Bugünkü Cumhuriyet Gazetesi’nin kültür sayfasında J. L. Borges’in tarihsel kişiliğine hakaret içeren ve kesif aptallıkla dolu bir fotoğraf yayımlandı. Fotoğrafın yayımlandığı sayfanın editörü Celal Üster’i özensizliği, dikkatsizliği ve izansızlığı nedeniyle kınıyoruz. Borges’e yönelik hakareti gerçekleştiren E. Labarca adlı meczuba da “tuvalete gitmesini” öneriyoruz. Örneğin, işbu fotoğrafın yayımlandığı gazetenin kültür-sanat servisinin tuvaleti olabilir.
Borges Defteri‘nden E. Tufan’ın konuya ilişkin yayınladığı kınama metnini aşağıda paylaşıyorum:
Cumhuriyet Gazetesi’nin kültür sayfasını (genelde ilk okuduğum sayfalar olur) biraz önce dehşet bir şaşkınlıkla önüme koydum ve dedim ki artık bu sayfa ile gazeteye veda etme zamanım bugün nihayet geldi çattı.
Celal Üster yönetimindeki sayfada delinin teki Borges’in mezarına -af buyurun- işiyor ve yine Celal Üster bunu bir kültürel haber olarak önümüze servis yapabiliyor, bu işe de “gazetecilik yapıyoruz” deniliyor. E. Labarca adlı densiz adam bölgesel ortak dil, edebiyat, belki de eziklik yüzünden bunu yapabilir, hatta düşünde kurguladığı Borges-Pinochet hemfikirliğini de geliştirebilir, bu konuda bir roman bile yazabilir, ama “şeyini” eline alarak yeryüzü edebi mirası sayılan saygın bir yazarın mezarına işeme hakkını kimse ona vermez. Rezilliktir.
Fotoğrafı çeken, basan, yayanla, tekrar bir gazetenin kültür servisinin o fotoğrafı hiçbir doğru düzgün açıklama olmaksızın basması, (belki de bir okur ilk kez Borges’in adını duyacak, kim olduğunu öğrenecek) böylesi bir “alçaklığı” yapması aynı şeydir. Kusura bakmasınlar sert konuşuyorum, çünkü perdenin arkasında hangi rezil hesapların olduğunu bilmiyorum.
Sadece bir gerçek var elimde, Cumhuriyet Gazetesi son bir yıl zarfında ve özellikle İ. Selçuk’un ölümünden sonra başıboş bir tekne gibi savruluyor. Konular aynı, nakaratlar aynı, tekrar, tekrar, yorucu ve bıktırıcı bir üslupla bir yerlere durmadan göz kırpıyor ama neresi olduğunu kendisi bile bilmiyor. B.Onaran gibi birikimli, deneyimli bir yazar, çevirmeni sessiz sedasızca “susturdular”, keza diğerlerini, yerlerine kimlerin geldiği “malum” (önce T.Kiremitçi, sonra B.C. ve diğerleri, alın tümünü toplayın, çarpın, çıkarın çeyrek sayfalık gazete yazısı çıkmaz, 100 adet gazete yazısını okuyun, bu adların yazılarında iğne ucu kadar yeni bir düşünceye rastlamanız olası değil, hani düşünce bir yana şöyle etkin bir mizah olsun, o da yok).Konuyu uzatmak istemiyorum, beni, bizi ilgilendiren konu Borges olduğu için sadece naçizane bildirimde bulunmak istedim. Sufi dostumuzun gazetlerle ilintili geçmişte yazdığı yazıyı şimdi çok iyi anlıyorum; “sabahları ilk işim asla gazete okumak olmaz, çünkü bir gün önceki dünya pisliği sabahın prıl prıl güneşiyle üzerime boşalsın istemem, gün batımı bu iş için şöyle göz ucuyla bakmak için fena bir saat değil”.
Hep dediğim gibi, o fotoğrafı tekrar basanları “en kestirmesinden şiddetlice kınıyorum”.
Belki bizim sesimiz cılız, dar bir çevreye ulaşıyor, ama unutmasınlar yaptıkları “kıytırık” işlerin hesabını tek bir kişi bile sorabilir onlara.
Bedri Baykam’ın cep telefonu kaybolmuşmuş da bunu Cumhuriyet Kültür Servisi bana kültür haberi olarak sunacak, öyle mi? Aman da aman ne hallere düştünüz be arkadaş.
Safsatanın ta kendisidir.E.Tufan
Ayrıca, Borges’in Pinochet’le görüşmesi konusunda hakikati bildiren açıklama aşağıdadır:
Cumhuriyet Gazetesi Kültür servisi (29 Ocak 2011) “Borges’in mezarına işeyen adam” haberini (kültürel çıkışını) karşı tarafın “Meşru bir sanatsal eylem” ibaresini öne çekerek duyurdu.
