Oca
06
2013
0

Kurgunun Eylem Kapasitesi ya da “Özgürlük Tahayyülü”

(…)fenomenolojik bakış açısından özsel olan şey, bu gücün dolaysız kesinliğini, ancak bu kesinliğe aracılık eden tahayyül mahsülü çeşitlemeler üzerinden kavrayabilmemdir.

Böylece projelerimin basit modellemesinden, arzularımın tasvir-edilebilirliğine, oradan da tahayyül mahsülü “muktedirim” çeşitlerine doğru bir ilerleme söz konusudur. Bu ilerleme, pratikte mümkün olanın genel bir fonksiyonu şeklinde tahayyül fikrine işaret eder. Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi’nde tahayyül gücünün “özgür oyunu” terimi altında müjdelediği şey, işte bu genel işlevdir.

Tahayyül gücünün özgürlüğü bakımından girilmesi gereken bir konu da, özgürlük tahayyülünün nasıl bir şey olabileceğidir. Ancak burada, düzayak bir bireysel eylem fenomenolojisi artık yeterli değildir.  Şüphesiz bu fenomenoloji, tahayyül gücüne tümüyle taklide dayalı bir işlev yüklemekle çizilen sınırları geride bırakmıştır. (…)

Paul Ricoeur
“Söylem ve Eylemde Tahayyül Gücü”, Brüksel, 1976
“Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek”, Derleyen: G. Robinson & J. Rundell
Çev: Ertuğrul Başer, Ayrıntı Yay., 1999, s. 183

Ayrıca bkz:
https://evvel.org/soylemde-tahayyul-gucu
https://evvel.org/soylemde-tahayyul-gucu-ii
https://evvel.org/kurgunun-heuristickesfettirici-gucu

Oca
03
2013
0

Kurgunun Heuristic(Keşfettirici) Gücü

(…) Şiirsel dilin tertiplediği olumlu kuvveti analiz ettiğimizde görürüz ki metaforik süreçle yarılan sadece anlam değil; aynı zamanda göndermedir. Burada bertaraf edilen öğe, günlük dilde nesnelere başvurmak için -ki istemlerimizden birine; kontrol ve yönlendirme amaçlı birincil istemimize denk düşer- yaptığımız tipte bir göndermedir. Şiirsel söylem, bu istemi ve onun hüküm sürdüğü anlam küresini askıya alarak, sökülmez bir şekilde yaşam dünyasına eklenmemizi, daha doğrusu bu tür bir eklenişin ufuktan uç vermesini sağlar; kendi varlığımızı başka varlıklara ve genel olarak Varlığa iliştiren ontolojik bağın ifade edilmesini sağlar.
(…)
Kurgu ve yeniden betimleme arasındaki bu bağ, model teorisinde ve dolayısıyla, şiirsel dilin dışındaki alanlarda, bazı düşünürler tarafından kuvvetle vurgulanmıştır.Kurgular belirli şiirsel söylem modelleri için ne anlama geliyorsa, modellerin de bilimsel söylem biçimleri için aynı anlama geldiğini önemle belirten koca bir külliyat vardır. Kurgu ve modellerdeki ortak özellik bunların “keşfettirici” kuvvetidir, yani eski bir betimlemeye inancımızı askıya alarak, gerçekliğin yeni boyutlarını görüşe açma ve serimleme (unfold) kapasitesidir.
(…)

Paul Ricoeur
“Söylem ve Eylemde Tahayyül Gücü”, Brüksel, 1976
“Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek”, Derleyen: G. Robinson & J. Rundell
Çev: Ertuğrul Başer, Ayrıntı Yay., 1999, ss. 178-179

Ayrıca bkz:
https://evvel.org/soylemde-tahayyul-gucu
https://evvel.org/soylemde-tahayyul-gucu-ii

Ara
27
2012
0

Söylemde Tahayyül (Gücü)

(…)imge,(…) dilden nasıl devşiriliyor olabilir?
Paradigmatik bir örnek olarak şiirsel imgenin analizi bize belli bir cevap tohumu sağlayacaktır. Şiirsel imge, şiirin, belli bir dilin eseri olarak, belli şartlar altında ve belli usullere göre ortaya serdiği bir şeydir. Buradaki usul, Gaston Bachelard’ın Eugene Minkowski’den ödünç aldığı ifadeyle, yankılan(dır)maktır (reverbation). Fakat bu usulü anlamak için önce söz konusu yankılanmanın görülen şeylerden değil; söylenen şeylerden geldiğini fark etmek zorundayız. O nedenle öncelikle ele alınması gereken şey, tahayyül-mahsülünün yaratılmasına imkân veren söylemin koşulları sorunudur.
(…)Metafor adeta, söyleme bir beden, bir şekil, bir yüz vermiş gibidir. Ama nasıl? (…) Bunu anlamak için işe Aristo’nun meşhur saptamasıyla başlayalım: “İyi bir metafor… benzeri kavramaktır.” Ama bunu fikirlerin gruplandırılması cinsinden yorumlarsak, (metanomi ve simge-adlarla geçerli kuralın, yani bitişiklik esasında gruplandırmanın aksine) benzerlik esasında gruplandırma şeklinde algılarsak, buradaki benzerliğin rolü hakkında tümüyle yanılırız. Benzerlik, bizzat, olağandışı yüklem kullanımının bir fonksiyonudur. Dört bir yana dağılmış anlam alanları arasındaki mantıksal mesafenin bir anlam şoku yaratarak, metaforun anlamını tutuşturan bir sarsıntı yaratarak kapandığı bir “uzlaşma” ihtiva eder. Tahayyül, yeni bir yüklemsel uygunluğun idrakidir, ansızın görülmesidir. Benzerliğin, yüklem süreciyle aynı yapıda bir süreç olduğunu vurgulamak için buna yüklemsel özümleme de diyebilirdik. Bunların hiçbiri, şu eski görüşten, fikirlerin gruplandırılması görüşünden çıkartılamaz; çünkü orada zihinsel atomların mekanik çekimi söz konusudur. Tahayyül etmek evvela ve hepsinden önce anlam alanlarının yeniden yapılandırılmasıdır. Wittgenstein’ın Felsefi İncelemeler‘deki ifadesiyle, “gibi görme…”dir.
(…)

Paul Ricoeur
“Söylem ve Eylemde Tahayyül Gücü”, Brüksel, 1976
“Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek”, Derleyen: G. Robinson & J. Rundell ,
Çev: Ertuğrul Başer, Ayrıntı Yay., 1999, ss. 175-176

Ara
24
2012
0

“İmgelem” nedir?

(…)
Tahayyül gücü sorununu deşmek isteyen felsefi bir araştırma, daha başlangıcından itibaren bir dizi engel, paradoks ve ayakbağıyla karşılaşır; çağdaş felsefede tahayyül gücü sorununda yaşanan göreli tutulmanın nedeni belki de budur.

Bir kere genel tahayyül gücü sorunu, “imge” teriminin deneysel bilgi teorisinde kötüye kullanılması  sonucunda kazandığı kötü şöhretten mustariptir. Çağdaş semantikteki “psikolojizm”in yol açtığı itibar kaybı  –mantıkçıların ve dilbilimcilerin gözünde— “anlam”(sense) teorisinde tahayyül gücüne yapılan göndermelere de sirayet eder (bu bakımdan sadece Gottlob Frege’yi ve onun bir önermenin veya sözcüğün –“nesnel” ve “ideal” anlamda— “anlamı” ile onun her durumda “öznel” ve tümüyle “olgusal” olarak kalan “temsili/tasavvuru” arasında yaptığı ayrımı zikretmemiz yeter). Davranışçı psikoloji aynı şekilde, özel, gözlemlenemez ve zihinsel kendilikler olarak gördüğü imgeleri ortadan kaldırma derdindedir.

(…) kökleri geçici bir ruh halinden ya da bir ortam sorunundan daha derinlere uzanan bir şüphe var. Bu şüphe Gilbert Ryle’ın “Concept Of Mind” adlı çalışmasında güçlü bir şekilde dile getirilir. “Tahayyül (gücü)” deyimi tek, yekpare bir görüngüyü mü niteliyor yoksa sadece uzak bir şekilde ilişkilendirilmiş bir deneyimler toplamını mı? Gelenekte, terimin en az dört kullanım şekline rastlıyoruz. Terim her şeyden önce, orada bulunmayan ama başka bir yerde var olan bir şeylerin rastgele zihinde uyanmasını anlatır; bu zihinde uyanma, bulunmayan bir şeyin, herhangi bir şekilde burada ve şimdi bulunan şeylerle karıştırılmasını ima etmez.

