Mar
26
2010
0

Sanki yüzünün çirkinlikleriymiş gibi.

15. Filozoflar, çoğunlukla, bir kâğıda kurşunkalemleriyle gelişigüzel çizgiler çiziktirip, yetişkinlere “bu nedir?” diye soran çocuklara benzerler. İş şöyle olur: Yetişkin, sık sık, birşeyler çizip, çocuğa, “bu bir adam”, “bu bir ev” v.b. demiştir. Eh, şimdi de çocuk çizer çizgileri, sorar: “Peki, bu ne?”
(…)
71. Kişi yalan söylemiyorsa, yeterince özgündür.
(…)
87. Kendi üslubunun yanlışlıklarını kabullenmelisin.
Sanki yüzünün çirkinlikleriymiş gibi.

Ludwig Wittgenstein
“Yan Değiniler”, Çev: Oruç Aruoba, 6:45 Yayınları, 1999

Mar
25
2010
0

Motifler ve Mekanizmalar

Francis Picabia’nın “Makine Dönüyor” adlı çalışması…

***

(…) İşte süper sertlik fikri ve cümlesi;  “Geometrik kaldıraç diğer bütün kaldıraçlardan daha serttir. Asla bükülmez.” İşte burada bir mantıklı zorunluluk durumuyla karşı karşıyayız;  “Mantık sonsuz sert malzemelerden yapılmış bir mekanizmadır, asla bükülmez.” (ne yapalım bükülmüyor işte.) İşte bu yolla süper şeylere ulaşıyoruz. Böylece süper latifler ve kullanımları, örneğin “sonsuzluk kavramı” mümkün oluyor.
Bir mekanizmayı keşfederken olayların birbirlerini izledikleri söylenebilir ama bunun böyle olması gerekiyor mu? İpin öbür ucundaki kişiyi bulana dek ipi takip ediyorum.
İpteki bir mekanizmanın bir süper mekanizma anlamına geldiğini farz edelim. Böyle bir mekanizma olsaydı bile, hiçbir işe yaramazdı. Bir mekanizmanın keşfinin, özgün nedensel bir bağlantının keşfedilmesi gibi olduğu düşünülmüyor.
Genel olarak bağlanmış olma düşüncesinden kurtulmak isteniyor. (Açıklama dediğimiz şey, bir bağlantı şeklidir oysa bağlantılardan tamamen kurtulmak istiyoruz. Mekanizma kavramından kurtulmak istiyoruz ve. “Bunların hepsi sadece birlikte ortaya çıkan şeylerdir!” diyoruz.) Hangi durumda böyle konuşulamayacağı konusunda daha kesin bir açıklama yapılması gerekir. “Bir mekanizmanın keşfinde sadece birlikte ortaya çıkan şeyler keşfedilir. Sonuçta her şey buna bağlanabilir.” Belki de,insanların eğer birçok tecrübeyi edinemezlerse asla bir mekanizmayı keşfedemeyecekleri ispat edilebilir. Bunu şöyle ifade edebiliriz: “Her şey olayların sade ilişkisine bağlanabilir.”
Örneğin, “Fizik, birbirini takip eden olaylar dışında hiçbir şeyi açıklamıyor.”
(…)
Mekanizmanın keşfi bir tür sebep bulma biçimidir: Bu durumda buna “sebep” deniliyor ama dişliler çelik gibi göründüğü halde aslında tereyağından yapılmış olsalar ve bu duruma sık sık rastlansa, belki o zaman, “Bu (dişli) aslında tek sebep değil ki; belki sadece bir mekanizma gibi görünüyor” denir. (Her zaman olayları başka olaylara dayandırma eğilimindeyiz. Bir şeyin sadece bir başka şeyle birlikte ortaya çıktığını keşfetmek öyle heyecan verici olmalı ki, neredeyse bunun gerçekte de böyle olduğunu söylemeye niyetleniyoruz.)
(…)
Yapılan bir şeyin sebebinin gösterilebileceği bir durum vardır. (Burada mekanizma bilinciyle kıyaslanabilen bir olay sözkonusu… Cevabın, sebebini gösterdiği mevcut durumlar vardır: Bir çarpım işlemi yazılır ve ben sorarım:) “Neden çizginin altına 6249 yazdın?”
Yapılan çarpım işlemi açıklanır. “bu çarpımdan dolayı bu sonuca vardım” denir. Bu açıklama mekanizmanın ifadesiyle kıyaslanabilir. Rakamların yazılması bu olayın motifi olarak adlandırılabilir. (…) Burada “Bunu neden yaptın?” sorusu, “Bu sonucu nasıl elde ettin?” anlamına gelir. Bir sonucu elde etmenin yolu sebepten geçer.
Biri hangi yolla belli bir sonucu elde ettiğini anlattığı zaman: “Sadece o bu sonuca varan süreci biliyor.” deme eğilimliyiz.
(…)
“Bunu neden yaptın?” diye sorulduğunda, “Düşündüm ki…” diye cevap veririz. Pekçok durumda, bizlere bir şey sorulduğunda motifimizi söyleriz. (Bu yüzden “sebep” her zaman aynı anlama gelmez. Aynı şekilde “motif” de öyle. “Bunu neden yaptın?” diye sorulduğunda, bazen “hasta olduğu için onu ziyaret etmem gerektiğini düşündüm” diye cevap verilir- ve gerçekten de düşündüğümüz şeyleri hatırlarız. Başka birçok durumda bize sorulan gerekçe bir motiften başka bir şey değildir.)

