Haz
02
2010
0

Bir “Renklem” Olarak “Favela”

Bkz: https://www.archdaily.com/62689/favela-painting/

 

Hamiş: Jeroen Koolhas and Dre Urhahn’ın boyamaları bana “Renklem” kelimesini icat ettirdi. (Zy)

May
31
2010
0

Sadece şiir. Başka hiçbir şey istemiyor canım. (Nâzım Hikmet)

(…)
(İlya) Ehrenburg, Nâzım’a sordu bu kez:
-Ya siz, Nâzım, neler yazıyorsunuz şu ara?
-Sadece şiir. Başka hiçbir şey istemiyor canım. Bir dönem geçirdim, birkaç yıl kadar süren, hemen hemen 1958’e kadar. Tek bir dize yazamaz olmuştum. Bitti bu iş diye düşünüyordum. Şimdi yitirdiğim bu zamanı telafi ediyorum.
-Evet, çok iyi anlıyorum sizi. Benim de birçok kez şiirle böyle bir şeyler geçti aramda. Kaprisli şeydir şiir.
(…)

Nâzım’la Söyleşi, Vera Tulyakova Hikmet
Çev: Ataol Behramoğlu, Cem Yayınevi, 1989

Bkz: https://urun.gittigidiyor.com/VERA-TULYAKOVA-HIKMET-IMZALI-NAZIM-039-LA-SOYLESI_W0QQidZZ17892622


May
30
2010
0

Sesin Çekirdeği (Roland Barthes)

“Çalıntı” Müzik Kültürü Dergisi’nin Mart 1993 tarihli ilk sayısında yayımlanan “Sessin Çekirdeği” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/sesincekirdegi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Sıkı kuramcı Roland Barthes’ın töze nüfuz eden bu yazısını Ogan Güner çevirmiş…

May
28
2010
0

491’e BEŞ!

491‘e BEŞ!

“Kilosu kaça gelir?”

https://zaferyalcinpinar.com/491bes.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz.

E-posta: dortdokuzbir@gmail.com

May
24
2010
0

“Şiir, şairin dünyaya bakışındadır.” (İlhan Berk)

İlhan Berk‘in söyleşilerini birer  “poetika belgesi” olarak  çok önemli, sahici ve öğretici bulmuşumdur her zaman… Aşağıda,  YKY tarafından yayımlanan “Kanatlı At” adlı kitabın tüm baskılarında  (1. baskı 1994, 2. baskı 2005) yer almayan bazı önemli söyleşilerden çeşitli alıntılar bulunmaktadır. İlhan Berk’in kıyıda kalmış bu söyleşilerinden yaptığım bazı alıntıları (bazı sözlerini) birer buluntu olarak da değerlendirebilirsiniz. (Zy)

İlhan Berk: (…)Önce nedir gerçek şiir bunu bir yol düşünelim. Gerçek şiir, aslını ararsak, konuda değildir bir kere. Şairde şairin dünyaya bakışındadır, o kadar, beş altı yıl önce şiiri, şiir yapanın konu olduğunu ben de buz gibi söylerdim. Bugün iyi şiirin, gerçek şiirin konuyla ilgisi olmadığını söylüyorum. Şair için bütün mesele, eşyaya, dünyaya bakıştadır. Ben iyi şiiri, kötü şiirden, sadece, şairin eşyaya bakışıyla, metoduyla ayırırım. Ne demek şairin dünyaya, eşyaya, bakışı? Hayat ve dünya hakkında yanlış fikirler vermemek. (…) İyi, gerçek, ileri şiir konuda değildir hasılı. Sonra sanatçının sorumluluğu nedir? Dünyayı umutsuzluktan kurtarmak, yaşamayı güzel yapmak bence. Az şey mi bu?
(Yeditepe Dergisi, 7 Haziran 1953, Sayı:38)

İlhan Berk: (…)Beni şiirin kendisi ilgilendirir. Şiirin kendisi demek de yapısının gerektirdiği kuruluş nedenleridir. Bunlar da şiirin dışında değil içinde gelişirler. Uyumdan anladığım budur. Ya da uyum benim için şiirin yapısından başka bir şey değildir. (Ilgaz, 7 Ekim 1964)

İlhan Berk: (…)Söze dayanan şiire bağlıyız. Bizde şiir düzyazı ile birlikte düşünülür. Düzyazının bütün ilkelerini şiirden ister. Düzyazı gibi şiiri bağlamak ister. Biliyorsunuz, Sartre’ın dergisine, Les Temps Modernes’de, şiire yer vermemesini kimse anlayamamış, sonunda düzyazıyla, şiirin ilkelerinin ayrı ayrı şeyler olduğunu Sartre ortaya koymak gereğini duymuştur. Şiirin, düzyazı gibi bağlanamayacağını ilk o açık seçik yazmıştır. Şiir daha önce bir konuşmamda da söylediğim gibi, tek çizgilidir bizde. Bir iki ozanın koyduğu çizgi vardır. O çizgilere üşüşülmüştür. Bütün yeniliğin o iki çizgide olduğu sanılır. (…) Şenlikname şiirin kırk türlü yazılabileceğini gösteriyor. Kapalılığı, şiirin belli çizgilerine alışılmış, belli anlayışlar edinmiş kişiler için daha çok. Dünya şiirine açık olan biri için bir kapalılığı yoktur. Ben şiirin kırk türlü yazılabileceğine inandığım için, şiir yazmayı her gün yeni yeni öğreniyormuşum gibi bir tavır korum. Bu benim kendi yapım, kendi yöntemimdir. Buraya çok uzun yollardan geldim. Bir yığın çıkmaz sokaklardan döndüm, ama geriyi biliyorum. Geriye onun için bakmam.
(Yeditepe Dergisi, 9 Ocak 1973)

İlhan Berk’in söyleşilerinden…

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm İlhan Berk ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

May
19
2010
0

Uygar, zarif ve adaplı.

