Şebeke’nin 2. sayısı yayımlandı.
18
2009
Düzen
Bukalemun Çağındayız: İnsan soyuna en büyük dersi bu kendi halinde küçücük yaratık öğretmiştir.
Aramızdaki gizleme uzmanları çok saygın; maske kültürü övülüp göklere çıkarılıyor. Mim üstatlarının çifte dilini konuşuyoruz. Çifte dil, çifte hesap, çifte ahlâk kuralı: bir kural konuşmalar için, öbür kural eylemler için. Eylem ahlâkına da gerçekçilik deniliyor.
Gerçekliğin yasası iktidarın yasasıdır. Gerçekliğin gerçekdışı gözükmemesi için iktidardakiler bize, ahlâkın ahlâkdışı olması gerektiğini söylüyorlar.
Eduardo Galeano
Kucaklaşmanın Kitabı, Çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yayınları, s.170
18
2009
“Edebiyat Sanayi” (E. Aytaç)
Ercüment Aytaç’ın yazın endüstrisi’ne ilişkin bir yazısı… Kitap-Lık Dergisi’nin 1996’da yayımlanan 21. sayısından…
Yazıya https://zaferyalcinpinar.com/edebiyatsanayi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
16
2009
Dünya olduğu gibi olan herşeydir.
by Edok
***
Motto: … ve kişinin bütün bildiği, gürültü-patırtı içinde kulağına çalınanlar değil, üç sözcükle söylenebilir. (Kürnberger)
(…)
1 Dünya olduğu gibi olan herşeydir.
(…)
3.317 (…) Tümcelerin betimlenmesinin nasıl olup-bittiği, öze ilişkin değildir.
(…)
3.32 İm, simgede duyusal algılanabilir olandır.
(…)
3.322 İki nesneyi, aynı imle ama iki farklı i m l e m e t a r z ı y l a imlememiz, hiçbir zaman bu nesnelerin ortak göstergesi olamaz. Çünkü im, isteme bağlıdır. Yani, iki farklı im seçilebilirdi; o zaman imleme tarzında ortak olan nerede kalırdı ki.
3.323 Gündelik dilde, sık sık, aynı sözcüğün farklı tarzda imlediği –yani, farklı simgelere bağlandığı- görülür, ya da, farklı tarzda imleyen iki sözcüğün, tümcede dışsal olarak aynı tarzda kullanıldığı.
Böylelikle, “dır” sözcüğü, tümleç olarak, eşitlik imi olarak ve varoluşun dilegetirişi olarak kullanılır; “varolmak”, “yürümek” gibi geçişsiz fiil olarak; “özdeş” de sıfat olarak kullanılır; “birşey” üzerine konuşuruz, ama, “birşeyin olup-bitmesi”nden de söz ederiz.
“Esmer esmerdir” tümcesinde –ilk sözcük bir özel isim, ikincisi bir sıfattır- bu sözcükler yalnızca farklı imlemlere sahip değildir,
bunlar f a r k l ı s i m g e l e r d i r .)
Ludwig Wittgenstein
Tractacus Logico-Philosophicus, Çev: Oruç Aruoba, YKY, 4.Baskı
15
2009
Eski Gemi
(…)Henri aşağıya, farelerin cirit attığı kazan dairesine indi ve orada olmayan bakır kaplamaları çıkarmak için çekiçlerle keserlerle işe girişti. Ben harap haldeki restoranda oturdum. Eski, çok eski bir gemiydi ve bir zamanlar çok güzelken suya bırakılmıştı. (…) Bu gemi Jack London’ın San Fransisco’sunun hayaletiydi. Güneş vuran restoran barında hayallere daldım. Kilerde fareler cirit atıyordu. Bir zamanlar burada, akşam yemeği yiyen mavi gözlü bir kaptan vardı. Şimdi kemikleri kadim incilerle dokunmuştu. Aşağıya, geminin iç kısımlarındaki Henri’nin yanına indim. Gevşek duran her şeyi çekiştiriyordu. “Hiçbir şey yok. Bakır filan; en azından bir iki tane eski İngiliz anahtarı olur sanıyordum. Bu gemiyi hırsızlar soyup soğana çevirmiş.” Gemi yıllardan beri körfezde duruyordu. Bakır kaplaması artık var olmayan bir el tarafından çalınmıştı. “Bir gece bu gemide, sis bastığında ve gemi gıcırdadığında ve şamandıraların o kesif kokusu etrafı sardığında uyumak isterdim” dedim Henri’ye. (…)
Jack Kerouac
“Yolda”, Ayrıntı Yayınları, Orjinal Rulo Baskısı, 2009, s.95
12
2009
Oktay Rifat’ın Resimleri
***
Cambaz
Sen eşikte, kedi ağaçta, bulut
Damda; gök, yarısı yeşil, yarısı
Sarı, iner denize, oyun başlar.