Buna yakın ikinci bir kullanımda terim, portreleri, tabloları, çizimleri, şemaları vb şeyleri niteler; bunların hepsi de fiziksel bir varlığa sahiptir ama işlevleri, temsil ettikleri şeylerin “yerini almak”tır.

Anlamını daha da gerdiğimizde, imgeleri, orada-bulunmayan şeyleri değil, var olmayan şeyleri akla getiren kurgular olarak adlandırırız. Ancak bu kurgular, düşlerden –uyku imalatları-, oyunlar ve romanlar gibi tümüyle edebi bir varoluşa sahip icatlara kadar değişen bir yelpaze oluşturur.

Son olarak imge terimi, yanılsama alanına atfedilir, yani dış bir gözlemciye ya da sonraki bir tefekkürün sonucuna göre orada-bulunmayan ya da var-olmayan şeyler alanına havale edilen; ama özne açısından ve öznenin dikkatini onlara yönelttiği durum çerçevesinde kendi nesnelerinin gerçekliğine inanılması için çırpınan temsillere/tasavvurlara atfedilir.

Peki, orada yok-farkındalığı ve yanılsamalı inanç veya mevcudiyet yokluğu ve sahte-mevcudiyet arasında ortak olan nedir?

Bu derin çift anlamlılığı aydınlatmaktan ziyadesiyle uzak bir felsefi geleneğin kaydettiği tahayyül gücü teorileri, sorunu çözmek yerine, bu geniş temel anlamlandırmalar yelpazesinde neyin paradigmatik olarak kabul edilmesi gerektiği konusunda kendi aralarında bölündüler. O nedenle her durum için ayrı, tek anlamlı –ama rakip- tahayyül teorileri inşa etmek gibi bir eğilim ortaya çıktı. Bu teorilerin oluşturduğu yelpaze iki farklı eksen üzerinde kat edilebilir: nesne açısından mevcudiyet ve yokluk ekseninde; özne açısından büyülenmiş bilinç ve eleştirel bilinç ekseninde.

İlk eksen boyunca imge, sırasıyla Hume ve Sartre tarafından resmedilmiş iki karşıt teoriye tekabül eder. Bu ilk eksenin ucunda imge, zayıf bir mevcudiyet anlamında salt bir iz olarak nitelenebilecek bir şeyin algısına gönderilir; tüm yeniden üretici tahayyül gücü teorileri bu kutba meyillidir. Eksenin öteki ucunda imge, esas olarak yoklukla ilişkili olarak, mevcuttan-başka olarak düşünülür; üretici tahayyülün çeşitli anahtar figürlerinin –portre, düş,kurgu- hepsi de farklı yollardan bu asli başkalığa gönderme yapar.

Üretici tahayyül gücü ve hatta yeniden üretici tahayyül gücü, orada-mevcut olmayan şeyin zihinde canlandırılmasından mürekkep asgari bir inisiyatif barındırdığı oranda, ayrıca ikinci bir eksen boyunca da konumlanır; bu eksende ayırt edici etmen, tahayyül-mahsülü ile gerçek arasındaki fark konusunda tahayyül öznesinin eleştirel bir farkındalık göstermeye muktedir olup olmadığıdır. (…) İmge teorileri bu kez noetik (akli faaliyetle ilgili) bir eksen üzerinde yerlerini alırlar. Eksenin bir ucunda –ki külliyen eleştirel bilinç yokluğuyla tanımlanır- imge gerçekle karıştırılır, gerçek diye alınır. (…) Eleştirel mesafenin tümüyle kendisinin bilincinde olduğu eksenin diğer ucunda tahayyül gücü bu kez gerçeklik eleştirisinin bir aracı olarak iş görür. Husserl’ci aşkın indirgeme, bir varoluş nötralizasyonu olarak, bunun kusursuz bir örneklenmesidir.

İkinci eksen boyunca kaydedilen anlam değişiklikleri birinci eksenden hiç de az değildir.
(…)

Paul Ricoeur
“Söylem ve Eylemde Tahayyül Gücü”, Brüksel, 1976
“Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek”,  Derleyen: G. Robinson & J. Rundell ,
Çev:  Ertuğrul Başer, Ayrıntı Yay., 1999, ss. 171-174

Ara
22
2012
0

E V V E L, şiire bakar…

İlhan Berk
“BAKMAK”

Dergilerdeki Yazıları (1962-65 ve 1975-77)

Hazırlayan: Zafer Yalçınpınar
Mart 2011

indir
(PDF/60 Mb.)

*

1962-65 ve 1975-1977 yılları arasında “Yeni Ufuklar” ile “Milliyet Sanat” adlı dergilerde yayımlanan bu inceleme yazılarının bütününü, imgelem, şiir dili, dize tekniği, doğu-batı şiiri gibi konular kapsamında çok değerli, İlhan Berk’in kendi poetikasına ilişkin ayrıntılı açıklamaları kapsamında ise örneklerle dolu ve aydınlatıcı bir derleme olarak görüyorum. Ayrıca, İkinci Yeni şiir akımının 1950′den günümüze uzanan imgesel yaklaşımındaki kökenleri, getirdiği yenilikleri ve oluşturduğu poetikanın gerekçelerini de İlhan Berk’in bu güçlü inceleme yazıları aracılığıyla kavrıyoruz. (Zy)

*

*

Kas
26
2012
0

EY KARANLIK MAVİ GÜNEŞ (M. Erdost, 1961)

Papirüs Dergisi’nin Ankara’da yayımlanan ilk serisinin
1961 tarihli 4. sayısından alıntılanmıştır.

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları”nın tümüne https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
12
2012
0

Buluntu: Karşılaştırmalı Tarih ve Şiir (Ece Ayhan)

Kitap-lık Dergisi’nin Ocak-Şubat 2002 tarihli 51. sayısında Ece Ayhan’ın kaleminden çıkmış ilginç bir betikle karşılaştım. Kendimce “Tarihsel Senkronizasyon” olarak gördüğüm, “Karşılaştırmalı Tarih ve Şiir” başlıklı bu betiğin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/karsilastirmalitarihvesiir.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Not: İşbu betiği, Temmuz 2002 tarihindeki vefatından 6-7 ay önce (kısa bir süre önce) Ece Ayhan tarafından kaleme alınmış olması bağlamında da çok önemsiyorum.

Zy

Hamiş: Evvel fanzin kapsamında yayımlanan “Ece Ayhan” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/ece-ayhan adresinden ulaşabilirsiniz.

2. Hamiş: “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşılıyor…

Eyl
08
2012
0

Buluntu: “Çok Eski Adıyladır” ve Ece Ayhan’ın Dipnotları, Çağrışımları, Açıklamaları, Tashihleri

Bugün, Ece Ayhan’a ilişkin önemli bir buluntuya erişmenin sevincini yaşıyorum;  archive.org adresinde yer alan “pdf” biçemindeki dosyaların arasında, Adam Yayınları tarafından 1982’de yayımlanan “Çok Eski Adıyladır” başlıklı şiir kitabının ilginç bir nüshasını fark ettim. PDF dosyasının açıklamasında “Ece Ayhan’in kendi elyazısı ile sayfa kenarlarına aldığı notları içerir” ibaresini gördüm ve nüshayı incelemeye karar verdim. Gerçekten de “Çok Eski Adıyladır”da yer alan şiirlerin tarihsel arkaplanına ve Ece Ayhan poetikasının imgesel ya da yaşamsal alan derinliğine dair birçok el yazısı dipnot(açıklama ve tashih) sayfaların üzerinde yer alıyor. El yazısının Ece Ayhan’a ait olup olmadığı noktasında karar vermek için arşivimde yer alan tüm Ece Ayhan el yazılarıyla bu dokümandaki el yazılarını karşılaştırdım. Birçok harfin ve kelimenin yazılışında yüksek oranda örtüşme bulunuyor, ancak şekilsel olarak hâlâ kesin bir şey söyleyemiyorum. Bununla birlikte, alınan notlardaki tarihsel  bilgiler ve çağrışımsal öğeler, Ece Ayhan’ın şiirlerine ilişkin başka kaynaklarda verdiği açıklamalarla son derece uyuşuyor, el yazılarının dilindeki unsurlar da Ece Ayhan’ın söyleyişiyle örtüşüyor. Dipnotlarda açıklanan bazı konuların tarihsel/imgesel çerçevesini daha önceden okumuş/araştırmış biri olarak, dipnotların Ece Ayhan’a ait olduğunu ve tutarlı açıklamalardan oluştuğunu sanıyorum. “Çok Eski Adıyladır” adlı kitabın bu ilginç nüshası şu an https://archive.org/details/CokEskiAdiyladir adresinden indirilebiliyor (38 Mb). Söz konusu nüshayı, kimin bu adrese yüklediğini bilmiyorum, ancak, Ece Ayhan’a ilişkin bu buluntunun çok verimli, aydınlatıcı ve önemli bir paylaşım/araştırma değeri taşıdığı aşikâr…

Sahicilikle
Z. Yalçınpınar

Ece Ayhan’ın “Çok Eski Adıyladır” adlı şiir kitabına ilişkin birkaç özel not:

1-Ece Ayhan bu kitabı için “Çok Eski Adıyla İstanbul” başlığını düşünmüş, sonra vazgeçmiştir.

