Nis
27
2010
0

Ham Söz, Has Söz (Maurice Blanchot)

Blanchot’nun “Ham Söz, Has Söz” adlı yazısı “şiir dili” ve “töz” arasındaki ilişkiyi “aydınlatmak” adına yazılmış en sıkı yazılardan biridir. İşbu yazının ilk Türkçe çevirisi 1979 yılında “Cehennemde Bir Mevsim” adlı derginin ilk sayısında yayımlanmıştır. Oğuz Demiralp’in sözkonusu çevirisine https://zaferyalcinpinar.com/blanchotvehassoz.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Maurice Blanchot

Nis
26
2010
0

Kitap: Çağdaş Sanat Manifestoları (Rafet Arslan)

MAYIS’TA…
Rafet Arslan – Çağdaş Sanat Manifestoları
6:45 Yayın

Nis
26
2010
0

“Biz tuhaf bir ulusuz; şair sever, şiir sevmeyiz.”

24 Temmuz 1983

Biz tuhaf bir ulusuz; şair sever, şiir sevmeyiz.
Yazdıkları şiir mi, değil mi bakmadan, nüfus kütüğünde ne kadar erkek varsa -kadınlar değil- topunu alıp başımıza şair-i mahir diye oturturuz.(…)Fransızlar bu konuda çok taş yüreklidir. (…) Bu yüzden sözlüklerini kötü şair, mıymırık yazar anlamına gelen sözcüklerle doldurmuşlardır.
Onlara göre kaşığın sapını ortalayamamış sanatçının adı râté‘dir. Bunun karşılığını bizim sözlüklerde ararsanız bulamazsınız. (…)
Fransız, kelkenez şairlere rimailleur demeyi sever. Edmond Pilon -ki bir sürü yazarın fotografisini çekmiştir- Roy adındaki taşlamacıyı rimailleur‘e örnek olarak gösterir. Fontenelle de onun bu yargısına yakın durur. Ona göre Fransa’nın en kelek adamı Roy’dur. Çünkü arkasını saraya dayadıktan, ceketinin yakasına da kordon taktıktan sonra da her aklına düşeni yapabileceğini sanmıştır. Rimailleur uyak anlamına gelen rime sözcüğünden türetilmiştir. (Bizim dilimizdeki karşılıkları, manzumeci, kafiyeci, uyakçıdır.) Fransızlar, kadın ozanlara da poetesse derler. Bu da küçümseyici bir anlam taşır. Bopçu ve viranelik ısırganı yazarlara gelince, onların adı da başkadır. Ya écrivassier‘dirler, ya écrivailleur‘dürler, ya da plumitif. Yani yazıcı ya da kalemci adlarıyla anılır. Kadınlar da bas-bleau (mavi-çorap) diye ünlenir.

30 Kasım 1983

(…)
Çokları iyi şiirleri enselerinden topa tutarken, kaknemlerini de, yüzlerini secdeye koyarak pohpohlarlar.
Bu yalnız bizde değil, başka memleketlerde de üç aşağı, beş yukarı böyledir. (…) Balzac çağında da Figaro gazetesi başyazarı Nestor’un çevresinde kümelenen kişiler; Jules Janin, Maliturne, Briffaut, Béquet gibi yelyepelek yazarlardır.
Crapoullot dergisi de 1900’lerde Fransa’da en çok okunan yazarların bourget, Bataille, Hervieu, Paul Adam ve Porto-Riche olduğunu yazacaktır. Hemen hemen topu, piyasası durduğu yerde fırlayan yazarlardandır. Buna karşılık Valéry, Claudel ve André Gide mayışık ve sahteci sayılıyordur.
(…)
Voltaire’in bir aforizması:
-Budalalar kimi zaman işi pek azıtır. Özellikle de bağnazlık yeteneksizlikle, yeteneksizlik de öcalma hırsıyla elele verdiği vakit.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986

Nis
25
2010
0

“Ödül”dür, adamın pantolonunu düşürür…

Bkz: https://www.ntvmsnbc.com/id/25085957/

Şair Jose Emilio Pacheco, Cervantes Ödülü’ne layık görüldü.
Alcala Üniversitesi’nde düzenlenen ödül törenine giderken Pacheco’nun pantolonu kaydı. Bastonunun bırakan ünlü şair, pantolonunu düzeltti. Pacheco’ya ödülü İspanya Kralı Kral Juan Carlos verdi. Törende Kraliçe Sophia ve Başbakan Jose Luis Zapatero da bulundu.

