Ara
19
2010
0

Dünyanın ekseni gıcırdayıp durur. (Zbigniew Herbert)

(…) Bir iskemle görmedim ki ayak değiştirsin, bir yatak görmedim ki şaha kalksın. Masalar, yorulduklarında bile, dizüstü çökmeye kalkışmazlar. (…)

Pek seyrek olur. Dünyanın ekseni gıcırdayıp durur. Her şey kalakalır o anda: Fırtınalar, gemiler, vadilerde otlayan bulutlar. Her şey. Çayırdaki atlar bile, bitmemiş bir satranç oyunu gibi.
Bir süre sonra dünya başlar yeniden dönmeye. Okyanus yutup kusar, vadiler buhar salar, atlar siyah çayırdan beyaz çayıra geçerler. Havanın havaya çarparken çıkardığı sesin yankısı duyulur bu ara.

Zbigniew Herbert
Çev: Erdal Alova

Ara
19
2010
0

Aydınlatabilirdi…

(…)Yürüyorlar
bönlüklerinin
imi altında,
daha çok
yıldırım
daha çok çatlak
körlüklerinin
uzamında
ve binlerce aydınlık sürçme
aydınlatabilirdi onları.
Aydınlatabilirdi…

Mario Luzi
Çev: Işıl Saatçıoğlu

Ara
15
2010
0

Boğaziçi Kitap Fuarı: İnternet Kültür Yayınları Tanıtımı

Bkz:  https://www.facebook.com/event.php?eid=124960777567563

Dünyanın özü kötüdür, “net” ise güzel!

17-22 Aralık 2010 tarihinde şehrin tam kalbinde yer alacak olan Boğaziçi Kitap Fuarı’nda internet kültür yayınları da yer alıyor! Standımıza uğramayı ihmal etmeyin…

Tanıtım kapsamında;

borgesdefteri.blogspot.com, birdirbir.org, altzine.net, futuristika.org, zaferyalcinpinar.com ve tramvayduragi.com ile yaptığımız online yayıncılık merkezli söyleşi çekimlerini izleyebilir;

online yayıncılık üzerine, undomondo.com/etrafta.com,horaley.com, dahke.net, etilenzine.net, resetmagazine.net, ubormetenga.org, kargamecmua.org ve mavimelek.com ile yaptığımız e-posta söyleşilerinin basılı metinlerini arşivinize katabilir;

internet yayıncılığına soyunmuş; edebiyat, sanat, müzik gibi bölümlerden oluşan bir çerçevede, online ifade biçimlerini kendine misyon edinmiş blog/sitelerinin bir derlemesini standımızdaki dizüstülerde inceleyebilir;

incelerken dahke.net/immo ve etilenzine.net/flagg tarafından hazırlanan tanıtıma özel playlist’leri dinleyebilirsiniz.

Yanında flash disk getirenler kazanıyor; blog/site derlemesini, e-posta söyleşilerin pdf’lerini ve playlist’leri kopyala yapıştırıyor!

Çok yaşa web, diril internet!

Boğaziçi Kitap Fuarı İnternet Kültür Yayınları Tanıtımı
Hazırlayanlar: İpek Tuna – Zafer Yalçınpınar
Afiş ve sticker tasarımları: Yavuz Dürüst
Videolar ve basılı metin tasarımları: İpek Tuna
Çekimler ve fotoğraflar: Peri Kazancı
Proje asistanları: Eda Dürüst, Güher Gürmen

Boğaziçi Kitap Fuarı
İstanbul Kongre Merkezi Harbiye
17-22 Aralık 2010
Her gün 10:00 – 20:30
Boğaziçi Suare 20 Aralık 2010 10:00 – 23:00

BKF 2010
https://www.bogazicikitapfuari.com/
https://www.facebook.com/group.php?gid=223976655188%2F
https://twitter.com/bogazicikitap/

Zafer Yalçınpınar
https://zaferyalcinpinar.com/
https://www.facebook.com/profile.php?id=100000252090050%2F
https://www.facebook.com/group.php?gid=157183537464%2F
https://friendfeed.com/evvelfanzin/

İpek Tuna
https://www.facebook.com/fituna/
https://twitter.com/ipektuna/
https://friendfeed.com/ituna/

*borgesdefteri.blogspot.com, birdirbir.org, altzine.net, tramvayduragi.com, undomondo.com/etrafta.com, horaley.com, dahke.net, etilenzine.net, resetmagazine.net, ubormetenga.org, futuristika.org, mavimelek.com ve kargamecmua.org; teşekkürü bir borç biliriz!

*dahke.net/immo ve etilenzine.net/flagg; bir borç + teşekkürler!

* Söyleşi çekimleri için kanatlarını açan Karga’dan Tayfun Polat ve Karga tayfasına, çekimler sırasında gerçekleşen tüm aksiliklere rağmen güne neşe ve emek katan Peri Kazancı, Güher Gürmen, Eda Dürüst ve Sena Başöz’e, tasarımlarıyla projeye katkıda bulunan Yavuz Dürüst’e özel teşekkürler!

Ara
14
2010
0

“Bir sanat eseriyle karşı karşıya olduğumuzu anlasak, daha doğrusu anlasalar, bize yetecek.” (O. Rifat)

(…) Bir yazının örgüsüne giren kelimelerin bir kavram karşılığı olmaktan başka ayrı bir tarafları daha vardır. Her kelime bir kavramı temsil ettikten başka bir de heyecan verici, dokunaklı bir unsur taşır. Mesela “yuva” kelimesinde, anlamını aşan bir değer, bize dokunan bir taraf bulunduğunu inkâr edebilir miyiz? Kavramlar donmuş kalıplardır. Halbuki bu kavramları karşılayan kelimeler çoğu zaman bu soğuk kalıpların etrafını canlı bir duygu, bir hatıra, bir esrar halesiyle çevirir. (…) Bu gerçeği bilmeyenler hiçbir zaman Mallarmé’nin, Valéry’nin, Gide’in, Proust’un sanatını anlamayacaklardır. (…) Dağlarca, kullandığı kelimeleri yalnız ve sadece biraz önce açıkladığımız değerlerine göre ele almakta, akla dayanarak değil, iç dünyasına uygun düşecek yolda birleştirmektedir. Böylece bize akıl dışı bir bilgi, bir hayat felsefesi, bulutlu ama çekici bir âlem sunmaktadır.
Çakırın Destanı, hayatın destanıdır; akıllı olmaktan değil, canlı olmaktan doğan hazları, korkuları, şüpheleri, sevinçleri anlatmaktadır. Bu kitapta, aklımıza dayanarak tanıdığımızı sandığımız çarşılar, pazarlar, satıcılar, insanlar, potin boyacıları, sabun kalıpları, kumaşlardaki resimler, hepsi bir canlının üzerinde uyandırabilecekleri acayip ve gerçek intibalarla tekrar ele alınmaktadır. (…) Kitabın değeri hakkında bir şey söylemek istemiyorum. İyi veya kötü. Bir sanat eseriyle karşı karşıya olduğumuzu anlasak, daha doğrusu anlasalar, bize yetecek.

