Oca
08
2007
0

çok gezen…

Bir atasözü;

“Çok gezen terlik eve bok getirir.”

Oca
03
2007
0

“Ben” üzerinden günümüz öyküsü

Ben,
kendimi düşünüyorum. Hep yapıyorum bunu. Rastgele ve çalakalem, bir çapari oltasıyla balığın bulunduğu derinliği(suyu) aramak gibi bir aşağı, bir yukarı kendimi düşünüyorum. Ve bir yerlere geldiğimde, ulaştığımda –bu yürüyüşün bir noktasında– işler içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. O zaman başkalarını düşünmem gerekiyor, bir kerteriz arıyorum, şöyle ki; nasıl davranırlar, nasıl düşünürler, nasıl yazmam gerek? Daha doğrusu başka birilerinin yanından kendime bakmaya çalışıyorum. Bir ressamın üzerinde çalıştığı tuvalden uzaklaşıp çizdiği figüre göz atması ya da bir profesörün tahtaya yazdığı denklemi tekrardan incelemesi, sınaması gibi “karşılaş”tırıyorum ya da “yüzleş”tiriyorum bir şeyleri. Konum değiştiriyorum, kime yakın duracağımı, kimden uzaklaşacağımı belirliyorum, lakaplar arıyorum, kıyafetler, bakışlar, davranışlar, duygulanımlar ve tabii ki bir tane de “mihenk taşı”… Neyi işaret edeceğim?  Bununla birlikte, tuvalden uzaklaştığım anda “Nerede?” ya da “Nereden?” sorularını da sormuş oldum kendime. Şimdi, bir “mekan” gerek ki ayağımızın altında bir şey olsun, yerimizi bilelim ve insanları, bakışları bir yere yerleştirelim. Bununla birlikte hep şu tümce olsun aklımızda;  “Yeni yer yoktur”. Mekanı bu tümcenin yanından oluşturuyorum, seçiyorum. Sonra, ışıklar olsun, yanıp sönsün, sahneler aydınlansın, gökyüzü bulutlansın ya da perdeler açılıp kapansın, deniz dalgalansın, pencere açılsın birden, bir cazcı notalar arasında gezinsin, kuşlar havalansın, birileri ya da bir şeyler sahneye çıksın, rayına otursun işler… Kısacası, “eylemler” icat ediyorum ve bir süre sonra “eylemler” yavaş yavaş “olaylar”a dönüşüyor. En sıradan eylem bile (eğer odaklanmayı başarırsanız) çok büyük bir olaydır. Olaydır çünkü “bakmak her şeydir”. Sonra işte, anlatı yerlemlerini, yönelimleri ve döngüleri düşünüyorum. Bu noktada birçok “eğretileme” geliyor aklıma. Unutmamak gerekir ki, eğretilemeler apansızdır ve büyük armağanlardır; öykü inşaatının içindeki dikkat çekici ve büyüleyici unsurlardır. Öyküde kullanılan her eğretileme öyküsel dizgenin ve anlatımın sektesidir. Eğretilemeler, tıpkı müzikte olduğu gibi bir ölçü “sus” demektir, yani müziğin çerçeveleridir. Öykünün “sus”ları da kişilerin ya da nesnelerin ağzından çıkmış eğretilemeler olarak düşünülebilir. Karakterlerin söylediği sözler anlatıcının “sus”ması demektir ve her söz bir dönüm noktasıdır. Tüm bunları belirledikten sonra, işte, rötuş gerekiyor; dilin kıvrımlarına, uçlarına, törpülenmesi gereken yerlere, ufak dokunuşlar… Böylece rötuşlayarak, en sonunda, tutuyorum bu kalabalığı, yalnızlaştırıyorum ve başa geri dönüyorum;  “kendimi düşünme katmanı”na alçalıyorum. Ama yarattığım bu sınamanın öyküsel bir açılımı var elimde artık. Ortaya bir “betik” çıkıyor. İşte ben, “öykünün yükselişi” denince, bu süreci anlıyorum. 

Oca
02
2007
0

Videopoem

Geof Huth’un “Videopoem”adlı görsel şiirine

https://www.poetikhars.com/bloglar/serkan_isin/videopoem_geof_huth

adresinden ulaşabilirsiniz.

Ara
19
2006
0

Monokl / BlogAşırı

Monokl Deneysel Sanat Dergisi’nin, taifesinin tartışma ve paylaşım platformu açılmıştır. Blog sistematiği üzerinden çalışan site aşağıdaki adresten ziyaret edilebilir. Edilmelidir de.

https://monokl.net/blogasiri

Ara
19
2006
0

Pamuk Prens’in Babası’nın Bavulu’na karşı…

Pamuk Prens Nobel Konuşması’nı “Babamın Bavulu” diye metinleştirmiştir. Buna karşı olarak “Hangisi” adlı anlatıyı aşağıdaki adreste okuyabilirsiniz…

https://zaferyalcinpinar.com/a10.html

Ara
15
2006
1

Bildiri No. 2 (Masanın Ayakları)

Bildiri No:2
(14 Aralık 2006)
M a s a n ı n    A y a k l a r ı

1.    En son söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.

1.1. son söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.

1.1.1.  söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.