2-Ece Ayhan “Çok Eski Adıyladır” başlıklı kitabı için şöyle der:  “Çok Eski Adıyladır gerçekten de benim 40’a yakın insan yılını bulan yazı yaşamımda varabileceğim en yetkin ve en sıkı kitabımdır; ve tabii en kasaramsa da!(Karanlık! Da, aynı zamanda.) Alt adı, ‘meclislikler’dir.(Meclislik, bir minyatürde, figürlerin istifidir.) (…) Ben en güzel, en yetkin… filan diyorum ama ‘Çok Eski Adıyladır’ kitabı 6 yıldır Adam Yayınları’nda ancak 300-400 kadar sattı, kalanı da hiç kıpırdamadan olduğu gibi duruyormuş.(…) Yazdıklarım bin yıllık algı ortalamasının çok altında da olabilir bakın, hepten başarısız da. Ama, sorarım; yeni bir sözdizimi ve yeni bir dilbilgisi neden böyle batırılır? Batırılıyor? Kimsenin aklına nedense benim yüzmeyi derin yerde öğrendiğim, ve çırılçıplak yüzdüğümüz gelmiyor!(…) ‘Çok Eski Adıyladır’ için, aynı zamanda karamsardır da dedim, hem de koyusu ve zifiri. Böylesi bir ‘topluluk’ta, uçsuz bucaksız bu ‘kötülük dayanışması’ ortamında karamsar olunmaz da, ne olunur bilemem. Ama benim karanlığımın rengi akkor’dur, o ayrı.” (Şiirin Bir Altın Çağı, Yky, 1993, s.137)

*

Hamiş:

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ece-ayhan adresinden ulaşabilirsiniz. “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesi de https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinde bulunuyor.

 

Ağu
28
2012
0

İlhan Berk’in Poetikası’na ‘Bakmak’

28 Ağustos 2008′de vefat eden sıkı şair İlhan Berk’i saygı ve özlemle anıyoruz…

 

İlhan Berk’in 1962-65 ve 1975-1977 yılları arasında “Yeni Ufuklar” ile “Milliyet Sanat” adlı dergilerde yayımlanan inceleme yazılarını Mart 2011′de “Bakmak” adlı e-kitapta topladım. Bu bütünü, imgelem, şiir dili, dize tekniği, doğu-batı şiiri gibi konular kapsamında çok değerli, İlhan Berk’in kendi poetikasına ilişkin ayrıntılı açıklamaları kapsamında ise örneklerle dolu ve aydınlatıcı bir derleme olarak görüyorum. Ayrıca, İkinci Yeni şiir akımının 1950′den günümüze uzanan imgesel yaklaşımındaki kökenleri, getirdiği yenilikleri ve oluşturduğu poetikanın gerekçelerini de İlhan Berk’in bu güçlü inceleme yazıları aracılığıyla kavrıyoruz. Kitabın tamamına https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkbakmak.pdf adresinden PDF biçeminde ulaşabilirsiniz. (60 Mb.)

Zafer Yalçınpınar

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan İlhan Berk ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
20
2012
0

Rimbaud çevirmek… (İlhan Berk)

9 Ağustos 1961,

Kardeşim Memet Fuat,

(…) Ben çevirileri “Edition Critique”lerden, yani en sağlam olan asıllarından yaptım. Ayrıca birkaç kitabın yorumlarını da göz önünde bulundurdum. Ayrıca İngilizce çevirilerini de bularak, onlara da bakarak çalıştım.
(…)
İki kitabı ayrı ayrı çevirmek önce, şimdilik, imkânsız sanırım. Bir kez bütün şiirleri çevirmek mümkün değil. Belki birkaç yılda olur diyelim, ama buna benim, şimdilik vaktim yok. Bunu ilerisi için, kitabın ikinci baskısı için düşünüyorum. Ben bu çevirileri biliyorsun üç dört yıldır yapıyorum. Sıradan yapılan bir çeviri değil anlayacağın, en çok sevdiklerimi, ayrıca çevrilmesi mümkün olanları çevirdim. Türkçe’de Rimbaud’dan bir kısım çeviri de çıktı biliyorsun, asıllarıyla karşılaştırılırsa yürekler acısı. Bunları Rimbaud’yu çevirmenin her şeyden önce zaman istediğini anlatmak için yazdım. Ban anlamadığım parçalarda Fransızlarla çalıştım, onların anlamadıkları parçaları ise çevirmekten şimdilik vazgeçtim.
(…)

İlhan Berk, 1961

İlhan Berk’ten Mehmet Fuat’a Mektuplar
“Elin Üstünde Gezsin”, Hazırlayan: Sevengül Sönmez, YKY, 2012, s.17

Not: Mektupta sözü geçen çeviriler, “Seçme Şiirler: Cehennemde Bir Mevsim – Illuminations” adıyla 1962’de De Yayınevi tarafından yayımlanmıştır.

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “İlhan Berk” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
19
2012
0

“Anlam, şiirin öbür ilkeleri gibi bir ilke, ne fazla ne eksik.” (İlhan Berk)

(…)

Şimdi, Galile Denizi‘nden de, daha önceki kitaplarımdan da çok uzağım. Artık ölçüsüz düşünemez oldum şiiri, bu bir.  Sonra, anlam şiirin öbür ilkeleri gibi bir ilke, ne fazla ne eksik. Güzelliği salt anlama bağlı şiirden sıtkım sıyrıldı, buna da iki demeli.

Bir üçüncüsü de şiirde anlamı olan mısrayı çizmek istiyorum, ya da öyle yazmak istiyorum.

(…)

İlhan Berk, 1959

İlhan Berk’ten Mehmet Fuat’a Mektuplar
“Elin Üstünde Gezsin”, Hazırlayan: Sevengül Sönmez, YKY, 2012, s.13

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “İlhan Berk” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
07
2012
0

Cortázar’dan; şiir ve öykü üstüne…

Şiir Üstüne…

Bir dostum ‘şiirle düzyazıyı harmanlayarak sunmaya dair her türlü plan intihar demektir’ diyor bana ‘çünkü şiirler bir eylem talep ederler, bir yoğunluk, hatta düzyazı karşısındaki zihinsel ilişkiden tümüyle farklı bir yabancılaşma talep ederler; bu yüzden, eğer bunu denersen, okurun her sayfada voltaj değiştirmek zorunda kalacak ve sonunda kabloları yanacaktır.’ 

Olabilir, ama ben tüm inatçılığımla şiir ve düzyazının birbirlerini karşılıklı olarak güçlendirdiğine ve ne birbirlerinden bir şey eksilttiklerine ne de birbirlerine bir şey eklediklerine inanmayı sürdürüyorum. Arkadaşımın bakış açısını dinleyince, şiiri altında kaideyle ayrıcalıklı bir yere koymayı amaçlayan o ciddiyetten bir kez daha şüpheye düştüm:

O ciddiyet yüzünden günümüz okurlarının çoğu dizelerle yazılan şiirden her gün biraz daha uzaklaşıyorlar ama farklı olarak kendilerine romanlar, öyküler, şarkılar, filmler ve tiyatro oyunlarıyla ulaşan şiiri reddetmiyorlar, bu beni şu düşünceye sevk ediyor: a) şiir o derin geçerliliğinden hiç bir şey kaybetmedi ama b) dizelerle yazılan şiirin biçimsel aristokrasisi (özellikle şairlerin ve editörlerin onu ambalajlama ve sunma biçimi) şiire herkes kadar duyarlı pek çok okuru böylesi bir şiire karşı koymaya, hatta onu reddetmeye itiyor.

