“Müziğin renkleri arasında Blues’un yeri centilmenliktir. O müzikte, bir solo atılırken şiir yazılır. Büyük laflar bir araya gelir, tepelerden aşağıya bir dağ iner. Ben bunu hissederim.”
Kerim ÇAPLI
Hayatınızı müzik gibi koruyun, koruduğunuz müzik gibi yaşayın.
(…) Peki propaganda modelinde belirlediğiniz türden filtreler medyanın bu konudaki tutumunu açıklıyor mu yoksa başka faktörler de mi söz konusu?
Noam Chomsky: Son derece şeffaf bir şekilde açıklıyor. Büyük şirket işletme modeline göbekten bağlılar: yani yarın kar etmeniz gerek. Ve ekonomi büyümeli. Ne türden bir büyüme olduğu umurlarında değil, sadece büyümek zorunda. Bu şekilde içselleştirmiş durumdalar. Dolayısıyla, evet, reklam verenlerin etkisi var ve kendilerinin de bir şirket olması çok belirleyici. Ama ondan daha derin olan şey, George Orwell’ın vurgusu, ki ben hafife alındığını düşünüyorum (ve Rızanın İmalatı kitabında ele almadık aslında bunu). Hayvan Çiftliği’nin önsözünü okudunuz mu bilmiyorum. 30 yıl sonra orijinal yazıları bulunduğunda keşfedildi. Kitapta İngiltere halkına hitap ederek diyor ki, ‘Bu kitap totaliter düşman üzerine bir taşlama elbette.’ Ama sonra şöyle devam ediyor: ‘Ama kendinizden çok fazla emin olmayın. Özgür İngiltere’de, fikirler zor kullanılmaksızın bastırılabilir.’
Orwell bazı örnekler veriyor ve iki cümlelik bir açıklama yapıyor. Biri basının zengin adamların elinde olduğu ve bu adamların belirli fikirlerin ifade edilmemesini istemek için her türden çıkarı olduğu. Diğeri ise temel olarak ‘iyi eğitim’ ile ilgili. En iyi okullara gidiyorsanız, Oxford ve Cambridge’den mezunsanız, belirli şeyleri söylememenin – hatta artık düşünmemenin – daha iyi olduğu anlayışını içselleştirmişsiniz demektir. Bu, Gramsci’nin “hegemonik sağduyu” dediği şey haline gelmiştir, hiç lafını etmezsiniz belli şeylerin. Ve bu, bu şeylerin nasıl içselleştirildiği, çok büyük bir faktör. Bunları gündeme getiren insanlara deli gözüyle bakılır. (…)
Âh… âh… âh! Tarihinsancısı yayımlanmasının üzerinden iki yıl geçmiş. Âh! Bu kitabın “Sol Kalbim” bölümündeki tüm şiirler Duygu Gündeş‘le birlikte yaşanmıştır ve daima Biricik-mu‘ya (biriciğime, Duygu’ya) ithafen yazılmıştır. Âh! Zihnime ve ruhuma mıhlanan bir ‘büyük yokluk’ görüyorum şimdi.. Sonra bu yokluğun sıkıntılı acısını kalbimde hissediyorum. Âh! Okumak isteyenler için Tarihinsancısı‘nın tam metni şurada duruyor, duracak, ölümsüzlüğü mıhlayan bir ‘âh’ gibi; bit.ly/tarihinsancisi
“Sürünün soyağacından gelen kötülüğün şüpheciliğiyle numaralandırılmış zehirli ve uzun uydu çanaklarıyla, yapay kumulun içinden sırayla çıkan böcekler. Çeşitli hastalıklarla takip edilen yağ zikzakları, gri duvarları kaplayan kara yağı sanayinin. Kararıyor bakılan yönün kalın okları insan olmanın ve bunu yargılayamamanın üzüntülü haliyle. Hız göstergesi yetmişin altına düştüğünde, alarm veriyor patronun giydirdiği ayakkabılar, şoförü olman için maddiyat yüklü bok gemisinin. Sana para veriyor, eriyor içine doldurduğu her şeyle çekmece, açgözlü okşamayla genişliyor erime. (…)”
Eren Burhan‘ın ‘Aydınlanan Ayna’ başlıklı metninin 1. bölümünü https://upas.evvel.org/?p=718 adresinden okuyabilirsiniz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın’ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
2/ “Ve artık ben bu iniltili insan derisi içindeki resmi görebiliyorum…”
Aralıktı Tohumlar hâlâ donuk (…)
Göktürk Yaşar‘ın Duygu Gündeş‘e ithafen kaleme aldığı “Yerli Quetzal” adlı şiirin tam metnine https://upas.evvel.org/?p=715 adresinden ulaşabilirsiniz.