Borges’in kim olduğunu, ne yazdığını, ne düşündüğünü, ne konuştuğunu, geride neleri miras olarak bıraktığını herkesten önce bir kültür servisi sorumlusunun çok iyi bilmesi gerekiyor(du), anlaşılan o ki borges şiiri çevirmekle o şairin coğrafyasına vakıf olmak arasında dağlar kadar fark var. Genç kuşaktan bir okur o malum haberi (tiksinti verici resmi) ve ardından sıralanan kafa karıştırıcı, yalan-yanlış, tek taraflı akıl yitimi kanaatini okuyunca acaba zihninde nasıl bir Borges portresi çizer? Celal Üster hiç bunu düşündü mü?
Borges’in Pinochet ile görüşmesi doğrudur, hatta bazı malum çevreler işi o denli abartılı noktalara taşıdılar ki, şunu bile yazdılar: “Pinochet, Borges’e devlet nişanı takmış”.
-Öyle mi?
Evet, kültür servisi ölçeğindeki zekalar (ya da gazete zihinselliği) bu yalan ve iftirayı, aynı Labarca gibi hiç vicdan azabı duymadan yaydılar, şimdi kültür servisi aynı zihniyetlerle gönüldeşlik kurma peşinde ve bir karalama da bizden olsun diyerek, sanki yeryüzünde kin-nefret duyulacak kimse, hiçbir politik sistem, çıkış kalmadı da geriye bir tek şair, sanatçılar kaldı. O iğrenç fotoğrafı 100.000 adet çoğaltarak (Cumhuriyet Gazetesi’nin tahmini tirajı) Labarca değirmenine su taşıyan zihniyetle “Ucube” çıkışı, ruh ikizi değilse nedir? Bunun adı haber, duyuru değil, birilerinin bir garip ve anlamsız-kinci deneysellik içinde olduğunu az çok psikanaliz bilen herkes kavrar, boşuna yırtınmasınlar, sifonu çekmeyi marifetten sayanlar ya marifeti ya da hakikati bilmiyorlar. Ömrünü edebiyata, yaratıcılığa adamış bir büyük yazara olsa olsa ancak bu denli rezil bir haksızlık reva görülürdü.Peki ama özellikle söz konusu olayın ardındaki hakikat nedir?
Borges hayatta olmadığı için, geriye bir tek onun sözcükleri ve yanıtları kalıyor. O zaman gerçeği direkt Borges’in dilinden, kendisinden öğrenmemiz gerekiyor.
Bir yazarın mezarına işeyen aklı selimden yoksun zatın fotoğrafını binlerce adet çoğaltarak Borges’e vurmak ne o servisin sorumlusu Celal Üster’e, ne de herhangi başka bir gazetenin kültür kulvarına yakışacak “iş” değil. İş değil yaptığınız… Biraz ağırbaşlılık, nitelik ve derinlik gerekir, izan, insaf muhasebesinin yanında.
Bu girişiminizden geriye bir tek “ gölgenin kirlettiği” o “ kutsal dehşet” kalıyor..
Evet bir dünya yazarına karşı girişilen bu “dehşet ölçekteki hakarete”, insanı utandıran kareye sizler ortak olmamalıydınız.
Konuya açıklık getirecek çevirimizi ve ilintili bölümü (1984 yılı söyleşisi) aktarmadan önce bir ön bilgi olarak Borges’in çileli yaşamı hakkında bazı şeyleri bilmemizde yarar var, Borges’in ballı börekli bir yaşam biçimi hiç olmadı. Acının, şiddetin, kederin her türlüsüne dokunmuş ama yaşam coşkusunu asla yitirmeyen müthiş bir edebi deha olarak dünya edebiyat tarihindeki yerini çoktan almıştır. Keşke hepimiz onun kadar önce kendi eksikliklerimizle, hatalarımızla, doğrularımızla yüzleşebilsek.
Yaşam biraz daha çekilir olurdu.
İnsan olabilme ödevinin yalınç ve olumlu anlamından tutun mecbur ve muktedir olmanın çelişkisine kadar.
