“Kızgın ve Kırgın”
by Zafer Yalçınpınar (Zy)
Marmara Adası, Mayıs 2011
24
2011
Kış Adası’ndan…
Gece: “Ada göründü!”
*
“Ağlar”
*
“Üşüyen”
*
Fotoğraflar: Zy
Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/kendinianlatan/kendinianlatan.html
06
2011
Senden yine sana uzanan…
Daha da parlak
Şu bir damla sudan
Sarmaşığın parmakları arasında
Senden yine sana uzanan
Gerilmiş bir köprü düşüncem
___________________Bir bak
Canını taşımakta daha sahici bir beden
Yerleşmiş zihnimin derinliklerine
Bir adada yaşamak için doğmadın mı sen.
Octavio Paz
“Uzak Komşu” adlı derlemeden…
25
2010
Adalar
(…)
adalar
her şeyden uzak
adalar
insanlar gibi
adalar
sualtından tutuşmuş elleri(…)
Bülent Ortaçgil
“Sen” adlı yeni albümünden…Ayrıca bkz: Denizaltı Edebiyatı
09
2010
Yalnızca, Sait Faik…
491‘in müzayede özel sayısı için ısınma turlarına devam ediyoruz…
Burgaz Adası’nda, Kalpazankaya’da, yalnızca, Sait Faik…
“(…) Ben tek başıma. Milyonlar içinde tek başıma. Acı gitgide acıyor. Kavun acısı gibi, zehir gibi bir acı… Yalnızlık. Yalnızlık güzel. Güzel değil. Kavun acısı.”
Sait Faik
“Yalnızlığın Yarattığı İnsan” adlı öyküsünden…
*
Bedri Rahmi’nin Sait Faik deseni… Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından “Mercan ustanın yüzü suyu hürmetine… Sait Faik’e… 10/12/1952″ ithafıyla imzalanmış.
Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm Sait Faik ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz. (Ayrıca Bkz: Sait Faik’in Durumu)
02
2010
Efsane koleksiyoner; Şefik Atabey
Sahaf Nedret İşli, NTV Tarih’in Eylül sayısında efsane koleksiyoner Şefik Atabey’i anlatmış… Kitap koleksiyonu heveskârlığımda -ya da hastalığımda- bana yol gösteren, Marmara Adası’ndaki çocukluğumun ve yeniyetmeliğimin kahramanı, komşumuz; Şefik Atabey’i saygıyla anarak:
17
2010
Oktay Rifat, Samih Rifat ve Marmara Adası
“1955-64 yılları arasında her yıl yaz aylarını Marmara Adası’nda geçirdim. Annem ve babamla (Oktay Rifat). İlk gittiğimde on yaşındaydım, son gittiğimde on dokuz olmuştum sanırım. Babamın yıllık izin süresiyle, bir ayla sınırlıydı Ada günlerimiz -şimdi bu zaman bana daha uzun geliyor, sanki bütün yazı orada geçirirmişiz gibi; öyle değildi oysa.”
Samih Rifat
“Ada” adlı kitabın “Sunuş” yazısından…
Papirüs Dergisi’nin Oktay Rifat bölümünden bir fotoğraf…
(Güneş gözlüğü takan çocuk da Samih Rifat olsa gerek…Zy)
*
Rüzgâr
Rüzgârlarım vardı, tanırdım: Gündoğrusu, Batı, Karayel. Yosun ve balık kokan Lodos, Dipdiri Poyraz. Gece kalır, ay çıkar: sabaha dek sütliman. Sonra ürperir yavaşça, nereden geldiği belirsiz, esmeye başlar, bir bir yükselir, artar. Öğleye doğru kuzuya keser denizin üstü. Burunlardan savurtma eser; kuytulara hafif esintilerle dolar. Yüzmeye giderim yelin tersine, rüzgâr almayan kumsala: Kole’ye ya da Aba’yai Tatlısu’ya, Manastır’a… Dönüşte oradadır, beni bekler patikanın tepesinde, teknedeysem burundaki kayada. Serinletir, kucaklar, okşar. Sonra yemek, öğle uykusu, Çınaraltı’nda buluşmalar. Rüzgâr hiç durmaz bu arada: kıyıda, sokakta, bahçede, dağda; bir o yana, bir bu yana. Bilmem yaşam mıdır bir burgaçtan esip duran, hafifçecik ya da hoyrat, üstümüze.