(…)Uygar, zarif ve adaplı. Bıçkınlığı kafa vurma hamlığından boks inceliğine vardıracak kadar zarif. Öncelikle de “iyi” bir insandı. İyi olmaktan başka çaresi olmadığı için iyi olanlardan değil, zekâsının tüm yeterliğine ve kıvraklığına rağmen iyi olmayı seçtiği için özellikle vurguluyorum bu yanını. Kuzgun, çok sevdiği ve çok sık kullandığı iki deyimle, “mübalağa cenk” bir yaşamı “kına gibi un” halinde öğüttü. “Soyut heykeller yaptı” diye yazıyor ansiklopedilerde. Soyut heykeller midir Kuzgun’un yapıtları? (…)
Belki de Kuzgun, en coşkun sevgiyi, en içten saygıyı beslediği annesini yüceltmek adına (…) belki bir ağıt diye yonttu tahtaları, biçimlendirdi çivileri, demirleri.
Malzemelerini seçimindeki nedenler nedir? (…)
Belki kendisinin de ömür boyu cevabını aramadığı bir yığın soru bıraktı ardında. Ancak, sanatçı olarak kimsenin tartışamayacağı bir gerçeği vardı.
“Adam”lık sanatının büyük ustasıydı Kuzgun.

Seçkin Selvi (Cılızoğlu)
Gergedan Dergisi, Sayı:17, 1988

May
17
2010
0

Sergi: “polikinik dilemma” (Hakan Kamışoğlu)

“polikinik dilemma – resimli görüngü”

by Hakan Kamışoğlu

27 Mayıs- 18 Haziran 2010
Ak Galeri
/ Altıpatlar Sok. No: 12 Çukurcuma-Beyoğlu
Açılış: 27 Mayıs 2010 / 18:00
*

Hamiş: Hakan Kamışoğlu’nun bazı çalışmalarının görüntülerine https://hakankamisoglu.blogspot.com ve https://polikinikdilemma-g34.blogspot.com adreslerinden ulaşabilirsiniz.

May
15
2010
0

Dili müzik, müziği dil haline getirmek gibi bir saplantım var. (Vüs’at O. Bener)

(…)
Özcan Karabulut: “Dili müzik, müziği dil haline getirmek gibi bir saplantım var.” diyorsunuz Express dergisinde yaptığınız söyleşide. Az önce değindiniz, dilin müzik, müziğin dil haline getirilmesi nasıl bir şey, açar mısınız?

Vüs’at O. Bener: Bunu şöyle açıklayabiliriz: Birtakım şeyler sembollerden oluşuyor. Müziğin dili de öyle. Birtakım işaretler koyuyor, oradan sese ulaşıyoruz. Böylece müziği somutlaştırmış oluyoruz. Dil de öyle. Dilin de sözcükleri var. Sözcükleri ayrıştırdığımız zaman harfler çıkıyor ortaya. Bu harflerin yan yana gelişinden sesler oluşmuş oluyor. Dil ile müzik arasında her zaman bir bağ kurmaya çalışmışımdır. Onun için kakofoniden hep kaçınmışımdır. Yani dilin kendi özel iç müziği vardır. Bu, şiire de yansıyor. Yazıya da yansıyabilmeli kaygısıyla hareket ediyorum. Onun için “ağaç” dediğimiz zaman, Melih Cevdet’in deyimiyle hemen ağaç geliyor aklımıza. Demek ki sembolleri kullanıştan ileri geliyor. Ayrı ayrı sesler çıkması, müzikte de öyle değil mi? Senfoni yapıyor adam, bir sürü varyasyonları var bunların. Bunlar da, demek ki sembolleri şu veya bu şekilde kullanma suretiyle ortaya çıkarılan yapıtlar oluyor. Dilde buna özen göstermiş olduğumu varsayıyorum ben.
Çok uğraşmışımdır. Neden? Dilde kurallar konmuş, “a” dan sonra “e”, “e” den sonra “i” geliyor Türkçe’de. Ama bazı istisnalar da var: “Horoz”, burada iki tane “o” gelmiş. Şiirde de böyle oluyor. Yani iç ahenk. İster bunu uyaklı yaz, ister uyaksız olsun, iç ahenkle ilgisi var. Dili oluşturan harflerin birbiriyle çatışması, birbiriyle birleşmesi, ayrılması birtakım müzikler çıkarır. Richard Strauss’un Don Kişot‘u vardır. Onu dinleye dinleye, acaba dille, Türkçe’yle açıklayabilir miyim diye çok uğraştım.
(…)
Özcan Karabulut:
Express dergisindeki söyleşinizde “Önce tasarımlar var, yazıya dökülmesi uzun zaman alıyor, uyuyor konular..” diyorsunuz. Konuların uyuması da nasıl oluyor? Açıklar mısınız?