1.1.1.1.      en önce söylemen gerekir.

1.1.1.1.1. önce söylemen gerekir.

1.1.1.1.1.1.    söylemen gerekir.

1.1.1.1.1.1.1.        gerekir.

1.1.1.1.1.1.x.    önce.

2.   En başta söyleyeceğini en sonra söylemen gerekir.

3.   “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.

3.1. “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.

3.1.1.  “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.

3.1.1.1.     “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.

3.1.1.1.1. “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.

3.1.1.1.1.1.    “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.

3.1.1.1.1.1.x.  Retorik, lirikten sonra olmuştur.

3.1.1.1.1.x.y. Lirik öncedir.

4. Bakmak liriktir.

(Kısıt: x ve y sonsuza yakınsamaktadır.)

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Ara
14
2006
0

ŞİİŞ

2006 Görsel İş’lerimden oluşan “ŞİİŞ” adlı e-kitabı

https://zaferyalcinpinar.com/siis.pdf

adresinden PDF dosyası olarak indirebilirsiniz.

ŞİİŞ

Ara
05
2006
0

Ondan Önce

yazmışsındır
ondan önce bir şiir
yahu ben mi yazdım
ne iyi yazmışım
kırmızı ondan.

vardır
solgun ayazda bir sevgilim
yırtıcı güneşlerde ilk sevdiğin
yahu ben mi sevmişim
ne kadar da güzel
işte sevmişim.

vardır bir fotoğrafın
sözgelimi Samatya’da
uçan sandallara karşı
evet yahu sensin
amma da gençmişsin
yanındaki mavi Raşel.

(…)

Serdar Koçak

Avare Şiirler’den…

Ara
03
2006
0

İlhan Berk / Defter Kapakları Sergisi

Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu, Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden İlhan Berk’in Defter Kapakları, adlı sergisine ev sahipliği yapıyor. 24 Kasım–30 Aralık tarihleri arasında ziyaret edilebilecek sergide İlhan Berk’in şiir çalıştığı ve not tuttuğu onlarca defter ile bu defterlerin kapaklarına yaptığı soyut resimler ve kolajlar yer alıyor.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Kas
30
2006
0

Pirus Zaferi

“Romalılar italya yarım adasını kent kent ele gecirirlerken bu fetihlere karsı gelen kentlerden biri,romalılara karsı bir yunanlı komutan ve kral olan pyrrhus tan yardım isterler.pyrrhus bu yardım istegini geri cevirmez ve yunanlılar ın hindliler den ogrendigi savas teknigi ile yani filleri kullanarak romalılar ile savasır.bu savastan pyrrhus galip cıkar ancak,bu savasta o kadar cok askerini kaybetmistir ki,” bu sekilde bir zafer daha istemem. ” demistir. bu nedenle,haddinden fazla kayıba yol acan zaferlere ” pyrrhus zaferi ” denir.”

 ekşi sözlük’ten…

Kas
28
2006
0

Şarkı söylemek için açıklayıcı bilgiler

Evin tüm aynalarını kırmakla başlayın işe, kollarınızı salıverin, dalgın dalgın duvara bakın, kendinizi unutun. Tek bir nota söyleyin, içinizde dinleyin. Taşların arasından çıkan ateşlerin, yarı çıplak ve çömelmiş siluetlerin olduğu korkuyla kaplı bir manzaraya benzer bir şeyler duyuyorsanız (ama bu daha sonra gerçekleşecek) iyi yolda olduğunuzu düşünüyorum, aynı şekilde sarı ve siyah boyalı kayıkların yüzdüğü bir nehir duyuyorsanız, bir ekmek tadı, bir parmak dokunuşu, bir at gölgesi duyuyorsanız, yine iyi yoldasınız.

Julio Cortazar

“Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı”, Altıkırkbeş, s.15

Kas
28
2006
0

Papa’nın Gelişi

Papa’nın gelişi için alınan güvenlik önlemlerinden ve güruhun merakı yüzünden İstanbul altüst olacak bugün…

Şu durumda şöyle düşünmüşüm;

“Papa’yı İstanbul’dan koruyacaklarına, İstanbul’u Papa’dan korumak daha akıllıca olurdu.”

Kas
27
2006
0

Denizde Zokalar (Görsel Şiir/İş)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Denizde Zokalar, Dijital Teknik, 2006, Zafer Yalçınpınar

Kas
13
2006
2

Bildiri No.1 (Vatoz’un Salınımları)