Oktay Rifat
25 Şubat 1946 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nden…


Ara
10
2010
0

Elias Canetti’nin notlarından… (1959)

Elias Canetti
“İnsanın Sılası (Notlar)”, Çev: Ahmet Cemal, İyi Şeyler Yay., 1996, s.72

Ara
10
2010
0

İmzalı: A. H. Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından ithaflı ve imzalı “Beş Şehir” adlı kitap.

Written by in: Buluntular (Efemeralar) | Etiketler:
Ara
10
2010
0

Bir dize…

(…)
“uyu, denize benze”

Oktay Rifat

Ara
09
2010
0

Haber: “Koleksiyonculuk Kültürü Sorguda”

Bugünkü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan ilginç haberinin kupürü aşağıdadır:

Ara
08
2010
0

“Rimbaud, Verlaine, Mallarmé ve Arkadaşları” Müzayedesi

15 Aralık tarihinde Paris’te, Sotheby’s tarafından “Rimbaud, Verlaine, Mallarmé ve Arkadaşları” adlı bir müzayede gerçekleştirilecek… Eric ve Marie-Héléne B’nin poetik koleksiyonundan birçok kitap, elyazması, mektup, çizim ve fotoğraf müzayedede satışa çıkıyor. Müzayedede yer alacak bazı yapıtların katalog görüntülerini aşağıda paylaşıyorum.

Hamiş: Acaba bizim ülkemizden kim katılacak bu müzayedeye? Büyük ihtimal; “hiç kimse!”.

Rimbaud’un “ILLUMINATIONS” adlı kitabının 1886 tarihli bir baskısı.


Paul Verlaine imzası


Lautréamont’tan yayıncısına ithafen imzalı “Moldoror’un Şarkıları” adlı roman.



Ernest Delahaye’nin 1875-1877 yılları arasına ait olduğu düşünülen
“Rimbaud’un Bir Macerası – İç Mekân” adlı çizimi.

Ara
07
2010
0

(YENİ), SIKI ve SAĞLAM

Başlangıçta şöyle bir girizgâhı -sizlerin önünde- kendime teslim etmem gerekiyor: İlkece, herhangi bir yayın için tanıtım yazısı yazmak gibi kötü alışkanlıklarım yoktur. Herhalde bu yazının ardından da beş-on sene süresince böylesine tanıtım unsurları ihtiva eden başka bir yazı yazmam. Ve eğer “edebiyat ortalığının liyakatsizleri” olarak tanımladığım “kifayetsiz muhterisler”, Kırmızı Yayınevi tarafından Ekim 2010 tarihinde ilk sayısı yayımlanan (Yeni) adlı sıkı ve sağlam dergiye -diğer iyi şeylere yaptıkları gibi- sessizlik suikasti ya da sinsiyet uygulamaya çalışmasalardı şu an okumakta olduğunuz bu yazıyı da kaleme almak zorunda kalmazdım. Aynı zamanda bu yazı, son yıllarda edebiyat ve yayıncılık uzamında boy göstermeye çalışan tüm fetbazlara ve fason dergilere “karşı” oluşmuştur. Yani amacım sadece (Yeni) adlı derginin sıkılığını ortaya koymak değil.

Her şeyden önce (Yeni)’nin “Yenilik” kavramının arkaplanını bilerek yola çıkmış olması beni sevindiriyor; çünkü arkaplanda yer alması gereken “farkındalık” olgusu çoğu derginin ilk sayısında es geçilmiştir. Örneğin, zamanında, Öteki-Siz adlı dergi 1980’den 2003’e kadar yayımlanan edebiyat dergilerinin açılış yazılarını inceleyen özel bir sayı yayımlamıştı. Bu özel sayıda derlenen açılış yazılarını incelediğimizde 1980 sonrası yayımlanan hemen hemen tüm edebiyat, düşün ve sanat dergilerinin tarihsel bir “farkındalık” eş(l)iğinde yola çıkmadığını, çıkamadığını görürsünüz. (Yeni)’nin editörü İsmail Ertürk ise derginin açılış yazısında içinde bulundukları tarihsel ve çevrimsel özelliklerin ayrıntılarını vererek, (Yeni) adlı derginin uzgörüsünü oluşturacak öğeleri, eş(l)ik ettiği farkındalığı uzun bir yazıyla bize iletiyor:

“Avrupa değerlerinin evrenselliğini yitirdiği görüşünün yaygınlık kazandığı bir yüzyıla girdik.(…) Öte yandan, ne Çin, ne İslam ne de bir başka kültür dünyasının, yakın zamanda, Batı’ya seçenek olamayacağı da açık. Batı, bir değerler bunalımında olmasına karşın, iletişim teknolojisinde devrimsel denecek yeniliklerle küresel sanal toplumlar yaratıyor; bilginin internet ortamında, yazıyla ve imgeyle saklanması, dolaşıma sokulması alanlarında yeni bir kültür süreci başlattı.(…) Türkiye’deki değer ve kültür çalkantılarını, korkutan kurumsal sallantıları; Batı değerlerinin zayıflamış olmasını; sınırların, dostluk ve düşmanlıkları yeniden çizmesini güvenilir uygarlık zemininin kayganlaştığı bir döneme rastlıyor olmasından bağımsız düşünemeyiz.”

