*
21
2012
“Bana altı lira fazla verdiniz!” (Ece Ayhan)
*
Ankara’da Hacettepe Üniversitesi’nde okuyan ve Keçiören’de abisi ile birlikte derme çatma bir müştemiletta barınan ve gerçekten de yoksul genç bir öğrenciden sabahleyin ilk karşılaştığı bir arkadaşı hemen borç para ister. Yoksul öğrenci de “Ama” der “sen benim ne kadar parasız olduğumu biliyorsun. Bu üniversitede kendisinden borç para istenmeyecek neredeyse tek öğrenci benim. Nasıl olur?”
Arkadaşı fütursuzca yanıt verir bir çırpıda. “Biliyorum, ama sen benden borç para istemeyesin diye böyle söyledim bir acele. Seni görür görmez sezdim ki sen benden borç para isteyeceksin!”*
İyice yoksul bir kadın bir işyerinde temizlikçilik gibi bir iş bulur. Aylığını, bir zaman başkası vezneden alarak o kadına veriyordur. Aracı olan adam bir ara izne çıkar. Artık kadın aylığını kendisi alacaktır.
Alır ama altı lira fazla olarak.
Kadın uyarır:
“Bana altı lira fazla verdiniz!”
Veznedar “Hayır” der “bu doğru”.Ece Ayhan
90’lı yılların sonunda (tahminen 1996-1998 döneminde) Ece Ayhan’ın “final niteliğinde bir anlatı, özel bir minyatür” kaleme aldığını biliyoruz. Önceleri tek -bütünsel- bir kitap olarak düşünülen bu anlatının adı “Melanet” olarak belirlenir… Sonradan, bu “final niteliğindeki anlatı”nın Ece Ayhan tarafından -bilinçli olarak- ikiye bölündüğünü ve bir bölümünün “Morötesi Requiem” adıyla 2001 yılında YKY’den yayımlandığını biliyoruz. Peki diğer bölüme ne oldu?
Diğer bölümün adı “Yaşasın Kötülük ve de Ötesi”dir. Ece Ayhan’ın kaleme aldığı bu yayımlanmamış kitap taslağından bazı “kırıntılara”, Kitap-lık Dergisi’nin Nisan 2001 tarihli “İlk otuz sayıdan seçme yazılar” başlıklı özel sayısında karşılaştık. Orjinali 1997’de (Kitap-Lık sayı: 29-30) yayımlanan bu parçaları Ece Ayhan’a kalben ve vicdanen bağlı dostlarının ilgisine sunuyoruz:
https://zaferyalcinpinar.com/eceayhankotulukotesinden.jpg
Sahicilikle
Zy
Hamişler:
Parçaları buluntulayarak Evvel Fanzin’e ulaştıran Kenan Yücel’e çok teşekkür ederiz.
Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ece-ayhan adresinden ulaşabilirsiniz.
Ece Ayhan web sitesi ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinde bulunuyor.
18
2012
Artaud’un çizimlerinden…
*
Bkz: https://www.futuristika.org/multimedia/guzeller/antonin-artaud-timarhane-cizimleri/
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Gerçeküstü” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/gercekustu adresinden ulaşabilirsiniz.
17
2012
Söylenecek bir şey yok!
HAKSIZLIKLARDAN SIKILDIK !
*
Aykut Kocaman:
“Bu akşama dair söylenecek bir şey yok”
*
her karanlığa KARŞI Fenersin!
bkz: https://evvel.org/ilgi/kara-deryalarda-bir-fenersin
*
16
2012
Görülebilir…
15-30 Kasım 2012 tarihleri arasında, Beyoğlu-Galatasaray Meydanı, Tarihi Postane Binası’ndaki Galatasaray Üniversitesi Kültür-Sanat Merkezi sergi alanında Vâlâ Nureddin, Vera T. Hikmet, Turgut Uyar ve İlhan Berk’in imzalı kitapları görülebilir…
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “İmzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.
14
2012
“Yaşadım diyebilmen için…”
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
13
2012
Beyoğlu’nda; lise öğrencisi Ece Ayhan…(1952)
1952’de Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi avlusunda…
Soldan Sağa: Ece Ayhan, Arslan Ebiri, Erdoğan Kalyoncu
1952 tarihli bu fotoğrafla, Kitap-lık Dergisi’nin Nisan 2001’de yayımlanan “İlk otuz sayıdan seçme yazılar” başlıklı özel sayısının 141. sayfasında karşılaştık. 1995 yılında Ece Ayhan’ın Enis Batur’a ithafen Arslan Ebiri üzerine yazdığı bir mektupla birlikte yayımlanmış fotoğraf…
Mektubun tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/eceayhanarslanebirimektup.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
Ayrıca, mektubu ve fotoğrafı bulup Evvel Fanzin’e ulaştıran Kenan Yücel’e çok teşekkür ederiz.
Hamişler:
1. Kitap-Lık’ın 2001 tarihli seçkisinde Ece Ayhan’a yönelik çok ilginç buluntulara ulaştık. Önümüzdeki günlerde bu buluntuları da Evvel Fanzin kapsamında paylaşacağız.
2. Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ece Ayhan” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ece-ayhan adresinden ulaşabilirsiniz.