Bildiri No:1
(12 Kasım 2006)
V a t o z ’ u n   S a l ı n ı m l a r ı
1.       Görmek yoktur.
1.1.       Yönetim yoktur.
1.2.       Strateji yoktur.
1.3.       Süreç yoktur.
1.4.      İcra yoktur.
1.5.       Değerlendirme yoktur.
1.6.       Memnuniyet yoktur.
1.7.       Ortak akıl yoktur.
1.8.       Eğitim yoktur.
1.9.       Bakış(ın) vardır.
1.9.1.       Bakış(ın)a sahip çık
1.9.1.1.              İmgeyi ayağa düşürmemelisin.
1.9.1.2.             Ayağa düşeni imlememelisin.
1.9.1.3.             Kurgu hesapsızdır.
1.9.1.4.             Kurgu yolsuzdur.
1.9.1.5.             Dizge aksak olmalıdır.
1.9.1.6.             Dizgenin dizgisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.7.             Trafik seni ilgilendirmez.
1.9.1.8.             Dizge matematiği seni ilgilendirmez
1.9.1.9.             Dizge mühendisliği seni ilgilendirmez.
1.9.1.10.         Dizgenin kimyası seni ilgilendirmez.
1.9.1.11.          Dizgenin öğeleri seni ilgilendirmez.
1.9.1.12.          Dizgenin istatistiği seni ilgilendirmez.
1.9.1.13.          Dizgenin ekonomisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.14.         Dizgenin semantik yapısı seni ilgilendirmez.
1.9.1.15.          Dizgenin morfolojisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.16.          Dizgenin aksak tınısı sana yeterlidir.
1.9.1.17.          Kelimeler dolaşımdayken ayağa düşmüştür.
1.9.1.17.1.    Sayılar dolaşımdayken ayağa düşmüştür.
1.9.1.17.2.    Dizgeler de dolaşıma çıkarsa ayağa düşer.
1.9.1.17.3.    Dolaşım düğümlüdür.
1.9.1.17.4.   Dolaşım ayaktır.
1.9.1.17.4.1.     Aksaklığı tipoloji belirler.
1.9.1.17.4.1.1.    Tipolojilerin arası odaktır.
1.9.1.17.4.1.2.    Tipolojilerin arasını bilen kazanır.
1.9.1.17.4.1.3.    Tipolojilerin arasını sezen kazanır.
1.9.1.17.4.1.4.   Tipolojilerin arası tuşedir.
1.9.1.17.4.1.5.    Tipolojilerin arasını sezdir.
1.9.2.             Boşluk yol açar
1.9.2.1.             Boşluklar senin bakışının biçimini alır.
1.9.2.2.             Boşluk totoloji kümesidir.
1.9.2.3.             Boşluklar vurgudur.
1.9.2.3.1.       Boşluk yineler.
1.9.2.4.            Sessizlik müziğin çerçevesidir.
1.9.2.4.1.             “Sus”kular her şeyi çerçeveler.
1.9.2.4.2.            “Sus”ku yazdığını belirler.
1.9.2.4.2.1.             İki sayı arasında sonsuz sayı vardır
1.9.2.4.2.2.            İki harf, iki kelime, iki dize , iki cümle, iki paragraf arası yazdığını belirler
1.9.2.4.2.3.            Susku sonsuzdur.
1.9.2.4.2.4.            Susku gerçektir.
1.9.2.4.2.5.            Susku sabırlıdır ve çoğuldur.
1.9.2.4.2.6.            Susku dilsizdir.
1.9.2.4.2.7.            Susku yol açar
1.9.2.4.2.7.1.             Yolu giden değil açan bilir
1.9.2.4.2.7.2.            Suskuyu dinlemelisin
1.9.2.4.2.7.3.            Bunu:

1.9.3.             Boşluk tuşedir.
1.9.3.1.             Tuşeyi sezen kazanır.
1.9.3.1.1.        Tuşe sezgiseldir.
1.9.3.1.2.       Tuşeyi sezdir.
1.9.3.2.             Tuşeyi sezdiren kazanır.
1.9.4.            Boşluğu çoğaltan kazanır.
1.10.                    Bakmak her şeydir.
2.      Anlam çoşkusuzdur.
2.1.   Sezgi anlamın yerinedir.
2.1.1.       Anlam baskı altındadır.
2.1.2.       Anlam Sorgu sandalyesindedir.
2.1.3.       Anlam hareketsizdir.
2.1.4.      Anlam ortalama zekânın durağıdır.
2.1.5.       Anlam yenilikçi değildir.
2.1.6.       Anlatacaksan aksak anlatacaksın.
2.1.6.1.       Anlamın karşısına geçebilirsin.
2.1.6.2.       Anlamın etrafında dolaşabilirsin.
2.1.6.3.       Anlama vurup kaçabilirsin.
2.1.6.4.      Sorgulananın tepesindeki ışığı açma.
2.1.6.5.       Anlama değerken eskrim yap.
2.1.6.6.       “Anlam arayış” anlama yeğdir.
2.1.6.6.1.       Anlam arayışlar sezgi içerir.
3.      Sezgi varoluşunun kanıtıdır.

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Kas
05
2006
1

Cukkalanmış Saygınlık Projesi

1 Kasım 2006 Çarşamba akşamı Şeref Bilsel’in Yaşamradyo’daki söyleşisini dinlerken onun kurduğu cümleleri ve yakın geçmişte olanı biteni düşündüğümde taşlar yerine oturdu; bir tipolojinin uygulamaya geçirdiği “proje” zihnimde berraklaştı. Ben de, tutup, hem Şeref Bilsel’in söylediklerini aktarmak(1) , hem de bir kesimin tavrını ortaya koymak amacıyla, kısıtlı olan zamanımdan feragat ederek oturdum, bu yazıyı yazdım.(2)Cukkalanmış Saygınlık Projesi’nin amacı adından da belli olduğu gibi “saygınlık” ve “tanınmışlık” elde etmektir. Projenin tek bir uygulama yöntemi vardır; o da her şeyi ve herkesi “araç” olarak kullanabilmektir. Proje için risk, zaman ve maliyet yönetimi de yoktur, tüm sınırlamalar göz ardı edilmiştir. Tüm hesap kitap; “hesapsızlık”, “kitapsızlık”, “fırsatçılık”, “külhanbeyi retoriği”, “retorik arsızlığı” ve “edebiyat kâhyalığı” üzerine kurulmuştur. Şimdi projenin bâzı faaliyet adımlarını gözden geçirelim;