Hayvanlarım çıkar önce, üstü fil,
Altı kurt; değişir: balıkla geyik.
Kısarım gündüzümü; bir yarım ay,
Bir yıldız çadırı geceye dönük.
Sallanırım son ışık trapezinde,
Bir doğu, bir batı: Korkunç Perende.
(…)
OKTAY RİFAT
***
***
***
12
2009
Gri
(…)Treni beklemekte olan bir sürü insan, artık sabırsızlanmaya başlamıştı. Milletin o günlerde ne giydiğini biliriz: eski püskü, yırtık pırtık giysiler. Elindeki en kötü şeyi sırtına geçirip yola çıkıyordun, hani göze batmamak, kimsenin gözüne çarpmamak için, elden geldiğince gri renkli olabilmek için… Bütün millet griydi, evet, tam anlamıyla. Gri.
Jaroslaw Iwaskiewicz
“Yükseklerde Uçmak”, Çev: Zeyyat Selimoğlu, 1968
11
2009
Kör Yürüyüş
(…)
“ardıardınaiçilmişbinsigaranınbirbirinedağlanışıgibi
körler alfabesiyle yazılmış bir şiirdi
büyük ve açık bir kalbe benzeyen
avuçlarımıza ilişti”
(…)
Hamiş: “Kör Yürüyüş” adlı şiirimin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s75.html adresinden ulaşabilirsiniz.
10
2009
Çalafırça
Yatmadan önce sarısı ağır basan bir resim yaptığımı anımsıyorum. İçi görünen bir kadın. Delik bir kadın demek istiyorum. Fırçayı sarıya bandım, başımı başka bir yere çevirerek çizdim. Çizdiğim sürece bakmadım. Çalakalem gibi çalafırça. Tuvale yüzümü döndüğümde şaşırıp kaldım. El, akıldan da gözden de daha iyi biliyor işini.
(…)
Leyla’nın başka biri olduğunu gördüm o zaman. Kendine ne kadar da az benziyor! Boş rakı şişelerine dayamış sırtını. Gene de bizim yakadan biri.
(…)
Ama iyi bir resim çıkardı mı hiç olmazsa on beş gün ortalık günlük güneşlik. Elektrikler yanıyor, sular akıyor, odalar sıcak, marketten taşıdığı erzak ağır değil, saçları kanarya sarısına boyalı şişman karıların arasında bile güzeller var, dostlara güvenebilirsin, kapılar pencereler saat gibi, kolayca aç kapa, anahtar dönüyor yuvasında, bakkalın tırnakları temiz, kaldırımda piyasaya çık yürü… Bolluk.
(…)
Oktay Rifat
“Bay Lear” adlı romanından…
09
2009
Gerçeklikler dille sınırlandırılamıyor…
By Rad
*
Gerçeklikler dille sınırlandırılamıyor. (1967)
(…)
Şiir imgeyle ‘kurulur’. Onsuz bir şey anlatılamaz. Felsefe de anlatılamaz, başka herhangi bir şey de anlatılamaz. (…) Sanatın özü sessiz çekilmesidir. Türkiye’de şiir sessiz çekilir. (…) Şiir öylesine iyi örülmeli ki eklem yerleri, teğeller gözükmesin. Bir yapıda da karkas kendini göstermez. (1970)
(…)
Yalnız şu var ki, ustalıkla taşeronluğu, alıntıyla çalıntıyı birbirine karıştırmayacağız. Kimyaya çalışanlar bilirler, karbonun iskeletiyle elmasınki aynıdır. (1973)
Ece Ayhan
08
2009
Zorlanacak…
(..)
