Ağu
16
2010
0

En la membrana (Mauro Cesari)

Andrew Topel‘in “Avantacular Press” projesi son dönemde çok ilginç görsel şiir deneyimleri ortaya koymaya başladı. Bunlardan biri de Mauro Cesari‘nin “En la membrana” adlı çalışması…

Kitabın tümüne https://www.scribd.com/doc/35953954/En-La-Membrana adresinden ulaşabilirsiniz.

“En la membrana” by Mauro Cesari

Ağu
15
2010
0

Bilincin Bahçesi (Jardin de la Connaissance)

“Bilincin Bahçesi”, Kanada Quebec’te 250 metrekarelik bir alana  “100Landschaftsarchitektur” mimarları tarafından 40000 eski kitap kullanılarak inşa edilen özel bir bahçedir.

Bkz: https://www.archdaily.com/72833/jardin-de-la-connaissance-100landschaftsarchitektur/

Fotoğraflar: Thilo Folkerts

Ağu
15
2010
0

İS (Zafer Yalçınpınar)

(…)

herkes gölgeden yürüyor
bir is gibi süzülüyor solukları
(…)
müzikli suratlar geçiyor aklımdan
kaçan notalarla yazılamayan şarkılar gibi
bir kalbin yer değiştirmesiyle
dünyanın isi vuruyor gözlerime

Zafer Yalçınpınar

Hamiş: Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s84.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
15
2010
0

Yavuz Çetin’i Saygıyla Anıyoruz…

Bugün, sıkı gitarist Yavuz Çetin‘in vefatınının üzerinden tamı tamına dokuz yıl geçmiş oluyor… Tam dokuz yıldır Yavuz Çetin aramızda değil. Kendisini, gitar çalışını ve icra ettiği şarkıları -o mavi müziği, o günleri- çok ama çok özledim. Şu an 32 yaşımdayım. Yavuz Çetin, vefat ettiğinde 31 yaşındaydı. Bu içinde bulunduğum çok garip bir duygudurum… (Zy)

15 Ağustos 2001’de vefat eden sıkı gitarist Yavuz Çetin’i saygıyla anıyoruz…

Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/k13.html

*

Yavuz Çetin’in vefatının ardından yayımlanan yazılardan ve gazete kupürlerinden bazıları…

*

Yavuz Çetin’in Anadoluhisarı’nda yer alan mezarından bir görüntü…

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm Yavuz Çetin ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=yavuz-cetin adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
14
2010
0

İkarus Sahaf

İkarus Sahaf & Cafe, sıkı sahaf Korhan Akman‘ın Kadıköy’deki mekânıdır.  Tüm kitap ve efemera heveskârlarını bu mekâna bekliyoruz…

İkarus Sahaf’ın satışta olan kitaplarından bazılarına https://www.nadirkitap.com/sahaf-detay.php?kitaplari=1&uyeid=8074 adresinden ulaşabilirsiniz. İkarus’un efemeraları ise https://www.nadirkitap.com/sahaf-detay.php?kitaplari=1&tip=efemera&uyeid=8074 adresinde bulunuyor. Örneğin  Melih Cevdet’in “Yolculuk” adlı şiirinin 1941 tarihli, kendi el yazısıyla yazıp imzaladığı farklı bir nüshasını şu adresten inceleyebilirsiniz: https://www.nadirkitap.com/melih-cevdet-anday-in-yolculuk-adli-siirinin-1941-tarihli-kendi-el-yazisi-ve-imzasiyla-orjinali-efemera869980.html

Ayrıca bkz:
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=3018
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=329

MELİH CEVDET ANDAY’IN “YOLCULUK” ADLI ŞİİRİNİN 1941 TARİHLİ KENDİ EL YAZISI VE İMZASIYLA ORJİNALİ

Ağu
14
2010
0

1999’da Yavuz Çetin…

Yavuz Çetin’in bu fotoğraflarını 1999 kışında Kadıköy-Shaft’ta çekmiştim. “Zenit” marka fotoğraf makinemin “B” ayarında… (Zy)

Yavuz Çetin, “soundcheck” yaparken… (Foto: Zy)

*

Bend’e çıkarken Yavuz Çetin… (Foto: Zy)

Bend: Gitar telini çekerek notanın yarım ses veya tam ses yukarı götürülmesidir. Bu teknik iyi kullanıldığında ileri götürülecek nota değeri ile profesyonelce oynamak milimetrik nota kaymaları sağlayarak ilginç tınılar yakalamak mümkündür. Gitar teknikleri içerisinde en yerleşmiş olanlardandır.

