Andrew Topel ve Avatacular Press taifesi “Renegade” adında “on____line” bir görsel şiir dergisi oluşturmuş…
Bkz: https://visualpoetryrenegade.blogspot.com/
“Yığınlar”
by Derek Beaulieu
Andrew Topel ve Avatacular Press taifesi “Renegade” adında “on____line” bir görsel şiir dergisi oluşturmuş…
Bkz: https://visualpoetryrenegade.blogspot.com/
“Yığınlar”
by Derek Beaulieu
(…)
bilmek
_____o tortu… benim tortum
yıllardır orada yorgun… yenik
______________________yenik olan…
(…)
uzak bir gelecek gibi geçmişten
______________ve yenilmişti
______________gülüyordu
yıllardır ıslak soğuk bunu saklayışı
_______________yıllardır ama ıslak ama soğuk
uzak bir gelecek gibi geçmişten kaçışı
_________________yavaş yavaş GÜLÜŞLERLE
_________________geriye dönüyordu
yazsa ve çocuksalar
_____________kaplumbağayı tersine çevirirler
__________________BİLİYORDU
(…)
Can İren
“Yeni Dergi”, sayı: 42, 1968
İçinde bulunduğumuz döneme ve dönemin retoriklerine baktığımızda “Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları” adlı yazının tekrar işaret edilmesi hiç de yersiz değil… Yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/i21.html adresinden ulaşabilirsiniz. (Yazının pdf biçemine de https://zaferyalcinpinar.com/yenisinsiyet.pdf adresinden ulaşılabilir.)
Zy
Ayrıca, “Yeni Sinsiyet” adıyla kavramlaşan şeyin işaret ettiği tipolojiye ilişkin başka yazıların bu platformda devam edeceğini coşkuyla haber verip, gelecekte yayımlanacak bazı yazıların başlıklarını da aşağıda sıralayayım:
–Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nde “Biz” Söylemi ve Retorik Arsızlığı
–Yeni Sinsiyet’in Seçkinlik Arayışı
“1955-64 yılları arasında her yıl yaz aylarını Marmara Adası’nda geçirdim. Annem ve babamla (Oktay Rifat). İlk gittiğimde on yaşındaydım, son gittiğimde on dokuz olmuştum sanırım. Babamın yıllık izin süresiyle, bir ayla sınırlıydı Ada günlerimiz -şimdi bu zaman bana daha uzun geliyor, sanki bütün yazı orada geçirirmişiz gibi; öyle değildi oysa.”
Samih Rifat
“Ada” adlı kitabın “Sunuş” yazısından…
Papirüs Dergisi’nin Oktay Rifat bölümünden bir fotoğraf…
(Güneş gözlüğü takan çocuk da Samih Rifat olsa gerek…Zy)
*
Rüzgâr
Rüzgârlarım vardı, tanırdım: Gündoğrusu, Batı, Karayel. Yosun ve balık kokan Lodos, Dipdiri Poyraz. Gece kalır, ay çıkar: sabaha dek sütliman. Sonra ürperir yavaşça, nereden geldiği belirsiz, esmeye başlar, bir bir yükselir, artar. Öğleye doğru kuzuya keser denizin üstü. Burunlardan savurtma eser; kuytulara hafif esintilerle dolar. Yüzmeye giderim yelin tersine, rüzgâr almayan kumsala: Kole’ye ya da Aba’yai Tatlısu’ya, Manastır’a… Dönüşte oradadır, beni bekler patikanın tepesinde, teknedeysem burundaki kayada. Serinletir, kucaklar, okşar. Sonra yemek, öğle uykusu, Çınaraltı’nda buluşmalar. Rüzgâr hiç durmaz bu arada: kıyıda, sokakta, bahçede, dağda; bir o yana, bir bu yana. Bilmem yaşam mıdır bir burgaçtan esip duran, hafifçecik ya da hoyrat, üstümüze.