Samih Rifat
“Ada”, Sel Yay., Geceyarısı Kitapları, 2002
“Ada” adlı kitaptan…
29
2010
Ada Çarpıntısı
(….)
köpekler gece bekçiliğinden yorgun tek gözleriyle bana bakıyor
sigaradan ölmüş bir balıkçı denizin ortasından beliriyor
bir hayalet gibi kendinden sarhoş kahvede
akşamdan kalanlar genç çaycıya ters bakıyor: “nasıl çay bu!”
_______________________________çaycı da akşamdan kalma
sevgilisizlikten ve geleceksizlikten
meramet ustası büyük bir ağ yığınına bakıyor
_______________________________bütün bir iş gününe
bir fırıncı kendine süt dolduruyor
tekneler inip kalkıyor
derinde bir çapa
______________kalamasını harcıyor
tarıyor yavaş yavaş teknesi
_____________________iskeleye değiyor
(…)
Zafer Yalçınpınar
Şiirin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/s85.html adresinden ulaşabilirsiniz.
25
2010
Ağustos Adası’ndan…
Marmara Adası, Ağustos, 2010
Fotoğraflar: Zy
Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/kendinianlatan/kendinianlatan.html
08
2010
Şefik Atabey’in Vefatı
Şefik Atabey’in Marmara Adası Aba Koyu’nda yer alan yazlık evi…
Bugün itibariyle, dünya çapında Osmanlı tarihi ve coğrafyasına ilişkin kitap ve koleksiyonu konusunda en bilgili kişilerden biri olan Şefik Atabey’in vefat ettiğini öğrendim. Marmara Adası’nda komşumuz olan Şefik Amca’nın vefatıyla birlikte kitap koleksiyonculuğu dünyasında bilgi ve deneyim açısından büyük bir boşluk oluşmuştur. Kitap koleksiyonculuğu üzerine ilk tavsiyeleri 2000 yılında Şefik Amca’dan aldığımı ifade etmeliyim. Ayrıca, Eduardo Galeano’yu bana tanıtan da Şefik Amca’dan başka biri değildir. Ailesine ve yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.
Hamiş: Şefik Atabey, İstanbul Radyosu ile Türkiye Boks Federasyonu kurucularından gazeteci ve radyo programcısı Eşref Şefik‘in oğluydu. Kitap koleksiyonculuğu konusunda da Ömer Koç’un akıl hocası ve öncüsüydü.
2.Hamiş: Şefik Atabey’in naaşı 10 Ağustos Salı günü Marmara Adası’nda defnedilecektir.
Ayrıca bkz: https://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002/03/23/103877.asp
19
2010
Teknemizin adı “Livar”…
Teknemizin adı Livar
adada kırlangıca çıkar…
Bkz; https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=livar
Foto: Sy
21
2010
Troçki’nin Hayaletleri (James Hughes)
Fotoğraf: James Hughes
Kuzey İrlandalı Fotoğraf sanatçısı James Hughes, “Troçki’nin Hayaletleri: Bir Sürgünün Kaybolan Mekânları” çalışmasında, Troçki’nin Büyükada’da yaşamış olduğu terk edilmiş mekânların fotoğraflarını çekerek geçmişi ve bugünü yansıtırken, insanlığın ardında bıraktığı izleri, mekânın ruhunu zedelemeden tekrar gözden geçirmemizi amaçlıyor. Anılarımızın oluşması, biraz bu ‘hayaletlere’ bir kez daha bakabilmemiz, biraz da Troçki’nin dilinden düşürmediği Spinoza’nın ünlü sözünü anımsamamızla ilintilidir: ‘Ne ağlayın, ne de gülün, sadece anlayın.’
Bkz: https://www.ntvmsnbc.com/id/25108146/
08
2010
Söz Açınca (Sait Faik)
Fırtınaları ayağınıza
Meltemleri saçınıza yollayacağım.
Yakamozlar tırmanacak göğsünüze
Martılara söyleyeceğim gelsinler.
Sivriada’nın boz tavşanları
Kulağınıza fısıldayacak.
Sandalsız balıkçılar da gelecek.
Ay ışığını
Martının sırtından alıp
Akşam üstlerini
Kordela balığından
Karabataklardan karanlığı
Ben alıp getirsem…
Nisan yağmurları yağmış Levent’e
Onlar tanıklık etsinler olmazsa.
Nisan yağmurları tane tane.
Benden yana konuşacaklar bakın
Cümle balıkçılar
Karidesler, pavuryalar, böcekler
İstakozlar.