1. Bundan üç sene önce günlerden bir gün, Şeref Bilsel Tüyap Kitap Fuarı’nda kendisinin dâhil olmadığı(konuşmacı olmadığı) bir oturumda konuşmacı masasına sarhoş bir şekilde yanaşıp, salonun içinde sigarasını yakıp, konuşmacıları rahatsız eder bir tavırla onlara dik dik bakmıştı.

2. Başka günlerden bir gün Yazı Kitabevi’nde oturuyordum. Şeref Bilsel’in Halim Şafak’la tartıştığını öğrendim. Sonra Şeref Bilsel geldi ve “Halim Şafak’ı gidip döveceğim, telefonda da küfürleştik dün akşam…” dedi. Hatta bu olay, telefondaki o küfürleşmeler dergilere de yansımıştı. Yanlış hatırlamıyorsam, Kaçak Yayın’da konuyla ilgili bir şeyler yazılmıştı.

3. Gene günlerden bir gün, Şeref Bilsel’in polislerle kavga ettiğini öğrendim. Sebebini bilmiyorum. Başka bir gün de “hesap” yüzünden bir meyhanede kavga ettiğini duydum…

4. Askerden döndüğümde Metin Cengiz ile Şeref Bilsel arasında geçen tartışmaları, laflaşmaları okudum. Ve asıl o zaman “Yazık!” dedim kendi kendime…

5. Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi 11. sayısını “Özge Dirik” şiirlerine ayırdığında Şeref Bilsel bize “Ölü edebiyatı yapıyorsunuz!” olumsuzlamasıyla çıkışmıştı.(3)Hatta Şiir Defteri 2006’da Kuzey Yıldızı’nın 11. sayısını göz ardı etmişti. Sonra, aynı Şeref Bilsel, fırsatını bulunca, Özge Dirik üzerine Yasakmeyve’de müntehir şairler dosyasına yazı yazdı. Bu çelişkidir!(4) . Şeref Bilsel için, dergileri ciddi bir “pusuculuk”la takip etmek, antoloji hazırlamak, fırsatları değerlendirmek, edebiyat mikro iktidarı oluşturmak, edebiyat kâhyası olmak ve fırsatları değerlendirmek artık bir tipoloji haline gelmiştir ve stratejiktir. Eserleriyle değil de bu tip toplama, zorlama ve süzme işlerle “saygınlık sağlamaya çalışmak”, aslında, “saygınlık cukkalamaya çalışmak”tan başka bir işe yaramaz.

6. Bu tipolojinin tek uğraşısı, dalgalandırıcı(sansasyonel) ifadelerle yapay gündem yaratmaya çalışmaktır. Şeref Bilsel, söz konusu radyo programında şu cümleleri kurmaktan çekinmemiştir;

“Hakiki gerçeğin önündedir.”

“Dilin bekçisiyim. Şairlerin köpeği olacağıma dilin köpeği olurum.”

“Benim arkadaşlarım zaten iyi şairlerdir.”

“Bana kalsaydı, Şiir Defteri 2006’da sadece yirmi şair yer alırdı.”

“Görsel Şiir mevsimseldir.”

“Yeni kitabım en kötü ihtimalle bizim Kadir’in(5) yayınevinden yayımlanır.”

“Zafer Yalçınpınar, zengin ve yakışıklı bir çocuktur.”

“Hoşça kal halkım!”

Sonuç olarak, yukarıda örneklediğim faaliyet adımları incelendiğinde, tüm bunların (Şiir Defteri’nin, dergilerdeki mahlas yazılarının, Özge Dirik hakkındaki yazının, radyo programının, muhafazakârlığın, küfürleşmelerin, kavgaların ve dil köpekliklerinin) saygınlık cukkalamak ya da eleştirmencilik oynamak adına ilerleyen başıbozuk bir projenin parçaları olduğu aşikârdır. Ben bu tip işlere hiç girmedim ve kısacası, ben –artık- bu numaraları yemem. Edebiyat dünyasındaki külyutmazlar da bu numaraları yemeyecektir. Edebiyat dünyasının bir “çiftlik” ya da bir “Karadeniz kahvehanesi” olmadığını birinin çıkıp söylemesi, hatırlatması gerekiyor. Maalesef bu ifşaatı her seferinde, “kerhen”, ben gerçekleştirmek zorunda kalıyorum ve yıpranıyorum.