Ludwig Wittgenstein
“Estetik Üzerine Dersler”den…

(Çev: Zeki Algün, İlya Yayınevi, 2001)

Mar
25
2010
0

“yeniŞ” (göseliş’ler)

2009-2010
zafer yalçınpınar
görseliş’leri

*

yeniŞ, https://zaferyalcinpinar.com/yenis.pdf adresinden indirilebiliyor.

Mar
24
2010
0

Açılmak Denizlere (Ingeborg Bachmann)

(…)
Kopkoyu sular, binlerce gözlü,
beyaz köpükten kirpikler aralanmakta,
görmek için seni, öyle büyük ve uzun,
otuz gün boyunca.

Sert vursa bile ayağını gemi,
ve çekingen olsa attığı adım,
sen sakin kal güvertede.

(…)
sonra erkekler diz çökecek
ve ağları onaracaklar.

(…)
Gecenin ilk dalgası varmış bile kıyıya,
hemen ikincisi seni bulacak.
Ama bakarsan dikkatle ötelere,
hâlâ görebilirsin ağacı,
meydan okurcasına kalkan koluyla
-birini koparıp almıştır rüzgâr önceden
-ve sen düşüneceksin: daha ne kadar
direnebilecek bu çıplak gövde fırtınalara?
Kara görünmez olmuş artık.
Kumlara sarılmalıydın bir elinle
ya da saçlarından bağlanmalıydın kayalara

(…)

En iyisi sabah,
daha ilk ışıklarla açmak gözlerini,
bakmak hep yerinde kalan gökyüzüne,
hiç aldırmamak yol vermeyen sulara
ve kaldırıp dalgaların üzerine gemiyi,
dümen kırmak o hep geri dönen
güneşli kıyılara.

Ingeborg Bachmann
Ertelenmiş Zaman’dan…

Mar
24
2010
0

Sessizliğin Dilbilgisi

by Zy

***

by Rad

***

(…)
4.2 Tümcenin anlamı, olgu bağlamlarının varoluş ve varolmayış olanaklarıyla uyuşması, ve uyuşmamasıdır.
4.21 En yalın tümce, temel tümce, bir olgu bağlamının varoluşunu savlar.
(…)
5.552 Mantığı anlamak için gereksediğimiz “deneyim”, birşeyin böyle böyle olduğunun değil, olduğunun deneyimidir: oysa bu, işte, hiç de deneyim değildir.
Mantık, bütün deneyimden öncedir -birşeyin öyle olmasından.
Nasıl’dan öncedir, ne’den önce değil.
6.52 Öyle bir duygumuz vardır ki, bütün olanaklı bilimsel sorular yanıtlandığında bile, yaşam sorunlarımıza daha hiç dokunulmamıştır. Tabii o zaman da hiçbir soru kalmamıştır; yanıt da tam budur.
(…)
6.522 Dilegetirilemeyen vardır gene de. Bu kendisini gösterir, gizemli olandır o.
(…)
6.54 Benim tümcelerim şu yolla açımlayıcıdırlar ki, beni anlayan, sonunda bunların saçma olduklarını görür -onlarla-onlara tırmanarak- onların üstüne çıktığında. (Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdiveni devirip yıkması gerekir.)
Bu tümceleri aşması gerekir, o zaman dünyayı doğru görür.
7. Üzerinde konuşulamayan konusunda susmalı.