Akdeniz adalarına haber yolladım
Sardunya Adası benden yana çıkacak
Yırtık yelkenler benden yana.
Benden yana bu yas dökülmüş sandallar
Medarı Maişet, Şemşiri Hücum, Maksut Kaptan
Ceylanı Bahri, Denizkızı, Bereket motorları benden yana.
Ama ben yine de tavşanları
Sivriada’nın boz renkli tavşanlarını
Kimselere değişmem.
Onları göndereceğim kulağınıza
Fısıldamaya
Meramet yapan Ermeni kadınları var ya Kumkapı’da.
Arslan gibi kadınlar
Memelerinden sert balıkçılar süt emmiş
Ak düşmüş saçlarına erkek yürekleri açılmış.
Meramet yapan kadınlar
Onlara da açtım bu sevdadan.
Hepsi
Marmara
O canım su
Sivriada
O yalnızlık, kimsesizlik, balıkçının hürriyet heykeli.
Dülger balığı
O canavar görünüşlü
O uysal balık.
O sandallar, o tavşanlar, o motorlar
Hepsi hepsi gelecekler.
Deniz diplerinden yakamozlar
Dikenleri batan süngerler
Hepsi hepsi gelecek.
Benim için konuşmaya, dinlersen
Onlara da açtım bu sevdadan.
SAİT FAİK
05
2010
Adabeyi’nden… (Z. Yalçınpınar)
Ben bu tekel bayiinde insan sarrafı oldum ve her türlü berduşla karşılaştım. Dilencileri, sahtekârları, delileri iyi tanırım, hepsinin nasıl davrandığını bilirim. Ama bu adam bir başkaydı, sanki deli olarak doğmuş ama sonradan, bir şekilde, akıllanmıştı.
Esnafın sevmeyeceği tipten, dükkânı ve seni meşgul eden müşterilerdendi bu adam. Bütün şarapları ve içkileri tek tek inceleyip fiyatlarını öğrenir, yeni çıkan markaların, içkilerin ayrıntılarını sorardı. Rafların önünde sanki bir kitapçıda geziyormuş gibi davranır, içkilerin fiyatlarına ve özelliklerine bakar, bunları tek tek elindeki deftere notlar alırdı. Gariptir ki her malın üstünde yazan her şeyi ezberlemem gerektiğini düşünüyordu. Örneğin, eline bir paket soslu fıstık alırdı ve fıstığın sosundaki baharatların neler olduğunu bilip bilmediğimi yoklardı. Bir içki hakkında bir şeyler bilmediğimi söylediğimde “Niye? Sen bu dükkânın sahibi değil misin, bu içkileri, bu malları satmayacak mısın?” diye çıkışırdı. Ayrıca, hangi tip müşterinin hangi içkiyi tercih ettiğini de merak ederdi.
Tam olarak anlayamadığım bir şey bu; bir çingene kadar üçkâğıtçı, hesaplı ve cimri görünürdü. Ama aslında öyle değildi. Bir akşam alışveriş sonrasında hesap hatası yapıp para üstünü kendisine fazla verdiğimi hatırlıyorum, inanılamayacak kadar dürüst bir tavırla evinin kapısından geri dönüp “Fazla para üstü verdin.” diyerek çıkmıştı karşıma. Bazen evine şarap sipariş ederdi. Siparişi ona ulaştıran çocuğa şarap parası kadar bahşiş verdiğini de biliyorum. Çocuğun dediğine göre “Sakın şarap içme bu parayla!” diye onu sürekli uyarırmış.
Yere bakarak yürürdü hep. Sokakları ve kaldırım diplerini incelerdi, yürürken sık sık başkalarına çarptığı olurdu. Hatta bir gün dükkândan çıkıp köşeyi döndüğünde, dalgın dalgın yürüyen başka bir adamla çarpıştığını ve adama “Benden özür dilemelisin!” diye bağırdığını hatırlıyorum. Ona, neden sokakları incelediğini ve yere bakarak yürüdüğünü sorduğumda, “Tüm bu kaldırımlar ve sokaklar aslında büyük bir yüzün kırışıkları gibidir, ” dedi. “Ben insanları değil de bu yüzün çizgilerini, girinti ve çıkıntılarını, hatta gölgelerini incelemeyi severim.” diye cevaplamıştı beni. Anlamamıştım. Hâlâ da anlamıyorum.