Samih Rifat
“Ada”, Sel Yay., Geceyarısı Kitapları, 2002
“Ada” adlı kitaptan…
Ulus Atayurt’un sıkı yazısına https://birdirbir.org/blog/2010/09/11/yapisal-bir-sorun-bono/ adresinden ulaşabilirsiniz. Ulus’un yazısı yeni kapitalizmin hileli tipolojisi hakkında çok önemli bilgiler de içeriyor…
Robert Plant, Led Zeppelin öncesi üyesi olduğu “Band Of Joy” adlı grupla birlikte yeni bir albüm yayımlamış…
Bkz:
https://www.hafifmuzik.org/?p=8974
https://www.rollingstone.com/music/news/17386/185269
Şu an okumakta olduğunuz bu “yayım” ya da “başlık” Evvel Fanzin’de bininci paylaşıma ulaştığımızı gösteriyor. Yani, 2006 yılından bugüne toplamda bin adet başlıktan oluşan paylaşım/yayım bu sayfalar -ya da işte ekranlar- üzerinden gerçekleştirilmiş…
Sayıların herkesin diline düşen bön ya da “duvar saatleri gibi ahmak” taraflarıyla konuşmayı sevmem, ancak, Evvel Fanzin kapsamında okuyucuyla paylaştığım görsel işleri, değinileri, duyuruları, anlatıları, şiirleri, dizeleri, ifşaatları, lobutları, buluntuları, efemeraları, Ece Ayhan, İlhan Berk, Kuzgun Acar, Kerim Çaplı, Yavuz Çetin, Sait Faik, Oruç Aruoba gibi hususi ilgileri, alıntıları, etkinlikleri, tartışmaları, incelemeleri, kitapları, Kadıköy’ü, söyleşileri, izlenimleri, deneyimleri, sahafları, e-kitapları, dergileri, sokak sanatını, dilbilimi, mücadeleleri ve tüm bu paylaşımların etrafında yer alan insanları düşündüğümde (nitelikle eşanlı olarak garip bir nicelikte de kendini bulan) söz konusu cehennemvari “Aksak Kolaj”ın imgesel uzamı, içerdiği duygudurum tuşeleri, çeşitlenen morfolojik yapısı ve göstergesel derinliği beni coşkuyla dolduruyor.
Evvel Fanzin’in yayım hayatının üçyüzbininci başlığa/paylaşıma/yayıma ulaşmasını dileyerek ve Turgut Uyar’ın “üçyüzbin” adlı şiirinden kısa bir bölüm alıntılayarak sözlerimi sonlandırayım:
bu kıvırcık ateşten yalanlar
300.000
kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
(…)
seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları
300.000
elimden tut beni acar balıklara alıştır
tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
(…)TURGUT UYAR
(…) Giacometti’nin yontularına baktığımızda, bir nokta vardır ki ondan sonra yontular artık ne görünümün kararsızlıklarına, ne de görüngenin(perspektifin) devinimine bağlı kalır. Onları kesinlikle görürüz: İndirgenmiş değil de artık, indirgemeden kaçırılmış, indirgenemezdirler ve uzamda, sahip oldukları, kullanılamayan, canlı olmayan, imgesele ilişkin derinliği oraya geçirme gücü sayesinde uzamın efendisidirler. Oradan yontuları indirgenemez gördüğümüz bu nokta bizim kendimizi sonsuzluğa koyar, içinde burasının hiçbir yerle çakıştığı noktadır. Yazmak bu noktayı bulmaktır. Dili bu nokta ile ilişkiyi sürdürecek ya da yaratacak duruma getirmeyen hiç kimse yazıyor sayılmaz.