Ludwig Wittgenstein
Tractatus’dan…
(Çev: Oruç Aruoba)

Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=sessizligin-dilbilgisi

Mar
24
2010
0
Mar
23
2010
0

Dispne (Zafer Yalçınpınar)

“Dispne”

Zafer Yalçınpınar-2010

Mar
23
2010
0

Yollarda yolları göremiyorum artık.

Ağaçlarda ağaçları göremiyorum artık.
Dalların rüzgâra tuttukları yaprakları yok.
Yemişler tatlı, ama sevgisiz.
Doyurmuyorlar bile.
Ne olacak şimdi?
Orman kaçmakta gözlerimin önünde.
kulaklarımın dibindeki kuşların ağzı mühürlü,
döşeğim olabilecek çayır da kalmamış.
Doymuşum artık zamana
ve içimde  zamana susamışlık.
Ne olacak şimdi?

Dağlarda ateşler yanacak gece bastığında.
Yine davranıp, yaklaşmalı mı her şeye?

Yollarda yolları göremiyorum artık.

Ingeborg Bachmann
‘Ertelenmiş Zaman’dan…

Mar
23
2010
0

Jazz Düet

“JAZZ DUET”

Andrew Topel ile John M. Bennett‘in görsel işbirliğidir.

*

Bkz:  https://vviissiioonnss.blogspot.com/

Mar
22
2010
0

Stefan Zweig’ın Mektupları’ndan…

Buenos Aires, 30 Ekim 1940

Dün İspanyolca ilk konferansımı epeyce güçlükle verdim. 1500 kişilik salona öyle bir saldırdılar ki, üç bin kişi doldu ve polisin karışması gerekti. Öbür gün aynı konferansı tekrarlayacağım. Salonun hemen hemen bütün yerleri bugünden satıldı. Avrupalı bir yazarın İspanyolca konuşması burada heyecanlı bir olay sayılıyor. Dinleyiciler öylesine kendilerini vermişlerdi ki, çıt çıkmıyordu. Sonunda beni okuma odasına kapattılar dinleyicilerin saldırısından korumak için. Kendimi bir tenor sandım. (…)
S.

New Haven, 3 Mart 1941

Sevgili F.,

Uzun yazamayacağım. Dışarısı buz gibi soğuk ve odam cehennem gibi ısıtılmış. New York’ta önemli işim vardı, ama geri bıraktım. Buranın kitaplığında hem rahatlıyorum, hem de teselli buluyorum. Epeyce hüzünlüyüm. Sersemce iyimser kişilere rastlamamak iyi geliyor. Önümüzdeki haftalarda Avrupa’da neler olacağını müthiş bir açıklıkla görüyorum şimdiden. Bütün tarihin en korkunç yılı olacak. Kendini doğrudan doğruya ilgilendirmeyen şeyleri umursamayanlar da -çoğu insanlar böyleydi- şimdi dehşetli acı çekecek. Neler olacağını biliyorum ve bundan ötürü de, aklım başımdan gidiyor.
Şu sıra ikinci planda ve küçük bir çalışmaya (bilimsel de denebilir- Amerigo Vespuci) kendimi vermiş olmam iyi. Başka bir iş başaramazdım. Bunu seçtiğim iyi oldu. Gelmek isteyenler var ama, ben pek azıyla görüşüyorum. Böyle bir ruh halinde kimselere görünmek istemiyorum.