—————

(1)Ki aslında o sözlerin pek tartılacak bir yanı yok. Çünkü Şeref Bilsel’in tüm sözleri ve “ayak”ları, çelişkisiz temellendirmelerden yoksun ve hatta gerekçesizdi. Bu tip durumlara “zırva” denir ama benim dilim –hâlâ- varmıyor bunu söylemeye…
(2)Bu yazıyı, gerçekten çok kısıtlı bir zamanda, işlerimin en yoğun olduğu anda yazıyorum.
(3)Biz böyle bir şey yapmıyorduk, Kuzey Yıldızı’na omuz veren bir dostumuza vefa borcumuzu ödemeye ve sözümüzü tutmaya çalışıyorduk.
(4)Zaten beni çileden çıkaran da bu “çelişki”dir. Dostumun böylesine bir projede “araç” olarak kullanılmasıdır.
(5)Kadir Aydemir

Kas
02
2006
0

Görsel Şiir Kitabı

Zinhar ve taifesi Kasım 2006’da Poetik Hars Görsel Şiir Kitabı’nı iftiharla sunacaktır…

ayrıntılı bilgi için: https://www.poetikhars.com ve www.zinhar.com adreslerine bakabilirsiniz.

Eki
28
2006
0

gene de…

“hiçbir temel ilke, hiçbir sadakat, hiçbir yasalar bütününü tanımıyordum; eğer işime gelirse dostuma da, düşmanıma da son derece vicdansızca davranabilirim. iyiliklere kırıcı sözlerle ve küfürlerle karşılık vermem olağan bir şey. utanmaz, küstah, hoşgörüsüz, katı önyargılarla dolu ve katır gibi inatçıyım. kısacası tam anlamıyla tahammül edilmez olan tabiatım benimle her türlü ilişkiyi olağanüstü zorlaştırıyordu. yine de çok seviliyordum; öyle bir cazibe, öyle bir heyecan yayılıyordu ki benden, insanlar kötü yanlarımı affetmeye hevesli görünüyorlardı. bu tavır beni daha da küstahlaştırıyor ve daha da serbestleşiyordum. tanrılaşıyordum ve etim bedenim kelimelerdi. kendime aynada baktığımda cümlelerden örülü bir yüz görüyordum.”

A.Rimbaud

Eki
20
2006
0

Stephen Pamuk ve/ya da Orhan King

“Stephen Pamuk ve/ya da Orhan King”

Yanlış bir dille doğru bir cümle kurulmaz. Romansa (ne yazık ki)
cümlelerden oluşur. Ferit Edgü Yeni Ders Notları, § 162

‘Populer’ olan, dolayısıyla ‘çok satan’ kitapları, ilkece, okumam — isterseniz ‘elitizm’ deyin; ama, ilkin şu ‘best-seller’ deyimi itici benim için: Düz anlamıyla, “en iyi-satar” diye çevirirsek, bu iki nitelemenin yanyana bulunmasının, tarih boyunca —yalnızca edebiyat alanında da değil— nasıl bir yanlış içerdiğini, nasıl yanıltıcı olduğunu bildiğim için. Önyargı da olsa, şöyle düşünüyorum: Kendi gününde yaygın beğeni bulan —moda olan, ‘populer’ olan— bir metin, ilkece, kötüdür; ve, ters yanından, iyi olan —önemli olan, yolaçıcı olan— hiçbir metin, kendi gününde yaygın beğeni bulmaz, bulamaz. Ama, yanlış anlamaya engel olmak için şunu da belirteyim ki, bu düşünceden, kendi gününde yaygın beğeni bulamamış her metin, ilkece, iyidir, önemlidir, sonucu çıkmaz. Tarihten bir örnek verip, asıl konuma geçeyim: Immanuel Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi, XVIII. Yüzyıl Aydınlanma’sının, giderek de bütün Yeni Çağ’ın en önemli felsefe kitabı sayılır: Bugün, dünyanın herhangi bir üniversitesinde (muhtemelen Tahran ve Yeni Delhi ya da Pekin ve Singapur üniversiteleri dahil…) bu metni tek başına konu edinen bir semineri olmayan bir felsefe eğitimi, düşünülemezdir — kaç dilde, kaç yılda bir, kaç baskı yapıp sattığını ben hesaplayamıyorum; varın siz ‘tasavvur’ edin…
Kant kitabını 1781’de yayımlar — ama, yukarıda söylediklerim yüzünden, sakın sanmayın ki bütün Alman ‘Aydınlanmacı’ları kitabevlerinin önünde kuyruğa girmiş, kitabı bekliyorlardır: Yayımcının (yanılmıyorsam) 750 adet basmağa değer bulduğu kitap, 5 yıl içinde (gene, yanılmıyorsam) 200 dolayında alıcı bulur — Kant, bazı değişiklikler yapmak için ikinci baskı yapılmasını isteyince de, Hartknoch, “Valla’ senin kitap satmıyor hemşeri — ancak masraflara katılırsan ikinci baskı yapabilirim” der. Kant bunu kabullenir, 1787’de ikinci baskı yapılır. Bundan sonraki yıllarda, anlaşılan, satışlarda biraz ‘kıpırdanma’ olur ki, Kant’ın ölümüne (1804) dek, kitap üç baskı daha yapar; ama sonra, uykuya dalar: çünkü Kant, üzerinde oluşmuş ‘Cumhuriyetçilik’ ve ‘Dinsizlik’ suçlamalarından dolayı, ‘sakıncalı’ ve ‘yasak’ hâle gelmiştir — örneğin Hegel, öğrenciliğinde (1790’larda), Kant’ı ‘tezgah altında’ bularak, gizli gizli okur…