Ç.N.: Cortázar’ın 1984 yılında, ölümünden üç ay sonra yayımlanan ‘Salvo el crepúsculo’  adlı kitabından…  ‘Alacakaranlık Hariç’ manasına gelen bu ismi Cortázar büyük Japon şair Matsuo Basho’nun şu haikusundan devşirmiş: ‘Kimse geçmiyor / artık bu patikadan / alacakaranlık hariç’

***

Öykü Üstüne…

Öykü, kendine has karakterini anlaşılır hale getirmek için, çoğunlukla çok daha popüler olan ve hakkında pek çok yerleşik tanım yapılan romanla karşılaştırılır. Mesela romanın kağıt üzerinde geliştiği, bu nedenle de romanda ele alınan malzemeden başka bir sınır tanımaksızın okuma zamanı içinde dilediğince geliştiğine vurgu yapılır; oysa öyküde, öykünün sınır çizgileridir hareket noktası, ilk olarak fiziksel bir kısıtlılıktır söz konusu olan, öyle ki Fransa’da bir öykü yirmi sayfayı geçerse artık adı novella olur; öyküyle adamakıllı tanımlanmış roman arasında bir türe dönüşür.

Bu anlamda, roman ve öykü örnekleme olarak sinema ve fotoğrafla karşılaştırılmaya uygundurlar, bir film öncelikle roman tarzında ‘açık bir sıralama’ iken, bir fotoğraf önceden tasarlanmış tutumlu bir sınırlamayı gerektirir; bu kısmen kameranın kapsadığı kısıtlı alan yüzünden böyledir, kısmen de fotoğrafçının bu kısıtlılığı estetik olarak kullanma biçiminden.

Bilmiyorum profesyonel bir fotoğrafçının kendi sanatından bahsedişine hiç tanık oldunuz mu; kendilerini pek çok açıdan bir öykücü gibi ifade etmeleri beni her zaman şaşırtmıştır. Cartier-Bresson ya da Brasai kalitesindeki fotoğrafçılar sanatlarını aleni bir paradoks olarak tanımlarlar: Gerçeğin içinden bir fragmanı kesmek, onu belli sınırlara hapsetmek ama bunu öyle bir şekilde yapmak ki, bu kesilen parça kanat kanat açılarak çok daha geniş bir gerçekliğe nüfuz eden bir patlamaya dönüşsün, kameranın kapsadığı alanı ruhsal olarak aşan dinamik bir bakış açısı olarak hareket etsin.

Sinemada da, tıpkı romandaki gibi, çok geniş ve çok biçimli bir gerçekliğin elde edilmesi, eseri doruk noktasına götüren bir sentezi dışlamadan süreç içinde bir araya getirilen dağınık bileşenlerin gelişimi aracılığıyla başarılırken, kaliteli bir fotoğrafta ya da öyküde tam tersi bir yol izlenir; yani fotoğrafçı ya da öykücü anlamlı bir olay ya da görünüm seçmek ve onunla yetinmek zorundadır, ancak bunlar sadece kendi içlerinde bir değeri olan görünümler değil, seyirci ya da okuyucuda zekayı ve duyarlılığı fotoğraf yahut öyküdeki yazınsal içeriğin ya da görsel anekdotun çok daha ötesine taşıyan bir tür zihinsel açılıma ya da mayalanmaya  neden olabilecek nitelikte olaylar ve görünümler olmalıdır.

Boksu çok seven Arjantinli bir yazar, bir keresinde bana şöyle demişti: Etkileyici bir metin ve okur arasında yaşanan bu mücadeleyi roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir.

Ç.N.: Julio Cortazar’ın 1970 yılında Casa de las Americas dergisinin 10. yıl sayısı için kaleme aldığı “Algunos aspectos del cuento” isimli yazısından bir bölüm.

Çeviren: Bülent Kale

Bkz: https://newalaqasaba.wordpress.com/tag/julio-cortazar/

 

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Julio Cortázar” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/julio-cortazar adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Tem
08
2012
0

2012 Sularında; “Ece Ayhan Çağlar Adası”

12 Temmuz 2012’de Ece Ayhan Çağlar’ın vefatının üzerinden on sene geçmiş olacak.  Edebiyat ve yayın dünyasında(ortalığında) Ece Ayhan’ı düşünmek, anmak -belki de anlamak ve anlatmak- kapsamında yoğun bir gayretin,  hareketliliğin oluştuğunu görüyorum. 1990’dan bugüne Ece Ayhan hakkında “bütünlenmeye çalışılmış” çeşitli dosyalardan ve atraksiyonlardan bahsetmenin hem okurun zihnindeki algısal öğeleri/aşamaları kıyaslamak hem de bir bibliyografya için ön-hazırlık yapmak açısından faydası olduğunu, olabileceğini düşünüyorum.

Oğlak Yayınları tarafından yayımlanan Ludingirra Dergisi’nin Mart 1997 tarihli 1. sayısı, 1990 sonrasında Ece Ayhan’a odaklanmış özel bir dosyanın yer aldığı ilk dergidir. Ludingirra’daki Ece Ayhan dosyası 94 sayfadan oluşur ve bence 1990-2007 aralığındaki dosyaların içerisinde en önemli, en dengeli, en değerli ve en sahici olan orjin budur. 2000’li yılların başını düşündüğümüzde, edebiyat okurunun zihnindeki Ece Ayhan algısının bütünlenmesi, Ece Ayhan’ın kavranması, anlamlandırılması ve içselleştirilmesi Ludingirra’nın hazırladığı dosyada yer alan inceleme yazıları, söyleşiler ve şiirlerin sayesinde gerçekleşmiştir. Bu dosyada Ece Ayhan şiirinin dilbilimsel salınımları, şiirindeki tarihsel ve siyasal arka-plan vurgulanır; Ece Ayhan şiirinin odaklandığı “toplumsal içerme veya dışlama” konusu aracılığıyla “insan evlâdı” anlatılır. (Benim araştırmalarım ve odağım kapsamında ise Ludingirra’nın ilk sayısında yer alan iki yazı, Ece Ayhan’ın imgelemindeki sezgisel alan derinliğini (büyüklüğü) kavramak yolunda çok önemli: 1-İçkin Bir Ece Ayhan Sözlüğü/Mehmet Rifat, 2-İlhan Usmanbaş’ın bestelediği Bakışsız Bir Kedi Kara’daki atonaliteyi irdeleyen, Usmanbaş’ın atonal sezişiyle ilgili çeşitli ipuçlarını verdiği yazı.) Ludingirra’nın oluşturduğu Ece Ayhan algısı, Ahmet Soysal’ın kaleme aldığı ve Kitap-LIK Dergisi’nin Mart 2003 tarihli 59. sayısıyla birlikte dağıtıma giren “A’dan Z’ye Ece Ayhan” adlı kitapçığa kadar sürer. Ahmet Soysal’ın 50 sayfalık kavramsal ve olgusal kolajı, 2003’e kadar yürüyen Ece Ayhan algısına İkinci Dünya Savaşı ardındaki batı edebiyatı ile Ece Ayhan poetikası arasındaki ilişkilerin/kesişimlerin tutarlı bir haritasını, analizini ekler. Kitapta batı edebiyatı eksenli/haritalı kavramsal temellendirmeler yer almaktadır. Bu haritanın yanı sıra Ahmet Soysal’ın çalışmasında Ece Ayhan’ın yaşamından fragmanlar, anılar, Ece Ayhan’ın yaşamının son 20 yılındaki maddi-manevi zorluklar ve karşılaştığı engeller de çeşitli efemeralar aracılığıyla anlatılır. Siyasal söylemlere pek bulaşmayan bu kitapçığın belirleyici etkisi ve Ahmet Soysal’ın yaklaşımlarıyla artan şiir sanatı (ars poetica) vitesi, 2007 yılına kadar yürür. 2003-2007 aralığını düşünürken Ece Ayhan’ın iç-sesini ve poetikasını daha belirgin ve bir o kadar da genişleyen bir tınıyla (sustain) duymamızı sağlayan “Hoşça Kal” (Ece Ayhan’dan İlhan Berk’e Mektuplar, 188 sayfa, YKY, 2004) ve “Kendi Kendisinin Terzisi Bir Kambur” (Emine Sevgi Özdamar’ın Ece Ayhan Anıları, 108 sayfa, Derleyen: Gültekin Emre, YKY, 2007) adlı kitapları da es geçmemeliyiz. Ece Ayhan’ın zihnindeki karmaşaları, zihninin kavramsal ya da bilişsel haritasını ve yaşamındaki bazı çelişkileri/terslikleri bu kitaplarda bulabiliriz. Özellikle de 1960-1980 yılları arasındaki Ece Ayhan zihni, bu kitaplardaki mektuplarda tınımaktadır.