(…)
Orada, dil bir güç değildir, söyleme gücü değildir. Kullanıma uygun değildir, onda hiçbir şeye sahip değiliz. Asla benim konuştuğum dil değildir. O dilde, asla konuşmam, asla sana seslenmem, ve asla seni yüksek sesle çağırmam. Bütün bu özellikler olumsuz biçimdedir. Ama bu olumsuzluk yalnızca daha temel bir olguyu gizler ki bu da, bu dilde herşeyin doğrulamaya dönmesi, yadsıyan şeyin doğruluyor olmasıdır. Yokluk olarak konuşmasındandır bu. Konuşmadığı yerde, konuşmuyordur zaten; durduğunda direnir. Sessiz değildir çünkü onda kesinlikle sessizlik konuşur. Alışılmış sözün özü şudur ki onu anlamak onun doğasının bir parçasıdır. Ama, yazınsal uzamın bu nnoktasında, dil anlamsızdır. Şiirsel işlevin tehlikesi de buradan gelir. Ozan anlamı olmayan bir dili anlayan kişidir.
Maurice Blanchot
“Yazınsal Uzam”, Çev: Sündüz Öztürk Kasar, YKY, 1993, s.43-47
(…) Yapıt onu yazan kişi ile onu okuyan kişinin açık içli dışlılığı, söyleme yetisiyle dinleme yetisinin karşılıklı itirazlarıyla zorla açılmış bir alan olduğunda bir yapıttır ancak. Ve yazan kişi bitmez tükenmez ile ardı arkası kesilmeyeni “kavramış”, onu söz olarak işitmiş, onunla uzlaşmaya varmış, isteğine boyun eğmiş, onda kendini yitirmiş, ve bununla birlikte onu gerektiği gibi sürdürmüş olmak için, onu durdurmuş, bu kesilme içinde onu anlaşılabilir kılmış, onu bu sınıra sıkı sıkıya bağlayarak dile getirmiş, onu ölçerek ona egemen olmuş kişidir aynı zamanda.
Maurice Blanchot
“Yazınsal Uzam”, Çev: Sündüz Öztürk Kasar, YKY, 1993, s.33
Ardiye’den…
By Zy
Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/kendinianlatan/kendinianlatan.html
Futuristika! taifesinden Barış Yarsel enteresan mevzuları ele almaya devam ediyor…
Bkz: https://www.futuristika.org/kultura/sanat/gelett-burgess-mor-inegin-babasi-fanzinin-atasi/
Potansiyel kabiliyetle ilgili yargılar, başarıyla ilgili yargılardan daha kişisel bir niteliğe sahiptir. Bir başarı, toplumsal ve ekonomik koşulları, şansı, benlikle birleştirir. “Sende potansiyel yok” demek, “beceremedin” demekten çok daha kahredicidir. Kim olduğunuzla ilgili çok temel bir iddiada bulunur. Daha derin bir işe yaramazlık anlamı taşır.
(…)Young’ın anladığı şekliyle meritokrasi hem bir fikir, hem de bir sistemdir; bu sistem kurumun, bir kez yargılanmış bir insana aldırmazlığı üzerine kuruludur. (…)
Esnek bir şirketin gerektirdiği sosyal beceri, kısa ömürlü ekipler içinde başkalarıyla, tanıma fırsatına sahip olmayacağımız başkalarıyla, iyi çalışma kabiliyetidir. Ekip dağıldığında ve siz başka bir gruba girdiğinizde, bu yeni ekip arkadaşlarıyla mümkün olduğunca hızlı bir şekilde işe koyulmanın bir yolunu bulmanız gerekir, çözmeniz gereken problem budur. Potansiyel kabiliyetin sosyal ifadesi, “herkesle çalışabilirim”dir. (…)
Bu ideal benlik nitelikleri bir kaygı kaynağıdır çünkü işçi kitlesini güçsüzleştirir. Bu nitelikler işyerinde sadakat ve enformal güven açısından sosyal eksiklikler üretir, birikmiş deneyimin değerini aşındırır. Şimdi, bunlara, kabiliyetin içinin boşaltılmasını eklememiz gerekiyor.(…)
Geçmişteki başarıya bakmaktansa büyüme potansiyelinin peşine düşen yetenek arayışı, esnek şirketlerin tuhaf koşulları için biçilmiş bir kaftandı. Bu şirketler aynı araçları daha büyük bir amaç için, hem bireyleri elemek, hem de teşvik etmek için kullandı: İnsanlar arasında yapılan bu haksız kıyaslama son derece kişisel hale geldi.