Yazko Edebiyat’ın Ağustos 1983 tarihli 34. sayısında Seyyit Nezir tarafından kaleme alınan “İlhan Berk Şiirinin Atardamarı: Günaydın Yeryüzü” başlıklı yazının tam metnini https://evvel.org/ilhanberkseyyitnezir.pdf adresinden okuyabilirsiniz.
Geçtiğimiz ay Kadıköy’de hayatını kaybeden biricik çevirmenimiz, canımız Duygu Gündeş, 26 Şubat Salı günü 19.00-22.30 saatleri arasında KargART’ta (Karga Bar’da) şiirlerle anılacak… Anma programı kapsamında Upas Yayın ile Karga Mecmua‘dan yazar ve şairler, Duygu Gündeş’in dünya edebiyatından çevirdiği şiirleri ve çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanan yazılarını okuyacak.
Canımız, biriciğimiz, güzeller güzeli çevirmen Duygu Gündeş, 26 Ocak 2019 tarihinde Kadıköy’de hayatını kaybetmiştir. Duygu’nun Çeviri Şiirler adlı eserini Eylül 2018’de yayımlamıştık. Duygu için gerçekleştireceğimiz anma programına dair bilgiler önümüzdeki günlerde hem web sitemizden hem de sosyal medya platformlarımızdan duyurulacaktır. (Zafer Yalçınpınar)
10 Kasım 1976 tarihinde Ankara’da dünyaya gelen Duygu Gündeş, 1994’te Kadıköy Anadolu Lisesi’nden, 1996’da İstanbul Üniversitesi Turizm Otelcilik Meslek Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 2005 ile 2007 yılları arasında Kanada’da yer alan Güney Alberta İngilizce Dil Vakıfları’nın “Amerikan Edebiyatı ve Yaratıcı Yazarlık” bölümünde eğitimini sürdürdü. Çevirileri ve yazıları birçok edebiyat platformunda (Kaçak Yayın, Yeni Harman, Koridor, Patika, EVV3L, Karga Mecmua, Üvercinka) yayımlanan Duygu Gündeş’in “Psikopat, Keith Ablow” (Pegasus Yayınları, 2008) ile “Duman Hırsızı, Shana Abe” (Erko Yayıncılık, 2007) adında iki roman çevirisi de bulunmaktadır.
Yaşamının büyük bölümünü İstanbul Kadıköy’de (Fenerbahçe-Dalyan ve Erenköy-Ethem Efendi’de) geçiren Duygu Gündeş, 26 Ocak 2019 tarihinde Kadıköy’de yaşamına son vermiştir. Bilinen tüm çevirileri ve yazıları duygugundes.info adresinde toplanmıştır.
Çeviri Şiirler, Duygu Gündeş UPAS Yayın/Şiir, Eylül 2018, 30 Sayfa (2. Edisyon, 3 Şubat 2019) Okumak için: bit.ly/cevirisiirler
William Blake, Charles Bukowski,
Leonard Cohen, Emily Dickinson,
George Eliot, John Milton, Pablo Neruda, Carl Sandburg, Sappho, Robert Snyder,
Humbert Wolfe, Andrei Voznesenski,
William Butler Yeats
“Yeni Harman ve Kaçak Yayın gibi edebiyat dergilerinden tanıdığımız Duygu Gündeş‘in 2000’li yılların başından günümüze özenle gerçekleştirdiği şiir çevirileri (13 şairden 21 şiir) bu kitapta bütünleniyor. Çeviri Şiirler, William Blake‘den Charles Bukowski‘ye uzanan geniş bir yelpazede edebiyatın güçlü şairlerinden imgesel kıvılcımlar yansıtıyor.”