Dergicilik tarihimizde benzer bir farkındalık bilinciyle –ne yaptığını, ne yayımladığını, ne söylediğini, neyi savunduğunu, nerde olduğunu, nerde yaşadığını, nereye varacağını bilmek sorunsallarıyla- yazarlarını buluşturmayı, birleştirmeyi başaran başka dergiler de olmuştur: Yeni Ufuklar (1952), Yenilik (1953), Yeni Dergi (1964) böylesi dergilerdir. Bu dergiler dönemlerinin bağlamsızlığına, tözsüzlüğüne, keşmekeşliğine, nefret suçlarına, dezenformasyona ve tüm bunlardan beslenen liyakatsizlik ile cehalete karşı bir “sağlam duruş” olarak yayımlanmışlardır. Bu kapsamda düşünüldüğünde dönemlerinin en sıkı dergileridir. Ayrıca, söz konusu dergilerden yetişen isimler bir kuşak sonra edebiyat ve düşün dünyasının mihenk taşları olmuşlardır. Şimdi bugün, (Yeni) adlı dergi de böyledir, böyle bir çizgiden yola çıkmıştır. Hiç çekinmeden söylüyorum, hatta tekrarlıyorum; (Yeni), içinde bulunduğumuz dönemin mihenk taşı olmaya aday tek dergidir.

(Yeni)’nin yayın kurulunda Oruç Aruoba (ki ustamdır), Ali Cengizkan, Oğuz Demiralp, Orhan Tekelioğlu, Gündüz Vassaf gibi isimleri görüyoruz. Bu insanlar edebiyat ve düşün dünyasında “seçkinci” olarak tanınırlar. Daha doğrusu başkaları tarafından hileli bir şekilde “seçkinci” olarak mimlenmişlerdir. Aslında “seçkinci” değillerdir; bu isimleri en uygun ve gerçek tabirle “yetkinci” ya da “yetkinliğe önem verenler” olarak düşünmeliyiz. Yetkinlik, onlar için “töze temas edebilmek”ten geçer. Nihayetinde (Yeni)’nin yayın kurulunun “retorik arsızlığı”nı sevmeyen ve “külyutmaz” diyebileceğimiz insanlardan oluştuğunu ifade etmeye çalışıyorum.

(Yeni)’nin ilk sayısı “Kriz” üstbaşlıklı bir dosyayla yayımlanmış. Dosya kapsamında sıkı sosyolog Immanuel Wallerstein ile “Ekonomik Buhranın Anlamı Üzerine” gerçekleştirilmiş bir söyleşi hemen dikkati çekiyor. Söyleşiyi gerçekleştiren Banu Güven, Wallerstein’a sormuş: “Yeni bir dünya jeopolitik düzeninden bahsediyorsunuz. Bu düzen çoktan kuruldu mu yoksa?” Wallerstein da cevaplamış: “Evet, hem de düzensiz bir şekilde. Artık, egemen güce sahip değiliz, bu nedenle de dünya üzerinde 8-10 bölge güç merkezi haline geldi. Bunların hepsi de birbiriyle olası ittifaklar kurmaya çalışan güçler. Güvenilir değiller. Bir gün biriyle ertesi gün bir başkasıyla birlik olabilirler. Er ya da geç bir düzene oturacaktır. O zaman resmi daha net görürüz. Çokuluslu bir durum söz konusu.” Wallerstein söyleşisinin ardından “Krizden bir yaşama kültürü çıkar mı?” sorgusu üzerine Oruç Aruoba, Soli Özel, Ekrem Işın, Betül Çotuksöken, Enis Batur ve İsmail Ertürk’ün katıldığı bir konuşma/tartışma yer alıyor. Tartışma/konuşma Nermi Uygur’un “Bunalımdan Yaşama Kültürü” adlı kitabı ekseninde başlıyor ve kriz kavramının dehlizlerinde dolaşıyor. Tartışmanın bir yerinde Oruç Aruoba şöyle diyor:

“Olgusal olarak nasıl başladı bu kriz? Mortgage meselesiyle başladı, değil mi? Şimdi öznellik-nesnellik açısından Mortgage’ın temelindeki ekonomi, değer gibi anlayışlarına bakmak lazım. (…) Şu anda üretmekte olduğun değerin üstünde bir değere sahip olabilirsin, ben sana onu vereceğim diyorsun. Mesela adamın ne bileyim aylık geliri 1000 dolar, sen ona diyorsun ki, o 1000 dolarınla sana 70000 dolarlık bir ev vereceğim. Dolayısıyla, ona hangi nesnel yaklaşımı veriyorsun? O da diyor ki, bak 1000 dolara 70.000 dolarlık bir ev alabiliyorum. İcabında da ilerde satarım diyor -100.000 dolara! İyi iş diyor. Üretmediğin, o anda sahip olmadığın bir değerin üstünde bir değere sahip olabiliyorsun. Anlayış bu mu en temelde?! Çuvallayan, çöken anlayış bu.”

Derginin ikinci sayısının dosya konusu ise “Kültür Endüstrileri” olarak belirlenmiş. Delicesine bir merakla bekliyorum bu dosyayı…

(Yeni)’nin ilk sayısında başka birçok şeyin yanısıra Dağlarca’nın daha önce yayımlanmamış iki şiiri, Özer Sayın tarafından İlhan Berk’le gerçekleştirilmiş “Evler tüm dünyayı içine alabilen hapishanelerdir” başlıklı bir söyleşi de bulunuyor. Bunlarla birlikte, sıkı bestekâr İlhan Usmanbaş’ın 1962 tarihli çok ilginç bir yazısı (yeni)den yayımlanmış dergide… İlginçtir Usmanbaş, 1962’de, Opus adlı müzik dergisindeki yazısını şöyle bitirmiş: “Demek, daha uzun süre, ortak değer yargıları ortamını yaratmaya çabalayacağız.”

Sonuçta (Yeni)’yi takip etmek için benim elimde birçok “gerçek neden” var. Ama en sevdiğim gerekçem şu: (Yeni) adlı derginin, “Yedi Sekiz Hasan Paşa”ya benzer bir şekilde edebiyat ve düşün tarihine adını geçirmeye çalışanları önemsizleştireceğini düşünüyorum. Hatta şu son 4-5 senede köşe kapan, cukkalayan bazı “Yedi Sekiz Hasan Paşa”ların köşelerini de yıkacaktır.