2007-2011 aralığını, Ece Ayhan hakkındaki söylemlerin, yaklaşımların, poetik yazıların ve analizlerin üssel bir verimle gelişmesi, derinleşmesi dönemi olarak görebiliriz. Bu dönemde, Ece Ayhan üzerine siyasal, düşünsel, sanatsal, şiirsel, yaşamsal ve tarihsel söylemlerde -hem niceliksel, hem de niteliksel- bir artış söz konusudur. Üssel artıştaki en önemli etken isim Eren Barış’tır. Ankara’da, Orta Dünya’dan çıkan ve Eren Barış’ın derleyerek çok büyük zorluklara/engellere rağmen yayımlamayı başardığı “POeLİTİKA” adlı kitap, Ece Ayhan’ın dünya görüşünü ve aradığı “insanlık” tanımını kavramak yolunda yeni bir dönemin bağlangıç fişeği gibidir. 204 sayfalık armağan kitapta 22 yazar, şair ve müzisyen, Ece Ayhan üzerine düşüncelerini kaleme almışlardır, dile getirmişlerdir. Eski kuşağın yanı sıra yeni kuşağın düşüncelerinin ve Ece Ayhan algısının da yansıdığı bu kitapta, Ece Ayhan’ın iktidar ve gaddarlık karşıtı duruşu ile söz konusu duruşun “Zaman” damgası -özellikle de Ahmet Orhan’ın yazısıyla birlikte- ön-plana çıkmaya başlamıştır. Bu yeni perspektifi “kötülük toplumuna karşı haklılığın inadı” olarak ifade edebiliriz. 2007 yılıyla birlikte -tabiri caiz ise- politik açıdan sağda veya solda yer alanlar, gerçek taraflarına geçmeye başlamışlardır ve POeLİTİKA adlı kitap da cesaretin hakikatini imler. Ayrıca, kitapta Ece Ayhan’ın Akif Kurtuluş’a, Doğan Kemancı’ya, Mehmet Taner’e ve E. Emine’ye yazdığı mektuplar ile daha birçok önemli efemera da bulunmaktadır. Bu efemeralar Ece Ayhan’ın yaşamını -neye/kime nasıl/neyle karşı olduğunu- daha derinlikli olarak kavramamızda çok önemlidir. Aynı dönemde yayımlanan “Kadıköy Underground Poetix” adlı sıkı derginin ilk sayısındaki “Ece’mize” bölümü  -göreceli olarak- yeni kuşağın “sivilleşme” arayışını ve “imgelemin özgürleşmesi” üst-başlığını güçlendirici/önceliklendirici niteliktedir. POeLİTİKA sonrasında,  “Lacivert” adlı derginin Ocak-Şubat 2008 tarihli 19. sayısında da bir Ece Ayhan dosyası yayımlanmıştır. 40 sayfalık Lacivert dosyası -80’lerin ıskartası bir kifayetsiz muhterisin yazısını saymazsak- POeLİTİKA’yı, oradaki “yeni” yaklaşımı teyit eder niteliktedir ve Ece Ayhan üzerine “yeni” kavrayışlar ile “yeni”  anlam arayışların yürütülmesi için bir dayanak daha sunmuş gibidir.

2007-2011 döneminde, okurun zihnindeki Ece Ayhan algısını genişleten (Ece Ayhan’ın şiirindeki ve yaşamındaki alan derinliğini imleyen) birçok bağımsız ve samimi atraksiyon gerçekleşmiştir. Çanakkale’de sivil bir insiyatif tarafından “Ece Ayhan Buluşmaları” ile “Ece Ayhan Kültürevi/Arşivi” odaklanmaları 2008’den bu yana düzenleniyor.  Taksim’in göbeğinde, Odakule Sanat Galerisi’nde Ece Ayhan odağının yüküyle birlikte bir “Şiir Sergisi” kuruldu. (Taş Uçak, Şubat 2009)  Ece Ayhan’ın Çanakkale-Yalova köyündeki mezarı Mülkiyeliler Birliği tarafından “Meçhul Öğrenci Anıtı” olarak yenilendi. (Temmuz 2009) Amerika’da “Poetry Scores” adlı bir taife, Ece Ayhan şiirlerinin İngilizce çevirilerini (Blind Cat Black And Orthodoxies , Çeviren: Murat Nemet-Nejat, Sun&Moon Press, 2002) besteleyerek “Blind Cat Black” adında bir albüm oluşturdu. (28 Şarkı, St. Louis, Aralık 2008)  Aynı taifeden Chris King’in “Blind Cat Black” adlı sürrealist filminin Türkiye Gösterimi’ne (12 Temmuz 2010, Kadıköy, KargART) tanık olduk. Birçok fanzin ve özgür neşriyatta Ece Ayhan’a duyulan sevgiyi ve yakınlığı gözlemledik. Erdoğan Kul’un Ece Ayhan ve şiiri üzerine yazdığı doktora tezi, “https://evvel.org/ilgi/ece-ayhan” adresi kapsamında derlenen özel ilgiler (Ece Ayhan’ın kitaplarına girmeyen bazı şiirlerinin ve yazılarının buluntuları, efemeralar, Çanakkale ve İstanbul Günlükleri’nden parçalar, Ümit Bayazoğlu arşivinden fotoğraflar, gazete arşivi taramaları ve kupürlar, “Öküz” Dergisi alıntıları vb.), Rayzan Başeğmez’in “Yalova Köyü ve Ece Ayhan” belgeseli (Temmuz 2010), Ece Ayhan’a dair ulusal gazetelerde ve radyo programlarında yayımlanan söyleşiler ve haberler, dergilerde yayımlanan birkaç Ece Ayhan mektubu/yazışması, Ece Ayhan’ın kitapları üzerine koleksiyon (imzalı kitap, metruke) araştırmaları, 1982-84 yılları arasında Ece Ayhan’ın Akif Kurtuluş’a yazdığı mektupları kapsayan “Kardeşim Akif” adlı sıkı kitap (Hazırlayan: Eren Barış, Dipnot Yayınları, Haziran 2011, Ankara, 144 Sayfa)… Sonuçta, bu gayretlerin hepsi de son derece ufuk açıcıydı; Ece Ayhan’ın zihninde kurduğu “insanlık” tanımının bilişsel haritasını, bu haritadaki kavramları, nedensellik ilişkilerini, ilişkilerin yönünü ve derecelerini -yeniden- göze alarak (gözlemleyerek), Ece Ayhan şiirinin alan derinliğini hem tarihsel hem de imgesel olarak sürekli genişletiyordu.

2007-2011 döneminin içerdiği münferit hareketlerde (dosya dışı yazılarda) birçok olumsuzluk da yaşanmıştır. Bazı köşe yazarları Ece Ayhan’ın adını, tümcelerini, metaforlarını ve dizelerini “içselleştirmeden”, adeta cımbızlayarak ve şiirsel düzleminden (alan derinliğinden) kopuk bir şekilde sahte korelasyonlarla kullanmış,  birçok mikrofon/masa arkasındaki birçok söyleşide, panelde, seminerde “Ece Ayhan” adı neredeyse konuyla ilişkisizce ve son derece iğreti olarak telaffuz edilmiştir. Bir siyasi görüş diğerine racon kesmek için sürekli “Ece Ayhan”dan bahseder, alıntı yapar olmuştur. Bu yazıları kaleme alanların ve söyleşileri, panelleri, aktiviteleri düzenleyenlerin arasında Ece Ayhan ile poetikasından zerre kadar anlamayan veya tamamıyla ters (haksızlık yanlısı) çıkarımlarda bulunanlar bile olmuştur. Ayrıca, bazı siyasi çevreler, Ece Ayhan’ın dizelerini imgesel ya da tarihsel arka-planınından koparıp, Türk Edebiyatı’nda yıllardır süren şiir ve dilbilim araştırmalarını hiçe sayarak (İkinci Yeni şiir akımının sezgisel alan derinliğini ve gaddarlık karşıtı varoluşunu bir kenara itip, yok sayıp) kendi görüşlerinin “motto”su haline getirmeye çalışmışlardır. Söz konusu hilebaz davranış biçimi hem sağ salınımlarda (çokça) hem de sol salınımlarda (biraz daha az) görülmüştür. (Özellikle de ezoterik ve egosantrik mizaçlı söylemlerde/kişilerde yoğun bir biçimde hissediliyor; Ece Ayhan’ın dizeleriyle “kendine gizemli havası vermek” şeklindeki bir pozculuktur bu durum…)

