Orada, soğuk suda, karadan uzakta, her gece sisin gelmesini bekledik ve sis geldi, pirinç makineyi yağladık, taş kuledeki sis fenerini yaktık. Kendimizi kurşuni gökyüzünde iki kuş gibi hissederek, McDunn ve ben ışığı gönderdik, kırmızı, sonra beyaz, sonra yine kırmızı, yalnız gemileri gözlemek için. Eğer ışığımızı görmezlerse, o zaman da Ses’imiz vardı, pus parçaları içinden titreyen Sis Düdüğü’müzün büyük, derin çığlığı, martıları, dağılan oyun kâğıtları gibi ürkütüp kaçıran, dalgaları yükselten, köpürten.
(…)
Ray Bradbury
“Son Yaya”, Çev: İrma Dolanoğlu, Nisan Yay., 1986, s.5