Zafer Yalçınpınar
Karga Mecmua, Aralık 2010

Ara
06
2010
0

“EXPRESS”, “ROLL” ve “BİR+BİR” Arşivi

eXpress, Roll ve Bir+Bir adlı sıkı dergiler, yayımlanmış sayılarını pdf biçeminde internete taşıyor: https://birdirbir.org/

Ara
05
2010
0

Kuzgun Acar Anısına Maskeler Sergisi’nden Görüntüler

Evet, sonuçta, Marinetti’nin düşüncesine katılıyorum; çünkü müzelerin mezarlaştığını, sanat galerilerinin ve yapıtların da endüstrileştiğini açıkça görüyorum. Artık, sanat adı altında “iş” yapan mekânlardan -en ünlülerinden, en zenginlerinden, en akademiklerinden, en uluslararası  veya disiplinler arası ilişkilerle donanmışlarından hatta ileri derecede modern olduğunu iddia edenlerden bile- belirgin bir yokoluşun ağıt seslerinin yükseldiğini duyuyorum. Çoğu gerçekten de bu mertebededir, mezarlıklaşmıştır, bitmiştir ve birileri bu mezarların başında -üstelik de ücret ödeyerek- otomatik bir ağıt yakar: Bu mekânlar sanat cahili turistlerin ezbere bir körlükle (öğrenilmiş çaresizlikle)  gezintilerinden, garip bir surat ifadesi eşliğindeki kırıtmalardan, boş bakışlardan, kısacası “turlayışlar”dan başka bir şey ihtiva etmez…

Ancak, bugün Bir Nokta Sanat Galerisi‘nde ziyaret ettiğim “Kuzgun Acar Anısına Maskeler” adlı armağan sergi, önceki paragrafta yer alan olumsuz düşüncelerimi  geçersiz kılacak yönde sıkı, biricik ve etkileyiciydi. İşbu serginin gerçekleşmesinde emeği geçen Didem Çapa’yı, Fersa Acar’ı, Demsa A.Ş.’yi, Jotun Boya’yı  ve Kuzgun Acar’ın anısına maske çalışmaları icra eden tüm sanatçıları tebrik etmek gerekiyor. Çünkü bu insanlar Kuzgun Acar’ın sanatının her zamankinden fazla devinmekte olduğunu, daha da sıkılaştığını, ufuk açıcı niteliklerini ve  tepki dolu eylemselliğini fark etmişlerdir. Benim düşünceme göre edebiyatta Ece Ayhan, müzikte Kerim Çaplı  ve plastik sanatlarda da Kuzgun Acar içsel olarak kardeştir: Bu üç “insan”, keyfi olmayan bir şekilde, her türlü iktidara ve gaddarlığa karşı yapıtlar vermişler ve bu yönde sıkı, sivil, sağlam ve devingen bir sanatsal dil oluşturmuşlardır. Ayrıca, hayatlarını da düşüncelerini de geleceğe uzanan bu özgür dilin yönergesinde -hem içsel hem de dışsal olarak- devam ettirmişlerdir. Sözkonusu devamlılık, bugün, haklılığın inadı şeklinde gerçek bir  “haysiyet” olarak karşımızda durmaktadır. Ve çok değerlidir…

Sergide Kuzgun Acar’ın özel eşyaları, eskiz defteri, hakkında yayımlanan gazete kupürleri, Kafkas Tebeşir Dairesi adlı devrimci tiyatro oyunu için hazırladığı maskelerden bazıları da yer alıyor. Mart 2010’da Kuzgun Acar’ın maskelerinin çoğunun müzayede salonlarında satıldığını duyunca çok üzülmüştük, sinirlenmiştik. (Cavit Mukaddes, bu konuyla ilgili sıkı bir yazı yayımlamıştı.) Şimdi, 30 Kasım 2010 itibariyle gerçekleşen  “Kuzgun Acar Anısına Maskeler Sergisi” bizim beklediğimiz ve memnun olduğumuz türden bir tepkiyi ve müzayedecilere karşı hakikatli bir cevabı da içinde barındırıyor.

Seviniyoruz…

Zafer Yalçınpınar

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm Kuzgun Acar ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=kuzgun-acar adresinden ulaşabilirsiniz.

Ara
03
2010
0

“Her yapıtın tarihinde ölü noktalar olabilir.”(Bilge Karasu)

Gösteri Dergisi’nin Nisan 1981′de tarihli 5. sayısında Bilge Karasu ile Füsun Akatlı’nın gerçekleştirdiği söyleşinin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/bilgekarasusoylesi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Ara
03
2010
0

Söylenecek söz yok…

(…)Söz, akşam üstleri insanı ısıran tatarcıktan başka bir şey değildir. Sözler insana, tatarcıklar gibi eziyet eder, mezarına değin kovalarlar onu. Ama mezardan öteye de gidemezler… Şimdi, sözlerin insanı artık ısıramayacağı yeri geçtim, hava duru, söylenecek bir söz yok, kendi derimin içinde yapayalnızım; kendi derimin içinde, yani olanca mülkümün sınırları arasında…(…)

D.H.Lawrence

“Ölen Adam”, Ataç Kitabevi, Çev: Bilge Karasu, 1962, s.38

Ara
02
2010
0

Sıkı Sergi: “Kuzgun Acar Anısına Maskeler”

30 Kasım 2010 tarihinde Bir Nokta Sanat Galerisi’nde “Kuzgun Acar Anısına Maskeler” sergisi Jotun Boya ana sponsorluğunda açılıyor. Resim, heykel, seramik, cam gibi farklı disiplinlerden yaklaşık 60 sanatçı ve tasarımcının maske yorumlarından oluşan “Kuzgun Acar Anısına Maskeler” sergisinde ayrıca 1975 yılında Mehmet Ulusoy’un Paris’te Özgürlük Tiyatrosu’nda sergilediği “Kafkas Tebeşir” adlı oyun için sanatçı Kuzgun Acar tarafından hazırlanan maskelerin orijinalleri, sanatçının eskiz defteri ve kişisel eşyaları ile yayınlarına da yer verilecek.

