsızlık… Türkçe’deki şiir dilinin günümüze uzanan en başarılı motiflerini bu iki şairin zihnindeki bilişsel harita belirlemiştir. Dikkat ederseniz ‘İkinci Yeni’ akımı demiyorum. 1950 şiir hareketi diyorum. Ve bu durumu derinlemesine araştırmayı sizlere bırakıyorum.
Zeynep Meriç: Basılı nüshalarınızın olmadığını söylemiştiniz. Peki, ilerleyen süreçte bu mümkün mü? Basılı nüshaya geçiş için Upas’ta büyük değişiklikler olabilir mi?
Zafer Yalçınpınar: Olabilir. Fakat şu an böyle iyiyiz. Gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz. Ne kendimizi ne de şiir okurunu ekonomik bir külfet altına sokmak istemiyoruz. Şiiri neo-liberal sisteme sokmak istemiyoruz. Dijital yayıncılığın, yeni nesil yayıncılığın güzelliği de budur zaten… Şiire neo-liberal girişimci bir tavır yüklemek isteyen muhteris tipolojiden de yıllardır -açıkça söylüyorum- nefret ediyoruz.
Zeynep Meriç: Okurlarınız yayınlarınıza nasıl ulaşabilir? Sitedeki etkinlikleri nasıl takip edebilir?
Zafer Yalçınpınar: Cevap sorunuzda bulunuyor zaten… Cep telefonunuzdan, tabletinizden veya bilgisayarınızdan upas.evvel.org adresini ziyaret etmeniz yeterli… Tek tıklamayla kitaplarımızı, tüm paylaşımlarımızı ücretsiz olarak indirip pdf biçeminde okuyabiliyorsunuz, arşivleyebiliyorsunuz. Sosyal medyada da çok aktifiz. Duyurularımız da etkinliklerimiz de… Kısacası, her şey bir tık uzağınızda… Daha ne olsun. Büyük hizmet!
Zeynep Meriç: Bilginin bu denli karmaşık ve kirli olduğu dönemde basılı yayının azalmasını ve dijital yayınların çoğalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu durum yayımlanan eserlerin değerini arttırıyor mu, azaltıyor mu?
Zafer Yalçınpınar: Vallahi, bizim yayınladığımız eserler Mars gezegeninin dilinde yazılmıyor. Türkçe yazıyoruz… (Gülüyor) Aynı harfler, aynı dil… Kâğıdın üzerinde veya kitabın içinde olsun ya da ekranda dijital kitap biçeminde olsun son derece özenli ve titiz çalışıyoruz. Şiir dili, redaksiyon, mizanpaj ve diğer tasarımsal öğeler konusunda basılı yayınların çoğundan özenliyiz. Belki, koleksiyonerler için bazı basılı deneylerimiz de olacak gelecekte… Bakacağız.
Zeynep Meriç: Upas’ı bundan sonra nerede göreceğiz?
Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’ın poetikası bir fısıltı gibi yayılır. Hiç ummadığınız bir anda bizim yayınlarımızla veya bizatihi bizimle karşılaşabilirsiniz. Fakat şunu söyleyebilirim; kitap fuarlarında, mikrofon arkalarında ya da ışıltılı podyumlarda birer dünya güzeli veya doksozof gibi kırıtmayacağımız kesin!
Zeynep Meriç: Devam eden veya başlayacağınız yeni bir proje var mı? Son olarak neler söyleyeceksiniz?
Zafer Yalçınpınar: Birçok gayretimiz var. Şiir aurasına, şiirsel alan derinliğine görsel ve işitsel eklemler sağlamak istiyoruz yakın gelecekte… Sıkı şiiri desteklemeye ve şiire öncelik vermeye devam edeceğiz. Son olarak, ne diyeyim, gözünüz, kulağınız upas.evvel.org’da olsun. Ve tabiî ki bu çevik söyleşi için de sana çok teşekkür ederim.
Zeynep Meriç:Ben teşekkür ederim… Samimi yanıtlarınız için asıl….