Ayrıca Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=yavuz-cetin

Ağu
14
2010
0

“İstanbul’a Ait” (Yavuz Çetin)

Yavuz Çetin’in “İstanbul’a Ait” adlı şarkısının akustik versiyonunu https://zaferyalcinpinar.com/yavuzcetinistanbul.mp4 adresinden dinleyip, izleyebilirsiniz.

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm Yavuz Çetin ilgilerine şu adresten ulaşabilirsiniz;  https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=yavuz-cetin

Ağu
13
2010
0

Kayıtdışı Göç (Aziz Kemâl Hızıroğlu)

dukalığın aynalarında yorgun defneler vardı
kopardım hepsini
alıp başımı bir ege kasabasına
karnaval gibi

ulaştığımda yara bere çıkınlar vardı
sakladım hepsini
öfkeli giysilerden arındım, yurduna dönen
şövalye gibi

evin bahçesinde kırmızıdan kırmızı güller vardı
ağladım hepsini
odalar başka bir heyecan, camlar yalnız
kırılgan gibi

hırslarımı terk edecek zamanım vardı
bıraktım hepsini
lastik pabuçlarımı buldum, uçurtmamı, bilyemi
bir çocuk gibi

ege’de kök nakışlı serin kuyular vardı
indim hepsini
mavileşen dilime sabah kokuları doladım
çay içer gibi

sevdiğim buralara tek gelmiş, ben tek
saydım hepsini
üç vakit miydi geçen beş vakit mi, biz’i zuladan
çıkarttım gibi

AZİZ KEMAL HIZIROĞLU

Ağu
12
2010
1

Haber: Ece Ayhan’ın Yeğeni Bodrum’da Öldürüldü!

Bkz: https://www.canakkaleicinde.com/sair-ece-ayhanin-yegeni-bodrumda-olduruldu.html

Şair Ece Ayhan’ın yeğeni Sadık Ece Deniz (44), çalışmak için gittiği Muğla’nın Bodrum ilçesinde, kendisinden istenen bira parasını vermediği için bıçaklanarak öldürüldü.

Olay, Kumbahçe Mahallesinde sabaha karşı yaşandı. Yanına gelen kişi ya da kişiler tarafından kendisinden bira parası istenen Sadık Ece Deniz (44), “Benim de param yok” demesi üzerine göğsünden bıçaklandı. Ağır yaralı olarak sahil bandında “Yardım edin” diye bağırarak olay yerinden uzaklaşmaya çalışan Deniz, bıçaklandığı yerden yaklaşık 80 metre uzaklaştıktan sonra belediye çay bahçesi önünde yere düştü. Haber verilmesi üzerine olay yerine gelen 112 acil servis ambulansındaki sağlık ekibinin müdahalede bulunduğu Sadık Ece Deniz’in hayati fonksiyonlarını kaybettiği belirtildi. Deniz, kaldırıldığı özel hastanede tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

SON NEFESİNDE CİNAYET SEBEBİNİ SÖYLEDİ

Bıçaklandıktan sonra yaralı olarak geldiği belediye çay bahçesi önünde yere yığılan Sadık Ece Deniz’in yardımına koşan vatandaşlara, kendisinden bira parası istendiğini, ancak parası olmadığını söylediğini belirttiği öğrenildi.
Olay yeri inceleme ekibi ve nöbetçi cumhuriyet savcısı olay mahallinde inceleme yaptı. Sahil bandında kan izleri olduğu görüldü.

Bu arada Sadık Ece Deniz’in olaydan bir süre önce yakın çevredeki bir taksi durağına gelerek su içtiği ve “Çanakkale’den geldim. İş arıyorum” dediği öğrenildi. Hastane morguna kaldırılan Sadık Ece Deniz’in cesedi otopsi için İzmir Adli Tıp Kurumu’na gönderileceği bildirildi.