Kara şiirler denebilir bu yazdıklarıma. Çünkü kara alayın da ötesinde bunlar. Gaddarca bakışları saptıyorum ben. (…)
İmge aslında anlam. Anlam taşıyıcısı. Şiirin birimi. Ama bir başına da değeri var yalnızca araç değil. (…) Biliyorsun ‘kurgu’nun ilkesi ‘üçleme’dir. Bir şeyin yinelendiğini belirten ilk sayı üçtür. (…) Gençler siyasal şiire yöneliyorlar doğrudan doğruya. Onlar için söyleyebileceğim şey: ‘ Yek beyza vü sadhezar dâva’ – ‘Yüz bin gürültü ve sonunda bir tek yumurta’- Ama civcivler sevimlidir sevilir. (…) Şiir de zorlanacak doğallıkla. Şiirin de başka şeyleri zorlaması için. Eski bir sefine gelip hesap sorabilir, baştan ayağa beyaz giyinmiş adamlara.
Ece Ayhan
Ağustos 1970
07
2009
Aynalar: ‘Neredeyse Evrensel Bir Tarih’ (Eduardo Galeano)
EDUARDO GALEANO’YLA YENİ KİTABI “AYNALAR” HAKKINDA YAPILMIŞ BİR SÖYLEŞİ
“Aynalar” için ‘Neredeyse Evrensel Bir Tarih’ derken neyi kastediyorsunuz?
Eduardo Galeano: Bilmiyorum, ‘evrensel bir tarih’ ya da bunun gibi bir şey demek bana fazla vakur ve ciddi geldi. Ben tarihçi değilim. Bu kitap çok deli bir projeydi. Zaman ve harita sınırlarının ötesine geçmeye çalışmak çılgınca bir maceraydı. Görünmeyenler üzerinden insanlık tarihini yeniden keşfetmeye, yeniden inşa etmeye çalışan, ırkçılık ve maçoluk, militarizm, elitizm ve başka bir çok ‘izm’lerin oluşturduğu, yeryüzündeki gökkuşağını yeniden keşfetmeye çalışmak için 600 kısa öyküden toparlandı. Kitabın amacı nihayetinde, hiç kimse olamamışların ağzından hiç kimse olamayanları anlatmaktı.
Son yıllarda neden kısa öyküler ve denemeler tarzına yöneldiniz? Büyük hikâyeleri anlatmak için neden bu biçim?
E.G.: Enflasyona karşı savaşıyorum; parasal enflasyona değil de sözcüklerin yarattığına. Hiçbir şey anlatmayan bir dolu sözcük… Daha az sözcükle daha çok şey anlatmaya çalışıyorum. Bu bir meydan okuma. Bu yüzden, orada bulunmayı gerçekten hak eden, sessizliğe tercih edeceğim sözcükleri bulana dek, anlattığım hikâyeleri belki on-on beş kez yeni baştan yazıyorum.
Venezüella başkanı Chavez, ABD başkanı Obama’ya Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı hediye ettiğinde ne düşündünüz?
E.G.: O an bilmiyordum. Kısa süre önce ölen köpeğim Morgan’la rutin yürüyüşümüze çıkmıştık; o olaydan sonra öldü, bu da bizim son yürüyüşlerimizden biriydi. Komşum, “Tebrikler Eduardo. Çok satarsın artık. Çok satan bir yazar olacaksın Eduardo” deyince çok şaşırdım. Dehşete düşmüştüm. Çok satmak mı? Satmak istemiyordum. Neydi bu şimdi? Korkunç bir şey olmuştu herhalde. “Tebrikler, çok başarılı oldun” da ne demekti? Başarılı olmak istemiyordum. “Ne? Piyasada mı başarılı oldum yani?”
“Evet, dünyanın en çok satan adamı sensin şimdi. Dünya seninle gurur duyacak.”
Ama bu benim için kötü bir haberdi. Piyasanın en iyisi olmak istemiyordum. Sadece yazarak insanlarla iletişim kurmak istiyordum.