3. “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesi ise şu adreste; https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html
11
2012
Yeni Sinsiyet’in İkbal Ezberi (11 Kasım 2012)
Yeni sinsiyet tipolojisi[1] tarafından kurgulanan tüm enstrümanların birer saat gibi tıkır tıkır işlemesine, cehalet alanının genişleyerek devasa bir cehalet ortamına dönüşmesine, işbu havzadaki dipsizlik duygusunun gün be gün artmasına, tüm yanıltıcı salvoların veya retorik arsızlıklarının[2] “mutlak bilgi”ye bağlanmasına, ortamdaki yandaş-paydaş etkileşimlerinin endüstrileşmiş bir menfaat-sömürü çizelgesinde üssel olarak hızlanmasına ve nihayetinde yeni sinsiyet tipolojisinin oligarşik bir yönetsel katmanda(kulede) müstahkem mevki kazanmasına[3], kısacası, bu kör keşmekeşinin tümüne şahit bulunmanın ya da kalmanın biriktirdiği “susku” korkunçluğunu, “susku” gerginliğini ve “susku” öfkesini nasıl anlatabiliriz?
Bugün, yeni sinsiyet oligarşisinin, cehalet ortamından melanet ortamına uzatmayı bir “performans kritiği” olarak gördüğü kötücül yolculuğunda çok önemli bir ara-döneme geçtiğini bilişsel olarak farketmiş bulunuyoruz. Bu ara-dönemi ve kuruluş aşamasındaki havzayı bir “mezalim ortamı” olarak tanımlayabiliriz. Mezalim ortamı, cehalet ortamının yürütücüsü olan yeni sinsiyet tipolojisinin seçkinlik arayışını -ve buluşunu- tamamladığında (yani, yaygın bir tipolojiden, “kendince niteliksel” sınırları olan bir müstahkem mevkiyle örülmüş, kulevari bir oligarşiye dönüştüğünde) geride bıraktığı alandaki -aşağıdaki- yıkıntının genel görünümüdür. Bu yıkıntıyı yürütmek, cehalet ortamını yürütmekten daha zordur: -ki zaten “kule”nin inşasında da bu yönetsel zorluk belirleyici olmuştur.
Yeni sinsiyet oligarşisinin ikbal günlerini ritimleyen ve ritimleyecek olan cehalet ezberinin, “mezalim” ortamına da hâkim kılınması için -aşağıda iş görecek, retorik arsızlığını ve pirusvari kazanımları sürdürecek- yapay (belki de ithal) bir “karşıtlığı” da “işler” hâle getirmesi, birincil adım olarak tasarlanmıştır. “Yapay karşıtlığın” enstrümanları ve işbirliği sistematiği, yeni sinsiyet tipolojisinin kullandıklarının azamileştirilmiş çeşitlemeleridir. Ancak, varılan ve varılacak sonuçlar (pragmalar) yeni sinsiyetin ulaştığı menfi hedeflerden çok da farklı değildir, olamaz. Çünkü yeni sinsiyet buna izin veya icazet vermez. Önünde sonunda, yeni sinsiyet oligarşisinin havzaladığı mezalim ortamı, özel bir “sürdürülebilirlik” projesidir: Menfi gaddarlığın şiraze olduğu bir ticarileştirilmiş gelecek projesi…
Mezalim ortamının en belirgin enstrümanı, bireyler üzerinde yarattığı “panoptik gözetlenme” duygusudur. Bu duygu, “hakikat”in üzerinin örtülmesinin insan evlâdında yarattığı ve özüne ters gelen “baskı” parafazıyla benzerdir. Her türlü “özgürleşme” duygusunun üzerine yeni sinsiyet kulesinin korkutucu gölgesi vurmakta ve henüz doğuş anında -o eşsiz anın kutsallığında- “özgürleşme” duygusu karartılmaktadır. Hakikat ile hakaretin yer değiştirmesi, yalanın “sahi” yerine kullanılması, ışığın karanlığa terkedilmesi, görüşsüzlük, sisleme, cehalet ortalamasına hizmet eden her türlü aldatmaca ve hilebazlık, yandaş-paydaş etkileşimlerindeki haysiyetsizlik, liyakatsizlik ve tözsüzlük yeni sinsiyetin kendi geleceği için tasarladığı “emniyet müşirleri”dir. Mezalim ortamındaki çelişkin içeriksizlik sürdükçe, yeni sinsiyet oligarşisi, “insandan çok eşyaya benzeyen”lerden oluşan bir “melanet ortamı” yaratmanın “sürdürülebilirliği” için ikbal ezberine ve bu doğrultudaki riyaziyeyi işletmeye devam edecektir.
Mahkûm olduğumuz mezalim ortamının fetbazlarına karşı, insanlığımıza, kalb ve vicdan yolundaki hakikat arayışımıza sahip çıkmaktan başka çaremiz yoktur. Çünkü karakterimizi çevreleyen hak dirayeti (haklılığın inadı) öyle bir gayrettir ki riyaziyesi hâlâ bulunamamıştır. Zaten, ikbal ezberlerinin riyaziyede bir karşılığı da yoktur. Üstelik, coğrafya da tarih de ilim de şiir de bize bunu göstermiştir.
Ve gösterecektir.