CİNAYET ZANLILARI YAKALANIYOR

Muğla’nın Bodrum ilçesinde aşçı Sadık Ece Deniz’in bıçaklanarak öldürülmesiyle ilgili olarak bir zanlı Bodrum’da gözaltına alınırken, 1 zanlı da İzmir Şehirlerarası Otobüs Terminali’nde yakalanarak gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre iki hafta önce iş bulmak için Bodrum’a geldiği öğrenilen aşçı Sadık Ece Deniz, parasız kalınca Kumlubahçe Mahallesi sahilindeki bir bankta uyudu. Gece saat 04.30 sıralarında Sadık Ece Deniz’in yanına gelen ve 4 kişi oldukları ileri sürülen bir grup, kendisini uyandırıp bira parası istedi. “İki haftadır iş bulamadım. Beş kuruş param yok” diyen Deniz, boş olan ceplerini gösterdi. Bunun üzerine gruptakiler sinirlenerek Sadık Ece Deniz’i dövüp 8 ayrı yerinden bıçaklayıp kaçtılar. Kanlar içinde kalan Deniz, güçlükle olay yerinin 100 metre ilerisinde belediyeye ait Kumbahçe Kafeterya’ya kadar gidip başından geçenleri anlatarak yardım istedi. Deniz, ambulansla Özel Bodrum Hastanesi’ne kaldırılırken yolda kan kaybından öldü. Deniz’in cesedi otopsi için İzmir Adli Tıp Kurumu Morgu’na kaldırıldı.

Olayın ardından kafeteryanın güvenlik kamerası görüntülerini incelemeye alan polis, üç görgü tanığının ifadelerine başvurdu. Polis, görgü tanıklarının ifadelerinden yola çıkarak, olaya karıştığı ileri sürülen 27 yaşındaki F.K.’yi Bodrum’da yakalayıp gözaltına aldı.

Kaçan 3 zanlıyı arama çalışmaları başlatan polis ekiplerinin çalışması sonucu zanlılardan R.O.’nun (40) İzmir’e kaçtığı bilgisine ulaşıldı. İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne kaçan kişinin eşkal ve kimlik bilgilerinin verilmesi üzerine Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği ekipleri ve Huzur Timi ekipleri İzmir Şehirlerarası Otobüs Terminali’nde önlem aldı. Zanlılardan R.O., otobüsten indiği sırada polis ekipleri tarafından yakalanıp gözaltına alındı. Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürülen R.O.’nun ilk ifadesinde iddiaları reddettiği öğrenildi. Zanlının işlemlerinin tamamlanmasının ardından karayoluyla Bodrum’a gönderileceği bildirilirken, olayın ardından kaçan diğer zanlıların da yakalanması çalışmalarının devam ettiği öğrenildi.

(İHA)

Ayrıca bkz: https://www.hurriyet.com.tr/ege/15527842.asp?gid=0&srid=0&oid=0&l=1

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Ağu
11
2010
1

Hard to Believe (by Jim Capli)

Kerim Çaplı‘nın  “The Monkees” adlı ünlü grupta yer aldığını biliyoruz… Kerim Çaplı, Amerika’dayken çoğu kayıtta ve etkinlikte  “Jim Capli”, “Kim Capli” ya da “Kim Copli”  isimleriyle yer almıştır.  The Monkees’in 1967 tarihli “Pisces, Aquarius, Capricorn & Jones Ltd.” adlı albümünden “Hard To Believe” adlı şarkıya https://www.youtube.com/watch?v=gOS8G02iqqw adresinden ulaşabilirsiniz. Bu şarkıyı yazanların arasında Kerim Çaplı (Jim Capli/Kim Capli) da bulunmakta…

Şarkıyı Evvel Fanzin’e ulaştıran: Metin Kızılcalıoğlu

Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/kargamecmuakerimcapli.JPG

Ağu
10
2010
0

Yine de güçlü olduğuma inanmam.