Yaşam kulvarında “yukarı çıktıkça”, “uzağa gittikçe” işler karmaşıklaşır. Sırf bu yüzden edebiyatın hâlâ bir şansı var.Şimdi hakikat faslı:
Yıl 1946:
Borges’in de aralarında bulunduğu bir grup Arjantinli yazar sanatçı Peron faşizmini kınayan ve onun baskıcı uygulamalarını çok sert bir dille eleştiren bir bildiri yayınlarlar(bildiriyi Borges kaleme alır). İlk imzalayanlardan bir doğal olarak Borges’tir ve sırf bu yüzden Arjantin devletinin örtülü –açık şiddetine maruz kalır. Borges, BUENOS AIRES milli kütüphanedeki görevinden alınır ve bir tavuk çiftliğinde teftiş memurluğuna sürülür. Bu olayın üzerine Borges devlet memurluğundan istifa ederek, serbest eğitimci olarak çok zor koşullar altında yaşam savaşı verir, tek bir gününü bile Polis takibinden yoksun geçirmez, tutanaklar yeni yeni gün ışığına çıkarılıyor. 1948 yılında “Buenos Aires Yıllığı” adı altında bir edebiyat dergisi çıkarmaya karar verir, kısa süre sonra dergi yasaklanır, kapatılır.Yıl 1948:
Borges’in annesi ve kız kardeşi sırf Borges’i baskı altında tutmak ve ona ruhi işkence uygulamak adına tutuklanırlar, hatta annesi üzerinden Borges’i daha da aşağılamak için (annesini) hapishanede bir süreliğine hayat kadınlarıyla bir arada tutarlar.Yıl 1984:
Clarke M. Zolotchio, Borges’le bir görüşme yapar, Borges’in ölümünden tam iki sene evvel. Söyleşi “Voice of the River Plate-1984” ve 23-39 sayfalarında yayınlanır (tam ve eksiksiz kaynak), müthiş güzellikte bir edebiyat eksenli söyleşidir (tam metni defter arşivinde mevcuttur) ve çevirdiğimiz bölüm ilk kez yayınlanacak.. Bir yığın konu hakkında görüş bildirimleri var bu söyleşide. Söyleşiyi gerçekleştiren Clarcke.M.Z belli ki hem edebiyat hem politik dersini çok iyi çalışarak çıkmış Borges’in karşısına.
Sorular-Yanıtlar arasından üç tanesi direkt konumuzla ilintilidir, yanıtlarıyla beraber veriyoruz.
Ve okuru vicdan muhasebesine davet ediyoruz.Clarke.M.Z: Şili diktatörü size devlet nişanı verdi mi?
Borges: Hayır, hayır, hayır! Bu söylenti kökünden yalandır.
Böyle bir şey söz konusu bile olmazdı, ben ne için gittim Şili’ye, bunu merak eden oldu mu? Pinochet ile görüşmek için gitmedim, böyle bir davet yoktu, davetin konusu bu olsaydı asla gitmezdim. Şili Üniversitesi bir konferans için beni davet etti ve konuşmamın sonunda Üniversite rektörü bana (hiç haberim bile yoktu) fahri doktora unvanı verdi. Aynı günün akşamı üniversite yetkililerinden haber geldi Pinochet sizi yakından görmek, tanışmak istiyor, bir an kendi kendime düşündüm: gitsem mi, gitmesem mi? Sonunda Santiago’da olduğum için ve ilk kez “onunla” yüz yüze gelme şansım olduğu için, gitmeye ve özgürlük alanının genişletilmesi konusunda düşüncelerimi aktarmaya karar verdim bu şansım oldu, bir gelişme oldu mu diye sorarsan, hiç, asla, militarist bir düşüncenin hangi facialara yol açtığını hepimiz biliyoruz. Bütün konu bundan ibaretti, abartısız ve olduğu gibi.Clarke.M.Z: Ordu iktidarını eleştiriyorsunuz yani?
Borges: Onların iktidarında birçok insan ortadan kaldırıldı, öldürüldü, işkence gördü, tıpkı Arjantin gibi. Korkunç bir sansür vardı. Ama şimdi yanlışımı kabul ediyorum ve kendimi eleştiriyorum, yanlış yaptım.Clarke.M.Z: Anarşizm Ütopyası hakkında düşüncen ne?
Borges: O ideal için sanırım bir 200 yıl daha beklememiz gerekecek. Devlet aygıtından ve onun polis gücünden kurtulmak için kısa bir bekleyiş süresi bu, değil mi? Vatandaşlığın yeniden tanımlandığı bir izlek gerekir…şimdilik şunu söyleyebilirim. Öte yandan hepimiz biliyoruz ki “devlet” acı bir ilaç tadındadır, gerekli bir beladır, ve şimdi bütün bu olanlardan sonra benim umutlu olma hakkım var. Ama kuru ve içi boş bir umut benimkisi, başka bir şey değil. Öyle tahmin ediyorum ki beş yıl sonra, ..nasıl desem, uzun bir nekahet döneminden sonra Pronism, Terörizm, askeri diktatörlükler, “kayıp insanlar”, adam kaçırmalar, işkence, bu haksız ölümlerin doğurduğu olumsuzluklar, hepsi son bulur..bütün bunlar yeryüzünü o derin anlamdan yoksun bırakıyor, onun anlamını boşaltıyor, öyle değil mi ? Umudumu yitirmemeliyim…
Borges Defteri