Dedim ya, sevmeyeceğim türden bir adamdı, ama gene de çok ilginçti. O içeri girdiğinde üzerime garip bir tedirginlik yapışıyordu. Bir gün bana dönüp “Sen şairlerin kralısın ama şiir yazdığın için değil. Tekel bayii işlettiğin için…” demişti. Ben tam kahkahayı basacakken, o durup ciddileşti, sanki bu söylediği kendisi için büyük bir hata ya da utançmış gibi suratını astı. Acaba şairleri, sanatçıları ve içkicileri tanır mıydı, yazarçizer miydi, sorunları var mıydı? Bilmiyorum.
Dediğim gibi, bu adam bir başkaydı, sanki deli olarak doğmuş, sonradan, bir şekilde akıllanmıştı.
İşte sen şimdi onun peşindesin, eğer bir şeyler toparlarsan, gel bana da anlat…
Zafer Yalçınpınar
Adabeyi’nden…
30
2010
Turgut Uyar, Mermer Adası’nda…
Turgut Uyar’ı yakından görüp tanışamadım. Dört yıl kadar evvel Marmara Adası’nda uzaktan gördüm. Başka bir ozan arkadaşım onun Turgut Uyar olduğunu söyledi. Orta boylu, sarışınla kumral arası genç bir insan. Ağır ağır yürüyor ve çevresiyle pek ilgilenmiyordu. Her halinde ozan olduğu belliydi. (…)
Baki Süha Ediboğlu
“Bizim Kuşak ve Ötekiler” adlı kitabından… (1968)
18
2010
Ece Ayhan Adası
Adalara, gemilerin binde bir uğradığı, insan ayağının binde bir bastığı adalara benzer Ece ayhan. Bir de Ortacağ kalelerine, şatolarına, o surlar, hendekler, kuleler, mazgallar, asma köprülerle çevrili, nerden ve nasıl gidileceği belli olmayan, bu yüzden de yanına pek yaklaşılmayan ancak karşıdan görülen, bakılan Ortaçağ kalelerine, şatolarına. Gerisinde yol iz bırakmamıştır çünkü, görünmek yetmiş gibidir. Hem niçin bıraksın? Kendisi de öyle gelmemiş midir buraya. Kimsenin elini tutmadan, kimseye yaslanmadan, yalnız kendi külünü yaka yaka. Kapısını onun için kolay kolay açmaz. (…)
Bir sözcük adamı değil midir? Ondan önce sözcüklerin kokuları, renkleri, biçimleri, aşk işleri bilinmiyordu.Yalnız sözcüklerin mi? (…) Ya bin yıllık tümceleri yerinden kim etti?
Resimlerde bıyıkları uzundur, hep sorular soruyor gibidir (Yanıtlar geçerliklerini yitirdi! mi diyordur).
İlhan Berk
Requiem, YKY, 2004, s.108-109
***
Yoksulluğunu hep unuturdu. Sanki karnı hep tok, parası, işi gücü varmış gibi yaşardı. Pek söz etmedi denebilir yoksulluğundan.
Bir defasında yoksulluğunun üstüne basa basa; onu görmüyormuş gibi konuştu: ‘Ben zenginim’ dedi.
Öyleydi, elbet.
Bu giderek bir onur oldu onun için.
Yeryüzündeki yerine öyle baktı.
Haklı da çıktı.
İlhan Berk
“Ben İlhan Berk’in Defteriyim.”, Alkım Yay., Mart 2004,s.193
16
2010
ADA (Oruç Aruoba)
“Hiçbir insan bir ada değildir” diye başlar John Donne, ünlü (Hemingway’i de esinlendirmiş) “çanlar kimin için çalıyor” konulu vaazına.
Doğrudur. Bir ada değildir hiçbir insan; yapayalnız, tek başına, değil – ama, bazı insanlar, adalı kişilerdir – ve yalnızdırlar…
İsmet Değirmenci de onlardan biri; bir adalı ressam; ama burada, gözlerini söze çeviriyor, şiir yazıyor.
Bir adada – bir adadan – yazılan şiirler hangi temellere dayanır?
Herşeyden önce, Deniz’e: Deniz çevreler Ada’yı – Ada, Deniz’in içindedir – O’nunla birlikte; ama O’ndan dolayı, yalnız… Ada’ya gelenler, Deniz’den gelirler; gidenler de, gene, Deniz’e
– Deniz’den – gideceklerdir.