Vüs’at O. Bener: Kış uykusuna yatmış gibi bir şey. Bir çağrışımla ya da ona benzer bir olayla ya da bir davranış biçimiyle bu izlenim size doğru tırmanmaya başlıyor. Yazılmasına gerek duyulabilecek bir durum diye çıkıyor karşınıza. Düşsel olarak ara ara çıkıp geliyor. Sizi rahatsız ediyor. Doygunluk anlamında bir boyuta ulaşmamışsa yazamıyorum.
(…)

Vüs’at O. Bener’le Söyleşi
İmge Öyküler Dergisi, Sayı:4, 2005

Hamiş: Söyleşi’nin tamamına https://www.imge.com.tr/imgeoykuler/4/ozcan_karabulut_vusat_bener_soylesi.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

May
12
2010
0

Chris King’le “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı zombi filmi üzerine: “Solgun ve öksüren nalsız atlarıyla…”

Futuristika taifesi çok sıkı çalışıyor…  Taife, Ece Ayhan’ın poetikasının kime/neye karşı olduğunu ve kimin/neyin yanında  olduğunu anlatan sıkı bir çalışma yapmış… Futuristika’nın bu çalışmasından ve coşkusundan, “Blind Cat Black” adlı filmden ve Chris King’in tüm söylediklerinden ortaya çıkan şey şudur;  “Ece Ayhan’ın şiirselliği evrenseldir!”
Futuristika’nın Chris King’le gerçekleştirdiği ropörtajı, işbu çalışma için hazırladıkları girizgâhla birlikte aşağıya alıntılıyorum. -Chris King’in “Bakışsız Bir Kedi Kara” çağrışımlı zombi filminden çeşitli görüntülere ve parçalara ise https://www.futuristika.org/kultura/edebiyat/chris-king/ adresinden ulaşabilirsiniz. – (Zy)

“SOLGUN VE ÖKSÜREN NALSIZ ATLARIYLA…”

Futuristika’da Chris King’in Poetry Scores tayfası olarak Ece Ayhan şiirlerinin çevirisi üzerinden yaptıkları müzik ve hazırladıkları zombi filminden bahsetmiştik. Bugün Futuristika! bünyesinde yayınlamaktan en çok mutluluk duyacağımız yazılardan biriyle ve Ece Ayhan’ın dizeleriyle şarkı söyleyen zombilerin görüldüğü filmin alıntılarıyla maceraya devam ediyoruz. Chris King, filmi yapmasına neden olan ruh halini anlattı. Filmin myspace sayfasında idoller/kahramanlar kısmında Orhan Veli ve David Bowie yanyana bulunuyor, bu durum bile, sevdiğimiz zihinlere güzel bir örnektir. Zafer Yalçınpınar sayesinde haberdar olduğumuz (1) ve internet sayesinde dostluğumuzu ilerlettiğimiz bu süreç sayesinde görüyoruz ki, Ece Ayhan, vefatının ardından bile sivil yaşamla üzerine yüksek sesle bildiğini okumaya devam ediyor. Ne mutlu ki, bu sesi dünyanın diğer tarafında bile duyanlar var.
Biz zaten neden varız? Sevgili Zafer’in “Yeni Sinsiyet” diye dikkat çektiği
kitlesel sömürü kurnazlığına elden geldiğimizce “Kahrolsun Yeni Sinsiyet!” demek için. Futuristika’nın ünlemi budur, “Haramiler ki kırkın üstünde sayıları” onlar bizim her daim karşı çıkacaklarımızdır. Ece Ayhan’ın zombileri ise, dostlarımız. İnsanlara karşı zombileri destekliyoruz, insan olduklarını sanıp sinsiyet toplumunun araçları olanlara karşı, zombileştirilenlerin ayağa kalkmasını savunuyoruz. Röportajın hemen ardından, Ece Ayhan’ın dizelerinden yaratılan şarkıyı söyleyerek “ayağa kalkan” zombileri savunuyoruz.

Barış Yarsel – Futuristika!

Futuristika: Zombi filmlerini seviyoruz, sessiz filmleri seviyoruz, ama ilk defa bir sessiz zombi filmi yapıldığını duyduk. Bu film için, The Golem, Nosferatu gibi Alman ekspresyonist filmlerinden ilham aldınız mı?

Chris King: Öncelikle, izninizle aktarmak isterim; bu filmi çekerken ilk filmini yapmakta olan tümüyle amatör bir filmci olduğumu belirtmem gerekli. Aslında, özellikle Aaron AuBuchon, Chad Ivins ve Kevin Belford gibi tecrübeli sinemacılardan oldukça yardım aldım. Ama yine de benim hayal gücüm, benim projemdi ve yardım edenlerden hiçkimsenin filmim için çalışmalarını, yaptıkları en iyi iş olarak değerlendireceğini düşünmüyorum.
Bahsettiğiniz muazzam filmlerden ilham alışımızın kavranması ve nitelenmesi için tüm bunları söylüyorum. Olan şu ki, ben ilk dönem sessiz filmleri diğer tüm türlerden daha çok seviyorum. Bu yüzden “eski” sessizlerde gördüğümüz gibi konuşmaların olmadığı, sadece müziğin olduğu güncel bir film yapmak istedim. Aslında, sessiz de değiller bu eskiler; sadece konuşma, ”konuşkanlık“ yok. Hatta, canlı müzik eşliğinde gösteriliyorlardı. Bizim filmimiz de ”fon müziği şiir” olacak şekilde çekildi ve düzenlendi. Diğerleriyle beraber ben de, “Bakışsız Bir Kedi Kara“nın İngilizce çevirisinden harf be harf  bu müziğin yazılmasında ve yapımında yer aldım.
Bu arada, buradan; yaşadığım yer olan St. Louis, Missouri’den bir video profesörü, Aaron AuBuchon, bana film için yardım etmeye karar verdiğinde, beni evine davet edip Robert White’ın “The Cabinet of Dr. Caligari”yi seyrettirmişti. Alman eksperyonist sessiz filmlerinden bir klasik. Bu filmin bizim için muhteşem bir sinematik örnek olacağı konusunda fikir birliğine varmıştık. Gerçi, sonuçta, benim amatörlüğüm ve film festivali için son teslim tarihi telaşım filmin kalitesini o kadar düşürdü ki, bu iki filmi aynı anda belirtmeyi düşünecek çok az kişi vardır.

F.: Zombi, çoğunlukla bir Amerikan kavramı. Bize göre Ece Ayhan zamansız ve mekansız bir şair. Şiirlerinde ezilenler, yolunu kaybedenler ve kenarda bırakılmışlar önemlidir. Bu filmin zombilerini benzer şekilde tarif edebilir miyiz? Yoksa sizin zombileriniz birer parti elemanları mı? Filmde onları nasıl tasvir ediyorsunuz?