XIX. Yüzyıl’ın ikinci yarısına gelindiğindeyse işler birden tersine döner — Almanya’da neredeyse bütün felsefe çevreleri Kant’çı kesilir: Saf Aklın Eleştirisi’nin, Schmidt’in 1926’da basılan ‘definitif edisyon’una gelene dek, bir yüzyıla yakın bir süre içinde tam 9 ayrı edisyonu yayımlanır; Schmidt’in edisyonu ise, 1930’a dek, dört yıl içinde 14 baskı yapar — bugün kaçıncı baskısı satılmakta, bilmiyorum…

Bütün bu öyküyü şunu söylemek için anlattım: Kant’ın gününde birtakım ‘best-seller’ felsefe yazarları varmış: Moses Mendelssohn (galiba müzisyen Felix’in büyükbabası), Christian Garve, Sulzer (ilk adını hatırlamıyorum) — bunlar, Kant bir taşra üniversitesi profesörü ve ‘az satar’ bir yazarken, günlerinin ‘gözde’, ‘çok satan’ yazarlarıymış — boyuna ‘-mış’ diyorum; çünkü ben, adlarını, onlara Kant’ın biyografilerinde ve mektuplarında rastladığımdan dolayı biliyorum; profesyonel felsefeci olarak, kitaplarının hiçbirini, okumak bir yana, görmedim bile, çünkü, artık, muhtemelen hiç basılmıyorlar (— emin olmak için bir kaynağa baktım: yalnızca Mendelssohn’un 1929’da yeniden basıldığıyla ilgili bir kayıt buldum; öteki ikisinin adları bile geçmiyor, kaynakta…). Şimdi Stephen King’e geliyorum: Adını çok duyduğum halde (için…) hiç okumamıştım. 1981’de, Stanley Kubrick’in Shining’ini seyrettim ve çarpıldım. Filmin senaryosunun Stephen King’in romanından uyarlandığını öğrenince, önyargımı askıya alıp, kitabı aradım — en yakın süpermarket’te de buldum…
O akşam, tuğla gibi romanı, kendimi zorlayarak okurken, ender düşkırıklıklarımdan birini yaşadım: O enfes film, bu berbat metnin üzerine kurulmuştu — dili özensiz, kurgusu eğreti, mantığı çarpık bir romandan, Kubrick —metinde tutarsız ve bulanık olarak duran— bir düşünceyi almış, sımsıkı mantıklı, derin anlamlı bir film yapmıştı. O zaman, edebiyat yapıtlarının sinemaya uyarlanması konusu kafamı kurcalamıştı; bu konuda da bir yazı yazmıştım. Epey zaman sonra (çıktığı yıl?…), Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ını okudum — zorla; çünkü, önyargımı yeniden yürürlüğe soktuğum halde, değerlendirmelerine önem verdiğim bazı dostlarım, “Bunu mutlaka okumalısın” diye üstüme vardılar; ben de, ‘metazori’, okudum. Tıpkı Stephen King okurken başıma gelenler geldi başıma, bu okuma sırasında; ayrıca, yukarıda Stephen King için kullandığım nitelemeleri haklı çıkaracak özelliklere ek olarak, ‘savrukluk’ diye niteleyebileceğim bozukluklar da vardı metinde — o zaman, şöyle düşündüm:- Niye olmasın — edebiyat da pekâlâ bir hafif tüketim malı; yaygın beğenilerin hoşuna gidecek, belirli duyarlılıkları gıcıklayacak, yüzeysel bir haz sağlayacak; pek fazla birşey beklenmeden, öylesine, bir kez ilgiyle okunup (tüketilip), bir kenara atılacak bir meta olabilir — zaten oluyor… Eh işte, nasıl Amerikalıların süpermarketlerde satılan Stephen King’leri varsa, bizim de süpermarketlerimiz ve Orhan Pamuk’larımız olabilir — zaten, var…

Ama, Stephen King ile Orhan Pamuk arasındaki benzerliği; ve, ‘çok satar’ edebiyat ürünlerinin de kendi yerleri olabileceğini, düşünerek, bütün bu işi zararsız bulurken; en azından, kaçınılmaz bir ‘kapitalist piyasa’ gelişmesi sayarken, birşeye dikkat etmek gerekir:- Stephen King, ortaya çıkarak, diyelim, Newsweek’e bir demeç verip, “Amerikan edebiyatında bir Hermann Melville, bir de William Faulkner var; onları birleştiren bir doğru çizip ilerletirseniz, üçüncü nokta olarak beni bulursunuz” demeğe kalkışsaydı, onu ensesinden tutup Manhattan köprüsüne çıkararak aşağı atacak epey edebiyat eleştirmeni ve uzmanı bulurdu, sanırım. — Bunun böyle olacağını gayet iyi bildiği için de böyle birşey söylemeğe kalkışmazdı, herhalde…