Tekrardan hatırlatalım; 12 Temmuz 2012’de Ece Ayhan Çağlar’ın vefatının üzerinden on sene geçmiş olacak.  YKY’nin Kitap-LIK Dergisi, Mayıs 2012 tarihli 160. sayısında “Ece Ayhan: On yıl sonra…” başlıklı özel bir bölüm hazırlamış. Ece Ayhan’ın “Etika” avcılığı, poetikasını kurduğu “varoluş zorlanması” (ben buna “varoluş zonklaması” da diyorum), tarihsel/kültürel/şiirsel tezahürlerin arasında yürüttüğü biriktirici, toplayıcı ve W. Benjamin tarzı (belki de F.H. Dağlarca’vari) çocuksu gezinti ile ideolojilere olan mesafesindeki ince ayarlar (hesaplamalar) dosyadaki yazılarda dile getirilmiş. 1990’lardan bugüne kadar baktığımızda tüm bu yaklaşımlar okuyucunun zihninde oluşan -ve şimdi ilk kez- “Ece Ayhan Çağlar Adası” olarak bütünleyebileceğimiz algıyı üç-aşağı, beş-yukarı teyit eder niteliktedir. Kitap-LIK’ın dosyasında bu yaklaşımlardan farklı olarak, geleceğe uzandığını (büyük katkı, büyük bir adım sağladığını) düşündüğüm iki içerik var: 1- Efe Murad’ın Ece Ayhan ile Sait Faik benzeşiminden yola çıkarak temellendirdiği “melami” ve “toplum parodisi”  söylemi, 2- Tunç Tayanç’ın “Seçilmiş Hikâyeler Dergisi”ndeki “E. Ayhan Çağlar” kazıları.

Şimdilerde -2012 yılının Haziran ayının sonunda- birikmiş olan her şeyi ve Ece Ayhan Çağlar Adası’nı şu büyük soruyla birlikte tahayyül etmek gerekiyor: “Üzerinde yaşadığımız toprakların ortodoksi tarihinde sürekli olarak ‘el değiştiren gaddarlıklar’a ve ‘yeni sinsiyet’in muhterislerinin işlediği ‘haksızlık suçları’na karşı Ece Ayhan ne derdi, nasıl giydirirdi acaba?”

Ece Ayhan tüm yaşamı boyunca hangi gaddarlıkların, hangi söylemlerle ve nasıl “el değiştirdiğini” araştırmış, “görmüş” bir adabeyidir. “Adabeyi” kendi adasında oturur ve geleceği düşünür, insanlığı yeniden kur(gul)ar. Onun deyişiyle “Tipolojiyi (bile)bilen kazanır.” Ben, insanlığın -sağın, solun, herkesin- 2012 sularındaki Ece Ayhan Çağlar Adası’nı gördüğünü ancak hâlâ o adaya çıkıp Adabeyi ile tanışamadığını düşünüyorum. Her sabah “iyi bir güneş” bekleyen Adabeyi ile tanışmak için Eren Barış tarafından yayıma hazırlanan “Ece Ayhan Çağlar Anlatıyor” (Dipnot Yayınları, Mayıs 2012, Ankara, 116 Sayfa) adlı kitabın “sahici” bir töz ihtiva ettiği aşikârdır. Özellikle de bu kitabın 69-75 numaralı sayfaları arasındaki olayları “doğru” okuyabilenlerle, birlikte… 2022’de buluşmak üzere…

Sahicilikle/ Zafer Yalçınpınar
23 Haziran 2012

 

Hamişler:

Yazının pdf dosyası biçemine https://bit.ly/eceayhanadasi adresinden ulaşabilirsiniz.

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ece Ayhan” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ece-ayhan adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca bkz, Ece Ayhan Web Sitesi: https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html

Haz
13
2012
0

Azınlık-Oluş ya da Şair-Oluş (U. Aydoğdu)

Belki de “doğru olmayan sözcükleri” bulmamız gerekiyor. Oluşları, akışları, akışkanlıkları var edecek sözcükleri. “Bir üslup, kendi ana dilinde kekelemektir. Bu çok güçtür, çünkü bu tip bir kekelemenin gerekliliği olmalıdır. Bu, sözlerinde kekeme değil, kendi dilinde kekeme olmaktır. Ana dilinde yabancı gibi olmak. Bir kaçış çizgisi yapmak.” Örneğin, Ece Ayhan, azınlık-oluş ya da şair-oluş’tur. Türkçede müthiş bir ‘yabancılık’ icat etmiştir.

Dil, hiçbir zaman homojen bir sahada hareket etmez. Bir heterojenlik coğrafyasında hareket edebilmek için sık sık kızarıp bozarmak gerekir değil mi? Kekeleyen bir şiir oluşmak, işte güç olan budur. “Tek dilde bile ikili olmamız gerekir, kendi dilimizde bile ergin olmayan bir dilimiz olmalı, kendi dilimizde azınlık bir dil yaratmalıyız. Çok dillilik, her biri kendi içinde bağdaşık (homojen) olan birçok sistemin sahip olduğu şey değildir; kaçış çizgisi veya değişim çizgisi bir sisteme bulaşır ve onun bağdaşık (homojen) olmasını önler.” Örneğin Cemal Süreya, San adlı şiirinde “Seni kucağıma alıyorum / Tarifsiz uzuyor bacakların” derken Türkçeden “bir başka dil çıkartır.” Proust’un dediği gibi “Güzel kitaplar yabancı dildeymiş gibi yazılmışlardır.”

Edip Cansever, Masa’ya “azınlık oluşunu” koyar. Azınlık olmasa masaya “biranın dökülüşünü” ya da “ekmeğin yumuşaklığını” ya da “üç kere üçün dokuz etmesini” koyar mıydı hiç? Masaya konan onca şey “azınlık oluşun” ürettiği şeyleridir.

“Azınlık oluşun” içinde insanın ‘kendi oluşu’ vardır. Diğer bir deyişle insanın ‘kendi oluşu’, “azınlık oluş”tur. “Bir sakarlık” ya da “bir sıhhat eksikliği” ya da “bir zayıflık” ya da “hayati bir kekemelik” icat etmek… Yaşamda “birinin çekiciliğini belirten” neyse yazının kaynağında da üslup olarak bunlar vardır. Bizi bir şiire ya da bir insana götüren ‘çekerler’ yoksa ne şiirin ne de insanın çekiciliğinden bahsedemeyiz. Bizi çekerler, çünkü onlardaki “azınlık oluşu” hemen fark ederiz. Onlara yeterince keskinlik veren bu güç “kendi kendisini doğrulayan yaşam gücü”dür ve “bu güç hiç bıkmadan, sebatkârlıkla yaşamı doğrular.” Öyle değil mi “dörtnala sevişmek lazım”dır. Sonra “sen çıkarıp utancını duvara asarsın” ve “ben masanın üstüne koyarım kuralları”. Bu dizelerde[1] hem nazik hem de güçlü bir yan var. Çoğu zaman etrafından dolaştığımız yaşam bizden bir ‘oluş hamlesi’ ister.

Nietzsche, “Nevrozlunun tersi olan nazik, sağlıklı ve iyi yaşamlı”, şöyle diyordu: “Öyle görünüyor ki sanatçı ve özellikle filozof bulunduğu çağın içinde rastlantıdır… Onun ortaya çıktığı yerde, hiç atlamayan doğa, birdenbire ileriye doğru sıçrar ve bu neşenin sıçramasıdır.” Böylece “doğa ilk defa bir sonuca vardığını anlar.” Işıklar yanar. “Zorunlu olarak galip gelen bir zar darbesidir bu.” Ah, zarlar yuvarlanıyor işte. Bunun tadını neyle kıyaslayabilirim? “Bütün” den çalınan bir öpüşmenin hazzı işte – daha ne -, burada “… zurnanın ucunda yepyeni bir çingene”[2] ye rastlanır. Gökyüzü çileklerine, dalgalanmalara, mini minnacık çakıl taşlarına benzeyen olaylara, korkulara, titremelere rastlanır.

Zaten, “Rastlamak kapmaktır, çalmak.”

Uluer Aydoğdu
“denizsuyukasesi”, temmuz- eylül  2009, sayı 39

 

[1] “Sen çıkardın utancını duvara astın/ Ben masanın üzerine koydum kuralları” Dizelerin aslı böyledir. Önceleyin/ Üvercinka/ Cemal Süreya.

[2] “Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene” Gül/ Üvercinka/ Cemal Süreya.