C.K.: Hah! Seviyorum sizi! Filmden sadece birkaç küçük bölüm gördün, ama gerçekten filmi tanımlayıcı -neredeyse kazara oluşan- bir çıkarım yapabilecek kadar anlamışsınız.
Bakışsız Bir Kedi Kara filmi, fon müziği şiir olacak şekilde yapıldı.
Biraz açıklayayım… Murat Nemet-Nejat’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” çevirisinde kullandığı tekniği, sürrealist bir teknik olarak addediyorum. Bu nedenle, filmin, şiirin fon müziğinin biraz sürrealist bir estetiğe sahip olarak yapılmasını istedim. Ama yapılmasını hiç istemediğim bir şey; bugüne kadar seyretmiş olduğum sürrealist filmlerin bir taklidini yapmak olurdu. Ayrıca, sadece deneysel bir şey yerine, karmaşık bir öykü içinde birbirleriyle etkileşimde olan karakterlerin olduğu, hikaye anlatan bir film yapmak istiyordum.
Tüm bunlar üzerinde çalıştığımız zamanlardan bir nokta geldi ki, Aaron AuBuchon Zombie Squad’a ya da St. Louis’de her yerde zombiler olduğuna tesadüfi bir gönderme yaptı. Gerçekten öyle, ve benim hiçbir fikrim yoktu. Altı yıl önce St. Louis’e geri taşındığımdan beri, küçük bir çocuğu olan bir gazete muhabiriyim. Bu sebeple hayatım iş ve ev arasında gidip gelmek. Şehrimizde gelişmekte olan bu tarz -gayet ciddi hayatta kalma görüşleri ve kan bağışları gibi harikulade toplumsal etkinlikleri ile zombi kılığında ortalıkta koşuşturma keyfini harmanlayabilen Zombie Squad gibi- altkültürlerle ilgili pek bilgim yok.
Çalışırken elindekileri kullanman gerektiğine inanıyorum, ve burada, St. Louis’de zombilerin kesintisiz bir berekette olan doğal bir kaynak oldukları ortaya çıkmıştı. Tabi bende hemen, sayıca büyük topluluklar halinde, hem filmi de kalabalıklaştırmaya, hem de bir çeşit çok yönlü sürrealist efekt olarak, bu zombileri oyuncu yapma fikri oluştu.
Filmimde şiiri, genç bir oğlan yosmanın ya da transcinsel bir sokak çocuğunun hikayesi olarak okudum
Benim için gerekli olan bu mesaja olanak tanıdıktan sonra, zombiler ayrıca, şehrin ürkütücü yeraltındaki, ölümün kol gezdiği sokaklardaki yaşamı da sembolize etmeye yaradılar. “Bakışsız Bir Kedi Kara“, sürrealist ve imgesel bir şiir olarak, sınırsız sayıda yorumla kişiye göre değişebilir. Ama filmimde ben, çevirmenin şiiri, reşit olma yaşı gelen genç bir oğlan yosmanın  -ya da transcinsel (kendini karşı cins olarak gören) bir sokak çocuğunun- hikayesi olarak okumasını izledim. Böylece, zombiler, kız ve erkek çocukları hırpalamakla tehdit eden tehlikeli üçkağıtçıları simgeliyorlar.

F.: Başka Türk şairlere ilgi duyuyor musunuz?

C.K.: Hem de çok. New York’ta yaşarken en iyi arkadaşım Defne Halman‘dı. Babası, Türk şiirinin İngilizce’ye çevrilmesinde en önemli figür olan Talat. S. Halman. Bu yolculuğa Murat’la, onun bana “Bakışsız Bir Kedi Kara“ çevrisini vermesiyle, çıktım aslında. Fakat Halman’lar  (ve de sonra, yine Murat’ın) vasıtasıyla, daha fazla Türk şair tanıdım. Garip akımı şairlerinin (Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet) kısa şiirlerine müzik düzenledim, Defne Halman’la beraber Orhan Veli’nin tüm şiirlerini İngilizce’ye çevirdik.

F.: Ece Ayhan’ın iç dünyasıyla tanıştıktan sonra hayatınızda nelerin değiştiğini düşünüyorsunuz?

C.K.: Murat, “Bakışsız Bir Kedi Kara“yı bana verdiğinde, kitap yepyeniydi, bir kitap eleştirisinin satacağı tek zamandı aslında. New York’tan mükemmel bir dergi olan The Nation için eleştiriyi hazırlayacak kadar şanslıydım. Yazım Türkçe’ye de çevrildi ve basıldı; inanılmaz ama kızı bizi tanıştırdığında Profesör Halman beni zaten bu eleştiri yazımdan tanıyordu.(2) O yazıda, “Bakışsız Bir Kedi Kara“nın bugüne kadar okuduğum en kederli kitap olduğunu düşündüğümü söylüyordum. Hala aynı fikirdeyim. Şiir bana, hayal kırıklığı, hüsran, yabancılaşma, iletişimde başarısızlık, imkansız aşk ve sekse karşı pek çok imge, renk ve ruh hali verdi. Bir aile kurmaya başlayıp yerleşmeden önce, hayatım bir rock müzisyeni olarak bazen çok pervasız ve tehlikeli idi, ve “Bakışsız Bir Kedi Kara“, o yıllara dönüp bakmamda bana yardımcı olan bir prizma. Bana daha önceden sahip olmadığım bir kelime haznesi veriyor.