Nis
25
2010
0

Yaşlılık Günlüğü-3 (Salâh Birsel)

13 Mart 1983

Şairlerin belleği de çokluk bir dize hazinesinden başka bir şey değildir.
Şairler dur durak dinlemeden yüzlerce, binlerce dize çekerler belleklerine. Böylece dizeler arasındaki ayrımları daha kolaylıkla görür, onların renklerine, tadlarına daha tizlikle varırlar.
Bir şiir yazdıkları vakit de dizelerindeki her sözcüğün kaç grodolu olduğunu yani başka dizelerdeki sözcüklere yakınlığını, ya da uzaklığını çok iyi ölçerler.
Denilebilir ki şairler, Sözcükler Tarihi perendebazları, kâsebazlarıdır.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986

Nis
24
2010
0

Metinden Heykel (A.Topel)

Andrew Topel’in “metinden heykel”idir. Bu çalışmalar Ruth & Marvin Sackner’ın görsel şiir arşivinde yer almaktadır. Ayrıca, Sackner’ların koleksiyonunun görsel şiir deneyleri açısından en kapsamlı ve önemli arşiv olduğunu da eklemek gerekiyor… (Bkz:  https://ww2.rediscov.com/sacknerarchives/Welcome.aspx)

Nis
23
2010
0

Şiir Neden Söz Eder? (Octavio Paz)

(…)
Çağcıl şiirin güçlüğü karmaşıklığında değildir –Rimbaud, Gongora ya da Donne’dan çok daha basittir – gizem yad aşk gibi kendini hepten verişi (ve bir o kadar da uyanık olmayı) önkoşmasından doğar güçlüğü. İki anlama gelmeseydi güçlüğün anlıksal değil aktörel olduğunu söyleyecektim. Felsefi tefekkürdeki gibi dış dünyanın geçici olarak da olumsuzlanmasını içeren bir deneyim söz konusudur. Kısaca, çağcıl şiir, kendini yaşam ve insanın sonul anlamı gibi gösterebildiği ölçüde imlemler bütününü yıkma girişimidir. Bu yüzden de dilin hem yıkımı hem de yaratımıdır. Sözcüklerin, anlamların yıkımı, suskunun sultanlığı; üstüne üstlük Söz’ü arayan sözdür. Bu “delilik” karşısında omuz silkip geçilebilir. Oysa, yüzyıldan fazla zamandır birkaç yalnız adam, gelmiş geçmiş en yetenekli kafalardan birkaçı, bu gülünç girişime baş koymaktan çekinmediler bile.

Octavio Paz
“Şiir Neden Söz Eder?”, Çev: Oğuz Demiralp
Cehennemde Bir Mevsim, Şiir Dergisi, 1979, Sayı:1, s. 24

Nis
23
2010
0

Ece Ayhan’ın adını çıkar amaçlı kullananlaradır. -2-

André Breton’un 1925’te “gerçekleştirdiği” bu yazışma, günümüzde, Ece Ayhan’ın adını çıkar elde etmek amacıyla kullanmaya çalışanlara lobutsu hediyemizdir.

Ayrıca bkz: “Ece Ayhan’ın adını çıkar amaçlı kullananlaradır -1- “

Nis
22
2010
0

Söyleşi: “Şiir, Boğunç ve Doğru” (Ece Ayhan-Önay Sözer)

Fotoğraf: Nilgün Kahraman

*

Şimdilerde Amerikano Boğaziçi Corp.’ta felsefe profesörlüğü eden Önay Sözer, 1966’da Ece Ayhan’la bir söyleşi gerçekleştirmiş. Zamanın “Yeni Ufuklar” adlı sıkı dergisinde yayımlanan söyleşinin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/eceonaysozer.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
22
2010
0

Okulun Fenomenolojisi (IVAN ILLICH)

Nisan Dergisi’nin Aralık 1985 tarihli 6. sayısında yer alan “Okulun Fenomenolojisi” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/okulfenomeni.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. IVAN ILLICH’in işbu sıkı inceleme yazısını Oruç Aruoba çevirmiş…

Nis
22
2010
0

Dergi: Cehennemde Bir Mevsim (1979)

1979 Yılında Yayımlanan ‘Cehennemde Bir Mevsim’ adlı şiir dergisinin ilk sayısının kapağı.
İşbu dergiyi çıkaranlar arasında Oruç Aruoba, İ.Kuçuradi ve Ertuğrul Özkök bulunmaktadır.

