Neal’ın nesi vardı ki sonuçta; hepsini toplasan, en basit haliyle, adam hayata karşı muazzam bir heyecan duyuyordu.
(…)
Neal evime gelmiş, beni bekleyerek pek çok gece burada kalmış, öğleden sonraları annemle muhabbet etmişti; o konuşurken annem de, evde yıllardan beri duran, kimsenin giymediği elbiselerden kocaman bir kilim yapıyordu; kilim artık bitmişti ve şu anda yatak odamda yerdeydi: zamanın akışı gibi girift ve zengin.
(…)
“Ve sonra tatlı hayata doğru yol alacağız çünkü artık zamanı geldi ve HEPİMİZ ZAMANI BİLİYORUZ!”. Şiddetle çenesini ovuşturdu, arabayı bir anda yana savurdu ve üç kamyonu geçti; hızla Rocky Dağı şehir merkezine girdi; her yöne bakıyor, başını hareket ettirmeden, gözlerini oynatarak 180 derecelik görüş açısındaki her şeyi görüyordu. Çaat diye anında bir park yeri bulup arabayı park etti ve hemen fırladı. Hiddetle tren istasyonuna doğru koşturdu; biz de koyun gibi onu takip ettik. Sigara aldı. Hareketlerinde tam bir delilik hâkimdi: her şeyi aynı anda yapıyor gibiydi. Aynı anda başını aşağı yukarı, sağa sola sallıyor, güçlü kuvvetli elleriyle ani hareketler yapıyor, hızlı hızlı yürüyor, oturuyor, bacak bacak üstüne atıyor, bacaklarını düzeltiyor, ayağa kalkıyor, ellerini ovuşturuyor, gözlerini ovuşturuyor, pantolonunu çekiştiriyor, başını kaldırıp “Ee” diyor ve birden gözlerini kısarak her yeri görmeye çalışıyordu; ve sürekli beni kaburgalarımdan dürtüyor ve konuşuyor, konuşuyordu.
(…)
Söylediği şeylerin hiçbiri net değildi ama anlatmak istediği şey bir şekilde saf ve temizdi.
Jack Kerouac
“Yolda”yken…