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları”na https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
28
2012
0

Şiirsel… (Jean Pierre Crespel)

“Büyük şairler ve büyük sanatçılar insanların gözünde doğanın düşlediği görünüşü sürekli olarak yenilemek zorundadırlar.” APOLLINAIRE

 

(…) Jean Paul Richter imgelere asla basit süsler gibi değer verilmemesi gerektiğini destekler, zira ona göre “imgeler poetik sanatın tam da özünü oluştururlar; bu imgeler bizi kuşatan ve bizi kendine bağlayan evren ve dünyayı içerik edinmiş şiirsel yükü özgür bırakır.” (…)
Felsefi işlev, dilin mantıksal işleviyle uyuşur. Bu anlamda imgenin önemi kendi yoğunlaşma ya da dünyayı ve gerçeği iyice belirlenmiş bir görüş açısına göre yansıtma kapasitesi içinde idrak edilir. Bu bakış ölçütü, her şaire özgü olarak, şiirde genelde “bakışın” ya da “evrensel görüşün” (cosmovision) çoğulluğunu gerektirir. (…)
Aristo, çağlar öncesinde, imgenin şeyleri görünür kılarak göz önünde canlandırma sanatı olduğunu söylemişti.
(…) Eğretilemelerle ilgili yeniden yaratımların (reproductions métaphoriques) bir metin içinde asla tek başına anlaşılamadıkları olgusu hakkında bilinçliyiz. Şair onları, her zaman kültürel kodu içinde anlamlarını ve asıllarını doğrulayan bir bağlamla verir. (…) Sonuç olarak eğretilemenin, imgesel zabıt tutma ve çeviri aracı isteyen bir belagat yolu olduğunu düşünüyoruz.

JEAN PIERRE CRESPEL
“Gerçek ve İmgelemsel arasında…”
Çev: M. Cengiz, Şiirden Dergisi, Sayı:10, 2012, s.16

Mar
05
2012
0

Şair-şiir-okuyucu (Johannes Poethen)

Şair, şiir ve okuyucu tarafından oluşan karmaşık poetikaya “açıklık”, “benzetme”, “düşünme” ve “karşı koyma” kapsamlarıyla değinen ilginç ve önemli bir yazıya Türk Dili Dergisi’nin 1961 tarihli  “Şiir Özel Sayısı”nda rastladım. Johannes Poethen tarafından kaleme alınan yazıyı Melahat Özgü çevirmiş. Yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/sairsiirokuyucu.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
04
2012
0

Usun yarattığı her şeyde “önce” şiir vardır. (S. John Perse)

(…)

S. John Perse
“İsveç Söylevi”, Çev: Tahsin Saraç

Şub
19
2012
0

Özgür İmgelemin Uzgörüsü (Z. Yalçınpınar)

Hüsamettin Bozok yönetimindeki Yeditepe Dergisi’nin Şubat 1960’da gerçekleştirdiği “Büyük Anket”ten feyz alarak Şubat 2011’de, İkinci Yeni Şiir Akımı’nın günümüzdeki etkisini deneyimlemeye yönelik bir soruşturma düzenlemiştim. “50 Yılın Ardında; İkinci Yeni” adını verdiğim bu çalışmanın sonuçlarını ve çıkarımlarını 12 Şubat 2011’de E V V E L kapsamında paylaşmıştım.

Şubat 2011’deki anketin icra edilişi ve bu ankete gelen cevaplar, İkinci Yeni şiir akımının Türk Şiiri’ne sağladığı özgürlük alanını ya da alan derinliğini irdelemek yolunda çok önemli bir fırsattı. Bu anket, zaten yıllardır sezdiğim ve imgesel açıdan Türk Şiir Tarihi’ndeki tüm deneyimleri üssel bir biçimde “aşarak kapsayan” önemli ve iddialı bir alacakaranlığı düşünmeye çağırıyordu beni. Zihnimde dönüp dolaşan şu tümceyi ve işaret ettiği olguyu kavramaya çalıştım; “İkinci Yeni’nin sunduğu sezgisel alan derinliği, herhangi bir “t” anında ya da herhangi bir “kısıt fonksiyonu” altında türevlendirilemiyor.”  Sonuçta, İkinci Yeni şiirinde bir “en uygun/optimum” tanımlaması bulunmuyordu;—misal, şu tümce İkinci Yeni’yi kavramakta daha da etkili olabilir: “İkinci Yeni’nin imgelemi, sıfır sayısının çarpanlarına ayrılamayışındadır.”

İkinci Yeni şairlerinin şiirlerinde işaret ettikleri “evren tasavvuru”nun birimi “sözcükler” değildi. Onu herhangi bir “t” anıyla “bağlı” bulunulan “sözlükler” de oluşturmamıştı. Çünkü İkinci Yeni, şiirinin özünü ve birimini “imge” olarak “imgesel” bir düzlemde tasarladı. 2011 Anketi, İkinci Yeni’nin günümüzdeki işlerliğini bana kanıtladığı gibi, daha da önemlisi, farklı okur-yazar-şair nesilleri boyunca İkinci Yeni’nin açtığı imgesel fazların sürekli genişlemekte olduğunu da işaret eder nitelikteydi. Hiçbir zaman tersinin gerçekleşebileceğini düşünmedim. Çünkü İkinci Yeni etkisi, sezgisel varoluşunu tehdit edemeyecek biçimde bir “suskunluğu”, “boşluğu”, “sivilliği”, “sıkılığı”, “anlam arayışını” ya da herkesin İkinci Yeni’yi suçlarken kullandığı gibi bir “anlamsızlığın anlamı”nı seçiyordu. (Hâlbuki insan, anlamsız olanı yazamaz veya düşünemez.) Eğer Türk Şiiri’nde bugünkü kuşakları etkileyen bir imgesel özgürlükten bahsedeceksek ve özellikle de işbu imgeselliğin devasa boyutta bir alan derinliğine dönüştüğünü hissediyorsak, bunda İkinci Yeni akımının üssel -hatta “sayılamaz sonsuz”- önemdeki varoluşunu da kabul etmeliyiz. Mevcut farkındalığı en basitinden, “Artık, Türk Şiiri’nde akımlar dönemi bitti!” söylemiyle -ve işbu söyleme bıyık altından gülerek- gerekçelendirebiliriz. Çünkü birkaç bin yıl önce icat edilen ifadesiyle “Poetika”, bugün, “İmgelemin Özgürleşmesi” yolunda kendini yenilemektedir.

“İmgelemin Özgürleşmesi” ifadesini ilk kez 2011 anketinin çıkarımlarıyla beraber sunduğum “İkinci Yeni ve İmgelemin Özgürleşmesi” başlıklı yazımda kullanmıştım. İkinci Yeni’nin Türk Şiiri’nde oluşturduğu alan derinliğinin geleceğe uzanışı, bir “imgelemin” tıpkı “sonsuzluk” kavramındakine benzer bir genişleme kuramıyla birlikte devinmesidir. Yani, “imgelem” -tıpkı ‘sonsuzluk’ kavramında olduğu gibi- her zaman bir “imgebirim” daha genişleyebilir. Kuramsal olarak, herhangi bir “uç” imgebirimin poetikadan “dışlanamayışı” verili evren tasavvurunu genişleteceği gibi şiirsel algı ortalamasını da yükseltecektir. Bu düzlemdeki tüm “uzgörü”lerin, “imgelemin özgürleşmesi” ifadesinin tüm salınımlarıyla birlikte diğer her şeyden hızla soyutlanarak “yenilenen” bir “poetika” oluşturduğu aşikârdır.

Poetika 2012 Anketi’yle “imgelemin özgürleşmesi” ifadesinin bilişsel sınırlarını ve poetikadaki imgesel dağılımını, verili imgelemin taşıdığı şiirsel yükü ve bu yükün geleceğe uzanışının önündeki engelleri araştırmaya, bir “uzgörü” sağlamaya gayret ettim. Bu kapsamda, anketi yanıtlayan herkese çok teşekkür ederim. Gelecek yıllarda “İmgelemin Özgürleşmesi” ifadesinin kavramlaştığını göreceğiz… Ve poetikanın terk ettiği uzlaşılar ile giriştiği “çekişmeler”e odaklanacağız.

Sonuçta, “Poetika” ile ilgilenen herkesi -geleceğe ilişkin bir ipucu olsun diye- şu sorunun önemini düşünmeye davet ediyorum:

“Okumakta olduğunuz bu tümceye kadar neden bir kez bile ‘dil’ sözcüğü kullanılmamıştır?”