Derginin yönetmeni ise Oğuz Demiralp’tır. (Zy)

*

Hamiş: Ece Ayhan’a ilişkin çeşitli efemeralara Bakışsız Bir Kedi Kara adlı Ece Ayhan web sitesinden ulaşabilirsiniz.

Nis
22
2010
0

iris

mor
yer
beyaz
gök
yüzünün
imzasıyız

hiçbir yere
gitmiyoruz
ve hiçbir şeyle
kandıramazsınız bizi

(…)

Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s81.html adresinden ulaşabilirsiniz. (Zy)

Nis
21
2010
0

Yaşlılık Günlüğü- “II” (Salâh Birsel)

27 Aralık 1981

Kimileri bilimsizlik tarlasıyla bilim ve sanat tarlasının tam sınır çizgisinde durur. Bir yandan bakıldı mı aydın sanılır, öbür yandan dikizlenince de bütün bidelekliği ortaya çıkar.

18 Mart 1982

İnsan sevgisi!
Bu söz artık kafamda sancılar kaldırmaya başladı.
İnsanları seven bir kişinin, bunu belli etmesi için bin bin yol vardır. Ama bu yol fat fut “Ben insanları severim” diye ortaya atılmak değildir.
(…)
Sanırım insanları sevmemek başka şeydir, insan sevgisi madrabazlarını yermek başka şey.
Ne ki, yığınlar böyle maç-maçlar üzerinde durmuyor. Sahtecileri bile şakak lalesi ediyor.

5 Nisan 1982

Ben şimdiye değin imzaladığım kitaplara, kitaplarımı armağan ettiğim kişilerin adını yazmış, yanına da sadece “için” sözcüğünü eklemişimdir. “Sevgi”, “saygı” sözcüklerine ise zinhar yüz vermemişimdir.
(…)
Ne var, son yıllarda ben de her yazar gibi imzamın üstüne birkaç sıcak ve gönül alıcısı söz kondurmaya bakıyorum.
Yoksa bunlar benim yaşlandığımın işaretleri mi?

Nis
20
2010
0

Salvador Dali’nin Don Kişot Desenleri

Dali’nin 1964-1965 yıllarında İtalya’da yayımlanan Don Kişot desenlerinden bazıları, memleketimizde, Argos Dergisi’nin 1990’da yayımlanan 21. sayısında  yer almıştır. Desenlerden bazılarına https://zaferyalcinpinar.com/donkisotdali2.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
19
2010
0

Ece Ayhan’ın adını çıkar amaçlı kullananlaradır.

Aşağıda bağlantılarını verdiğim “köşe yazarlar”ın çeşitli “köşebaşı yazıları”ndan görülüyor ki Ece Ayhan’ı bilmeyenler, anlamayanlar ve doğru okuyamayanlar Ece Ayhan hakkında konuşmak işine soyunmuş… Zamanında benzer eğilimler Nâzım Hikmet’in ismi üzerinde de denenmişti.

Fakat gerçek şudur ki Ece Ayhan’ın ismini çeşitli çıkarlarına alet edenler, pek bir şey beceremeyecekler, tıpkı Nâzım Hikmet’in ismi üzerinde bir şey beceremedikleri gibi… Bu numaraları artık kimse yemez. Sözkonusu tipolojiye -basitçe- şu söylenebilir:

“Ece Ayhan, her türlü iktidara ve gaddarlığa karşıydı. Bugün, Ece Ayhan’ın adını -çıkar amacıyla- ağzına dolayanlar, müesses gaddarlığın ve müesses ölümün ta kendisidir. Bu tipolojinin en iyi bildiği ve uyguladığı şeyler de şunlardır: Haysiyetsizlik, arsızlık, fırsatçılık, gaddarlık ve -evet- fetbazlık…”

Ben bu tipolojiyi “Yeni Sinsiyet” olarak tanımlıyorum.

Bakınız:
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/14461226.asp

https://www.aksam.com.tr/2010/04/19/yazar/17118/atilgan_bayar/ece_ayhan_okuyan_ikinci_basbakan.html

https://www.stargazete.com/pazar/yazar/haydar-ergulen/karasin-ucbeyi-ece-ayhan-257282.htm

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler: ,
Nis
19
2010
0

“Aynı Chicago gibi!”