Sevgiler
S.

Stefan Zweig’ın Mektupları
Çev: Burhan Arpad, Düşün Yayınevi, 1983

Mar
22
2010
0

Kapı

(…)
Git, kapıyı aç.
Belki ortalığı eşeleyen bir köpek.
Belki bir yüz göreceksin,
ya da bir göz,
ya da bir resmi
bir resmin.

Git, kapıyı aç.
Sis varsa,
kalkacak.
(…)

Miroslav Holub
“Sınırsızdır Şiir”, Çev: Güven Turan, İyi Şeyler Yay. 1993

Mar
21
2010
0

Andrew Topel’in Görsel İşleri

“Andrew Topel’in görsel işlerinden örnekler…

*

Andrew Topel’le “Avantacular Press” platformu aracılığıyla tanışmış  ve bağlantı kurmuş olduk. Andrew Topel dünyaya doğru/karşın/rağmen sıkı görsel işler tasarlıyor ve icra ediyor… Topel’in işlerinin çoğunu  şu adresten inceleyebilirsiniz;  https://vviissiioonnss.blogspot.com

Mar
21
2010
0

Eşraf Tekerlemesi (Oktay Rifat)

Oktay Rifat’in “Aşağı Yukarı” adlı şiir kitabının ilk baskısı… (1952)
Kapak: Füreya (Kılıç)

Eşraf Tekerlemesi

(…) Boylu mu boylu/ kürkünü giymiş/ tüylü mü tüylü
Astığı astık/ kestiği kestik /apışıp kalmış /Mustafa Mıstık

Domuzun dölü / deli mi deli / curnal yazıyor /akşam üzeri
Yazdığı yazdık / çizdiği çizdik / bir uzun âdem/ kafası bızdık

Köpeğin piçi / avcı mı avcı / bir tüfek almış / burnumda ucu
Attığı attık / tuttuğu tuttuk / iki mum yaktık / seyrine baktık

Oktay Rifat
“Aşağı Yukarı”, Yeditepe Yayınları, 1952

Mar
20
2010
0

Oturan… (by Rad)

“Oturan” by Rad

Ayrıca bkz:  https://sabrettin.deviantart.com

sabrettin.deviantart.com
Mar
20
2010
0

Liman (Miroslav Holub)

Ama deniz ölçüldü
ve karaya zincirlendi.
Ve kara ölçüldü
ve denize zincirlendi.

Vinçler sundular,
sıska melekler,
hesapladılar
feryatlarını dul denizkızlarının,
öngördüler,
tedirgin kıpır kıpırlığını şamandıraların,
çizdiler
labirent rotalar dünyanın dört yanına.

Minotaurus gemiler
yaptılar.

Beş anakarayı keşfettiler

Kara ölçüldü
ve denize zincirlendi
Ve deniz ölçüldü
ve karaya zincirlendi.

Bir tek şey kaldı geriye,
kanalın üst başında küçük bir ev.
Usul usul konuşan bir adam,
gözleri dolu dolu bir kadın.
Sadece bir fener kaldı,
masanın anakarası,
bir masa örtüsü, uçmayan bir martı benzeri.

Sadece
bir fincan çay kaldı,
en derin okyanusu dünyanın.

Miroslav Holub
“Sınırsızdır Şiir”, Çev: Güven Turan, İyi Şeyler Yay. 1993

Mar
19
2010
0

Kuzgun Acar’ın İlk Yapıtı, Bir Yorum, Bir Soru ve İki Not!

Kuzgun Acar’ın ilk yapıtı olan “Palyaço”
(Ertel Ailesi Koleksiyonu’ndan…)

Kuzgun Acar’ın İlk Yapıtı, Bir Yorum, Bir Soru ve İki Not!