Önemli Not: İlhan Berk’in bu şiiri kitaplarında yer almamaktadır. Şiirin tam metnini, hikâyesini ve buluntuya ilişkin detaylı bilgileri https://parsomen13.blogspot.com/2019/02/ilhan-berkten-yeni-bir-siir.html adresinde okuyabilirsiniz. Bu buluntuda emeği geçen tüm İlhan Berk dostlarına -yerden göğe kadar- teşekkür ederiz. (Zy)
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “İlhan Berk” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
1998 yılında, yerel bir televizyon kanalında (Ton TV), Ahmet Kaşıkçı’nın sunumuyla gerçekleşen bir programa dönemin Çanakkale Belediye Başkanı İsmail Özay ve Ece Ayhan konuk olarak katılmış. (Programın dört parçadan oluşan eksiksiz kaydını https://pasaj69.org/ece-ayhanin-1998-yilinda-katildigi-televizyon-programinin-kaydi/ adresinde izleyebilirsiniz.)
Programı izlediğimizde, 90’ların sonunda Ece Ayhan’ın zihinsel ve fiziksel açıdan yaşına göre “oldukça sağlıklı” göründüğünü, mantıksal ve kavramsal çerçeveyi kaybetmeden konuştuğunu, yani o dönemde Ece Ayhan’ı itibarsızlaştırmaya çalışan kifayetsiz muhterislerin öne sürdüğü gibi “kötü, sağlıksız, hasta, deli vb.” olmadığını fark ediyoruz. Böylelikle, gözlerimizle gördüğümüz, kulaklarımızla duyduğumuz bu sahici yayın, bizim daha önce edebiyat oligarşisinin kâhyalarına karşı defalarca dile getirdiğimiz “Ece Ayhan’ı yanlış biliyorsunuz, yanlış tanıtıyorsunuz!” suçlamalarımızı da haklı çıkarıyor, diyebiliriz.
Programın eksiksiz kaydının paylaşılmasında emeği geçen Ahmet Kaşıkçı‘ya, Mustafa Önder‘e, Seçkin Ertün’e, Musa Günerigök’e, ayrıca, yayını pasaj69.org ortamından yaygınlaştıran Uğur Yanıkel‘e -yerden göğe kadar- teşekkür ederiz.
“(…) Günümüz yeni akım şairlerini bu bağlamda ‘ben’lerinden uzak gördüğümde okuyucunun kendinden bir başka ‘ben’i yakalaması da zorlaşıyor. Daha açık bir ifade ile şiir hangi köşesinden tutup bakarsanız bakın kendiliklerimize dair bir şeyler bir şeyler deneyimletmelidir. Bu açıdan şair okuyucusu karşısında bir gezgin kadar özgür olmalıdır. Tabiri caizse ‘göğe bakmayı bilmek’ ile yeraltı muhafızlığının arasında bir ikilemdedir şair. Çünkü sıkı şiir, insanın başına gelen en güzel ‘dilemma’dır. Söz konusu ikilem, insanın hayatta toplumsal anlamda tek bir şey olabileceği olgusundan mütevellit, bize sonsuz olasılıklar sunmalıdır. Şayet tek bir olasılıktan bile başlasa, şair tarafından öyle bir söylenmeli ki buz dağının altındakini de fısıldayabilsin. (…)”
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Eleni’den önce Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım Sabahları, akşamları bilmiyordum daha Bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde Bir gün sabah her yanım.