Sergide yer alacak sanatçıların isimleri şöyle;

Ahmet Öztürk Levent, Alaettin Aksoy, Alessandro Gatto, Arzu Parten, Ayfer Kalsın, Ayşen Urfalıoğlu, Babek Sobhi, Beril Anılanmert, Burak Ergin, Carlos Brito, Camekan/Gamze Araz Eskinazi&Yasemin Sayınsoy, Can Göknil, Cüneyt Aksoy, Devran Mursaloğlu, Devrim Erbil, Didem Çapa, Ebru Susamcıoğlu, Esra Carus, Eşber Karayalçın, Ferhan Taylan Erder, Feride Bayraktar, Güngör Güner, Hasan Şahbaz, Hayrettin Arslanoğlu, Hayri Karay, Hildegard Skowasch, Hüseyin Tanyeli, İbrahim Tapa, Igor Smirnov, İlker Yardımcı, İrfan Sayar, İsa Çelik, Kadir Doğruer, Komet, Koray Ariş, Lerzan Özer, Malik Bulut, Metin Deniz, Nihal Sarıoğlu, Orhan Taylan, Oya Akman, Refik Tiniş, Reyhan Gürses, Serhat Kiraz, Server Demirtaş, Sevgi Karay, Seyhun Topuz, Sinan Avinal, Su Yücel, Tan Oral, Toygan Eren, Tüzüm Kızılcan, Yasemin Aslan Bakiri, Yasin Bayrak, Yeşim Bayrak, Yılmaz Zenger, Yunus Tonkuş

Sergi 1 Aralık 2010 – 7 Ocak 2011 tarihleri arasında Pazar günleri hariç her gün 09.30–19.00 saatleri arasında izlenebilecek.

Adres: Bir Nokta Sanat Galerisi Yeni Çarşı Cad. Galatasaray Apt. 26/3 Beyoğlu
Tel: 0212–244 91 83

Ayrıca bkz: https://www.bir-nokta.com/etkinlikler.asp?etkinlikid=23&lang=tr

2 Aralık Perşembe günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan kupür…

Hamiş: Bu sergiyi Kuzgun Acar’ın maskelerinin satıldığı müzayedelere karşı bir sanat eylemi olarak düşünebilirsiniz. (Zy)

2. Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm Kuzgun Acar ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=kuzgun-acar adresinden ulaşabilirsiniz.

Ara
01
2010
0

“Şiirde şairane’ye hep karşı oldum…” (Turgut Uyar)

Gösteri Dergisi’nin Nisan 1981’de yayımlanan 5. sayısında Turgut  Uyar ile Tomris Uyar’ın gerçekleştirdiği bir söyleşiye rastladım. İşbu ilginç söyleşinin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/uyarlarsoylesi.jpg adresinden ulaşabiliirsiniz.

Ara
01
2010
1

Boğaziçi Kitap Fuarı: “İstanbul’un tam kalbinde kelimelerin izinde…”

İş çıkışı bir kitap fuarını gezerek günü geri kazanmak istemez misiniz? Ya da öğlen arasını yayın dünyasının gizeminde değerlendirmek? Öyleyse bu tarihi not edin; 17-22 Aralık 2010.

Boğaziçi Kitap Fuarı, Harbiye’de konuşlanmış İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek olan yepyeni bir fuar. “Gelenek Gelecek” teması çerçevesinde pek çok etkinliğin gerçekleşeceği fuar, her gün 10:00 ve 20:30 arasında ziyaret edilebilecek, 20 Aralık 2010 Pazartesi akşamı 23:00’a kadar da açık olacak; Boğaziçi Suare’ye davetlisiniz.

Yerli ve yabancı yayınevleri, yazarlar, akademisyenler, üniversite kütüphaneleri ve Sivil Toplum Kuruluşları’nın katılımıyla gerçekleşecek olan Boğaziçi Kitap Fuarı’nın amacı tarihsel geçmişi, ekolojik yapısı, jeopolitik konumu ile dünyanın en önemli şehirlerinden biri olan İstanbul’un merkezinde, yazınsal alanda üretici olan yerli ve yabancı her kesimin kentlilerle karşılaşmasını sağlamak, iletişim ve etkileşimine olanak vermek ve sonunda üretim sürecine katkıda bulunacak bir platform yaratmak.

İlk yılında Japonya’yı misafir ülke olarak ağırlayacak olan fuar, kendisini öncelikli olarak kültürel bir alan olarak tanımlıyor. E-kitapların, e-kaynakların, e-yayınların, sahafların, fanzin gibi alternatif yayınların da yer alacağı fuar hakkında organizasyondan Funda Önkol ile konuştuk. Her dilden eserlerin de yer alacağı fuar gibi aynı dilden konuşmanın keyfine vardık; burada güzel insanların farkına vardık…

Zafer Yalçınpınar: İlki düzenlenecek olan Boğaziçi Kitap Fuarı’nın “Burada değerli kitaplar vardır” mottosuyla yola çıktığını görüyoruz. Fuarı diğerlerinden farklılaştıran bazı unsurlardan bahseder misiniz? “Değerli Kitap” derken işaret ettiğiniz şeyler nedir?

Funda Önkol: Bu motto aslında bizim değil, biz yalnızca alıntı yaptık. “Burada değerli kitaplar vardır” Osmanlı Kütüphaneleri’nin giriş kapılarına yazılan bir ibare. Bilginin değerini bilenler için kitap kutsaldır. Burada fuar kapsamındaki pek çok çalışmada rastlanacağı gibi, unuttuğumuz değerlerimize atıfta bulunarak onları toplumsal hafızamızın derinlerinden alıp yüzeye çıkarmaya çalışıyoruz.

Bizim yaptığımız işin merkezinde kitap var; yani en değerli olan. Bunu şöyle açabilirim: Dünyada kitap fuarlarını düzenleyenler fuarcılık şirketleri. Türkiye’de de böyle. Yani fuarcılık şirketi bugün kitap fuarı, yarın plastik fuarı, sonraki gün mobilya fuarı düzenliyor. Oysa ki, bizim kurgumuz bunun tam tersi. Biz yalnızca kitap fuarı yapmak için fuarcılık şirketi kurduk; ana ilgimiz fuarlar yapmak değil, kitap fuarı yapmak.