Grafik sanatımızın ünlü ismi Mengü Ertel ile Kuzgun Acar’ın yakın dostlukları İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlar ve Kuzgun Acar’ın göçüne kadar verimliliğini sürdürür.
Borges Defteri’inde yayınladığımız Kuzgun Acar yapıtı onun yaratıcı ellerinden çıkmış ilk heykelidir (Ertel ailesinin aktardığı bilgiler doğrultusunda).
Yapıt Kuzgun Acar tarafından Mengü Ertel’e hediye edilmiş ve şu an Ertel ailesinin koleksiyonunda özenle korunuyor. Kuzgun Acar’ın ilk yapıtı olarak gördüğümüz heykel üzerine çok şeyler yazılabilir, ilk bakışta bir yanılgıya sebebiyet vererek (ki yapıtın ilk çekim ve kuvvet noktasıdır) sanki Auguste Rodin’in ünlü yapıtı Burjuva Heykelleri’ne başka bir enlemden göndermeler taşıyor ama biraz daha dikkatli odaklandığımızda gitmemiz ve varmamız gereken menzili işaretliyor. Binlerce yıllık bir heykel geleneğinin zemininden yükselen yeni bir yaklaşım, kavrayışın habercisi gibi ona odaklanan gözlerin hafızasına yerleşiyor. Bu yapıtı Kuzgun Acar yapıtlarından ayıran nokta sadece malzeme kullanım farklılığı değil, bir gövdenin bütün olarak tüm antik heykel atölyelerine asimetrik bir vurgu yapmasıdır, söylenecek sözlerin, oluşabilecek anlam katmanlarının henüz sonuna gelinmediğini müjdeleyen çok önemli bir yapıttır. Bütün uygarlık katmanlarının arasından süzülerek modern zamanlardan insan ve varoluş sorununa karşı yanıt değil sorunun merkezi gibi duruyor.
Adeta Anadolu’nun bir başka Zümrüdü Ankası Rumi’nin dizesinden çıkıvermiş bir gövde görüntüsünde:
“Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben.
Çok uzaklardan geçen bir hayal gibi,
yok da sayılmam.. var olan bir şeyim ben..
şimdi, ben bensiz geleyim
sen ise
sensiz gel..”
Kuzgun Acar’ın bütün dönemleri ve yapıtlarının mihenk taşıdır gördüğümüz heykel. Firarı bir zaman diliminden akrep ve yelkovanın donuk anından, kor ve ateşte özenle kapatılan bir mektubu andırıyor. Başlanıp ama tamamlanmamış ve bir gün mutlaka tamamlanacak öznel ve dokunaklı öykünün ilk işaret taşıdır. Yapıtın kendisi kadar gölgesi ve ne kadar çok yaşlanıp ama hiç yaşamayan insan öyküsünü kendi sessiz bakışına kilitlemiş. Çığlıktan eser yok ve yaşarken hatta göçerken “tek başınayız” gibi bir ses de duymanız olası değil ama galiba o itinalı bakıştan ‘içimizdeki hayvanlara yazık ediyoruz’ gibi bir mana damlası suretimize konuyor..
meğerse “görüş” günümüz,kısmet bugüneymiş diye not düşüyoruz iç sayfalarımıza..
“ sen bizim tıpkımızsın ey can
-amma yaptın, dedi
O da ne demek?
Şu gördüklerin hep ben’im
-Yoksa, dedim, sen o musun?
Sus dedi, Sessiz ol
Benim ne olduğum dedi, dile gelmez.
-Öyleyse, sana dilsiz, dudaksız konuşan biri işte…”- Rumi

Kuzgun Acar’la, yapıtlarıyla dilsiz, dudaksız konuşmak gerek,
Sen ey temaşa sekisinde bekleyen varlık,
durma yine konuş onunla:
hoş geldin sevgili Kuzgun Acar’ımız..hoş geldin. ”

Cavit Mukaddes
18.03.2010-İstanbul

 