Eleni geliyor Dünyaya bakıyorum Dünya sanıldığı kadar küçük değil o gün anlıyorum Sanıldığı kadar üzgün değiliz dünyada O gün bütün şiirleri yakmalı yeniden yazmalı diyorum
(“Saint Antoine’ın Güvercinleri”)
“Galile Denizi” (1958) İlhan Berk şiirinde yeni bir dönemi açan karakteriyle ayırıcı öneme sahiptir. Bir anlamda önceki kitaplarını yadsıyan, sözün en aza indirgenmesi olarak gördüğü, ilk 1953’te “Yenilik” dergisinde yayımladığı, sonradan İkinci Yeni’nin habercisi olarak anılacak “Saint Antoine’ın Güvercinleri” şiiriyle başlayan dönemini “Saint Antoine’ın Güvercinleri’yle o zamanki bu korodan (yazılan şiir kalabalığından) ayırıyorum kendimi. Şiir arayışımda bir başkalık var. Çokboyutlu, çokanlamlı, çağrışımlı, bu yüzden de (değil mi sözü geri plana atıyorum) kapalı bir şiir peşindeyim artık” diye tanımlayan İlhan Berk, o tarihten başlayarak gerçeküstücülük etkisinde dil, imge ve anlam arayışlarına yönelerek şiirin başka alanlarına odaklandı. Tarih, erotizm, kent, İstanbul, nesneler ile beslenen şiirinin deltası zamanla genişledi.
Her daim taze, diri bir şiirin peşinden giden İlhan Berk’in “Galile Denizi” söze bir başkaldırı.(Arka kapak yazısından…)“
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “İlhan Berk” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
12 adadan 12 insanın kendi adalarını anlattığı “Ada Rüzgârı” kitabı geçtiğimiz ay yayımlandı. Bozcaada, Gökçeada, Marmara Adası, Büyükada, Avşa Adası, Heybeliada, Burgazada, Kınalı Adası, Paşalimanı Adası, Koyun Adası, Cunda, Ekinlik Adası gibi Türkiye’de üzerinde yaşam olan adaların hikâyeleri “Ada Rüzgârı” kitabında bir araya geldi. Kitabın yazarları ve ada sakinlerinin yanı sıra ada âşıklarının da katıldığı etkinlik geçtiğimiz hafta sonu adalılar buluşmasına dönüştü. Yazarların, Ada Rüzgârı’nı imzaladığı buluşmaya 150’yi aşkın kişi katılırken kitapta hikâyeleri anlatılan kişiler de etkinliğe katıldı. (…)
Kitabı yayına hazırlayan Mustafa Dermanlı, “İki yılın sonunda önce bir yazı dizisi, sonra da bu kitap ortaya çıktı. Bugün bir imza gününün ötesinde belki belli aralıklarla olabilecek bir Adalılar Buluşması’nın ilk tohumu atılmıştır diye umut ediyorum” dedi. (…) Zehra Akca, Mustafa Emre Çınar, Eyüphan Erkul, Pınar Gezgen, Zeynel Tolga Gürer, Nejat Işık, Hıdır Kayhan, Semra Askeri Uzuner ve Hüseyin Can Yücel hem yazarı oldukları kitabı imzaladılar hem de kendi adalarına dair kısa bilgiler verdiler. (…)
Com: Verimsiz derinlik. ‘Com’ kelimesi, denizlerde canlıların yaşayamayacağı, hiçbir canlı türünün bulunamayacağı ortam ve koşullar anlamına gelmektedir.
2004 yılında aramızdan ayrılan; birden çok enstrümana virtüöz seviyesinde hakimiyeti, vokal yeteneği ve aykırı mizacıyla Türkiye çağdaş rock müzik tarihinin Kerim abisi Kerim Çaplı’nın, 80’li yıllarda Erekli Stüdyosu’nda kaydettiği ve bu zamana kadar günyüzüne çıkmamış şarkıları oğlu Ahmet Çaplı’nın üstlendiği “Kayıp” projesi kapsamında müzikseverlerle buluştu. (Ayça Han, Cumhuriyet Gazetesi, 5/2/2019)
“Kerim Çaplı’yı 2017 yılında büyük ilgi gören “Blue” belgeseliyle tanıdım. “Delilik ve dahilik arasında” yer alan ince çizginin üzerinde dolaşmasını hayranlıkla izlediğim o hayat, belgesel boyunca Virginia Woolf’un şu cümlesini dolaştırdı aklımda: “Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin.” Sayısız şarkı yapmış Kerim Çaplı, bugün yaptığı o şarkıların nerede olduğu bilinmiyor. Ancak Erekli Stüdyosu’nda kaydettiği 8 parçalık bir demonun varlığı uzun süredir biliniyordu. Şimdi ise Kerim abinin oğlu Ahmet sayesinde içinde 5 İngilizce, 1 enstrümantal ve 2 Türkçe parçanın yer aldığı albüm “Kayıp” müzik tarihinde yerini alıyor.” (Ayça Han)
Ayça Han: Projenin de odağında olan “Kayıp”lık meselesi nedir? Neden kayıptı bu kayıtlar, size ulaşana kadarki süreçte bu kadar bilinmiyor oluşlarının sebebi neydi?