F.: Tahmin ederim, Türkçe kişi isimlerinin çoğunluğunun hemen hemen tam bir anlamı olduğunu çoktan biliyorsunuzdur. “Ece”, “Kraliçe, Yüce, Lider” anlamlarına geliyor; eski, öz Türkçe bir kelime. Sizin soyadınız “Kral”. Tesadüfleri seviyoruz ki aslında pek de inanmıyoruz; hayatta her şey kişilerin bilinçli ya da bilinçsiz seçimleri ile gerçekleşiyor. Bu karşıt eşleme hakkında nasıl hissettiniz/hissediyorsunuz?

C.K.: Gerçekten, büyülendim. Nutkum tutuldu. (Bu cevabı yazılı olarak veriyorum, ama derin bir manada kelimelere dökemeyecek haldeyim.) İsmi hakkında bunları bana daha önce söyleyen olmadı. Şimdi, müziğini düzenlediğim şiirin bir parçası olan ”Bir kraliçedir oğlum kanatlarını açmış...” dizesinin, şairin adına kelime oyunu olduğunu anlıyorum. Fakat, Kraliçe şair ve Kral filmciyi benzetmek bizi filme ve filmin konseptine geri getiriyor.
Murat’ın şiirin bir erkek çocuk ya da bir transcinsel fahişe hakkında olması fikrini izleyerek, bunu iki başrol oyuncusuyla dramatize etmek istedim; bazen kendisini erkek çocuk olarak tanıtan çetin bir kız çocuğu ve bazen kendisini kız çocuğu olarak tanıtan, bir kız çocuğu sanılabilecek güzellikte bir erkek çocuğu. Bu, güzel erkek çocuğunun makyaj testi (kendi fikrine göre) başarısız olunca ve kız çocuğu olarak çirkin görüneceği sonucuna varınca, pek iyi sonuç vermedi. Böylece daha sert görünüşlü bir erkek aktörde karar kıldık ve oyuncunun daha kaba görünüşü ve daha keskin enerjisi nedeniyle bu ikilikle farklı yöntemlerle oynamak durumunda kaldık. Aklımdakinden çok farklı bir film olmasına yol açıldı, ama yine de sonuçta ortaya çıkandan memnunum.

1-Nilgün Kahraman’ın ortaya çıkardığı Ece Ayhan fotoğrafı Zafer Yalçınpınar’ın Ece Ayhan efemeralarından alınmıştır

2-Söz konusu yazı Zafer Yalçınpınar’ın katkısıyla buradan okunabilir.

İşbu söyleşi https://www.futuristika.org/kultura/edebiyat/chris-king/ adresinden alınmıştır.

May
08
2010
0

Kabul ve Red: Yalnızlığın Kutupları -Sait Faik Üzerine Düşünceler-

Sıkı hikâyeci Sait Faik’i saygıyla Anıyoruz!

*

Argos Dergisi’nin 1990 tarihli 21. sayısında yayımlanan “Kabul ve Red: Yalnızlığın Kutupları -Sait Faik Üzerine Düşünceler-“ başlıklı Ahmet Oktay yazısına https://zaferyalcinpinar.com/yalnizliginkutuplarisaitfaik.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan şu başlıklara da bakınız;

Sait Faik’in Kişiliği ve Son Günleri:
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=858

Atatürk’ten sonra, Mark Twain Derneği’ne üye olan ilk Türk’tü:
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=556

Sait Faik’in Sivilliği Üzerine Serbestçe Konuşmak:
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=454

Evvel Fanzin’in tüm Sait Faik ilgileri için bkz:
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=sait-faik

May
07
2010
0

Endüstri devrimi bitti, Esat Başak kazandı. (Tayfun Polat)

Karga Mecmua’nın Mayıs 2010 tarihli 38. sayısında yayımlanan “Endüstri devrimi bitti, Esat Başak kazandı” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/esatbasak.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Yazıyı Tayfun Polat kaleme aldı…

Ayrıca bkz:  https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=2664

May
03
2010
0

491’e DÖRT!

491‘e DÖRT!

“Ödüldür; adamın pantolonunu düşürür.”

https://zaferyalcinpinar.com/491dort.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz.

E-posta: dortdokuzbir@gmail.com

May
03
2010
0

Sergi/Mtaär: “Yerel İllüstratörler 02”

Mtaär

Yerel İllüstratörler 02
07.05.2010 – 06.06.2010

Sergi Açılışı : 7 Mayıs Cuma / 19:00 / Mtaär
Açılış Partisi : 21:00 / Arkaoda (DJ’ler : Deform / Gözen Atila)

Mtaär, açılışının ilk yıldönümünü Yerel İllüstratörler o2 sergisiyle kutluyor!
İlki geçtiğimiz yıl gerçekleşen Yerel İllüstratörler sergi serisi, Türkiye’de illüstrasyon yapan genç isimleri bir araya getirmeyi amaçlıyor. Serginin ikinci ayağı 7 Mayıs’ta yine Mtaär’da açılacak.
20 genç ve yaratıcı ismin eserlerinden oluşan sergi, illüstrasyon kültürünün Türkiye’deki yansımalarını görmek isteyenler için 6 Haziran’a kadar açık olacak.