“Kerim (Çaplı) Abi ile 1,5 sene beraber yaşadık ve çaldık. Birçok anısı var. Ama hava aydınlanıncaya kadar minderin üzerinde, önünde bağdaş kurup The Beatles kitapçığındaki tüm parçaları çalıp söylediği geceyi unutamıyorum.
Evde çok kalabalık olup da bazılarımız yerde yatmak zorunda kalınca ‘-Abi, aynı Chicago gibi!’ derdi.  Sonradan anlattı ki orda ünlü “Mountain” grubu üyeleriyle aynı evde böyle yerlerde yatarak kalırlarmış. The Monkees, Kerim Abi’nin çaldığı grup ama bu bahsettiği ünlü “Mountain” grubu. Bir ara Kerim Abi, Mountain grubu elemanları ile aynı mahallede yaşıyormuş. Hatta Mountain grubundan “Mississipi Queen” parçasını sürekli barlarda çalardık Kerim Abi ile.”

Tayfun Avdan

Nis
19
2010
0

Malte Laudris Brigge’nin Notları’ndan… (Rilke)

Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; burası ölünecek yer desem daha doğru. Sokağa çıkmıştım. Gördüğüm şey: hastaneler. Bir adam gördüm, sallandı ve yıkıldı. Halk etrafını sardı, bu da beni sonrasını görmekten kurtardı.
(…)
Gürültüler bunlar. Ama burada daha korkunç bir şey var: sessizlik. Büyük yangınlarda bir an gelir ki, gerginlik son haddini bulmuştur; sular sarkar, düşer yere; itfaiye erleri artık tırmanmaz olur, kıpırdamaz kimse. Yukarda kara bir saçak öne doğru kaykılır, arkasında koskoca bir alev, yüksek bir duvar sessizce eğilir. durur herkes; omuzlar kalkık, yüzler gözlere çekili, korkunç yıkılışı beklemektedirler. Buradaki sessizlik de böyle.
Görmeyi öğreniyorum. Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor.

Rainer Maria Rilke
“Malte Laudris Brigge’nin Notları”,Çev: Behçet Necatigil
De Yayınevi, 1966, ss.5-6

Nis
18
2010
0

Burası Kadıköy: “No Pasaran!”

Fenerbahçe Spor Kulübü: 1
Beşiktaş Jimnastik Kulübü:0

Nis
18
2010
0

Kafa Tembelliği

28 Temmuz 1981

Çokları kendi kafalarıyla değil, başkalarının kafalarıyla düşünür.
Nedense kendi yargılarını ayağa kaldırmak, kendi yargılarını geçerli kılmak insanları ürkütüyor.
Kendi düşüncelerini ortaya atıp eleştirileri üzerlerine çekeceklerine, başkalarının hüzzamlarına katılıp kimseyle dalaşmadan yaşamayı yeğ tutuyorlar.
Bu biraz da yargıya varmak için birtakım incelemeler, araştırmalar yapmak, birtakım bilgi alanlarından geçmek gereğinden doğuyor. Çokları bunu göze alamıyor, yorgunluğuna katlanamıyor.
Takım tutmanın, elebaşılara bağlanmanın nedeninde de bu yatıyor: Kafa Tembelliği.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986, s.39

Nis
18
2010
0

Şiirin Gücü (İlhan Berk)

İlhan Berk

“Ben İlhan Berk’in Defteriyim”, Alkım Yay., 2004, s.194

Nis
18
2010
0

Ece Ayhan Adası

Adalara, gemilerin binde bir uğradığı, insan ayağının binde bir bastığı adalara benzer Ece ayhan. Bir de Ortacağ kalelerine, şatolarına, o surlar, hendekler, kuleler, mazgallar, asma köprülerle çevrili, nerden ve nasıl gidileceği belli olmayan, bu yüzden de yanına pek yaklaşılmayan ancak karşıdan görülen, bakılan Ortaçağ kalelerine, şatolarına. Gerisinde yol iz bırakmamıştır çünkü, görünmek yetmiş gibidir. Hem niçin bıraksın? Kendisi de öyle gelmemiş midir buraya. Kimsenin elini tutmadan, kimseye yaslanmadan, yalnız kendi külünü yaka yaka. Kapısını onun için kolay kolay açmaz. (…)
Bir sözcük adamı değil midir? Ondan önce sözcüklerin kokuları, renkleri, biçimleri, aşk işleri bilinmiyordu.Yalnız sözcüklerin mi? (…) Ya bin yıllık tümceleri yerinden kim etti?