Ahmet Çaplı: Aslında kayıplık manasını sadece bu albüme değil hikayenin bütününe atfetmek daha doğru. Mesele kayıp olan kayıtlardan ziyade kayıp bir hayat. Bunu şöyle açıklayayım; aslında bu kayıtlar tahmin ediyorum (sonra öğrendiğim kadarıyla) babamın yakınındaki bazı müzisyen dostları tarafından da biliniyormuş. Yani kaybolmuş bir albümden ziyade çeşitli nedenlerle kendini kaybetmiş ve bulmak için de çabalamamış bir müzisyenin aslında her zaman varolan kayıtları. Ve imkanların daha da kısıtlı olduğu o dönemde böylesi gel gitleri olan bir karakterin bu kayıtları bu kadar titizlikle tamamlaması ama çıkartamamış olması bence bize hayatında boğuştuğu zorluklarla ilgili başka noktaları işaret ediyor. (…)
Şöyle bir baktım da, ikinci şiir kitabım Meydansız‘ın yayımlanmasının üzerinden 10 yıl geçmiş: Dünya -tüm yüküyle birlikte- güneşin etrafında 10 kez dönmüş… Hiçbir şey değişmemiş, hâlâ aynı durumdayız; “Meydansız” olarak yaşamanın burukluğunu ve anlamsızlığını kalbimizde tüm yüküyle hissediyoruz.
Meydansız, Cavit Mukaddes‘in yönlendirmesi sonucunda, Tuncay Takmaz‘ın yayınevi olan Çekirdek Sanat tarafından Savaş Çekiç‘in kapak tasarımı eşliğinde Ocak 2009’da yayımlandı. Kitap Beyoğlu’nda, İSO’nın yönettiği Odakule Sanat Galerisi’nde gerçekleştirilen Taş Uçak Şiir Sergisi‘yle birlikte okura sunuldu.
Ne sergi ne de kitap pek ilgi görmedi… Zaten böyle olacağını biliyorduk. Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında Tayfun Polat’la birlikte bu ilgisizliği değerlendiren çok sert bir söyleşi gerçekleştirdik. (Aşağıda söyleşinin tam metnini paylaşıyorum.) O günlerde hem Meydansız’la hem de Taş Uçak Şiir Sergisi’yle işaret etmeye çalıştığım şeyler edebiyat kâhyaları tarafından örtbas ediliyor ve okuyucu sürekli kandırılıyordu. Bugün de durum aynıdır. O gün de işaret ettik aynı şeyleri, şimdi, 10 yıl sonra da işaret ediyoruz. Çünkü meseleye ‘uzay zaman’ olarak baktığımızda hakikatin sırlı olmadığını görürüz: Hakikat, kalb ve vicdan arayışıyla birlikte yaşamın özüne mıhlanmıştır! (Zy)
TAŞ UÇAK İNECEK MEYDAN ARIYOR…
(İşbu söyleşi Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında yayımlanmıştır.)
Tayfun Polat: Şiir Sergisi ne demek?