Katılımcılar
Sadi Güran, Merve Morkoç, Ufuk Can, Ada Tuncer, Evre Başak Okumuş, Ozan Küçükusta, Şerif Karasu, Gizem Vural, Gökçe Akgül, Elif Yıldız, Berat Pekmezci, Ethem Onur Bilgiç, Yavuz Öztürk, Seher Kış, Sedat Girgin, Ahmet Özcan, Mete Yafet, Sadi Tekin, Zeynep Özatalay, Yasemin Ezberci

Mtaär
Adres : Şair Latifi Sok. 27/A Moda / KADIKÖY

www.mtaar.org

Nis
27
2010
0

Ham Söz, Has Söz (Maurice Blanchot)

Blanchot’nun “Ham Söz, Has Söz” adlı yazısı “şiir dili” ve “töz” arasındaki ilişkiyi “aydınlatmak” adına yazılmış en sıkı yazılardan biridir. İşbu yazının ilk Türkçe çevirisi 1979 yılında “Cehennemde Bir Mevsim” adlı derginin ilk sayısında yayımlanmıştır. Oğuz Demiralp’in sözkonusu çevirisine https://zaferyalcinpinar.com/blanchotvehassoz.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Maurice Blanchot

Nis
22
2010
0

Söyleşi: “Şiir, Boğunç ve Doğru” (Ece Ayhan-Önay Sözer)

Fotoğraf: Nilgün Kahraman

*

Şimdilerde Amerikano Boğaziçi Corp.’ta felsefe profesörlüğü eden Önay Sözer, 1966’da Ece Ayhan’la bir söyleşi gerçekleştirmiş. Zamanın “Yeni Ufuklar” adlı sıkı dergisinde yayımlanan söyleşinin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/eceonaysozer.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
22
2010
0

Okulun Fenomenolojisi (IVAN ILLICH)

Nisan Dergisi’nin Aralık 1985 tarihli 6. sayısında yer alan “Okulun Fenomenolojisi” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/okulfenomeni.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. IVAN ILLICH’in işbu sıkı inceleme yazısını Oruç Aruoba çevirmiş…

Nis
22
2010
0

Dergi: Cehennemde Bir Mevsim (1979)

1979 Yılında Yayımlanan ‘Cehennemde Bir Mevsim’ adlı şiir dergisinin ilk sayısının kapağı.
İşbu dergiyi çıkaranlar arasında Oruç Aruoba, İ.Kuçuradi ve Ertuğrul Özkök bulunmaktadır.

Derginin yönetmeni ise Oğuz Demiralp’tır. (Zy)

*

Hamiş: Ece Ayhan’a ilişkin çeşitli efemeralara Bakışsız Bir Kedi Kara adlı Ece Ayhan web sitesinden ulaşabilirsiniz.

Nis
20
2010
0

Salvador Dali’nin Don Kişot Desenleri

Dali’nin 1964-1965 yıllarında İtalya’da yayımlanan Don Kişot desenlerinden bazıları, memleketimizde, Argos Dergisi’nin 1990’da yayımlanan 21. sayısında  yer almıştır. Desenlerden bazılarına https://zaferyalcinpinar.com/donkisotdali2.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
15
2010
2

Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin “Sıcak Nal/Mal”larına ve edebiyat kabzımallığına karşı! (Borges Defteri)

Edebiyat Kâhyaları’nın ve Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin en sıcak mamüllerinden biri olan “Sıcak Nal” adlı kabzımal kahvehanesine ilk lobut Borges Defteri Moderasyon Grubu’ndan geldi… Yazıyı aşağıda -0lduğu gibi- alıntılıyorum (Zy):