Ada’da kalan yalnız kişi ise, gene, Deniz’e bakar, bekler – ya beklenen birisinin gelmesini; ya da, tabii, o gelmeyeceğine göre, kendi, çekip gitme zamanın gelmesini – gene Deniz’e –Deniz’den…
İsmet Değirmenci de öyle yapıyor: – Adalıların uğraşlarıyla, ilişkileriyle oluşan Ada yaşamını çerçevelerken, onun içine bir kişiyi özleyen yalnız bir kişi koyu – yor – bekletiyor, çantasını alıp gidene dek, Ada’dan – Deniz’e…
Oruç Aruoba
İsmet Değirmenci’nin “Gemi Ne Zaman Gelecek” adlı şiir kitabının tanıtım yazısından…
Bkz: https://www.kitapturk.com/books/Kitap/66704/Gemi_Ne_Zaman_Gelecek.htm
Hamiş: İsmet Değirmenci, Mermer Adası’nda (Marmara Adası’nda) yaşamaktadır.
16
2010
Adalar (Salâh Birsel)
24 Nisan 1980
Samanlı Dağları hafif bir sis içinde
Ada kıyıları da puslu.
Bu, biraz da güneşin denize vuruşundan.
Adalar şimdi havalanıyor.
(…)
Gökyüzü açık.
Pendik üstünde bir iki beyaz bulut.
Adalar siyaha kaçan bir kahve.
Yere yıkılmış bir dinozorüs.
Deniz açık mavi.
25 Nisan
(…)
Saat 19,30.
Güneş batmak üzere.
Deve Adasıyla Kınalı önlerinde pembe bir gerdanlık.
26 Nisan
(…)
Gökyüzü ile deniz arasındaki bütün renkler kaldırılmış. Kolayca denizden gökyüzüne, gökyüzünden de denize geçiliyor.
Bulutlar ince danteller halinde. Onlar da gökyüzü içinde erimiş.
(…)
Saat 19.
Adalar neftiye çalıyor.
Evler de Bostancı’ya atladı, atlayacak.
Heybeli ve Burgaz silik.
Deniz çarşaf gibi. Açık krom sarısı.
Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986, ss. 16-17
04
2010
Anlatı: “Can” (Z. Yalçınpınar)
Babam’a,
Erikli bir oğul mektubu…
Öndeki iki ağaç, mürdüm ve can erikleriyle salkım salkım dolu… Ağaçların dalları -yüklerinin ağırlığına rağmen- iki katlı evin çatısını aşmış ve erikler gökyüzüne uzanmışlar. Evin arkasındaki “sarıerik” -ki bahçedeki en genç ağaç bu- bile sahilden bakıldığında evin kendisinden daha çok dikkat çekiyor.
Babam bu ağaçların ve bahçenin çocukluğunu biliyor. Ağaçların hepsini kendi elleriyle dikmiş çekirdekten, sonra boylanmış, büyümüş ağaçlar zamanla, onların gelişimini izlemiş babam, sabah akşam, otuz yıl sürmüş. Geçen otuz yıl tek bir gün gibi gelmiş babama…
Mürdüm ağacı yorulmuş biraz, erikleri büyüteyim ve gökyüzüne uzatayım derken yaşlanmış, gövdesi genişlemiş ve bazı yerleri kurumuş. Sonra, ustalıkla budanmış. Nihayetinde en yüksek ağaç mürdüm. Dışı siyahla mor arası, içi bal bal… Mürdümden reçel de yapılıyor. Annem mürdüm reçelinin ustası…
***
Bahçenin önünden geçen herkesin gözü eriklere ilişiyor. Hatta “Birkaç tane erik toplayabilir miyiz?” diye soranlar bile var. Babam “Tabii…” diyor, “Buyurun, istediğiniz kadar toplayın. Allah’ın ağacı, isteyen toplar.”
Babam, büyük bir adam…
***
Can eriği ise salkım salkım, kırmızı kırmızı çoğalıyor. “Yaşamanın kanıtıdır can eriği, tıpkı istavrit ve hamsi gibi.” der babam.
Dedim ya, büyük adam.
(…)
“Can” adlı anlatımın devamına https://zaferyalcinpinar.com/a18.html adresinden ulaşabilirsiniz.
Sahicilikle / Zafer Yalçınpınar
22
2009
1. Marmara Adası Tırmanış Şenliği
19-22 Eylül 2009 tarihleri arasında Yüksek İşler taifesi tarafından 1. Marmara Adası Tırmanış Şenliği gerçekleştirildi.