Eh, Chavez de yeni Oprah oldu sayılır. Bildiğiniz gibi bunu Noam Chomsky için yaptığında, o da çok satanlar listesine girdi. Şimdi de size aynı şeyi yaptı…
E.G.: Aslında, çok cömert bir davranış. Gerçekten de kitap sembolik bir anlam kazandı.
Ama o kitaptan bu yana üslubum çok değişti. Artık çok farklı bir şekilde yazıyorum, tekrara düşmeyi sevmem, ‘no estoy arrepentido’, hiç sevmem, tek bir virgülde dahi.
Aslında, zenginlikle yoksulluğun, özgürlükle köleliğin birbirine nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu göstermesi açısından önemli bir kitaptır. Yani, herhangi türden bir yoksulluk karşısında masum sayılabilecek hiçbir zenginlik yok; aynı şekilde, kölelikle ilgisi olmayan hiçbir özgürlük yok.
Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nın amacı buydu, daha önce ayrı ayrı anlatılan tarihler ve tarihçilerin, ekonomistlerin ve sosyologların kullandıkları kodlanmış anlatımlar arasında bağlantılar kurmaya çalışmaktı. Bu nedenle, herkesin okuyup keyif alabileceği bir türde yazmaya çalıştım. Casa de las Americas Ödülü’nü de bu yüzden alamadı zaten, jüri kitabın ciddi olmadığına hükmetti. O zamanlar solcu entelektüeller bir şeyin ciddi sayılması için sıkıcı olması gerektiğine inanıyorlardı. Bu yüzden, sıkıcı değilse ciddi de değildi. Daha sonra, talihime bakın ki, askeri diktatörlük kitabı çok ciddi bulup yaktı. Benim en iyi reklamım ve pazarlamam da bu oldu.
“Latin Amerika’nın Kesik Damarları” kitabından Obama’nın ne öğrenmesini istersiniz?
E.G.: Kimseye bir şey öğretmek istemiyorum. Asla. Aslında, Obama ve ABD hükümeti, ya da halkı, ‘liderlik’ sözcüğünü ‘dostluk’ sözcüğüyle değiştirirlerse çok memnun olacağım. Çünkü liderlik, birinin başkaları üstündeki tahakkümünü ifade ediyor. Gerçek insan ilişkileri yataydır, dikey değil; yardımseverlik yerine dayanışma vardır ve başkalarının dayattığı hiçbir sınır ya da sınıf yoktur. Dünyanın kuzeyi, Tanrı onları güneyin öğretmenleri olsun diye yaratmışlar gibi davranıyor ve sürekli sınava çekme halindeler. Mesela, Venezüella demokratik bir ülke mi? Biz karar vereceğiz, çünkü demokrasi öğretmenleri biziz. Bu demokrasi öğretmenleri de askeri diktatörlüğün fabrikaları aslında. Yani ABD, aslında sadece ABD de değil, bazı Avrupa ülkeleri de- askeri diktatörlük yönetimini tüm dünyaya yayıyorlar. Demokrasi öğretmeye muktedir olduklarını sanıyorlar. Bu yüzden kimseye hiçbir şey öğretmek istemiyorum. Tek istediğim, anlatılmayı hak eden hikâyeleri anlatmak. Hepsi bu.
06
2009
Cigara (Jules Laforgue)
(…)
Ölüm gelinceye dek vakit öldürmek için.
İçerim, Tanrıların huzurunda, cigara.
Siz didinin yarınki zavallı iskeletler;
Ben, gökyüzüne doğru kıvrılan mavi ırmak,
Uyurum bir hudutsuz dalgaya kapılarak,
(…)
Cennetteyim, çiçek açmış rüyalar aydınlık,
Tuhaf, garip valsler içinde karma karışık;
Sivrisinek korolarıyla bir fil akını.
(…)
Jules Laforgue
Çeviren: Orhan Veli
05
2009
Gözümüzden Kaçtı Sanılmasın-II
Son zamanlarda bizim Hz. Müptezel’e (Ali Enver Ercan’a) “tutundurma” desteği verenlerin sayısı artıyor… 3 Aralık 2009 tarihli Cumhuriyet Kitap’ta Selçuk Altun, bizim Hz. Müptezel’e koltuk çıkmış… İlgili kupür aşağıdadır:
Bu garabet parçasını okuduktan sonra, güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. İçimden şöyle demek geldi: “Enver ve Selçuk, ben dün akşam, ikinizi birden düşündüm.”