Resimlerde bıyıkları uzundur, hep sorular soruyor gibidir (Yanıtlar geçerliklerini yitirdi! mi diyordur).

İlhan Berk
Requiem, YKY, 2004, s.108-109

***

Yoksulluğunu hep unuturdu. Sanki karnı hep tok, parası, işi gücü varmış gibi yaşardı. Pek söz etmedi denebilir yoksulluğundan.
Bir defasında yoksulluğunun üstüne basa basa; onu görmüyormuş gibi konuştu: ‘Ben zenginim’ dedi.
Öyleydi, elbet.
Bu giderek bir onur oldu onun için.
Yeryüzündeki yerine öyle baktı.
Haklı da çıktı.

İlhan Berk
“Ben İlhan Berk’in Defteriyim.”, Alkım Yay., Mart 2004,s.193

Nis
17
2010
0

Kahvaltılıklar…

Yazar ve şair olamayıp “Kahvaltılık” olanların  isimleri şöyle:

Adnan Özer, Ahmet Bilgili, Ahmet Kot, Ahmet Turan Alkan, Alev Alatlı, Altan Tan, Atilla Maraş, Ayşe Kulin, Bejan Matur, Belma Akçura, Beşir Ayvazoğlu, Cahit Koytak, Doğan Hızlan, Ebubekir Eroğlu, Elif Şafak, Etyen Mahçupyan, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Feridun Andaç, Gani Müjde, Haydar Ergülen, Hilmi Yavuz, İskender Pala, Kemal Sayar, Kürşat Başar, Leyla İpekçi, Mario Levi, Mehmet Metiner, Mehmet Ragıp Karcı, Muhsin Kızılkaya, Murat Menteş, Mustafa Akyol, Müge İplikçi, Necef Uğurlu, Nur Yaycıoğlu, Rasim Özdenören, Refik Erduran, Roni Margulies, Sadık Yalsızuçanlar, Sait Zerevan, Sefa Kaplan, Selahattin Yaşar, Selçuk Altun, Sevinç Çokum, Şule Yüksel, Turgay Nar, Ülkü Tamer, Ümit Fırat, Vivet Kanetti Uluç, Yavuz Bahadıroğlu, Yavuz Bülent Bakiler, Yılmaz Karakoyunlu, Yıldız Ramazanoğlu…

Kahvaltılıklar‘la ilgili haberlere şu adreslerden ulaşabilirsiniz:

https://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=992039&Date=17.04.2010&CategoryID=78

https://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/basbakan-yazarlarla-bulustu-haberi-27002

https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=131956

https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=132068

https://www.turuncutime.com/Kategoriler/Politika/Ece-Ayhan-dan-alinti-yapan-Basbakan-Tayyip-Erdogan-Edebiyatcilari-sok-etti.html

Nis
16
2010
0

Yaşlılık Günlüğü’nden…

22 Eylül 1980

(…)Kim ağzını açıp konuşmuşsa beyaz perdede o kalmıştır. Konuşan kişi, konuşmayanlara vurulduğunda pek nanemolla, pek ıspanakzade, pek hıytırık, pek kıytırık kalsa da, değil mi ki konuşan odur, herkes onun dediklerine kulak kabartacak, herkes sadece onu büyük belleyecektir.
Sanırım, edebiyat alanındaki yanlış kantarmalar da hep buralardan kaynaklanıyor.
Şiir dolabı kırık birinin şiirleri övüldü, yaşamı okurların önüne serildi mi, onun belleklerdeki haksız yeri öyle kolay kolay ortadan kaldırılamıyor.
Şöyle geriye doğru bir bakış fırlatacak olursak, edebiyat tarihlerinin çokluk, yalan dolanlarla, göğün yedi kat yukarsına püskürtülen yazarlarla dolu olduğunu görürüz. Ne yazık ki, okurlarda çokluk bu tıngır elek yazarların yazdıklarından hoşlanacak bir düzeydedirler. Onlar da yollarını eskitmiş yazarların kafasındadırlar.
A. Daudet’in oğlu Léon Daudet, Flaubert’in gerçek bir “mösyö” gözüyle baktığı romancı Vallés’in en ünlü edebiyat tarihlerinde bile gereken yerini almadığından sızlanır. Oysa ona göre Vallés’in tümcesi Zola’nınkinden daha derli-toplu ve daha yoğundurç Huymans’ın anlatımından ise daha ateşlidir.