Zafer Yalçınpınar (Zy)

19 Şubat 2012, Pazar Sabahı

Hamiş: Poetika 2012 Anketi’ne verilen yanıtlara https://j.mp/poetika2012  adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Şub
19
2012
0

Poetika 2012 /Anket Yanıtları

Anket yanıtlarını içeren dokümana
https://j.mp/poetika2012
adresinden ulaşabilirsiniz.

Poetika 2012 Anketi’yle “İmgelemin Özgürleşmesi” ifadesinin bilişsel sınırlarını ve poetikadaki imgesel dağılımını, verili imgelemin taşıdığı şiirsel yükü ve bu yükün geleceğe uzanışının önündeki engelleri araştırmaya, bir “uzgörü” sağlamaya gayret ettim. Bu kapsamda, anketi yanıtlayan herkese çok teşekkür ederim. Gelecek yıllarda “İmgelemin Özgürleşmesi” ifadesinin kavramlaştığını göreceğiz… Ve poetikanın terk ettiği uzlaşılar ile giriştiği “çekişmeler”e odaklanacağız.

Anket yanıtlarını içeren dosyayı olabildiğince yaygınlaştırmanız dileğiyle…

Sahicilikle,
Zy


Katılımcılar:

A. Güzel, Adan Karlı, Ahmet Yılmaz Borke, Alişan Çapan, Altay Ömer Erdoğan, Anıl Arar, Barış Yarsel, Cüneyt Ateş, Devrim Altıkulaç, Dilek Değerli, Duygu Ergün, Erim Bayrı, Esat Başak, Evin Okçuoğlu, Gizem Yılmazer, Güher Gürmen, Gün Zileli, Hasan Güçlü Kaya, Hayri K. Yetik, Hilal Yıldırım, Hüseyin Tosun, Komet, Mehmet İşten, Mehmet Kazım,  Mehmet Sarsmaz, Metin Kızılcalıoğlu, Mine Ömer, Mukadder Kırmızı, Mustafa Güneş, Nedim Üstün, Oğuzcan Önver, Ömer Türkoğlu, Özcan Er, Özgüç Güven, Rafet Arslan, Reyhan Sur, Sanem Uçar, Senem Korkmaz, Serdal Köçer, Serhat Uyurkulak, Songül Bozacı, Şükret Gökay, Tarık Günersel, Tayfun Ak, Tuğba Gülal, Uluer Aydoğdu, Vedat Kamer, Y. Teoman Serinkaya, Yakup Şahin, Yılmaz Arslan, Zeynep Yılmaz Taşçı

 

Ayrıca bkz: 50 Yılın Ardında; “İkinci Yeni” / 2011 Anketi

Şub
16
2012
0

Son Günler… (Poetika 2012 Anketi / Hatırlatma)

Son günler…

Poetika 2012 Anketi’ne verdiğiniz ya da vereceğiniz cevaplar 19 Şubat 2012 Pazar sabahı Evvel Fanzin ile eşanlı olarak birçok platformda paylaşılacaktır. Yani, anket cevapları için son gönderim tarihi 18 Şubat 2012 Cumartesi gecesidir.

ANKET SORULARINI https://evvel.org/poetika2012.html adresinde yer alan online anket formunu doldurarak ya da zaferyal@gmail.com adresine e-posta atarak CEVAPLAYABİLİRSİNİZ.

Şiirimizin günümüzdeki varoluş biçiminin niteliği ile sezgisel sınırlarını araştırdığımız bu ankete katılımınız, ilginiz ve desteğiniz için şimdiden çok teşekkür ederim.

Z. Yalçınpınar

Detaylar için bakınız: https://evvel.org/poetika-2012-anketi

 

Şub
16
2012
0

Poetika 2012 Anketi

Hüsamettin Bozok yönetimindeki Yeditepe Dergisi’nin Şubat 1960’da gerçekleştirdiği Büyük Anket‘ten feyz alarak Şubat 2011’de, İkinci Yeni Şiir Akımı’nın geçerliğini deneyimlediğimiz bir soruşturma düzenlemiştik.

“50 Yılın Ardında; İkinci Yeni / 2011 Anketi” adını verdiğimiz bu çalışmanın sonuçlarını ve çıkarımlarını 12 Şubat 2011’de Evvel Fanzin kapsamında takipçilerimizle paylaşmıştık.

Bu sene de benzer bir çalışmayı yürüterek, 2012 sularında devinen şiirin niteliği, imgesel akışkanlığı ve alan derinliği üzerine görüş toplamaya karar verdik. “Poetika 2012” adını verdiğimiz işbu anket kapsamında aşağıdaki sorulara cevap arayacağız:

– Sizce, “İkinci Yeni” şiir akımı bitti ya da eskidi mi?
– Geçtiğimiz 5 sene boyunca (2007-2012 döneminde) oluşan ve “yeni” diyebileceğimiz bir “poetika” var mı? Var ise bu poetikanın farklılaştırıcı özellikleri nelerdir?
– Sizce, önümüzdeki yılların (2010’ların) şiiri nasıl olacak, poetika nereye/neye evrilecek?
– “Sıkı şiir” denildiğinde aklınıza neler/kimler geliyor?
– Sizce, “İmgelemin Özgürleşmesi” nedir; böylesi bir ifadeyi nasıl tanımlarsınız?
– Şiirin ve şiirsel imgelemin ilerlemesinin önündeki engeller nelerdir, kimlerdir?

ANKET SORULARINI https://evvel.org/poetika2012.html adresinde yer alan online anket formunu doldurarak ya da zaferyal@gmail.com adresine e-posta atarak CEVAPLAYABİLİRSİNİZ.

Ankete verdiğiniz cevaplar 19 Şubat 2012 Pazar sabahı Evvel Fanzin ile eşanlı olarak birçok platformda paylaşılacaktır.

Şiirimizin günümüzdeki varoluş biçiminin niteliği ile sezgisel sınırlarını araştırdığımız bu ankete katılımınız, ilginiz ve desteğiniz için şimdiden çok teşekkür ederim.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar

Hamiş:

Poetika 2012 Anketi Facebook Etkinlik Bağlantısı:
https://www.facebook.com/events/349147968442228/

Şub
14
2012
0

Dil dışı imbilimlerin kuruluşu… (Bilge Karasu)

(…)Tanıma, uzayda, zaman içinde ayırımlama demektir; zamanla, dünya üzerinde edinilen görgüdür. Sürekli, ayrımsız, anlam alanının dışında kalan bir yoz duyulurluğun içinde, söz-öncesi ilk ayırımlamalar, algılarla yapılıyor olsa gerek. Greimas, bu alana, “doğal dünyanın imsel dizgesi” adını vermişti. Ona göre, doğal imsel dizgelerin anlatım düzeyindeki ulamları, sözsel imsel dizgelerin içeriği düzeyindeki ulamlara karşılıktır. Bilişsel zorlamalar insani anlam üreticisini, imbilimsel bir özne durumuna getirir. (…)

Dil dışı imbilimlerin kuruluşu, şimdiye dek ancak doğal dillere bırakılmış olan, dünyanın anlamsal ulamlamasının açıklanışını, elbette değiştirecektir. “Ancak” görsel, musikiye değgin, çalımlara değgin imlenenler var mıdır? “Ancak-görsel” imlenenler imgelemek güç değil. (…)

Bunu yapabilmek için de gözün kendi kendini eğitmesi, sözel dilegetirmenin kabul ettireceği kalıplardan kaçınıp görsel birimleri ille de doğal dünyanın biçimleriyle özdeş kılmaktan geri durması gerekir. Özgül olarak görsel birimleri seçmek, ardından bunları adlandırmak için doğal bir dile başvurmamak, özel bir öte-dil, üst-dil yaratmak gerekiyor. (…)

Uzun sözün kısası, sözel alan dışındaki çalışmalar, düşünceyi, her şeyden önce, doğal dillerin alışılagelmiş zorlamalarından, baskısından kurtulmanın yolunu aramaktadır henüz.

Einstein, matematikte “buluş” konusunda Jacques Hadamard’la yaptığı bir konuşmada, “yazılmış ya da söylenmiş sözcüklerle dil, düşüncenin işleyişinde en ufak bir pay taşımazmış gibi görünüyor” demişti. (…) Bu sezgisel sözler, birçok başka bilim adamının söyledikleriyle destekleniyor. Belki, imlerin altındaki işleyişlerin tümdengelimli bir örnekleştirilmesi, gerçekleşir bir gün.

Bilge Karasu
“İmbilim Ders Notları”, Haz: Cemal Güzel, BilgeSu Yay., 2011, ss. 56-59

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Bilge Karasu” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/bilge-karasu adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com