Ali Teoman’ın ve Cem Akaş’ın iki yazısına yer vererek yayın hayatına “vira” diyen “Sıcak Nal” dergisi (Süreyya Evren’in editörlüğü ve Enver Ercan’ın imtiyaz sahipliğiyle) daha ilk sayısının son satırlarını inanılmaz bir gaf ve kin kusma ayiniyle kapamış.
Enis Batur’a çamur atmak, kin kusmak, had-hudut bildirmek bu kez Süreyya Evren’nin üzerine mi bırakıldı? Çürümenin virtüel algı boyutu farklı aygıtlarla ama aynı hücre yapısıyla durmadan karşımıza çıkıyor, hep beraber okuyoruz, bu durum karşısında yapabileceğimiz tek şey kalıyor: aktüel algı zenginliğiyle gidişatın ve ortamı saran ahlaksızlığın, vicdansızlığın, rezaletin üzerine kusmak.
Oyun, iki farklı dünyanın iki farklı kişiliğin algısı üzerine kurulan bir suni denge gibi görünse de mesele asla öyle değil.. Farklılıktan fakr(yoksunluk) değil “gena”(düşünce zenginliği) doğduğunu biliyorduk, oysa burada düşünce sefaleti kendini paçavra bir kırıntıya bürünerek gösteriyor.
Dergi editörü Süreyya Evren; Enis Batur’un haftalık Cumhuriyet Kitap dergisine yazdığı bir yazsından tek bir (tek 1 cümle) cümleyi : “ister şiirimde(kendi öznel dünyası) ister (düz yazılarımda)-(yine Enis Batur’un kendi kurgusuyla oluşturduğu, kullandığı dil ve dünya) yeni bir dil kurdum” gibi bir cümleyi alarak var gücüyle terim yerindeyse Enis Batur üzerine, “kültür adamlığı” tanımına “çullanması” pek hoş ve ahlaki bir tavır olmamakla birlikte bir dergi editörünün (idam mangasının önünde bile olsa)baş vuracağı bir yöntem olmamalı(ydı) diye düşünmekten de alı koyamıyoruz kendimizi. Yazımızın başında Ali Teoman ve Cem Akaş’ın adını neden verdik? Bir taraftan sırtını bu iki Enis Batur “diline”,”dünyasına”(uzun zaman) yakın isimlere vereceksin öte yandan Enis Batur’a karşı içinde ne kadar tarif edilmiş-edilmemiş “kin” oku varsa hicap duymadan fırlatacaksınız. Bu kadar basit, yüzeysel, içeriksiz ve kolay vuruşlara şu edebiyat ortamı ne zamandan beri alıştı? Terry Eagleton’un üzerine titrediği “pratik eleştiri” kavramı ve ruhsal kurtuluşa giden yolu müjdeleyen yöntem de derdimiz, hatta tasamız, hiç değil, çünkü karşımızda böyle bir kapasite ve ufuk genişliği yok. Kaldı ki, ister eleştiride olsun ister teorik yaklaşımlarda “ teorik şiddet unsurunu” ilk savunanlardan, gündeme taşıyanlardanız, ama burada pratik ve kabulleneceğimiz bir teorik karşı duruş, kuramsal yaklaşım yok. Kişisel iç kargaşa-hesaplarla varılan noktanın da menzili bu kadar olurdu.
Siz bu edepsizliği Oruç Aruoba, Turgut Uyar, Ece Ayhan (hayatta olan veya olmayan) ve aklınıza gelebilecek hangi şair, yazara karşı gerçekleştirseniz tepkimiz aynı olur, aynı olacak.
Edebiyat ortamını saran boğucu sessizlikler, tepkisizlikler işleri bu aşamalara sürükledi. Sanat’ın kalp atışları kokuşmuş bir sistem ve onun baskıcı aygıtına karşı çıkışlarda hızlanmalıdır, yoksa kendi dokusunu, öz suyunu “aşağı dünya-yukarı güç” diyerek ulu orta harcamanın bir anlamı yoktur.
Sorsak ki madem her minimal gösterge anlıksal imgesini canlandırdığı bir öteki uyarana bağlı bir uyarandır o zaman bugüne kadar biz neden tek bir yapısal analizinizi (Enis Batur ve pek çok isimle ilintili olarak) görmedik, okumadık? Yoksa altınıza serdiğiniz o suni güç, iktidar kilimi mürekkep gücüyle değil de ıslandıkça mı koyulaşıyor?
Bir dergi editörü “eleştiri” unsurunu böyle seyreltilmiş küf çekirdeği gibi kullanırsa, o yörede tuz depolarının da koktuğunu açıkça deklare edebiliriz galiba.
Anlaşılan o ki bu güne kadar ne Enis Batur şiirini ne de onun en azından düz yazılarını ve söyleşilerinin hiç birisini elzem olan gerçekçi mercekten okumamış sayın editörümüz.
O Enis Batur ki bunca çabası ve kültür dünyamıza kattıklarıyla hala ve olabildiğince açık bir dil ve ifadeyle ve inanılmaz bir tevazuuyla “ henüz dilime yeni bir sözcük katmış değilim” gibi gerçekten samimiyet içeren bir iç görüyü ortaya koymuştur. Gelin görün pek muhterem baş muharrir’e göre Enis Batur bir gazetenin kitap ekinde “yeni bir dil” den nasıl söz edermiş(dem vurarmış? Ve aslında “sen kimsin ki bize bu yeni dili dayatıyorsun?”ibaresini Sıcak Nal dergi okurunun anlına tuhaf cümleler ve anlamlarla yapıştırır.
Dil sorunsalını, şiiri, poetikayı, anlam ve anlam kaymalarını, anlam bilimi, anlamın evrimini, yapısal sorunları 35 seneden beri kendine dert edinmiş bir yazar-şairi böyle ucuz ve hakikaten mide bulandıran na-veciz cümlelerle “vurmak” (eleştiri değil) fiilini bizler ne nedenlilik ne de nedensizleşme terimleriyle de açıklayamayız.
Sayın Enver Ercan derginin orta sayfasından yarım boy fotoğrafla poz vererek şiirini kendi editörünü yayınlatırken önce vicdanını iki avucuna alarak bu soruyu kendine soracaktı sonra o sayfaya “onay” verecekti: “Enis Batur kimdir? Bu güne kadar nelere imza attı, neleri, kimleri, hangi değerleri ortamımıza kazandırdı?”. Herhalde vicdani bilançosunun parmağı ağrımazdı, üstelik yazarlar sendikası başkanı olarak kurduğu dergicilik taç-saltanat koltuğunda bir ülkenin saygın ve de bugünlerde bir ekvator bitkisi gibi kendi sessiz dünyasına kapanan bir değerli yazara bu biçimde yakışıksız kalkan-kılıç gösterilmezdi. Ama galiba bir “hakikati” unutuyorsunuz, geçti artık sizlerin o “şaşı bak şaşır” numaralarınızın dönemi. Yeni kuşak okur, edebiyat kulvarının siyanur yudumlamış kuşağı yemez artık bu numaraları. Bu seslenişimiz ise son ve nihai sözcüklerimizdir, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da muhatabımız değilsiniz.
Bunca iç kanamadan sonra, yanıtınız ne olursa olsun, bizim açımızdan zerrece bir önemi yoktur, ama en azından işlerin hangi samimiyet ölçeğinde yürüdüğünü görmemiz açısından şansınızın hala soluk alıyor olması sıva tutmayan hecelerinize derman olur belki.
Her şairin, her şiirinin bir coğrafyası vardır, kara yelleri, geceleri, uykuları, kuyuları vardır, dili vardır, sözcükleri vardır. Her şiir, her dize bütün şairler için yeni bir deneyim, yeni bir dil sürçmesi, yeni bir dil zenginliği, dil serencamı vardır. Enis Batur ya da şu an bildiğimiz, severek okuduğumuz şairlerden hangisi yazdıklarında “yeni oluşturulmuş bir felsefi- edebi kuram”dan, “yeni bir anlam biliminden” söz etmiştir? Onun yirmi beş yıllık sadık okurları olarak, böyle bir iddiayı hiç görmedik hiç okumadığımızı bildiriyoruz.
Ayağınızı denk alın ve yayınlarınızın ister ilk ister son sayfalarında son “vuracağınız” kişi ve ya kişileri seçerken çok ama çok dikkatli davranmanızı öneririz. Bu sizleri ciddiye aldığımız için değil, üstünü, başını pislettiğiniz edebiyat gömleği ve o kalemlere duyduğumuz hürmetten dolayı bizler için önemlidir.
Zeka bu kadar evrensel bir töz olan süreyi, tıpkı psişik sürede olduğu gibi durağanlaştırıp kristalleştirebilir sayın baş muharrir! Bunu ilk önce senin bilmen gerekiyor(du).
Ya da yine Enis Batur’un dediği gibi:
“kıllar ters dönüyorsa, içinden sakal bırakacaksın”!
Olmadı mı?
“Zamanın bilinci: zamana suikast..(E.M.CIORAN)” diyerek kara ütopyalara yelken açacaksın..