Hamiş: Hz. Müptezel’in kim olduğuna, neler yaptığına ve aramızdaki husumetin ayrıntılarına şu adresten ulaşılabiliyor: https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=463
04
2009
Denizde Pus Olduğunda Martıların Halleri Üzerinedir.
Görülmüyor ya
çığlık atan Martı
halbuki gündüzdür…
Kıpırtısız ya
ancak yansıdan belli
Martı Deniz’de
Oruç Aruoba
“Ne” , 6:45 Yayınları, 1999
03
2009
Haritada Bir Nokta
Orada, dört tarafı su ile çevrili yerde insanların büyük, sağlam dostluklar, sağlam adaleler, namuslu günler ve gecelerle birbirlerine sokulduklarını, yardımlaşmalarını buyuran rüzgârlar, fırtınalar, deniz canavarları, kayaları günlerce, aylarca döven dalgalarla ancak tabiatın buyurduğu şekilde yaşanabileceğini, sıkı, sağlam adalelerin çelimsizlere yardım için, keskin aklın daha kör, daha mülayim, daha gürültüsüz ve yavaş akla, hatta akılsıza arkadaşlık için verildiğini, çorbanın çorbasızlara taksim edilmek içinmiş gibi koktuğunu öğreten, belki de öğretmeden öyle iyi, öyle mübarek anadan doğulduğunu hayal ettiren bir düşünce ile haritalardaki maviliğin ortasında, kocaman kıtaların kenarındaki büyük denizlerin bir tarafına kondurulmuş adalara bakar kurar dururum.
Sait Faik
“Son Kuşlar” adlı kitabından…
02
2009
Jacques ya da Boyuneğme
(…)
HEPSİ— (Koro halinde) Evet, evet omlet, bol bol omlet!
Devinim ve gürültü birden kesilir. Jak’ın güçsüz bir sesle şöyle söylendiği duyulur:
JAK—Karamsarlar!
HEPSİ— (Gücenmiş) Efendim? Nasıl cesaret ediyor? Ne oluyor buna? Hep o! Hiç memnun olmaz!
Kendisine yaklaşırlar. Gergin bir sessizlik.
JAK— Hiçlikçiler, yadsımacılar!
ROBER BABA— Demiştim ben, buna güvenilmez.
JAK BABA— (Oğluna) İnancını mı yitirdin sen?
ROBER ANNE— İnancı yok!
JAK BABA— (Oğluna) Haydi, söylesene, ne istiyorsun?
JAK— Bir ışık pınarı, akkor su, buzdan ateş, ateşten karlar istiyorum.
(…)
Eugene IONESCO
“Jack ya da Boyuneğme”, Çev: P. Caporal-İ.Denker, Ataç Kitabevi, 1964, s.59
01
2009
“Denizaltı Edebiyatı” Bildirisi
***
27 Kasım 2009’da yayımlanan Denizaltı Edebiyatı Bildirisi‘nin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/denizaltiedebiyati.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
Sahicilikle / Zafer Yalçınpınar
29
2009
Rahatı Kaçan Ağaç (1946)
(…)
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsim, rüzgârı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
(…)
Melih Cevdet Anday
Melih Cevdet Anday’ın 1946’da yayımlanan “Rahatı Kaçan Ağaç” adlı kitabındaki Abidin Dino desenleri…
27
2009
Bildiri No.4 (Denizaltı Edebiyatı)
Bildiri No:4
(27 Kasım 2009)
Denizaltı Edebiyatı
_1. Yeni yer yoktur. (Oruç Aruoba)
__1.1. Yerler bitmiştir.
___1.1.1. Yeraltı bitmiştir.
___1.1.2. Yeryüzü bitmiştir.
__1.2. Yeni yol vardır.
___1.2.1. Yol denizin altındadır.
_2. Şiir denizin altındadır.