Richard Sennett
“Yeni Kapitalizmin Kültürü”, Çev. Aylin Onacak, Ayrıntı Yay., 2009, s. 83-93
(…)Zanaatçılık çoğunlukla el işçiliği için kullanılan ve bir keman, saat ya da çömlek yapılırken kalitenin amaçlandığını gösteren bir terimdir. Ama bu fazlasıyla dar bir bakış açısı. Zihinsel zanaatçılık diye bir şey de var, anlaşılır bir şekilde yazma çabası buna ötnek gösterilebilir; sürdürülebilir bir evlilik yapmak toplumsal zanaatçılık olarak görülebilir. O halde zanaatçılığın kapsamlı bir tanımı şöyle yapılabilir: Bir şeyi o şeyin kendisi için yapmak. Öz-disiplin ve öz-eleştiri tüm zanaatçılık alanlarına sıkı sıkıya bağlıdır. (…) Nesneleştirme bu anlama gelir: Kendi içinde anlamlı bir şey yapmak. (…)
Ne var ki, kısa vadeli işlemler ve sürekli değişen görevler üzerine kurulu olan kurumlar bu derinliği üretmez. Hatta şirket bundan korkabilir; buradaki yönetim şifresi içe doğru büyümedir. Sırf bir etkinliği doğru yapmak için o etkinliğin derinlerine inen kişi, diğerleri tarafından, tek bir şeye saplanmış, yani içe doğru büyümüş kabul edilir; ve zanaatçı için saplantı aslında gereklidir. Bu kişi, kaşla göz arasında konup kalkan ve asla yuva yapmayan modern danışmanın tam tersidir. Dahası, kişinin herhangi bir uğraş için becerilerini derinleştirmesi zaman alır. Üniversiteden yeni mezun olmuş genç bir meslek sahibinin incelediği deneklerden aldığı bilgilerin hangilerinin gerçekten işe yarar olduğunu anlaması genellikle üç, dört yıl alır. Kabiliyeti pratikle derinleştirmek, insanların pekçok farklı şeyi kısa sürede yapmasını isteyen kurumların amacına ters düşer. Esnek şirket akıllı insanlardan faydalanır; ama eğer bu insanlar kendini zanaatçılığa verirse sorun yaşar. (…) Şimdi, yetenek yeni bir toplumsal eşitsizlik doğurmuştu: Yaratıcı ve zeki olmak, başkalarından üstün, daha değerli bir insan olmak anlamına geliyordu. Zanaatçılıktan meritokrasiye giden geçit işte burada saklı. Kurumların kendilerini bu eşitsizlik türü üzerine yapılandırmaya başlamasıyla modern meritokrasi şekillendi. (…)
Başarısızlığın nesnelleştirilmesi, yeteneğin keşfedilmesinden, bir bakıma daha önemli hale geldi. Bürokratik bir prosedür artık bireyin derinliklerindeki bir şeyi ölçüyor, kabiliyetsizliğinden dolayı onu cezalandırıyordu. Yetersizliğin mutlak ölçüleri, başarılı olanların “liyakat”ını güçlendirmekten başka bir şey yapmadı; kişisel değeri, kişisel olmayan bir değerlendirme belirledi. (…) Bu bürokratik meritokrasi makinesi kabiliyet için bir demir kafes yarattı; fakat bu demir kafes tek kişilik bir hapishane hücresi. (…)
Modern toplumlarda, özellikle dinamik kurumlarda, yetenek arayışı gerçekten de bir toplumsal içerme çerçevesinde işliyor. Fakat en iyiyi ödüllendiren o testler, değerlendirmeler ve kariyer yolundaki kilometre taşları, bu seçkin düzeyin altında olan diğerlerinden kurtulmak için bir dayanak vazifesi görüyor. (…)
Sosyolog Pierre Bourdieu bu iki yüzlü ilişkiye “temayüz” adını verir.(…)
Richard Sennett