Oğuz Demiralp ile Turgay Fişekçi’nin Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki’nden ayrılmasıyla alevlenen, sonrasında da -neo-liberal kavram karmaşalarıyla özünden uzaklaştırılmaya çalışılan- toz/duman/sis içerisinde kalmış, son derece bulanık bir tartışma sürüyor. Tartışmanın temelinde “Türkçe Şiir, Türkçe Edebiyat” ifadelerini savunanlarla “Türk Şiiri, Türk Edebiyatı” ifadelerini savunanların kapışması var. Sosyal medya yıkılıyor -bir görseniz- neler neler yazılıyor… (Gerçi, Üvercinka Dergisi’nin Kasım 2020 tarihli 73. sayısındaki bilgiler, yaklaşımlar ve temellendirmeler olmasaydı, tartışmanın tüm detaylarından, tarihsel tırmanışından habersiz kalacaktım ya, neyse…)
Şimdi, hemen söyleyeyim; bu tartışmada Özdemir İnce haklıdır ve ifadenin doğrusu -gerçekten- Türk Şiiri’dir. Bu sorunsalı çözmek için zihnimizde şu kök önerme bulunmalı: “Türk şiiri, Türkçe yazılır.” Konuyu böyle düşünürseniz, rahat edersiniz. Zaten ben, en başından beri bu tartışmanın son derece yapay bir sorunsal olduğuna inanıyorum. Konu basittir özünde; Türk Milleti’nin dili Türkçe’dir. Türkçe yazılan şiir de Türk Şiiri’nin hanesine yazar. Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan çağrışım yaparak -Türkiye sınırları içerisinde ve dışarısında- şunu rahatça söyleyebiliriz: “Türkçe, bizim ses bayrağımızdır”. Nokta.
Oğuz Demiralp’in T24’teki ince atarlı/ayarlı cevabını da okudum. Merak edenlere yazının içeriğini özetleyeyim: Avrupa Birliği’nin küresel ölçekte yaygınlaştırdığı neo-liberal nakaratın, bir kez de Oğuz Demiralp tarafından “sosyal içerme” (social inclusion) ve “çeşitlilik” (diversity) temelinde dile getirilmesi… İnanın ki bu kadar. Ne daha fazla, ne daha az. Başka bir şey yok, tırı vırı, hep bildiğimiz numaralar falan… (Yakın tarihe baktığınızda, neo-liberal yöntemlerin uygulandığı/denendiği ilk ülke olan Şili’de bugün neo-liberalizme kitlesel gösterilerle karşı çıkıldığını görürsünüz. Bir de tabiî, madalyonun diğer yüzüne bakın; Oğuz Demiralp’in Avrupalıvari hezeyanlarını, nakaratlarını falan düşünün…) Ben bu filmi seyrettim daha önce! Bir de, bu film neden hep T24’te yayınlanıyor, bilemiyoruz!
Tartışmaların içinde “antoloji” konusu da var. Gene aynı sosyal içerme ve çeşitlilik nakaratıyla soslanmış, tüketime sunulmuş, aynı film… Antolojiler konusunda yıllar önce yazdığım basit bir analizi Seyyit Nezir hatırlatmasaydı, unutacaktım vallahi… Sonucu söylüyorum size:
“(…) Antolojiler de tıpkı şiir ödülleri ve yarışmalarında olduğu gibi şairler arasında bir “statüko” enstrümanı olarak kullanılıyor. (…) Antolojiyi hazırlayan kişi de kendisini şairlerin ve şiirlerin üzerinde, yüksek perdahtan biri gibi görüyor. (…) Şiirsel uzamlar, tek bir kişinin zihninin öznelliğiyle, görgüsüyle bütünlenemez. (…) Antolojiler, bugün, şiirlerin ve şairlerin dönemsel olarak harcandığı kötücül birer statüko enstrümanıdır.”
Anlayacağınız, antoloji konusunda hâlâ aynı yerdeyiz! Hâlâ aynı çetelerin aynı kötülüklerine maruz kalıyoruz.
Ahvalimiz böyle, efendim… Böyle başa, böyle tarak! Bir başka ‘kendimle konuşmalar’da buluşmak üzere, esen kalınız.
Türkiye’deki ikinci Simultane Şiir Performansı -ki ilkini gene Upas Yayın taifesi icra etmişti– 7 Kasım 2020 tarihinde, Erenköy-Kadıköy’de, Alparslan Beyhan, Cem Onur Seçkin, Zafer Yalçınpınar, Emir Alisipahi ve Mert Can Aksoy tarafından, “kendini isyan söylemleriyle piyasaya sunan tüm ucuz popçulara” giydirilmek üzere, marjinal ve has bir tepki olarak gerçekleştirildi! Kutlu olsun!