13 Mayıs 1980

Kimi şairler başkalarının kanatları ile uçmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Çalıp çırptıkları dizeleri, imgeleri, deyiş biçimlerini, dize seslerini yüzlerine vuracak olursanız pişmiş kelle gibi sırıtıp: “Onlar o şiirleri benim için hazırladılar, benim için yazdılar” derler.
Doğrusu, şap şap kalabalık, dizelerin, imgelerin yürütüldüğünü hemen çakar da deyiş biçimleri ile dize seslerinin apartılması karşısında put kesilir.
Oysa gerçek arak burada, bu seslerde, bu kanat kıpırtılarındadır.

Saat 18.
Hepimiz karanlık ardından koşuyoruz.
Bir karanlık bulup başımızı ona daldırdık mı, oh, aydınlığa kavuştuğumuzu sanıyoruz.
Bu devekuşu aydınlığıdır. Büyük savların, megalo idea’ların çoğu devekuşu aydınlığı ile boyanmıştır.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986, ss. 34-35

Nis
16
2010
1

ADA (Oruç Aruoba)

“Hiçbir insan bir ada değildir” diye başlar John Donne, ünlü (Hemingway’i de esinlendirmiş) “çanlar kimin için çalıyor” konulu vaazına.
Doğrudur. Bir ada değildir hiçbir insan; yapayalnız, tek başına, değil – ama, bazı insanlar, adalı kişilerdir – ve yalnızdırlar…
İsmet Değirmenci de onlardan biri; bir adalı ressam; ama burada, gözlerini söze çeviriyor, şiir yazıyor.
Bir adada – bir adadan – yazılan şiirler hangi temellere dayanır?
Herşeyden önce, Deniz’e: Deniz çevreler Ada’yı – Ada, Deniz’in içindedir – O’nunla birlikte; ama O’ndan dolayı, yalnız… Ada’ya gelenler, Deniz’den gelirler; gidenler de, gene, Deniz’e
– Deniz’den – gideceklerdir.
Ada’da kalan yalnız kişi ise, gene, Deniz’e bakar, bekler – ya beklenen birisinin gelmesini; ya da, tabii, o gelmeyeceğine göre, kendi, çekip gitme zamanın gelmesini – gene Deniz’e –Deniz’den…
İsmet Değirmenci de öyle yapıyor: – Adalıların uğraşlarıyla, ilişkileriyle oluşan Ada yaşamını çerçevelerken, onun içine bir kişiyi özleyen yalnız bir kişi koyu – yor – bekletiyor, çantasını alıp gidene dek, Ada’dan – Deniz’e…


Oruç Aruoba

İsmet Değirmenci’nin “Gemi Ne Zaman Gelecek” adlı şiir kitabının tanıtım yazısından…

Bkz: https://www.kitapturk.com/books/Kitap/66704/Gemi_Ne_Zaman_Gelecek.htm

Hamiş: İsmet Değirmenci, Mermer Adası’nda (Marmara Adası’nda) yaşamaktadır.

Nis
16
2010
0

Adalar (Salâh Birsel)

24 Nisan 1980

Samanlı Dağları hafif bir sis içinde
Ada kıyıları da puslu.
Bu, biraz da güneşin denize vuruşundan.
Adalar şimdi havalanıyor.
(…)
Gökyüzü açık.
Pendik üstünde bir iki beyaz bulut.
Adalar siyaha kaçan bir kahve.
Yere yıkılmış bir dinozorüs.
Deniz açık mavi.

25 Nisan

(…)
Saat 19,30.
Güneş batmak üzere.
Deve Adasıyla Kınalı önlerinde pembe bir gerdanlık.

26 Nisan
(…)
Gökyüzü ile deniz arasındaki bütün renkler kaldırılmış. Kolayca denizden gökyüzüne, gökyüzünden de denize geçiliyor.
Bulutlar ince danteller halinde. Onlar da gökyüzü içinde erimiş.
(…)
Saat 19.
Adalar neftiye çalıyor.
Evler de Bostancı’ya atladı, atlayacak.
Heybeli ve Burgaz silik.
Deniz çarşaf gibi. Açık krom sarısı.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986, ss. 16-17

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com