Orhan Pamuk’la ilgili olarak ise bizim edebiyat adamlarımızdan yalnızca Tahsin Yücel, ortaya çıkıp, açık ve yalın bir soru sorarak eleştiride bulundu: “Yazdığı dili kötü kullanan bir yazar iyi bir yazar olabilir mi?…” Kara Kitap’la ilgili bütün eleştirilerinde haklı —hatta, hoşgörülü bile— bulduğum Yücel, ayrıca, ‘içkin’ olarak da olsa, ‘çok satma’ ile ‘has ürün’ olma arasındaki ilişki —ya da ilişkisizlik— üzerinde düşünmeyi gerektirecek noktalar da koydu ortaya — kim ne düşünüp anladı, bilmem… Şimdi, koşutluğu sürdürerek, şöyle düşünsek: Orhan Pamuk ortaya çıkarak, diyelim, Aktüel’e bir demeç verip, —bir kez, lafı dolandırmadan, açıkça— “Türk edebiyatında bir Ahmet Hamdi Tanpınar, bir de Oğuz Atay var; onları birleştiren bir doğru çizip ilerletirseniz, üçüncü nokta olarak beni bulursunuz” deseydi, acaba kim ne yapardı —yayaların Boğaziçi köprülerine çıkmalarına izin verilmiyor ki…

Not: Bu yazı, Orhan Pamuk’un, adını vermediği bazı (—bir…?) Türk edebiyatı yazar(lar)ıyla ilgili olarak, “elli yaş ile yetmiş yaş arasında, doğuştan hayatı kaymış, yarı başarılı, yarı şaşkın, vasat, erkek ve kel” deyimlemesini kullandığını öğrenmem üzerine yazılmıştır; yoksa, böyle bir yazıyı, ilkece, yazmazdım…

Oruç Aruoba / 2001

Eki
13
2006
1

Buyrun

Buyrun buradan yakın; Orhan Pamuk 2006 nobel Edebiyat ödülünü aldı. 1,4 Milyon dolara sahip oldu. Üzerinde “DÜNYA Güzeli” yazan bir kuşağa sahip oldu. Podyumlardaki prestiji arttı.

Eki
11
2006
0

Karga 10. Yıl

26 Ekim 2006 Perşembe – 12 Kasım 2006 Pazar   12:30-20:00

KARGA 10.YIL
Sergi / DJ PROGRAM

*Pazar hariç hergün saat 12:30 – 20:00 saatleri arasında gezilebilir.
*Açılış kokteyli, “Karga 10. Yıl Gecesi” ile ortaklaşa 26 Ekim Perşembe saat 19:00’da gerçekleşecektir.

Karga 10.Yıl Gecesi, 26 Ekim Perşembe 21:00 – 02:00 saatleri arasında gerçekleşecektir.DJ Bahadır.

Kadıköy gece hayatının önemli alternatif müzik ve yaşam merkezlerinden Karga Bar, 2006 senesi ile birlikte onuncu yılını dolduracak. 26 Ekim gecesi, iyi veya kötü birçok olayı barındıran on senesini tamamlayacak olan Karga, yeni bir “on yıl”a ayak basacak. Varlığını sürdürdüğü zaman boyunca müzikal tavrından vazgeçmeyen Karga, bu tavrı hem özel geceleri hem de destek olduğu kardeş kurumu KargART ile yaşam alanına yansıttı. “Karga Bar 10. Yıl” gecesi hem müzikal olarak Karga Bar’ın geçmişine toplu halde bakılacak hem de ister “müdavim” ister” “çalışan” olarak yaşamının bir bölümünü bu çatı altında geçiren herkes Karga’da buluşacak. Kardeş kurum KargART’da aynı gece gerçekleştirilecek olan sergi ise Karga’nın kendine baktığı bir ayna olacak. Bu nedenle, şimdiden Karga Bar’ı tanıyan, bilen ve burada nefes almış herkes davetli…
26 Ekim Perşembe gecesi 10.Yıl…

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Eki
08
2006
0

Papaza Kızıp Oruç Bozmak

Papaza Kızıp Oruç Bozmak(1)
ya da
“Çiftçiye Öğütler”

Başlarken, neden “Şiiri Özlüyorum” matbuatı, onun çıkar(ı)cısı ya da edebiyat ortamında dönen dolaplar, söylediklerimi ve edebiyat camiası hakkındaki negatif düşüncelerimi haklı çıkarmak için bir referansa dönüşüyor sürekli? Ben, birkaç kere de yanılmak isterim… İnsan, yanılmak ister çünkü yanılgılar ardında uyanış, silkinme ve ayılma barındırır. Bana bu zevki neden tattıramıyorlar? Üzülüyorum. Gene papaza kızıp oruç bozacağız, başka bir şey değil; vakit öldürmek bu… (2)

1. Kerhen

Çiftçi, “Şiiri Özlüyorum” matbuatının 18. sayısının 43. sayfasında Serkan Işın ve Poetik Hars için çeşitli göndermeler ve açıklamalar yapmış. Yazının içeriğinden önce sayfa düzenine bakalım:

Sayfanın sol üst köşesinde Çiftçi Bey’in bir portre fotoğrafı var, fotoğrafın üstünde “Şiir Gözü”(3) yazıyor. Fotoğrafın sağında da “Editörden…” yazıyor ve bu sayfa matbuatın 43. sayfası olarak yer alıyor. Şimdi, benim bildiğim, “Editörden…” yazıları derginin başında olur. Çünkü editör derginin içeriğini tanıtır; bu sayıyla birlikte ne yapmak istediğini, bu amaca nasıl ulaşmaya çalıştığını anlatır ve okuyucuya perdeyi açar. Ama Çiftçi, tersini yapıyor. “Editörden…” yazısının derginin 43. sayfasında olmasının iki sebebi olabilir;

a. “Ağalık” ya da “Astsolistlik” taslamak istiyordur.
b. Konvansiyonel Şiiri kendince savunarak “Görsel Şiir Atılımı” üzerinden prim yapmak istiyordur. Tabii bu da bir “Editörden…” yazısı değildir. 43. sayfada yer alan “ayrık” bir şeydir.
c. Derginin içeriğinden bahsedemeyecektir. Çünkü içerik tıkıştırma, toplama, zorlama ve “sayfa doldurma” mantığıyla -fason işlerle- oluşturulmuştur.(4)

Bu bir.

2. Kerhen

Çiftçi, yazısında “Şiiri Özlüyorum” adlı matbuatın amaçsız olmadığını söylemiş ve amaçlarını

a. Şiir gündeminde tartışmalar açmak
b. Ardı ardına dosyalar düzenleyerek gündem oluşturmak

şeklinde tanımlamış. Bu çabanın yersizliği ortadadır. Çünkü şiir kendisi hakkında söylenen her şeyi yıkma eğilimindedir. Şair de gündelikten kaçar. Şair gündemin, gündeliğin içinde yapamadığı, bu geyiklere inanmadığı için şairdir. Ayrıca, derginin oluşturduğu dosyalar da, tavırlar da, yayımladığı şiirler de, değiniler de yapısal ve duygusal olarak çelişkilidir. Hem de fasondur. Sözgelimi, “Şiiri Özlüyorum”un bir sayısında Hilmi Yavuz konu edilirken, bir başka sayıda Ece Ayhan çıkıp gelebilir karşımıza… Bu gibi çelişik durumları gördükten sonra kimin neye paravan olduğunu düşünelim; “Polemik, retorik arsızlığı, köylü kurnazlığı, pusuculuk, itibar kazanmaya çalışmak…” Başka da bir şey değil. Ben bu numaraları yemem. Her şey ortadadır.

Bu iki.

3. Kerhen

Çiftçi, yazısında benim için “Kendine yazık ediyor, içtenliğin sıkı kumaşıyla konuşamıyor, kendine özgü dinamizmi sergileyemiyor” demiş. Sanırım, külyutmaz karakterimiz, edebiyat kâhyalarına ve edebiyat kâhyası adaylarına karşı tavrımız Nevşehir’e kadar uzanmış. Beğenmiyor ise paketlesin geri göndersin tavrımızı; ben kendimle, İstanbul’umla, içtenliğimle, yaptıklarımla ve yaptıklarımın dozajıyla idare ediyorum. Çiftçilik hizmetine de ihtiyacım yok. Hayatım boyunca da başkalarının üzerinden prim elde etmeye çalışmadım. Çalışmam da. Tekrar ediyorum, her şey ortadadır.

Bu üç.

4. Kerhen

Çiftçi, yazısını Cemal Süreya’nın şiiriyle noktalamış. Şiirde kurt ve köpek karşıtlığı var. Alttan alttan bize köpek, kendisine de kurt benzetmesini yakıştırmaya çalışıyor. Ben ise tarafları “Yumurta ve Taş”a benzetiyorum. Yumurta kendini taşa atsa(gidip kendini taşa vursa) veya taş gidip yumurtaya vursa, sonuçta kırılan gene yumurta olacaktır. Şimdi, buradan, kendisini “Şiir Gözü” olarak ifade eden Çiftçi’ye şu atasözünü de armağan ediyorum:

“Bakmakla usta olunsa kediler kasap olurdu.”

Bu dört.

5. Kerhen

Eğer birileri, sizin masanıza gelip, şapkasını çıkarıp, masaya koyuyorsa bilin ki bu “Sen bunları benim külahıma anlat!” demenin Arapçasıdır. Bu da beş.

Hamiş: “Yallah!”

——————————-

(1) Papaza kızıp “beş kere” oruç bozmak

(2) Burada oturup birilerini savunmak amacında değilim. Çiftçi Bey’in çattığı merci (Serkan Işın) zaten kendini hakkıyla savunabilecek kadar zeki, güçlü ve donanımlı birisidir. Konunun kavramsal ve kuramsal boyutlarını çelişkisiz, güçlü bir temellendirmeyle açıklayabilecek kadar bilgilidir. O da kendi orucunu kendince bozacak… Bundan eminim.

(3) Çiftçi, “Şiir Gözü” başlığını kullanarak benim daha önce bahsettiğim “pusuculuk” mantığını da teyit etmiş oluyor. “Şiir Gözü” başlığı bence “pusuculuk” ihtiva ediyor.

(4) Ki Çiftçi, “Editörden…” yazısında derginin içeriğinden bahsetmiyor bile… Ki Murat Üstübal bu durumu “Panorama” benzetmesiyle çok güzel açıklamıştı. “Şiiri Özlüyorum” matbuatı turistiktir, panoromik bir gezinti gibidir. Başka da bir şey değildir.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com