__2.1. Bir denizaltıdır.
___2.1.1. Sait Faik bir denizaltıdır.
___2.1.2. Oktay Rifat bir denizaltıdır.
____2.1.2.1. İlhan Berk bir denizaltıdır.
___2.1.3. Bilge Karasu bir denizaltıdır.
____2.1.3.1. Oruç Aruoba bir denizaltıdır.
___2.1.4. Ece Ayhan bir denizaltıdır.
____2.1.4.1. Ben bir denizaltıyım.
_2.2. Denizin altında “mülkiyet” yoktur.
_2.3. Denizin altında basınç vardır.
___2.3.1. Şiir, derinde çoğalır.
_3.Sıkı şiirde iktisat yoktur.
__3.1. Rekabet yoktur.
___3.1.1. Ödüllendirme sistematiği yoktur.
____3.1.1.1. Ödüller insansızdır.
_____3.1.1.1.1. Yükleniciler insansızdır.
_____3.1.1.1.2. Düzenleyiciler insansızdır.
_____3.1.1.1.3. Katılımcılar insansızdır.
_____3.1.1.1.4. Takdimciler insansızdır.
_____3.1.1.1.5. Jüri insansızdır.
____3.1.1.2. Ödüller insansızlıktır.
_____3.1.1.2.1. Şartnameler insansızdır.
_____3.1.1.2.2. Şiltler ve plaketler insansızdır.
_____3.1.1.2.3. Mikrofonlar ve masalar insansızdır.
_____3.1.1.2.4. Ödül törenleri, kurdeleler, kuşaklar ve podyumlar insansızdır.
_____3.1.1.2.5. Toplu fotoğraflar insansızdır.
__3.2. Piyasa yoktur.
___3.2.1. Pazar yoktur.
____3.2.1.1. Paydaş yoktur.
____3.2.1.2. Satıcı yoktur.
____3.2.1.3. Müşteri yoktur.
____3.2.1.4. Dağıtım yoktur.
____3.2.1.5. Güvence yoktur.
____3.2.1.6. Tedarikçi yoktur.
_____3.2.1.6.1. Fatura yoktur.
_____3.2.1.6.2. İade yoktur.
___3.2.2. Projelendirme yoktur.
____3.2.2.1. Zaman yönetimi yoktur.
____3.2.2.2. Maliyet yönetimi yoktur.
____3.2.2.3. Risk yönetimi yoktur.
_4. Şiir tek başınadır.
__4.1. Tek başına yazılır.
__4.2. Tek başına çoğalır.
___4.2.1. Antolojiler ve yıllıklar insansızdır.
__4.3. Tek başına keşif yapar.
___4.3.1. Tek başına icraat yapar.
___4.3.2. Dilin yapıtaşı sözcükler değildir.
___4.3.3. Dilin yapıtaşı “im”lerdir.
____4.3.3.1. İm tek başınadır.
____4.3.3.2. Başkalarının derinliklerine tek başına ulaşır.
_5. Şiir, denizaltı iskelelerine yanaşır.
Zafer Yalçınpınar
Diğer poetik bildiriler için;
Bildiri No.3 (Füg): https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=509
Bildiri No.2 (Masanın Ayakları): https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=93
Bildiri No.1: (Vatoz’un Salınımı): https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=81
26
2009
Bir Çadırın Bana Verdiği İlk Ders (Pasolini)
Pier Paolo Pasolini’nin “Bir Çadırın Bana Verdiği İlk Ders” adlı yazısına https://zaferyalcinpinar.com/pasolini.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Yazıyı Alp Denizaşan çevirmiş… Yazı, 1988’de çıkan “Sokak” adlı dergide yayımlanmış.
25
2009
NOCTURNE DE MOGUER (Juan R. Jimenez)
NOCTURNE DE MOGUER
Ağaçlar tek başına değil,
Gölgeleri var,
Ama can yalnız.
Ay nehre
Gümüşten daireler serper.
Kül rengi bağda
Çılgın yıldızlar çiçekler açar.
Çayırlar tek başına değil
Gökleri var.
Ama can yalnız.
Katılır arasına çalgıların da
Islık çalmaya özenir dünya,
Adam ve kadın kucak kucağa dansta.
Deniz kendinden geçer.
Irmaklar tek başına değil
Şarkıları var.
Ama can yalnız.
Juan Ramon Jimenez