Benim inancım; sosyal olarak son derece yakınlaşan dünyada bundan sonraki dönemde, böyle ruhu olan ve adanılmış işlerin başarılı olacağı yönünde. Genel olarak tüm dünyada kitap fuarlarına ilginin hızla azalmasının, fuarcılık şirketlerinin dönüşerek bu değişime hızlı uyum gösterememesinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Bizim diğer kitap fuarlarından temel farkımız bu olacak. Bu temel fark netice olarak tüm detaylara da nüfuz etmiş durumda.

İpek Tuna: Fuarın adını ilk duyduğumda aklımda, artık pek de dikkat etmediğimiz “Boğaziçi”nde, bir fuarın, yaşadığımız bu kaotik ama güzel şehirin bir süredir hızla kaybettiği özelliklerine yeni bir artı olacağı canlandı. Eski şarkılardan, şiirlerden esen bir hissiyat. Fuar, tıpkı Boğaziçi gibi dolaysız bir bilgi aktarımı sunmaya hazır mı?

F.Ö.: Boğaziçi derken; bu su yolunun gerçekten de ortak hafızamızda çok gerilere itilimiş mitolojik, jeolojik, tarihi ve ekolojik izlerine atıfta bulunmak istedik. Görünmeyeni ya da görmezden gelineni biraz da olsa görünür kılarak yeni değerlerin filizlenmesine katkıda bulunmak bizim için önemli. Yol göstermekten ziyade, yola çıkmaya niyetli olanlara mümkün oldukça çok seçenek sunmak istiyoruz. Sanırım bu da en dolaysız, en özünde bilgi aktarımı demek.

Z.Y.: Fuarın içerdiği yeniliklerle “kültür endüstrisi”ne karşı bir tepki olarak yola çıktığını söyleyebilir miyiz?

F.Ö.: Bir açıdan öyle. Boğaziçi Kitap Fuarı’nda çokça alternatif çalışmaya yer veriyoruz. Aşina olduklarımız ve yıldız olanların yanında, görünür olmayan pek çok yayını, akademisyeni, yazarı, yayıncılığa ve kitaba emeği geçmiş kahramanları sahneye çıkarıyoruz.

Gündelik hayatlarımızda müthiş bir bilgi bombardımanı altındayız. Hızla giden bir trenin penceresinden dışarıyı seyrederken gördüğümüz, formunu tam da algılayamadığımız cisimler gibi, bilgiler de zihnimizin penceresinden gelip geçiyor. Bizde en çok yer edenler, en çok tekrarlananlar yani en çok reklamı yapılanlar. Kimse dönüp, kompartmanda karşısında oturan yolcuya bakmıyor. İşte biz katılımcıları pencerenin dışındaki noktalara da bakmaya davet ediyoruz.

Diğer kitap fuarlarında yer verilmeyen fanzinlere, e-dergilere, kâr amacı gütmeyen özgür neşriyata elimizden geldiğince alan açıyoruz. Binlerce izleyicisi olan bu çalışmaların, kendileri de mevcut “kültür endüstrisi”nin parçası olmayı tercih etmeyen adsız yaratıcılarını tanıtmaya çalışacağız.

İ.T.: Fuar için “anarşist bir kitap fuarı” diyebilir miyiz? Fuarın bölümleri ve katılımcıları, önem verdiğiniz kriterler, değer verdiğiniz yayın kaynakları bu düşünceye itekliyor. Karşılaştığınız zorluklardan biraz bahseder misiniz?

F.Ö.: Bu sıfat çok iddialı olur. Bu çağda, bu dünya düzeninde gerçek bir anarşist olmak mümkün mü? Sonunda, fuar düzenlemek için pek çok yasal zorunluluğu yerine getirmek gerekiyor. Nitekim bu işi yapmak için bir şirket kurmak da bu zorunluluklardan biri. Sonra fuar düzenleme yetki belgesi almak, fuarı TOBB listesine kaydettirmek gibi resmi işlemler var.

Hal böyleyken, teknik olarak anarşistlikten söz etmek güçleşiyor. Ama yine de belirttiğiniz gibi, içerdiği konular, konukları, köklendiği noktalar bugüne kadar alışılmış olandan uzak. Kabul edilmiş ve alternatifsiz gibi görünen ana akışın dışında, yeni akışları zorluyoruz. Ziyaretçileri fuar alanına giriş anından itibaren başka tür bir dünyanın içine sokmaya çalışıyoruz. Fuar alanına girenler yalnızca daha ucuz kitap alıp gitmekle kalmayacak…

Şaşırtıcı bir şekilde karşılaşacağı haikular, yaratıcı düşünceyi tetikleyici atölyeler, performanslar katılımcılara alternatif yaklaşımları tanıştıracak. Toplumları kültürel alanda ilerleten, marjinal diye nitelediğimiz, kenar çizgilerini zorlayan, sınırları öteleyen, itekleyen çalışmalardır.

Dönüşüm zor ve kimi zaman da ürkütücü bir şey. Özellikle Türk insanının derininden gelen şüpheci ve güvensiz yaklaşımı her konuda olduğu gibi bu fuarda da sorun oldu. Ancak ben gelecek yıl bu sorunu aşacağımıza inanıyorum.

Z.Y.: Fuarda internet sitelerine, fanzinlere yani özgür neşriyatlara da yer veriyorsunuz. Sanırım geleceğin, internet yayıncılığında ve özgür neşriyatlarda yuvalandığına inanıyorsunuz…

F.Ö.: Umberto Eco İskenderiye Kütüphanesi’nin açılışında yaptığı konuşmada üç tür hafızadan söz ediyor; organik, mineral ve bitkisel… Organik hafıza beyinlerimiz, mineral hafıza önceki bin yıllarda üzerine işaretlerle yazılan tabletler ve taşlardı, bugün ise bilgisayarlardaki silikon. Bitkisel hafıza ise, papirüsten başlayarak günümüzde kitap yayıncılığında kullanılan çeşit çeşit kâğıtlar. Ben de silikon hafızanın pek çok pratik üstünlüğü ve kolaylığı olsa da, bitkisel hafızanın vazgeçilmez olacağını düşünüyorum.