26 şubat 1916

Bay Tzara,

Sizi, uzun bir sakalım olmadığına inandırmak için yazıyorum bu mektubu. (…)
Siz beni seviyorsunuz ya, ben de sizi seviyorum. Sizi bir de büyük bir ozan olduğunuz için seviyorum. Ne ki, sağlam yapıya ve düzene dönmek gerektiğine de inanıyorum. Çözüm, sanatın sınırını genişleri ama, yeniden kurma da soluğunu artırır. (…)
Sevgili Bay Tzara, size gönderecek kitabım yok. Kitaplarım Kahnweiler Kitabevi’nde 175 franga satılıyordu. Ben de onların hepsini sattım. Kahnweiler kapandı artık. Deniz Kıyısı adlı kitabımdan elimde bir iki tane ancak var. Onlar da benim günlük ekmeğim, kutsal ekmeğim. Size Soirées de Paris’in eski sayılarını da göndermedim. Dergiler yok bende.(…) Picasso’yu 1901’de tanıdım. O güne dek iki dirhem bir çekirdek yükselokul öğrencisi, öğretmen, ticaret görevlisi, resmi dergilerde sanat eleştirmeni olmuştum. Daha sonra da çöpçü, zengin delikanlı, ödül kazanan kişi ve amatör tiyatro oyuncusu suratı takındım. (…) Picasso 16 yıldır dostumdur. Birbirimizden nefret ederiz. Birbirimize ne kadar iyilik etmişsek, o kadar da kötülük yapmışızdır. Ama onu yaşamımdan çekip çıkaramam. 1906’da Apollinaire’i tanıdık. Sarışındı. Hem Farnése’li bir herkül hem de İngiliz estetikçisine benziyordu. Doğaçtan şiir söylerdi. (…) Pek çok insan tanırım. İnsanları iyi tanırım. Bir gizemcilik, bir acı, kılı kırk yaran bir gerçekçilik başyapıtı olan başkaca yapmacıklığa da kaçmayan Saint Matorel’i yazdığım vakitler, dünyanın en çok dans eden maskarasıydım. (…) Dostlarıma düşkünüm. Musikiye bayılır ve hiç satmayan resimler yaparım. Kendimi inandırmak için güçlü bir sanatçı olduğumu bangır bangır bağırırım. Yine de güçlü olduğuma inanmam.

Max Jacob
17, Gabrielle Sokağı, Paris

(Çev: Salâh Birsel)

Ağu
10
2010
0

Jean Luc Godard ve Televizyon

“…ve sinema”nın 1986 yılında yayımlanan üçüncü sayısında J. L. Godard’ın televizyon üzerine düşüncelerini içeren bir söyleşi bulunmaktadır. Söyleşiye https://zaferyalcinpinar.com/godardvetelevizyon.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Söyleşiyi Sungu Çapan çevirmiş…

Ağu
10
2010
0

Bir film olarak “Yolda”…

Bkz: https://www.antraktsinema.com/haber.php?id=419

Jack Kerouac’ın yazdığı ve Beat kuşağının kutsal kitabı olan  On The Road (Yolda), Francis Ford Coppola yapımcılığında ve Walter Salles yönetmenliğinde filme çekilmeye hazırlanıyor. Viggo Mortensen ve Amy Adams da filmde oyuncu olarak boy gösterecekler. Francis Ford Coppola’nın otuz yıldan beri üzerinde çalıştığı proje 2011 yılında gösterimde olacak. Jack Kerouac’ın ABD’de ilk olarak 1957 yılında yayımlanmış kitabı bizde de Ayrıntı Yayınları tarafından basıldı. Filmde ayrıca Kristen Stewart, Kirsten Dunst, Sam Riley ve Garrett Hedlund da sırasıyla Camille, Marylou, Sal Paradise ve Dean Moriarty karakterlerini canlandıracak.

Ağu
09
2010
0

kafandaki sözcükleri aç…

kafandaki sözcükleri aç,
ebrulu sayfayı geç,
ve baştan başla
(…)
bir saat koy masaya,
-kum saati değil, bildiğimiz saatlerden
zili ve takvimi olursa iyi olur-
bir metronom,
-temponun hızı için, ayarlarsın sen-
mademki eski nüfus kâğıdın duruyormuş
yaşamının sayfalarını da ona eklersin.

ECE AYHAN
“Hayvan” Dergisi, Ağustos 2004, Sayı:27, s.2

Ağu
09
2010
0

Uyku (Georg Trakl)

Siz lanetli kara zehirler,
Beyaz uyku!
Şu uyuklayan ağaçların durduğu,
Yılan ve gece kelebeği,
Örümcek ve yarasa dolu
Çok tuhaf bahçe.
Yabancı! senin
Gümbatımının kızıllığındaki
Kayıp gölgen,
Kederin tuzlu denizinde
Ürkütücü bir korsan.
Yıkılan, çelikten kentlerin üzerinde,
Gecenin kenarından havalanan beyaz kuşlar.