Borges Defteri’nden Önemli Not: Yapıtı hepimizle paylaşan Ertel ailesine ve özellikle Sn. Murat Ertel’e (Babazula Müzik grubundan) teşekkür ediyoruz. Murat beyin verdiği bilgilere göre Kuzgun Acar adına girişilecek bir müze oluşturma çabalarına bu çok önemli yapıtı bağışlayarak katkıda bulunmak istediklerini bildirdiler, bilgiyi sanat ortamımızla paylaşmayı uygun gördük. Son müzayede işleminde 22 Kuzun Acar yapıtını satın alan koleksiyon sahibine(kim-kimler olduğunu henüz bilmiyoruz???- bu da başka bir garabet) buradan duyurulur. Kalcı ve bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük heykel sanatçılarından birine karşı bir kez, sadece bir kez “ahde vefa” diyerek ve yaşadığı sürece uğradığı haksızlıklar ve göğüslediği onca acıyı az biraz kavrayarak ve hatta akla ve de insafa yakışacak biçimde onun adına ve ona yakışacak nihai adımın atılması (Kuzgun Acar Müzesi) sanat tarihimiz, gelecek kuşaklar adına düşünmemiz gereken en yaşamsal alanlardan bir tanesidir. Kuzgun Acar gibi dünya heykel sanatında kendine özgü yeri olan bir sanatçı bu devasa ve meçhul dağınıklığı asla ve asla hak etmiyor.
Herkesi duyarlılığa davet ediyoruz.
Ama en çok 22 Kuzgun Acar yapıtını haraç-mezat akçe uğruna feda edenlere sitem ediyoruz.
Sanki “başka” bir yaklaşım tarzı hiç yoktu, üstelik bunu kime karşı yaptılar? Hiç farkındalar mı?

Evvel Fanzin’den Önemli Not: İşbu yazı Borges Defteri‘nden alıntılanmıştır. Cavit Mukaddes’in işaret ettiklerini etimizde ve kanımızda hissettik! Katılıyoruz! Kuzgun Acar ve sanatı yıllarboyu araştırılacak ve incelenecek derinliktedir, önemdedir. Kuzgun Acar, bir denizaltıdır. Sıkı yontucu Kuzgun Acar’ın devrimci tiyatro için yarattığı masklar, sanat kâhyalarının veya sanat hamilerinin toplu fotoğraflarına hapsedilemez!

Şu sözleri herkes aklına mıhlasın:

“Kuzgun Acar gibi dünya heykel sanatında ‘sıkı’ yeri olan bir sanatçı bu devasa ve meçhul dağınıklığı asla ve asla hak etmiyor!”
“Herkesi -ayağa kalkarak- Kuzgun Acar’ın eserleri konusunda duyarlılığa ve haklılığın inadına davet ediyoruz!”
“22 Kuzgun Acar yapıtını haraç-mezat akçe uğruna feda edenlere ya da bu eserleri sanat kâhyalarının veya sanat hamilerinin toplu fotoğraflarına dahil edenlere sonsuz karşıyız!”

***

Kuzgun Acar’ın eserlerinin satışıyla ilgili olarak şu adreslere de ayrıca bakınız:

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=2277

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=2247

*

Mar
19
2010
0

“Sıcak Nal” değil o, Sıcak Mal!

Gözümüzden kaçtı sanılmasın diyedir:

Edebiyat kabzımalları için yeni bir mamül geliştirilmiş:  “Sıcak Nal” adında bir dergi… Artık bu numaraları kimse yemez! Sizin o “sıcak nal” adını dikişlediğiniz derginin gerçek adı “Sıcak Mal”dır.

Dr. Erdoğan Kul’un çağrışımıyla ve ortaklaşa olarak bir kez daha tekrar etmekte fayda var:

“Artık bu numaraları ve çürük malları kimse yemez. Edebiyat kâhyalığı ve kabzımallığı yolundaki enstrümanlarınızın yüzü ve adı eskidi. Meyve sepetindeki bir çürük meyve diğerlerini de çürüttü. Biliyoruz.  Şimdi, yeni paçavralarla eski çürükleri satmak, yeni dergi ayaklarıyla “insan yemlemek ya da sessizlik suikasti yapmak” istiyorsunuz. Çürütecek yeni meyve sepetlerinde yeni meyveler arıyorsunuz. Siz,  haksızlıkların ve liyakatsizliklerin “sonsuz arsızlık” türevindeki egemenliğisiniz. O cürufsunuz. Biz de size ayar veren “haklılığın inadı”yız. Biz yana yana yazarız ve yaza yaza yanarız. Siz ise yan yana, dizi dizi, halay halay oluşmuş yöntemli gaddarlığınızla iyiliği, saflığı, sahiciliği ve vicdan sahibi olanların vicdanını çürütürsünüz. ”