Zafer Yalçınpınar
11 Kasım 2012, İstanbul
[1] Bkz: “Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları”, https://zaferyalcinpinar.com/i21.html
[2] Bkz: “Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin ‘Biz’ Söylemi ve Retorik Arsızlığı”, https://zaferyalcinpinar.com/i22.html
[3] Bkz: “Yeni Sinsiyet’in Seçkinlik Arayışı”, https://zaferyalcinpinar.com/i23.html
Hamişler:
1. İşbu yazının pdf dokümanı biçemine https://zaferyalcinpinar.com/yenisinsiyetikbalezberi.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
2. Yeni Sinsiyet Tipolojisi’ne karşı kaleme alınan yazıların ve sergilenen tavırların tüm envanterine https://yenisinsiyet.evvel.org adresinden ulaşabilirsiniz.
3. Ayrıca bkz: https://evvel.org/ilgi/davali
11
2012
Çelişki (Wittgenstein)
(…)
687. Çelişki, bir felaket gibi değil, oradan sonra yola devam edemeyeceğimizi gösteren bir duvar gibi görülmelidir.
688. “Çelişkiden sakınmak için ne yapmamız gerekir?” diye sormaktan çok, “Bir çelişkiye ulaşmışsak ne yapmalıyız?” diye sormak isterim.
689. Çelişkiden niçin totolojiden daha fazla korkulur?
(…)
693. Sonsuz gerilemeye yol açan akıl yürütme, ‘bu şekilde amaca asla ulaşamayacağımız için’ değil, burada hiçbir amaç olmadığı için terkedilmelidir; dolayısıyla “amaca asla ulaşamayız” demenin anlamı yoktur.
Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 2004
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ludwig Wittgenstein” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.
10
2012
Psikolojik Kavramların Tasnifi (Wittgenstein)
(…)
488. Psikolojik kavramların tasnifine devam.
Duygular. Bunlarda ortak olan: gerçek süreklilik, seyir. (Öfke alevlenir, azalır, yok olur; sevinç, keder, korku da öyle.)
(…)
493. Düşünceler korkulu, umutlu, sevinçli, öfkeli, vb olabilir.
494. Duygular düşüncelerle ifade edilir. İnsan öfkeli, çekingen, üzgün, sevinçli, vb konuşabilir; lumbagolu konuşamaz. Bir düşünce, bende duygular uyandırır (korku, üzüntü, vb); bedensel acı uyandırmaz.
495. Neredeyse şunu söylemek isterim: İnsan bedeninde üzüntü hissetmez, tıpkı gözlerinde görme hissetmediği gibi.
(…)
499. Anksiyete korkunç ise ve o sürdükçe nefes alışımın ve yüz kaslarımdaki gerilimin bilincindeysem -bu hisleri korkunç bulduğumu söylemek midir bu? Bunlar korkuyu azaltıyor olamaz mı hatta? (Dostoyevski)
(…)
512. Şöyle söylendiğini düşünelim: Memnuniyet bir histir, keder de memnun olmamaktır. -Bir hissin bulunmaması bir his midir?
(…)
567. İnsan davranışı nasıl betimlenebilir? Elbette ancak çeşitli insanların eylemlerinin birbirine karışmış halde bir taslağı çıkarılarak. Yargılarımızı kavramlarımızı ve tepkilerimizi belirleyen şey, tek bir kişinin şimdi yaptığı şey değildir, bireysel bir eylem değildir, insan eylemlerinin bütün arbedesidir, bütün eylemleri üzerinde gördüğümüz zemindir.
(…)
Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 2004
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ludwig Wittgenstein” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.
09
2012
Kendini Anlatan: “adaya doğru”
“Adaya doğru”
Foto: Zy
Ayrıca bkz: “kendini anlatan”
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Adalar Kültürü” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/mermer-adasi adresinden ulaşabilirsiniz.
08
2012
Warhola (8 Kasım -1 Aralık 2012)
“WARHOLA”
8 Kasım 2012 – 1 Aralık 2012
ALAN İstanbul – WARHOLA Dergi – WARHOLA Web
Komet – Kezban Arca Batıbeki – Arslan Sükan – Kerem Ozan Bayraktar- Hande Şekerciler- Tayfun Serttaş – Aslı Özdemir – Sılacan Köseler
Küratör : Efe Korkut Kurt
*
02
2012
Nâzım Hikmet’in Açlık Grevi Günleri (Abidin Dino)
Eylül 1963’te, Les Temps Modernes’de yayımlanan ve Abidin Dino tarafından kaleme alınan “Nâzım Hikmet’in Açlık Grevi Günleri” adlı yazının tam metnine https://www.insanokur.org/?p=42457 adresinden ulaşabilirsiniz.