Ancak özgür ortamda, son derece ucuz maliyetlere, hatta şu anda bloglar, blog tabanlı siteler sayesinde yalnızca zamanınızı yatırarak yaratabileceğiniz silikon yayınların, kesinlikle yeni düşüncelerin kaynağı olacağına inanıyorum. Yeniçağların önemli yazarlarının bu mecralardan çıkacağını düşünüyorum. Diğer yandan da, bu tür yayınların kitap okuma alışkanlığını olumlu yönde etkileyeceğine inanıyorum. Ülkemiz gibi kitap okuma alışkanlığının son derece düşük olduğu bir ülkede bu tür kaynaklar insanları kesinlikle kitaplara yöneltecektir. Kitap vazgeçilmez olandır.

İ.T.: Boğaziçi Kitap Fuarı’na gelen kitlenin beklentisi nasıl olmalı? Sizin gelen kitleden beklentileriniz nelerdir?

F.Ö.: Ziyaretçiler mümkünse hiçbir beklentiyle gelmesinler. Yalnızca “merak”larını yanlarını almayı unutmasınlar. Bu arada, bana böyle güzel ve incelikli sorular sorarak bu kitap fuarının ortaya çıkmasına neden olan düşünceleri ve duyguları irdeleme olanağı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

Z.Y. & İ.T.: Biz çok teşekkür ederiz…

Boğaziçi Kitap Fuarı İlgili Bağlantıları:

Boğaziçi Kitap Fuarı: https://www.bogazicikitapfuari.com/
Online fuar davetiyesi: https://www.bogazicikitapfuari.com/index.php?do=InvitationForm
BKF Twitter: https://twitter.com/bogazicikitap
BKF Facebook grup: https://www.facebook.com/group.php?gid=223976655188

Ara
01
2010
0

“Yer6 Hafıza” Projesi Üzerine…

Birgün Gazetesi’nde Janset (Karavin)’in “Yer6 Hafıza” adlı projesi hakkında ayrıntılı bir yazı yayımlandı. Yazıya https://www.birgun.net/culture_index.php?news_code=1291129118&day=30&month=11&year=2010 adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
29
2010
0

Şiirin Metafiziği 1 (Vedat Kamer)

I

“Felsefe, dünyanın gerçekliğini ararken, hep, şiirin gerçekliğini bulur — dünyayı kendisinden önce belirlemiş; onu gerçek kılmış olan, şiirin… Şiir dünyayı gerçekler — peşinden de felsefe gelir, ‘topallayarak’: dünyayı düzenlemek için…”[1] — Oruç Aruoba

2004 yılında şiirin metafiziğine önhazırlık yaparken[2], rainer’in imge’ye düzenlediği suikaste tanık olmuştum. imge[3] o suikastte üçüncü anlamından yaralanmış, rainer de almanya’ya kaçmıştı. imge’nin üçüncü anlamı eminim çoktan iyileşmiştir, fakat rainer’in sorusu aynen duruyor: “dilin yapıtaşı nedir?”

bu sorunun cevaplanmasındaki en önemli engellerden biri olan imge hâlâ yaşıyor, ilhan berk ise öldü. ilhan berk’in logos’unun 40. önermesi şöyledir: “şairin umudu yoktur”[4]. dünyadaki herşeyin düzenini tayin eden aristoteles, şiirin düzenini de tayin etmiştir. biz aristoteles’in düzenine sahip çıkmayacağız elbette, fakat poetikaya sahip çıkacağız, poetika’nın düzenine.

poetika ontolojik ve epistemolojik bir temel üzerine inşâ edilebilir. ancak böyle bir temel üzerine inşâ edilmiş bir poetika, bir evren tasavvuru olarak, şairin hayatını kuşatacaktır.

artık şair kendi poetikasını kurmalıdır: poetikası şaire logosunu gösterecektir — logos poetikadır.

II

“Şiir, bu yüzden, en üst-düzey gerçekliktir : herhangi bir ‘gerçek’ kaynağından çıkmadan, hatta, salt hayalden çıkarak, en güçlü biçimde, kendi kendisini, gerçekliğe, bir saltık gerçek olarak, yerleştirir.”[5] — Oruç Aruoba

şiirin yapıtaşını resim[6] (image) olarak alan bir poetika için müzik ile şiirin dile getirme olanakları eşdeğerdir. notaların soyut niteliğinin sözcüklere göre fazla olması hep bir karşı argüman olarak sunulmuştur. fakat şair de müzisyen de sanatını icra ederken resimlerini daraltmak zorunda kalır; okur ya da dinleyici de sanat eserini kendi resimlerine genişletir, dolayısıyla da olanaklılıkları eşdeğerdir.[7] şiirde resimleri okura çağıran şey eğretilemedir. eğretileme sözcüklerden meydana gelmiş olsa bile o sözcüklere dair hiçbirşey taşımayabilir. dolayısıyla sözcüğün dile getirme olanaklarını kısıtlama etkisi, enstrümanın dile getirme olanaklarını kısıtlamadaki etkisiyle benzerdir.

şiirin içten okunması[8] eğretilemelerin resim çağırma gücünü artırır. çünkü şiir içsesimize olabildiğince dolaysız temas etmelidir. harflerin havayla teması sözcükleri oksitlendirir. bu da eğretilemelerin saflığını azaltır. işte bu yüzden şiirin başka şeylerle temasından hazzedilmez.

artık ludwig van beethoven’ın 9. senfonisi çalabiliriz.[9]