Zafer Yalçınpınar: Şiir ihtiva eden ve geneli düşünüldüğünde poetik tarafı ağır basan bir izlek, demek… Tıpkı resim ya da fotoğraf sanatı gibi şiir de imgelerden ve imgesel öğelerin kurgusundan, dengesinden oluşur. Duvarda asılı bir şiirin duvarda asılı olan bir tablodan farkı, şiirin kelimeler tarafından işaret edilen farklı, dolaylı ve belki de ilkel bir imgeleminin olmasıdır. Ayrıca şiirde, fonetik bazen de müzikal bir yapı oluşturabilirsiniz; örneğin soyut bir şiirde -resim sanatında olduğu gibi renklerin tınısını değil de- kelimelerin işaret ettiği imgelerin tınısını bulabilirsiniz. Ya da İlhan Berk’ten Mısırkalyoniğne veya Oktay Rifat’tan Perçemli Sokak’ı, bu iki şiir kitabını birer soyut resmi izler gibi okuyabilirsiniz. Sergide 16 adet şiir ve şiirsel metin ile 14 adet görsel işimden oluşan genel bir kompozisyon var. Ayrıca sergide Nâzım Hikmet ve Ece Ayhan’ın poetikasına çeşitli referanslar da var… Aslında, şiirsel metinlerimin imgeselliği ile çoğu tipografik olan görsel işlerimin imgeselliği arasındaki kimyayı, alaşımı ortaya koymak istedim. Bu alaşımda poetika daha ağır geliyor… Bu nedenle şiir sergisi dedik…
T.P.: Bu serginin açılması süreci nasıl işledi?
Z.Y.: “Odakule Sanat Galerisi” ve “Asanat” danışmanı Necip Yeşiltepe, internetteki çeşitli platformlarda bazı görsel işlerimi görmüş, çok beğenmiş. Bir sergi düzenlemeyi teklif etti ve koşullarını sundu. Ben de kabul ettim. Sonrasında serginin içeriği ve kompozisyonu üzerine çalışırken Necip Yeşiltepe, şiirlerimdeki imgeselliğin daha baskın, daha etkileyici olduğunu ve görsel işlerimi de kapsadığını fark etti. Böylece sergiyi hem şiirlerimden hem de görsel işlerimden oluşturmaya karar verdik. Söyleşiler ise sergiye katılacaklarla ve okuyucuyla etkileşim kurmak için düşünüldü. Bir de baktık ki söyleyecek, anlatacak ve işaret edecek, yani içimizde birikmiş birçok şey varmış… Bunları da paylaşalım istedik.
T.P.: “Görsel iş”ten kasıt nedir? Ya da farkı nedir?
Z.Y.: Şimdi, benim bu parçaları “görsel iş” diye muğlak bırakmamın sebebi onların “ne olduğu” üzerinde kalıcı bir karara varamayışım… Yöntem olarak çeşitli kolajlardan, grafik deneylerinden, stokastik süreçlerden ve tipografiden oluşuyor bu işler… Ayrıca içlerinde, “Ş” harfinin tipolojisinin, matematiğin, tersimlemelerin, istatistiğin ve felsefenin birtakım bileşkelerine işaret eden işler de var… Fakat tüm bu teknikler ya da öğeler görsel işlerimin “nasıl oluştuğu” hakkında bilgi verirken onların “ne olduğu” hakkında aydınlatıcı değiller. Bunun sebebi de görsel işlerime bulaşan “poetika”, o cehennem… Biliyorum ki tüm bu durum, bu bilinmezlik yaptığım işlerin bir “ucube eser” gibi yanlış algılanmasına sebep oluyor, olacaktır da. Fakat inan ki “görsel iş” deyişinden daha iyi bir deyiş bulamadım…
T.P.: Sergi kapsamında gerçekleşecek söyleşilerin konuları nasıl seçildi?
Z.Y.: Söyleşi konuları Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nda iki senedir sürekli tartıştığımız ve sürekli savunduğumuz başlıklar… Bu söyleşiler çeşitli şairlerden çeşitli alıntılarla ve şiir okumalarıyla başlayacak… “Boşluğun Dili” konulu söyleşi dışında, söyleşilerin odağı şairlik halleri ve günümüz edebiyat ortamımızın vasatlığı… Ayrıca, “Haklılığın İnadı” başlıklı söyleşide Ece Ayhan ve Nâzım Hikmet üzerinde özelikle duracağız ve görsel, işitsel paylaşımlarda da bulunacağız… “Boşluğun Dili” ise tamamen benim şiirlerimle ilgili… Bu söyleşide şiirlerim ve şiirlerimde yer alan birkaç duygudurum hakkında konuşacağız… Söyleşiler başından sonuna kadar katılımcılarla etkileşimli gerçekleştirilecek.