Georg Trakl
“Akşam Vakti”, Çev: Hikmet Kayahan, BFS Yayınları, 1989, s.91

Kolay değil Georg Trakl’ın dünyasına girmek. Rilke, Trakl’ın şiirini aynada yansıyan resimlere benzetir; aynadaki manzaralara ulaşmak olanaksızdır. Gerçekten de, bir aynaya bakar gibi duyarız kendimizi, Trakl’ın şiirlerini okurken: Gerçek, ama gene de ulaşılmaz. (Kurt Klinger)

Ağu
08
2010
0

Sinema ve R.Barthes

Roland Barthes: (…)Kültürsüzleşme hızı her sanat dalında farklı. Sinemada çok sık görünüyor, edebiyatta ise daha sınıflandırılmış. Bence, belli bir bilgi, yani teknik bilgi olmadan çağdaş edebiyata katkıda bulunmak olası değil. Çünkü edebiyatın varlığı tekniği ile anlam kazandı. Kısaca, sinemanın bugünkü kültürel konumu belli bir bilgi isteyen teknikleri harekete geçiriyor, aksi takdirde kesin bir hayal kırıklığı kaçınılmaz olacaktır.Ancak edebiyatın tersine, sinemanın varlığı kendi tekniği ile bütünleşmemiş durumda. Sinemanın hakikatine koşut bir edebiyat hakikati düşünün! Dil ile mümkün değil bu…

-Filmi dil ile kavramaya çalışmak zor, hatta olanaksız değil mi?

Roland Barthes: Bu zorlukları sıralamak mümkün. Bugüne dek olan kanı, her dil için kalıp olan sözcüğün, konuşulan dili oluşturduğu idi. Bu konuşma dili analojik olmayan simgeler (süreksiz olan ve olabilen) kullanan bir koddur. Bunun tersine sinema, kendini ilk bakışta gerçekliğin analojik (dolayısıyla sürekli) dilegelişi olarak sunar. Peki, dilbilimsel bir analiz yapabilmek için analojik ve sürekli terimlerden hangisi seçilmeli? Filmin ya da parçalarının semantik olarak anlayışı nasıl ayrıştırılıp, değiştirilmeli? Eğer eleştiri sinemayı dil olarak (bu kavramın metaforik kullanımını fazla kurcalamadan) görmek istiyorsa, önce sinemaya dair analojik olmayan; ya da en azından bozulmuş, abartılmış veya kurallaştırılmış analojiye ait; sistematik olarak dil parçaları gibi düzenlenmiş öğelerin olup olmadığı araştırılmalıdır. Bunlar henüz gelişmemiş, somut araştırmanın çözebileceği sorunlardır ve belli film olma ölçüleri ile anlaşılabilir. (…)

“…ve sinema” Dergisi, Çev: Alper Gönen, Sayı:3, Hil Yayın, 1986, s.111

Ağu
08
2010
0

“Şiirsel Yük”

Edebiyat Nedir?‘deki notlardan birinde şunlar yazılıdır: “Bazı saf kişiler benim ‘şiir karşıtı’ ya da ‘şiire karşı’ olduğumu ilan ettiler. Suya ya da havaya karşı olduğumu söylemek kadar saçmadır bu.” Sartre için şiir havayla su gibidir; çevremizdedir, dışımızdadır, solunur, dokunulur, içinden geçilir, doğanın bir öğesidir. Bazıları bunun kabul edilişinde bir azımsama biçimi görecektir. Aslında Sartre’ın söylediğinin başka bir anlamı vardır: “Şiir varsa, şair ortada yoktur,” demek istemektedir.(…)
Pierre Verstraeten’le “Yazar ve Dili” konulu bir söyleşide insani arzunun, derin arzunun şiirde nasıl dışa vurulduğunu gösterir: “Arzunun eşdeğeri sözcüklerin kullanımıyla verilir, şu anlamda ki, sözcükler kendileri için söylenmez; söylenemez olan şey sözcüklerin gerçekliğinde gösterilir, yani tam olarak, sözcüğün yoğunluğunun bizi sözcüğün kendisini yaratmamış ancak içine sızmış olan şeye gönderdiği ölçüde gösterilir: Arzuyu dile getirme istenci yoktur. Söze dökme, arzunun dile getirilmesine yönelik değildir, ancak arzu, söze dökülenin içine sızar.”
Bu satırlarda hemen dikkati çeken şey, şiirsel yükün, “üretilmiş” olmayan, bir “istencin” meyvesi olmayan, tam tersine gizli özne olarak hareket eden, sözcüklerin yoğunluğuna “sızan”, gerçeliklerinde gösterilen ve söze dökülen dilin içine işleyen bir şey olarak betimlenmesidir.(…)