Vedat Kamer


[1] oruç aruoba, hani, istanbul, metis yayınları, 2001, s. 86
[2] vedat kamer, “şiirin metafiziğine önhazırlık ya da rainer’in lou’su için imgeye suikast”, öteki-siz, sayı: 4, ocak-şubat 2005, s. 93 (bkz: https://bit.ly/siirinmetafizigi)
[3] imge şiirimizde hem eğretileme hem de bu eğretilemenin zihnimizde bıraktığı resim (hayal?) için kullanılıyor. dolayısıyla gösteren ile gösterilen arasındaki ayrım da ortadan kalkıyor. imge’nin kökünü im oluyor olsaydı, im’in (eğretilemenin) işaret ettiği de imge (resim?) olacaktı.
[4] ilhan berk, logos, istanbul, yapı kredi yayınları, 2001, s. 61
[5] oruç aruoba, hani, istanbul, metis yayınları, 2001, s. 82
[6] imge sözcüğünün ingilizcesi de fransızcası da image’tir. fakat tersi geçerli değildir. image dilimize imge, resim, görüntü, hayal, imaj olarak çevrilir. ingilizce’de image’ten türetilen imagine (hayal etmek), imagination (hayalgücü, imgelem) ile birlikte yakın anlamlı picture (resim), vision (görüntü) ve dream (rüya) sözcükleri de mevcuttur. imagination’ın nesnesi image’tir. dolayısıyla da türkçe’de imagination’ı hayalgücü/imgelem olarak çeviriyorsak, image’i de hayal/imge olarak kullanmak doğru olacaktır. fakat imge’nin eğretileme yerine de kullanılıyor olması gösteren ile gösterilen ayrımını yapmak bakımında kavramı işlevsiz hale getirmektedir. bu ayrımı belirgin hale getirebilmek için, daha önce de yaptığımız gibi, image’e karşılık olarak şimdilik resim’i kullanacağız.
[7] eğer şiir, şairin ve okurun zihninde aynı resmi yaratabilseydi, o vakit müzik lehine bir olanaklılıktan söz etme durumumuz daha olurdu. ama neyse ki resimlerin benzerliği ile sanat eserinin estetik değerleri açısından herhangi bir formül üretebilmek mümkün değildir.
[8] şiire ait mümkün bir öğe olarak müzikten söz edebiliriz. şiir ister içten okunsun ister sesli bir içmüzik barındırabilir. bu içmüzik eğretilemenin bir parçası olarak şiire konumlanır.
[9] beethoven 9. senfoniyi bestelediğinde tamamıyla sağırdı.

Kas
29
2010
0

“Sonunda baktım ki o dil de şiirin dışında değilmiş meğer.” (İlhan Berk)

(…)
Özer Sayın:
“Nesneler, imgeler gibi şairlere verilmiştir ama korku saçarlar. Bunu hep yaşadım,” diyorsunuz…
İlhan Berk: (…)Ev garip bir varlıktır; ne kadar kaçarsanız kaçın sizi her yerde bulur. Ev o kadar büyük bir kavramdır ki tüm dünyayı alabilir içine. Ancak, “ev” sözcüğünün içinde sıkışabilirsiniz  de çünkü ev aynı zamanda bir hapishanedir.
Bazen sözler değil, birtakım denklemlerle ilgilenirim, çünkü çok açık bir şekilde kendini ifade edebilir. Şiir ve düzyazı dışında kendini en iyi ifade edenler denklemlerdir.
Sanıyorum ki ev tek başına yaşayamadığı için canı sıkılmaktadır. Birçok insanın evinin olması, ayrı bir sıkıntı kaynağıdır. Evi olan, sıkıntısını da içinde taşıyor demektir. İnsani bir baskıdır bu…
(…)
Özer Sayın: Nesnelerle ilgili şiirlerinizin bazı kısımları düzyazıya dönüşüyor. Hatta bir felsefe metnine yaklaşıyor.
İlhan Berk: Evet, şiirlerim zaman zaman felsefe metinlerine iyice yaklaşıyor. Nesneleri yazmak istediğimde, ilk olarak nasıl bir dil kullanacağımı düşündüm. Ve nedense şiir dili ile değil de düzyazı kullanılması gerektiğine inandım. Elimden geldiğince şiire yaklaşmamasını istedim, çünkü anlatmak istediğim, nesnenin şiir dışındaki durumuydu. Bunu gerçekleşttirecek dili de düzyazıya yakın bir dille buldum. Ancak, sonunda baktım ki o dil de şiirin dışında değilmiş meğer.
(…)

(yeni) Dergisi, Sayı:1, 2010, ss.189-190

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm İlhan Berk ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

“Köprü” (İlhan Usmanbaş)
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=4199

Kas
29
2010
0

“Köprü” (İlhan Usmanbaş)

Sıkı besteci Usmanbaş’ın “Köprü” adlı yazısı ilk önce “Opus” adlı derginin 1962’de yayımlanan ilk sayısında yer almış… Yazı, güncelliğini ve uzgörüsünü koruduğu için olsa gerek, Eylül 2010’da yayın hayatına başlayan “(yeni)” adlı sıkı ve sağlam dergi de işbu yazıya ilk sayısında yer vermiş… Yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/usmanbaskopru.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Birtakım “Yedi Sekiz Hasan Paşa’lar” (yeni) adlı dergi üzerine “ileri-geri-geri-ileri” konuşmaktalar… Diğer taraftan, başka türlü Yedi Sekiz Hasan Paşa’lar ise (yeni)yi yok saymak, (yeni) üzerine sessizlik suikasti uygulamak için susmaktalar. Her iki Yedi Sekiz Hasan Paşa taifesine de cevap olsun diyedir, (yeni) dergisi üzerine bir yazı kaleme almaktayım. Yazı, Karga Mecmua’nın  Aralık sayısında yayımlanacak…(Zy)

Kas
28
2010
1

“Haydarpaşa Garı Yangını”

Fotoğraf, Radikal Gazetesi arşivindendir.

Bkz: https://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1030602&Date=29.11.2010&CategoryID=77

fotoğraflar: Zeliha Şengöz

https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/fotograf/08_hpasa.jpg

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Kas
27
2010
0

Bir haiku…

hep fide fidan
bütün gece düşümde-
kalk dik hepsini

Nail Bezel

Kas
25
2010
0

Sergi: “Epik” (Elif Yıldız)

“Gazetesini doğru katlayamadığı için haberleri doğru okuyamayan ve bu yüzden birçok şeyden çok sonra haberi olan insanların yarattığı traji-komik durum bu serginin konusu olabilir.” (Elif Yıldız)

“Epik” – Elif Yıldız
illüstrasyon & karikatür sergisi
17- 31 Aralık 2010
KargART / Kadıköy
Kadife Sok. No: 16

Sergi Açılış: 17 Aralık Cuma, Saat: 20:00

Facebook Etkinlik Bağlantısı: https://www.facebook.com/event.php?eid=125751844152389

Hamiş: Elif Yıldız’ın bazı çalışmalarına https://illustratorsculptor.blogspot.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
24
2010
0

Korkuyorum Jean-Luc Godard (Selda Salman)

Grizine taifesinden Selda Salman, Jean-Luc Godard’ın son filmi Film Socialisme üzerine yazmış… Yazının tam metnine https://www.grizine.com/2010/11/24/korkuyorum-jean-luc-godard/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Jean-Luc Godard ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?s=godard adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com