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne ise https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
01
2012
Açlık Grevlerine İlişkin Açıklama
Açlık grevlerine ilişkin olarak P.E.N. Türkiye Merkezi Başkanı Tarık Günersel’in 1 Kasım 2012 tarihindeki açıklaması aşağıdadır:
31
2012
Yavuzcan Çetin & Durmayan Orkestra
Yavuzcan Çetin ve
Durmayan Orkestra‘dan
SAĞLAM BLUES…
*
3 Kasım 2012, 21.30
Clinic Live Taksim
Facebook Etkinlik Bağlantısı:
https://www.facebook.com/events/410827498982651/
*
27
2012
2000inci
Şu an okumakta olduğunuz bu “yayım” ya da “başlık” Evvel Fanzin’de 2000. paylaşıma ulaştığımızı gösteriyor. Yani, 2006 yılından bugüne toplamda 2000 adet başlıktan oluşan paylaşım/yayım bu sayfalar -ya da işte ekranlar- üzerinden gerçekleştirilmiş…
Sayıların herkesin diline düşen bön ya da “duvar saatleri gibi ahmak” taraflarıyla konuşmayı sevmem, ancak, Evvel Fanzin kapsamında okuyucuyla paylaştığım şiirleri, görsel işleri, değinileri, duyuruları, anlatıları, dizeleri, ifşaatları, lobutları, buluntuları, efemeraları, Ece Ayhan, İlhan Berk, Kuzgun Acar, Kerim Çaplı, Yavuz Çetin, Sait Faik, Oruç Aruoba, Nâzım Hikmet gibi hususi ilgileri, alıntıları, etkinlikleri, tartışmaları, incelemeleri, kitapları, Kadıköy’ü, adalar kültürünü, söyleşileri, izlenimleri, deneyimleri, sahafları, e-kitapları, dergileri, sokak sanatını, dilbilimi, mücadeleleri ve tüm bu paylaşımların etrafında yer alan insanları düşündüğümde, (nitelikle eşanlı olarak garip bir nicelikte de kendini bulan) söz konusu cehennemvari “Aksak Kolaj”ın imgesel uzamı, içerdiği duygudurum tuşeleri, çeşitlenen morfolojik yapısı ve göstergesel derinliği beni coşkuyla dolduruyor.
Evvel Fanzin’in yayım hayatının üçyüzbininci başlığa/paylaşıma/yayıma ulaşmasını dileyerek ve Turgut Uyar’ın “üçyüzbin” adlı şiirinden kısa bir bölüm alıntılayarak sözlerimi sonlandırayım:
bu kıvırcık ateşten yalanlar
300.000
kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
(…)
seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları
300.000
elimden tut beni acar balıklara alıştır
tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
(…)
TURGUT UYAR
EKLER:
E V V E L üzerine gerçekleştirilmiş birkaç söyleşi…
Emin Karabal: Öncelikle Evvel Fanzin kendini ilk bakışta nasıl tanımlar? Bir şeylerin platformu mudur; öyleyse “neyin” veya “kimin” platformudur? Evvel Fanzin’in eklem noktaları nelerdir?
Zafer Yalçınpınar: “Bakış” dedin ya, aslında çok güzel bir yerden yaklaştın… Evvel’i, geçmişin sıkı değerlerine yani geleceğe uzanan, uzanmakta olan değerlere doğru yaşamsal bir bakış olarak tasavvur etmek gerekiyor. Bu bakışı bir “anlamlandırıcı”, “sezinleyici” ya da “değerleyici” olarak ifade edebiliriz. Evvel’in bakışı ve süzülümü boşluğu rahatsız ediyor. Paul Valéry’nin çok sevdiğim bir dizesi vardır; “Boşluk, bakışlarımın biçimini taşıyor.” (Sessizlik…) Neyse… Sorduğun soruya fazlaca mistik yaklaştığımı fark ettim. Sonuçta Evvel -birincil olarak- edebiyat, yazar, şiir, şair ve sanat efemeraları ile belgelerini derleyerek insanlarla paylaşan, insanların edebiyat-sanat buluntularına erişebilecekleri bir platformdur. Kısacası Evvel, bazı konuların ve insanların “fan”ıdır. Edebiyat ile şiir konusunda son derece ilkeli, derli toplu, kendine güvenen, yerinde ağır ve poetik bir mekândır. Farklı sanat disiplinlerinde kendilerini kanıtlamış, ancak yaşantılarına bakıldığında içsel açıdan kardeş olan Ece Ayhan, Kerim Çaplı ve Kuzgun Acar ilk aklıma gelen isimler… Sait Faik, Bilge Karasu, Oruç Aruoba, İlhan Berk de Evvel’in önem verdiği isimler arasında… Bu insanlara ait her türlü efemerayı, şiiri, buluntuyu, dergilerde kalmış yazıları, kaynakları paylaşıyoruz. Evvel’e “fanzin” dememiz de bu noktadan kaynaklanıyor. Bununla birlikte, Evvel’in özellikle ilgilendiği birçok konu başlığı da var; dilbilim felsefesi, caz, sokak sanatı, fanzinler, bağımsız sinema, sahaflar, imzalı kitaplar, özgür neşriyatlar, adalar kültürü ve Marmara(Mermer) Adası, İstanbul-Kadıköy Kültürü, Fenerbahçe Spor Kulübü tarihi, koleksiyonerlik kültürü, eski ve yeni edebiyat dergileri, edebiyat ve sanat oligarşisine karşı verilen mücadeleler, ikinci yeni şiir akımı… Peki, tüm bu konular ve ilgiler kimin için… Duvar saatleri gibi ahmak ve kibirli olmayan, eşyadan çok insana benzeyen herkes için.
E. K.: “Evvel”, “Sonrasızlık” ve “P.A.T.”, daha da geriye gidersek “Kuzey Yıldızı” ile nasıl bir ilişki içinde? Bu dönüşüm süreçlerine, en çok da Evvel dönüşümüne etkeyenler nelerdir?