T.P.: Sergiye ve bir şiirine adını veren “Taş Uçak” göndermesini açıklar mısın?
Z.Y.: Öncelikle Taş Uçak, Nâzım Hikmet’in mahkûm olduğu dönemde Bursa Cezaevi’ne verilen lakaptır. Abidin Dino’nun aktardığına göre bu lakabı Nâzım Hikmet koymuştur. Şimdi düşünün, taştan uçak yapmaya çalışan ya da yıllarını böylesine karşıt, imkânsız bir düşüncenin, benzetmenin belki de avuntunun içinde geçirmiş bir adam… Bir büyük şair… İfadedeki imkânsızlık duygusu… Fakat gene de şairin bu yöndeki imgesel inadı… Ayrıca, Cemal Süreya şöyle demişti: “Ağır ol bay düzyazı, uçamazsın!” Sıkı şiirin en önemli temsilcisi olan Ece Ayhan da “Anlaşılmayacaksın. Ey kanatsızlık!” diyor. Bugün sıkı şairlerin hepsi yeni Taş Uçak’larda yaşıyor… Bunu işaret etmek istedim. Bir açıkhava hapishanesine benzettiğim, görünmez dikenli tellerle çevrilmiş ve imkânsızlıkları sistemin kaotik yapısıyla örülmüş kentlerde, yeni taş uçaklarda…
T.P.: Bu sergi mevcut edebiyat ortamında nasıl algılanabilir?
Z.Y.: Bugün, edebiyatın içtenliğine ve sahiciliğine inananlardan değil de ticari kâhyalık yapmak ve statüko cukkalamak peşinde koşanlardan oluşan, yani, editörcülük oynayan fırsatçıların maniple ettiği bir edebiyat “ortalığımız” var. Çoğu da modern şiiri bilmiyor, sezmiyor… Her iki türlü de liyakatsizler… Yani “kim kime dum duma” bir ortalık, bir ortalama kavrayış, vasatlıktan kaynaklanan bir retorik arsızlığı söz konusu… Bizim işaret etmeye çalıştığımız şeyler kolay kolay anlaşılmayacaktır. Hatta sezilmeyecektir bile… Diğer birçok konuda olduğu gibi edebiyatta da meydansızız. Sergiye “anlaşılmaz şeyler bütünü” gözüyle bakılacak sanırım… Bu da kötü, belki de “ortalama” bir yaklaşımdır bana göre… Kısacası bu meydansızlıkta serginin iyi ya da yeterince algılanacağını düşünmüyorum.
T.P.: Sence nasıl algılanmalı?
Z.Y.: Eski ve usta şairleri saymazsak sıkı şiir denen şeyin okuyucusu, takipçisi kalmamış gibi günümüzde… Ayrıca birtakım fason şiirleri ve şairleri, yani gerçekte şiir ve şair olmayanları, sahici olmayanları zaten hesaba katmıyorum. Kalburüstü yayınevlerinden çıkan yeni şairlerin yeni şiir kitapları bile en fazla 200-300 adet satıyor. Bu kadar küçülmüş, bu kadar odalaşmış, bu kadar meydansız ve yalnızlıkla, dikenli tellerle çevrilmiş bir ortamda bir tane yamuk bıyıklı ve kısa pantollu adam çıkmış “şiir” diye inat ediyor. Sıkı şiirin içtenliğini ve sahiciliğini savunmaya çalışıyor, onun akkor yapısını işaret etmeye çalışıyor, her şeye rağmen yazıyor, okuyor, tartışıyor, uykusuz kalıyor, kısacası şartlarını zorluyor falan… En azından bu çaba takdir edilmeli… Bununla birlikte açık açık söyleyeyim ki eğer tek bir kişi, tek bir dizemin imlediği şeyi sezdikten sonra o dizeyi aklına mıhlar ve hiçbir zaman unutmaz ise Taş Uçak Şiir Sergisi başarısız değil demektir, benim için…
Oruç Aruoba’nın kitaplarında bulunmayan “Dün” adlı şiirine https://upas.evvel.org/?p=665 adresinden ulaşabilirsiniz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.