“Yeni Kapitalizmin Kültürü”, Çev. Aylin Onacak, Ayrıntı Yay., 2009, s. 75-83
Albert O. Hirschman’ın toplumsal bilimlerle ilgili eleştirel makalesinde yer alan ve “teorik!” açısından çok önemli bulduğum bir episoda https://zaferyalcinpinar.com/anlayisengel.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Hirschman’ın yazısı Cogito Dergisi’nin Yaz-1996 sayısında yayımlanmış…
Şaşkınlık günlerce sürmüştür. Her sabah çayırlarda, sıçrayarak ipine koşmuştur, ağlamamak ve fazla mutluluktan dalgınlaşmamak için büyük çaba harcamıştır ve sürekli bir baştan öbür başa yürümüştür. Bu gidiş gelişler sonucunda kendilerini ip cambazı olmuş sananlar vardır. Oysa gerçek ip cambazı bu yatay tekdüzeliği kabul etmez; üstünde bulunduğu çizginin kesinlikle ölçüsü olmadığını bilir. Daha yeni doğan bir cambaz olduğunu hatırlayarak, aklını başına toplar ve çalışmaya koyulur.
Tek başına ve sükûnet içinde, aşağıda öğrendiği her şeyi tele taşır. Mekâna uygun düşmeyen hareketlerden kaçınır ve öteki hareketleri sürekli geliştirir, inceltir, hafifleştirir ve daha çok kendisine mal eder.(…)
İp cambazı, işi öğrendikten sonra, antrenman süresi her seferinde daha uzun olur ve bu süre daha değerli hale gelir; gün ancak bir ip biçimini aldığı takdirde anlam kazanır.
Philippe Petit
“İp Cambazı”, Çev: İsmail Yerguz, Sel Yay., 2006, s.63,64
491‘e ALTI!
“Kendini kendin ver kendine…”
https://zaferyalcinpinar.com/491alti.pdf
*
Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki yüzüdür 491…
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.
491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz.
E-posta: dortdokuzbir@gmail.com
(…) Şair kelimelere, herkesin verdiği anlamı unutturmak, onlara yeni seziş imkânları kazandırmak için sürekli, yorucu bir işe girişir. Hiç şüphe edilmesin! Mısraların dış yapısı üzerinde ne kadar durulmuşsa, iç zenginliği o nisbette artmıştır. Bir solukta şiir yazıldığını romantiklere bırakalım!
Şiire, toplum sorunlarını savunmak görevini verenlerin bu işe kuyumculuk diyeceklerini biliyorum. Varsın desinler. Beğendikleri şairlerin çoğu kelimelerin nabzını yoklayamadıkları, onların esrarlı dünyasına giremedikleri için, bir tarafından şiire varılması mümkün olan toplum olaylarını, kötüsünden olmak üzere, birer makale parçasına çevirmişlerdir.
Şiire dost olmayan bir dönemde yaşıyoruz. Gerçek değerler bir kargaşalık içinde savrulup gidiyor. Öze duyulan açlık, hiçbir zaman kendini bugünkü kadar hissettirmemiştir. (…)
1952
Suut Kemal Yetkin
“Denemeler”, İş Bankası Kültür Yayınları, 1972, s.203
Nurullah Ataç’tan imzalı…
Hamiş: Kitabı bana ulaştıran sahaf Haluk Ceylandağ’a çok teşekkür ederim. (Zy)
Muzaffer Tayyip Uslu -ki kömürü elmasa dönüştüren şairlerdendir- 1943 yılında ilginç bir yazı kaleme almış… Yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/siirdeprimitif.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
İşbu yazı, Zonguldak’ta, Kara Elmas Dergisi’nin 17. sayısında yayımlanmış.
Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com