Raymond Jean
“Sartre ve Şiir”, Çev. Aytekin Karaçoban
Sombahar Dergisi, No:24, 1994, s.6-7

Ağu
08
2010
0

Şefik Atabey’in Vefatı

Şefik Atabey’in Marmara Adası Aba Koyu’nda yer alan yazlık evi…

Bugün itibariyle, dünya çapında Osmanlı tarihi ve coğrafyasına ilişkin kitap ve koleksiyonu konusunda en bilgili kişilerden biri olan Şefik Atabey’in vefat ettiğini öğrendim. Marmara Adası’nda komşumuz olan Şefik Amca’nın vefatıyla birlikte kitap koleksiyonculuğu dünyasında bilgi ve deneyim açısından büyük bir boşluk oluşmuştur. Kitap koleksiyonculuğu üzerine ilk tavsiyeleri 2000 yılında Şefik Amca’dan aldığımı ifade etmeliyim. Ayrıca, Eduardo Galeano’yu bana tanıtan da Şefik Amca’dan başka biri değildir. Ailesine ve yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.

Hamiş:  Şefik Atabey, İstanbul Radyosu ile Türkiye Boks Federasyonu kurucularından gazeteci ve radyo programcısı Eşref Şefik‘in oğluydu. Kitap koleksiyonculuğu konusunda da Ömer Koç’un akıl hocası ve öncüsüydü.

2.Hamiş: Şefik Atabey’in naaşı 10 Ağustos Salı günü Marmara Adası’nda defnedilecektir.

Ayrıca bkz: https://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002/03/23/103877.asp

Ağu
07
2010
0

Söyleşi: “Tarihsel gelişme hükmünü veriyor.” (Onat Kutlar)

“…ve sinema” adlı derginin 1985 yılında yayımlanan ilk sayısında Onat Kutlar’la gerçekleştirilmiş bir söyleşi bulunuyor. Onat Kutlar’la Serhat Öztürk görüşmüş…
Onat Kutlar’ın 1960-70 dönemi Türk sinemasına ilişkin tespitlerinin yoğunlaştığı işbu söyleşinin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/onatkutlarvesinema.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
06
2010
0

Birşey arıyorsak labirent en gözde mekândır.

(…)
Juan Cobos: Kamera ve oyuncuların ortak hareketlerinin sonucunda filmleriniz çok başarılı ve güzel…

Orson Welles: Burada görsel bir saplantı var. Filmlerimi düşünürken onların bir devamlılık ekseninde olmayıp, daha çok bir arayış üzerine kurulduğuna inanıyorum. Birşey arıyorsak labirent en gözde mekândır. Niçin olduğunu bilmiyorum, ama filmlerimin büyük bir kısmı fiziksel bir arayış üzerine kurulmuştur.

J.C: Yapıtlarınız üzerine çok düşünüyorsunuz…

O.W.: Asla deneme ile edinilen ve olaylardan çıkarılan, aposteriori bir olgu değil. Filmleri hazırlarken üstünde uzun uzun düşünüyor ve çok büyük çapta ön hazırlık yapıyorum. Çekime başlarken de filmin en kolay anlaşılır kısmını en başa koyuyorum. Sinemanın çekici ve tiyatroya üstünlük sağlayan yanı, hem kendine egemen olabilmek hem de kendini zenginleştirebilmek. Hiçbir yerden gelmeyen bir yaşam sunuyor bize. Sinema her zaman yeni bir şeylerin keşfedilmesini sağlamak zorunda. Esasen sinemanın şiirsel olması gerektiğine inanıyor, bu nedenle hazırlık sırasında değil, ama çekim sırasında, dramatik süreyi veya anlatım sürecini geciktiren şiirsel bir sürece dalmayı deniyorum. Gerçekte ben bir fikir adamıyım; ve ahlakçı olmaktan çok, fikir adamı olmanın avantajını kullanıyorum.
(…)

“…ve sinema”  Dergisi, Sayı:1, 1985, s.89
Çev: Nuray Yaşar ve İlker Yaşar

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com