Z.Y.: Bu oluşumların ortak yanı şiir ve hakikat arayışıdır. Bu yolda çaba göstermek, inanç ve inattır. Kafamda sürekli çınlayan iki imge var. İlki kimin dizeleriydi şimdi hatırlamıyorum; “yıldızlara yakın olmak isteyenler, kasabalarını uçurumlara kurarlar.” İkincisi ise Nâzım Hikmet’in dizelerinden… Demin de atıfta bulundum; “duvar saatleri gibi ahmak ve kibirli olmamak / eşyadan çok insana benzemek”. Bu iki imgelem ve duruş çok önemli… Bu duruş bir evrilme gerektiriyorsa, Evvel de evrilir.
E.K.: Evvel sadece internet tabanlı bir yapıya mı sahip yoksa bir baskı uzantısı var mı?
Z.Y.: Evvel, bilinçli olarak interneti kendine medya olarak seçmiştir. Edebiyat, şiir araştırmaları, arama, atıf, takip imkânları, arşivleme, tasarım ve maliyet avantajları, söylem-bağlam analizi kolaylığı, pdf paylaşımı ve özgür neşriyat düşüncesi, tenkit-cevap hızı açısından ve tüm editöryal enstrümanlarıyla internet çok verimli ve kuvvetli bir zemindir. Ben internet yayıncılığı için yaftalanan olumsuz düşüncelere katılmıyorum. İnternet yayıncılığının olumlu gelişmelere vesile olacağını düşünüyorum. Bakın, internette yazılanlar Marsça yazılmıyor! Yazanlar da Marslı değil! Tıpkı diğer medyalarda, matbu dergilerde olduğu gibi internette de kötü yazarlar, kötü eleştirmenler, üleştirmenler, kötü şiirler, cukkacılar, statükocular, sahici olmayan şairler filan var. Ama bunun tersi de yani iyileri ve sıkı olanları da var. Ve bence Evvel gibi platformlar arttıkça sahici edebiyat ve sıkı şiir, imgelemin özgürleşmesi adına çok önemli birer mihenk taşı haline gelecektir.
E.K.: Evvel’in deyimiyle “Aksak Kolaj”ı iskeletlendiren, tam dağınık bir cisim bırakmayan öğeler tam olarak nitelendirilebilir mi? Blog üzerinden yayın yapan Evvel’in biçimini bu “Aksak”lık mı oluşturuyor?
Z.Y.: Bu biçimi ve türevlerini benimsedim, göze aldım. Tıpkı müzikte, caz davulcularında ve caz cümlelerinde olduğu gibi… “Anlam”ın coşkusuzluğunu böylesi bir biçimle ve “aksak”lıkla azaltabilirsiniz ancak… Post-endüstriyel dönemin en önemli karakteristiğidir bu fragmante biçim… Evvel’de yer alan kılavuzda söz konusu fragmante yapının gerekçelerini uzun uzun yazdım, oradan okunabilir. Fakat şunu da ilave edeyim hemen; Evvel’in karakterini “standartlaşma, azamileşme, senkronizasyon, uzmanlaşma, yoğunlaşma ve merkezileşme” gibi endüstriyel aksiyonlardan kaçınması hatta bunlara karşı durması belirliyor… Belirleyecek de.
E.K.: Eski platformlardan bu yana gelen okuyucuları dışarıda bırakırsak Evvel, yeni okuyucuyu nasıl görüyor, kendisini nasıl göstermek istiyor? Önceki soruda sorduğum öğelerle yeni okuyucunun geneliyle arasında bir ilişki kurmak mümkün mü?
Z.Y.: Evvel, okuyucusunu ciddiye alan, önemseyen özenli bir platformdur. Okuyucusu da Evvel’i ciddiye alır, önemser, Evvel’e özen gösterir… (Sessizlik…) Tekrar edeyim; Evvel’in takipçileri ile destekçileri “kültür endüstrileri” karşıtı bir mizaçla sahici edebiyatı ve şiiri arayacak, yeni sinsiyet tipolojisine ve kifayetsiz muhterislere karşı duracak, bazı değerleri “gözleri gibi” koruyacak özenli ve sahici insanlar olacaktır.
E.K.: Evvel’in statik olmaktan çok, eleştirileri ve bildirileriyle yeni bir arayış içinde olduğunu varsayıyoruz… Evvel, kendisinin ileride el vereceği teşkilin nasıl olduğunu sezinleyebiliyor mu?
Z.Y.: Evvel ve çevresi -senin de ifade ettiğin gibi- durağan ya da etrafı çitlerle çevrilmiş bir oluşum değil. Evvel, kendini sürekli yenilemeye ve geliştirmeye çalışan, imgelemin özgürleşmesi için mücadele eden, korkusuz, ilgilendiği konulara ya da insanlara karşı sorumluluğunun ve yükünün bilincinde olan, yayımladığı poetik bildirilerde ve tenkitlerde hakikati arayan, mutat zevatların muhteris tipolojisi ile yeni sinsiyet’in retorik arsızlığına karşı olan, en önemlisi de sahici edebiyatın, sıkı şiirin, poetikanın ve sanatın haysiyetine -o “kalb ve vicdan” boyutuna- yerden göğe kadar inanan bir platformdur. Gelecekte de bu değerlerini, özelliklerini ve ilkelerini koruyacaktır. Söz konusu ilkeler kimde, nasıl tezahür olur, orasını bilemem. Kimse de bilemez. Ama tahminim, gene, yani gelecekte de “eşyadan çok insan olanların, insana benzeyenlerin” Evvel’i takip edeceğidir.