Zulüm ve karanlık perdelerle eş tutulan bir devranın ardından çiçeklenecek düşler-bir yerlerde- mutlaka vardır..

Ne mutlu ki Ruh Cerrahi değiliz.
Vesselam.

BORGES DEFTERİ MODERASYON GRUBU

(https://borgesdefteri.blogspot.com)

—————————

ÖNEMLİ EK NOT:
SORU: Sıcak Nal dergi yayın kurulu üyesi olan Sn.Cem Akaş’ın görüşünü bilmek, öğrenmek en doğal hakkımızdır dedik! Bu “sonra karanlık, sessizlik, perde-(E.B)” oyununa yorumunu, görüşünü sorduk.
Cem Akaş’tan beklediğimiz sahici-samimi ses dün ulaştı elimize ve
CEM AKAŞ dedi ki(sadece bir kısmını yayınlıyoruz, devamını muhtemelen baş muharrire kendisi aktaracak, çünkü takipçisi olacağını bildirdiler-duyarlılığı için Cem beye çok teşekkür ediyoruz):

“Size tamamen katılıyorum ve derginin yayın kurulu listesinde adımın geçmesinden hicap duyuyorum.
2500 kitap yayımlamış (ve siz eklememişsiniz ama, 100’ün üstünde kitap yazmış) birinin kişiliği de, görüşleri de, yapıtları da, yaptıkları da eleştiriden muaftır.
1500 kitap yayımlamış birinin kişiliği ve görüşleri eleştiriden muaftır.
1000 kitap yayımlamış birinin kişiliği eleştiriden muaftır.
500 kitap yayımlamış birinin herşeyi eleştirilebilir ama ağır konuşmamak kaydıyla.
Diğerleri için herşey mübahtır.-CEM AKAŞ”

Nis
14
2010
0

Truffaut Truffaut’yu Anlatıyor… (1975)

1942 yılı sonunda, oturduğum mahalledeki Pigalle sinemasına gelen Marcel Carné’nin “Gece Ziyaretçileri” filmini görmek için sabırsızlandığım bir gün okulu asmaya karar verdim. (…) İşte o gün, yaratılışını yeniden yaşamak gibi bir yanılsama sağlayabilecek kadar hayran kalınan bir yapıta kendini kaptırmanın ne denli büyüleyici olduğunu keşfettim. (…) Filmlerin içine girmeyi arzuluyordum ve bunun için kendimi sinema salonundan soyutlayarak giderek daha fazla beyaz perdeye yaklaşıyordum. (…) İyi bir sinema eleştirmeni oldum mu? Bilmiyorum. Ne var ki ıslık çalanların safında olmaktansa, ıslık çalınanların safında olmayı yeğlediğim ve coşkumun meslektaşlarımınkinin bittiği yerde, Renoir’in ağız değişikliklerinde , Welles’in aşırılıklarında, Pagnol ya da Guitry’nin savsaklayışlarında, Cocteau’nun anokronizminde, Bresson’un çıplaklığında başladığını kesinlikle biliyordum. (…) Kötü bir film yapmak için en az iyi bir film yapmak kadar gayret sarfedilir (…) En içten filmimiz bir aldatmaca olarak görülebilir. Kendimizi zora sokmadan çevirdiğimiz bir film ise dünyayı dolaşabilir.(…) Saçma ancak hareketli bir film, akıllı ve uyuşuk bir filmden daha başarılı olabilir.
(…)

Sonuç çok nadiren sarfedilen gayretle orantılıdır.

François Truffaut
“Yaşamımın filmleri” adlı kitabının önsözünden… (Ocak, 1975)

Nisan Dergisi, Sayı:4, Aralık 1984, s. 97

Nis
13
2010
0

“Ece Ayhan’dan ABD’ye bakışsız bir zombi kara” (Barış Yarsel)

Poetry Scores taifesinin Ece Ayhan çağrışımlı ve atıflı olarak “Blind Cat Black” şeklinde adlandırdığı gerçeküstücü zombi filmi üzerine Barış Yarsel yazdı…
Bkz: https://www.futuristika.org/kultura/musiki/ece-ayhandan-abdye-bakissiz-bir-zombi-kara/

Nis
09
2010
0

Sinemada Akşam Oluyor! (Jean Luc Godard)

Nisan Dergisi’nin 1984’te yayımlanan 3. sayısında yer alan “Sinemada Akşam Oluyor” başlıklı Jean Luc Godard beyanatına https://zaferyalcinpinar.com/godardnisan.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

https://home.comcast.net/~flickhead/Godard012.jpg
Nis
07
2010
0

491’e ÜÇ!

491‘e ÜÇ!

“2000’li Yıllar Yanlış Hayatın Doğru Yaşanamayışıdır.”

https://zaferyalcinpinar.com/491uc.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz.

E-posta: dortdokuzbir@gmail.com

Nis
05
2010
0

“Mirror’ı Eksen Alarak Tarkovski İçin” (Semih Kaplanoğlu)

Miror’dan Bir Görüntü…

Semih Kaplanoğlu, 1988’de, Nisan Dergisi’nin 8. sayısında, Tarkovski üzerine bir metin kaleme almış… “Mirror’ı Eksen Alarak Tarkovski İçin” adlı işbu poetik metne  https://zaferyalcinpinar.com/tarkovski.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

*

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com