Bu sıcak nal/mal geyiği üzerine söyleyecek şundan başka bir şeyim yoktur: “Herkese nacizane tavsiyem, bu çürük malları yememeleridir, okumamalarıdır, çürümemeleridir”

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar

Mar
19
2010
0

Sergi: “3 LOKMA; Cins/Rad/Lakormis”

Cins / Rad / Lakormis

19 Mart-13 Nisan 2010
6:45 gram

kadife sok. no.10/2
Kadıköy, İstanbul

Facebook Etkinlik Bağlantısı:  https://www.facebook.com/event.php?eid=393537916578

Mar
18
2010
0

Ionesco’nun Kırıntıları

Eugene Ionesco’nun notlarından bir bölüme https://zaferyalcinpinar.com/ionescodefter.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Argos Dergisi’nin 17. sayısında yayımlanan işbu fragmanları Yaşar İlksavaş çevirmiş…

Mar
18
2010
0

Güneş Taşı (Octavio Paz)

(…)
sürdürmek isterim, öteye gitmek, yapamam;
an dağıtır kendini pek çok şeye,
düş görmeyen taşın düşlerini yaşadım
ve yılların düşleri dibindeki taşlar arasında
işittim tutsak kanımın şarkısını,
bir ışık ihtarıyla şarkı söyledi deniz,
ve teker teker yol verdi engeller,
bütün kapılar yıkıldı teker teker,
güneş bir giriş açmıştı alnıma, zorla
açmıştı kapalı gözkapaklarımı sonunda,
çözmüştü kundaklanmış varlığımın giysisini,
beni kendimden sökmüştü, ayırmıştı
hayvan uykumdan yüzyıllarca taş
ve yansımalar büyüsü diriltmişti yeniden
billur bir söğüdü, sudan bir kavağı
rüzgârda eğilen bir fıskiye sütununu,
kökleri sağlam ama danseden ağacı,
kıvrılarak giden ırmağın yolunu değiştiren
ilerleyen ve geri çekilen, çevresini dolanan,
sonunda varan:

Octavio Paz, 1957
“Güneş Taşı”, Çev: Ali Cengizkan, İyi Şeyler, 1993, s.17

Mar
17
2010
0

Walter Benjamin üzerine… (Suut Kemal Angı)

Hakikatin Derin Akustiği İçinde Şiirsel Algıya Kalan Uçucu Miras: Walter Benjamin… Suut Kemal Angı’nın kaleme aldığı ve Ussuz‘da yayımlanan “özel” yazıya aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz:
https://www.ussuz.com/2010/03/hakikatin-derin-akustigi-icinde-siirsel-algiya-kalan-ucucu-miras-walter-benjamin

Mar
17
2010
0

Çizgi Roman Klasikler, filan…

Karga Mecmua‘nın 35. sayısında, şu an popülerleşen çizgiromanlaşmış klasikler meselesi üzerine ufak bir beyanat vermiştik… Bu kısa beyanata  https://www.kargamecmua.org/?d=34,30,18 adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
17
2010
0
Mar
17
2010
0

Deha üzerine…

Aslında dehanın, zamanın yüzyıl ilerisinde olduğunun söylenmemesi gerekirdi. Bunu duymak insanları öfkelendirdi ve onların dâhiliğine karşı çıkmalarına yol açtı. Ayrıca birtakım delilerin üremesine neden olup, onlara destek verdi. Üstelik, bu söylenmiş olan doğru da değil, en azından bütünü doğru değil; çünkü asıl dâhilerdir ki, zamanlarının ruhunu, istemeseler ve bilincinde olmasalar bile, temsil ederler. Ortalama insanın zamanının yüzyıl gerisinde olduğunu söylemek, belki daha doğru ve daha eğitici olurdu.

Robert Musil
(Argos Dergisi, No:17,  Çev: Ahmet Cemal, 1990, s.64  )

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com