29 Temmuz 2011
evvel.org
***
Dipdalga: Bir fanzinin doğuşuna neden olan motivasyon nelerdir? O fanzine ilgi gösteren kişi neleri gözetir? Fanzin ilgi gösteren kişide neler uyandırır?
Zafer Yalçınpınar: Bence yazınsal, daha doğrusu sanatsal açıdan, insanın içinde tutamadığı bir şeylerin -bir farkındalığın, bir düşün, bir dizenin, bir olayın, bir sezginin, bir fikrin, bir sorunun, bir nedenselliğin, bir imgenin, yani ne yaşanıyor ise onun yarattığı duygudurumun- “dile getirilmesi”, “tınıması”, kişinin “konu” uzayındaki bir noktanın duygudurumsal bir “itki” ya da “ilgi”yle birlikte önemsenmesi, tezahür etmesi sonucunda fanzin doğar… Kısacası, duygudurumsal arkaplan açısından “özel” olan bir “ilgi”nin tezahürüdür fanzin… Özel bir ilgi, retorikten arı bir şekilde fanzinle somutlaşır, diyebiliriz. Yani, öncelikle kişisel ağırlığı olan, kişinin kendisine yönelimini, duygudurumsal olarak kendisini sınamasını, kendisini sorgulamasını mimleyen bir “ilgi” hâlidir bu tezahür… Gariptir ki bu tezahür, “medya” tanımıyla çelişir: -ama gene de yazarı, okuyucusu ya da çoğaltıcısı için “özel bir ilgiler medyası”dır aslında, fanzin…
D.D.: Fanzinler ve toplumsal mücadeleler ilişkisi nasıldır? Sovyet Devrimi’nde fanzinlerin önemine ilişkin bazı değinmeler gördüm. Türkiye’de fanzin geleneği için 1990’ların başına tarih veriliyor olsa da, -yeni olsa da- bu ilişki nasıl biçimlendi?
Z.Y.: Bu konuda belirginleşmiş bir izlenimim yok. Çünkü sorunuzun içerdiği tarihçeyi bütünüyle bilmiyorum. Zaten fanzinlerin bulanık bir geçmişi vardır. Türkiye’deki fanzin kültürünün -başlangıçta, ilk örneklerinde, ilk kez “fanzin” adının telaffuz edildiği zamanlarda- ideolojilerle sınırlanmış olduğunu ya da ideolojilerin sınıflandırdığı toplumsal mücadelerle, işbu mücadelelerin retoriğiyle, diliyle filan bir ilişkisinin olduğunu sanmıyorum. Aksi bir durumla başlamıştır her şey… Türkiye’deki fanzin kültürü, kendini “toplumsal” olanın dışında hissedenlerin kendileriyle (birkaç benzeriyle) yalnız kalmak, biraz kafa dinlemek istemesi ve “diğerleri”ni -bütünüyle- umursamamak yönünde başlamış olsa gerek… İlk dönemlerde, fanzin söz konusu olunca “diğerlerinden kendini soyutlamak” çok önemsenmiş gibi geliyor bana…
D.D.: Popüler ürünlerin yarattığı bilince karşı fanzinler nasıl bir imkân sunuyor?
Z.Y.: Sahici sanatın biricik olanı sezdirme becerisini etinde ve kemiğinde hisseden bir insan evlâdı, o “popüler ürün” dediğiniz şeylerle karşılaştığında büyük bir “pazar/ekonomi/iktisat” bulantısı yaşıyor. Oysa ki “Yeni Kapitalizm”in hilebaz ve sinsiyet içeren tipolojilerinden, piyasadan uzaklaşmak, biricik olana yakınlaşmak, biricik olandaki tözü sezmek ve endüstriyel olandan kurtulmak içindir sanat da fanzin de… Fanzinlerde yer alan konuya, kişiye, olaya, esere, şiire “ilgi” duyuş biçiminin bir iktisadının olmaması en önemli şeydi bence… Bu durumda “imgelemin özgürlüğü” biçimlenebiliyordu. (Sıkı şiirde bu imkân hâlâ geçerlidir.) Bir ilginin, bir içeriğin, bir imgelemin, bir şiirin iktisadı oluşmuşsa eğer, emin olun ki o artık büyük ihtimalle sahiciliğini, tözünü ve sıkılığını kaybetmektedir. Çünkü piyasalandırılmıştır.
D.D.: Fanzin sayısının son yıllarda azaldığından bahsediliyor. Nedenleri nelerdir? Fanzincinin isyan etme gerekçeleri mi azaldı? Kültür-sanat tekellerinin iyice semirdiği, yayınlarda aynı isimlerin döndüğü bir ortamda; yaşamın nabzını tutan fanzinlerin söyleyecek daha çok sözü olması gerekmiyor mu?
Z.Y.: Panoptik gözetleme altında yaşayan sessiz yığınlar ve o yığınların devasa gölgesi… Giderek, insandan çok eşyaya benzemenin Kafkavari hâli, anatomik suskunluğu, cansızlaşması… Kendi yokoluşunun ağıtını hafifçe mırıldanan bir keşmekeş, binbir türlü yabancılaşma, anlamdışı bir kariyerizm, karakter aşınması, retorik arsızlığı ve uzgörüsüzlük, fikir kelliği tipolojisi… Mesailer, mesailer, mesailer… Yöneticiler, yöneticiler, yöneticiler… İşler, müşteriler, küresel ağ kapitalizmi filan… Toplum mühendisliğine maruz kalanların saflığı, öğrenilmiş çaresizlik duygusu… Bugünlerde, Yeni Kapitalizm’in Kültürü’nün içerisinde ne tuhafız yahu!
D.D.: İnternetin gelişimi fanzini nasıl etkiledi? Fanzin arşiv projeleri bu geleneğin devamlılığına nasıl bir etkide bulunabilir? Elektronik ortamdaki fanzin arşivleri, fanzinin fotokopi kokan aurasını zedeler mi? Ne tür önlemler alınabilir?
Z.Y.: Bakın, ben bu internet olumsuzlamalarına katılmıyorum. Blog sistematiğiyle yayımlanan yazılar, şiirler Marslılar tarafından, Marslıların alfabesiyle yazılmıyor! Çizilen resimler, çekilen fotoğraflar filan Marslıların fırçasından, objektifinden çıkmıyor. Gözün ve sözün ucunda insanın zihni var, insanın hakikati var, olmalı, olacak! İnternette de kaleminin, gözünün, sözünün ucunda kalb ve vicdan taşıyanlar var, olmalı, olacak! İnternette kullanılan imgelem başka evrenlerin filan imgelemi değil. Zaten, bence, sıkı fanzincinin fotokopi kokan bir aurası da yok artık. O fotokopi işleri 90’ların sonunun ve 2000’lerin başının medyasıydı, çoğalım tekniğiydi. Bugünün medyası, çoğalım tekniği, internet üzerindedir…
D.D.: Mevcut kültür-sanat eleştirmenliği, edebiyatın sektörleşmesinde nasıl bir tahakküm yaratıyor? Bu sistem yeni seslere hangi ölçülerde açık?
Z.Y.: Ben, titizlikle ve özenle icra edilen bir kültür-sanat eleştirmenliği filan göremiyorum ortada… Ne yapısal, ne de post-yapısal olarak hakikat ihtiva eden, aydınlatıcı bir eleştirmenlik göremiyorum, yok. Kısacası, ortalıkta “eleştiri” yok, “üleştiri” var. Bugün, Yeni Sinsiyet tipolojisinin çeşitli oligarşik söylemlerini, menfaat çeşitlemelerini, cehaleti ve hodbinliği primlendirişini, yandaş/paydaş etkileşimlerini, tüm o “karakter aşınması”nı filan “eleştiri” diye okuyoruz. Tarihi bir hatadır, tarihi bir ilüzyondur bugün yaşanan şu “eleştiri” dansözlükleri, kıvırtmaları… Edebiyatın, sanatın özünü terketmesi ve endüstrileşme sürecine yönelmesidir bu… Yeni Kapitalizm’in kendine yeni “çıkar yollar” bulma çabasıdır tüm o “eleştiri/üleştiri” numaraları…
D.D.: Düzensiz de olsa uzun yıllar yayımlanmış fanzinler var mı? Fanzin eyleminin uzun soluklu olmayışının nedenleri neler?
Z.Y.: Tözle, sahici olanla süreğen bir ilişki kuramazsın. Yanarsın… Kül olursun Kerem gibi… O noktaya geldiğinde, ya sahte bir tavırla “yola devam” diyeceksin ya da yayını, bahsettiğin o fanzin eylemini durduracaksın, dinleneceksin. Her şeyi yeniden düşüneceksin, göğe bakacaksın bir süre… Bu böyledir. Fakat, düşün ki sahtecilikle, statüko arayışıyla, yalanla dolanla 70 yıl boyunca yayın hayatını sürdüren “soluksuz, yaşamsız, içsiz kalmış” bazı “mezarlık dergiler” var tarihimizde… “Bir çöplüğe dönüşmektense varlığımı noktalarım” diye düşünüyor olabilir fanzin ve çevresi… Haklı da.
D.D.: Sokak şairleri, sanatçıları fanzincilerin ruh ikizleri mi? Ortaklıklar nelerdir?
Z.Y.: Benzerliğin kökeni, hakikat yolunda kalb ve vicdan arayışıdır: “Eşya olmak” yerine “insan olmak” arzusudur. Şiir ve şair özelinde başka benzerlikler de vardır; örneğin “imgelemin özgürleşmesi” açısından içsel olarak kardeştirler…
D.D.: Metropollerde (İstanbul, Ankara, İzmir) ve dışında, kültür-sanat endüstrisine karşı duruşunu önemsediğiniz bandrollü yayınlar var mı? Varsa, isim verebilir misiniz?
Z.Y.: Kültür-sanat endüstrisine karşı veya yancı duruşuyla olmasa da bazı özel ilgilerim nedeniyle önemsediğim ve takip ettiğim bandrollü yayınlar var. Ama isim vermek istemiyorum.
D.D.: Kültür-sanat endüstrisine mesafeli bazı muhalif dergiler, dağıtım şirketlerinin istediği yüksek fiyatlar nedeniyle bu ağdan çekildi. Bu durum fanzin kültürünün özgünlüğünün ve fanzinci duruşunun bir onayı olarak görülebilir mi?
Z.Y.: Görülür… Ama çevrimsel ya da iklimsel, yani “geçici” bir onaydır bu aslında… Bak, bir şeyi açıkça ortaya koymalıyız; “dağıtımdan çekilmek” dediğin şey, “yeni kapitalizmin kültüründen çekilmek” anlamı taşımıyor. Aslında, tersine, bu “çekilme” olayı okuyucu profiline ilişkin bir kapristir, şovdur hepi topu… Misal, dağıtımdan çekildiğini söyleyen dergilerin kaçının etiket fiyatı yarı yarıya azalmış? Eminim ki çok azdır… Yani bu “çekilmek” hikâyesi sahici bir tavır değildir. Yarın öbürsü gün, dağıtımcılara ya da benzer bir “Yeni Kapitalizm” sistemine “Eyvallah” diyeceklerdir sanıyorum, eli kulağındadır. Görürsün…
D.D.: Bildiğimiz kadarıyla fanzin eylemi, kültür-sanat aleminin dışında konumlanmayı; günlük hayatın gerçeklerinden yola çıkarak, sisteme isyanı ve direnişi ifade eder. Hiç bu öze aykırı tutumlarla karşılaştınız mı, fanzinin bir basamak olarak görüldüğü durumlarla?
Z.Y.: Evet, defalarca böylesi şeylerle karşılaştım… Özellikle de 2009-2011 arası bu konuda çok belirleyiciydi, çok kritikti. Ama en üzücüsü şuydu bence: “Yeraltı Edebiyatı” denilen söylemin bir basamak ve menfaat enstrümanı olarak kullanılmasına, alt-kültür dilinin ve imgeleminin endüstrileşmesine (yani “imgelemin özgürleşmesi” yolundan çıkarak Yeni Kapitalizm söylemlerinde erimesine) böylelikle de o alt-kültürün anlamsızlaşmasına şahit oldum. Son 2-3 yıl içerisinde “Yeraltı Edebiyatı” denen şey fabrikalaştı…
14 Aralık 2011
dipdalga.net
26
2012
Japon Mitolojisinden…
İzanagi ve İzanami göklerin köprüsünde yan yana durmuş ve yükseklerden aşağı bakmış. “Aşağıda bir şey görebiliyor musun?” diye sormuş İzanagi. “Yalnızca su” diye yanıt vermiş İzanami. “Hiç kara var mı diye merak ediyorum.” “Bunu anlayabiliriz demiş İzanagi. “Göklerin mücevher mızrağını alalım ve derinlere doğru fırlatalım. Eğer kara varsa mızrak bunu mutlaka gösterecektir.”
İki tanrı derinliklerde mızrağı gezdirmiş ve çekip çıkarınca ucunda bir şey birikmiş mi diye bakmış. Mızrağın ucundan tuzlu su damlamış ve daha sonra tuzlu bir kütle olarak aşağıdaki denize düşüp bir ada meydana getirmiş.
“Artık aşağıdaki sularda yaşayabiliriz” diye bağırmış İzanami. “kalacak toprağımız oldu.”
Böylece izanagi ve İzanami göklerden ayrılmışlar ve denizin ortasında yarattıkları adada yaşamaya başlamışlar. Orada büyük bir saray inşa etmişler ve mücevher mızrağı, taşıyıcı sütun olarak ortasına yerleştirmişler.
“Adalar, Yazarlar, Şairler”
Sevengül Sönmez, Adalı Yay., 2011, s.92
24
2012
Birlikte ve Bağımsız: İKAMETGâH KADIKÖY-II
İkametgâh Kadıköy-Birlikte ve Bağımsız-II
Kadıköylü galeriler, sanat inisiyatifleri ve tasarım mekânları bu yıl “İkametgâh Kadıköy-Birlikte ve Bağımsız” başlıklı etkinlikler dizisinin ikincisini, 7 Kasım-9 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleştiriyor. İlkinde Anadolu Yakası’ndaki üretimi ve paylaşımı çıkış noktası olarak alan etkinlik, bu yıl içine yeni mekânları, Kadıköy’de üreten sanatçıların yanısıra Avrupa yakasından ve yurt dışından katılan sanatçıları da katarak yola devam ediyor.
Yukarıdan aşağıya bir örgütlenme modeli yerine, katılan her mekânın ve her sanatçının kendi özgünlüğü ve bağımsızlığını koruyarak birlikte hareket etme ve paylaşma modelini benimsiyor. Sanatçılar kavramsal ve biçimsel bir çerçevenin içine girmeden resim, heykel, video, illüstrasyon, fotoğraf, yerleştirme, tasarım, karikatür gibi farklı disiplinlerdeki çalışmalarını 12 ayrı mekanda sergileyecekler. Sergilerin yanısıra çeşitli performanslar, konserler, workshoplar, sanatçı konuşmaları, çocuklarla yapılacak çalışmalarla paneller ve söyleşilerle de izleyicilerle buluşulacak.
7 Kasım-9 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan İkametgâh Kadıköy , Asfalt Art Gallery, Barış Manço Kültür Merkezi (Hush), İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi, KargART , Halka Sanat Projesi, Kabine Nadire, Sanat Bahane, Zelazo, Tasarım Parkı, Dunia, GİT ve Burg Giebichenstein University of Art & Design sanat alanlarında tüm sanatseverlerin paylaşımına açıktır.
Etkinlik Programı:
https://zaferyalcinpinar.com/ik2etkinlik.pdfAyrıntılı bilgi ve iletişim için:
ikametgahkadikoy@gmail.com
*