Şub
13
2008
0

Anlaşılan; Hz. Müptezel(Ali Enver Ercan) dersini almamış…

Hz. Müptezel (yani Ali Enver Ercan) ve halay takımı dersini almamışa benziyor. 13 Şubat 2008 itibariyle bana bir mektup/yazı daha gönderdiler. (İşbu mektubu https://zaferyalcinpinar.com/tysden2.JPG adresinden indirip okuyabilirsiniz.)

Bu yazıya göre uygunsuz söylemlerimden ve deyişlerimden dolayı, Hz.Müptezel ve koltukaltı Mustafa Köz, beni onur kuruluna “disiplin” icra etmek amacıyla sevk etmişler. Hıfzı Topuz, Adnan Özyalçıner, Egemen Berköz ve Ataol Behramoğlu’ndan mürekkep disiplin kurulu da beni “kınama”ya karar vermiş. Eğer uygunsuz davranışlarıma devam edersem TYS üyeliğimi “askıya” alacaklarmış vs…

Alsınlar.

Şimdi, meseleye -gene- iki açıdan yaklaşmak lazım.

1. Enver Ercan ve onun halay takımına ilişkin açı:

Hz.Müptezel’e (Enver Ercan’a) ve Mustafa Köz’e, ayrıca işbu ikilinin himaye ettiği meczuplara söyleyecek fazla bir sözüm yok; çoğunu önceden söyledim. Fakat şimdi, bu adamlara ne yapayım ben? İşbu kabzımalları nasıl cezalandırayım? Bana gönderdikleri bu iki yazıyı GittiGidiyor üzerinden 1 YTL fiyatla satışa mı sunsam? Daha resmi yazı yazmayı, resmi yazıların şekil şartlarını bile doğru düzgün bilmeyen işbu kabzımal ikilinin bana gönderdiği yazıların orjinallerini “GittiGidiyor” adlı web sitesi üzerinden satışa sunmak, bu halay takımını akıllandıracak mıdır? “Köylü kurnazlığı” taktiklerinin benim üzerimde işe yaramadığını ne zaman anlayacaklar? Bakacağız.

2. TYS Onur/Disiplin Kurulu’na ilişkin açı:

Onur kuruluna diyecek fazla bir şey yok. Onur kurulundaki isimler saygın isimlerdir. Bu isimlere söyleyeceğim biricik şey şudur:

TYS’nin “bir halay takımının çalgısı(enstrumanı) olması”na izin vermeyin. Eğer izin verirseniz bu durum bizzat sizin tasarrufunuzdur ve ne yazık ki tarihe de böyle geçecektir.

13 ŞUBAT 2008- Zafer YALÇINPINAR

Hamiş: Duyduğuma göre, Onur/disiplin kurulu beni “kınama” kararına vardığında, Enver Ercan da hemen cebinden kına çıkarmış ve bir yerlerine “kına” yakmaya, sürmeye başlamış… Zaten bu ikilinin adetleri, yöntemleri böyledir: 20-25 senedir kına yakıp dururlar.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Oca
25
2008
1

BİLDİRİ: “TYS, bir halay takımının çalgısı olmamalıdır!”

Bugün TYS’den bana bir mektup geldi. (İşbu 2 sayfalık mektup https://zaferyalcinpinar.com/tysden1.jpg ve https://zaferyalcinpinar.com/tysden2.jpg adreslerinden indirilebilir ve okunabilir.)

Salih Bolat, beni TYS yönetim kuruluna bir dilekçeyle şikayet etmiş. TYS de benden “özür” bekliyormuş, beni kınıyormuş. Özür dilemez isem beni “disiplin kurulu”na sevk edeceklermiş vs.

Etsinler.

Şimdi, işbu dandik meseleye iki yönden bakmak lazım:

1.Salih Bolat’a ilişkin açı;

Salih Bolat’ın benim söylediklerimi anlaması için aynı şeyleri kaç kere daha tekrar etmem gerekiyor? Veya sağa sola dilekçe vermekle, edebiyat anlamında bir yerlere varılabilir mi? Salih Bolat, bana sataşmanın bir “kariyer basamağı” ya da “kilometre taşı” olmadığını -bunca olaydan sonra- hâlâ anlayamamış mı? Ve ayrıca ödül alan bir insanın “üzerinde ‘dünya güzeli’ yazan bir kuşakla sağda solda kırıtması” da bir edebiyat başarısı değildir… Kaldı ki ödülün alınması da verilmesi de bir başarı kıstası değildir bence.Salih Bey’e bunları anlattık, ama bir türlü anlamıyor. Bu nedenle Salih Bolat’ı bir kalemde geçiniz. Ne bu dilekçeyi TYS üzerinden sağa sola göndermekle, ne de ödül almakla çok önemli bir şey yapmadı, yapamaz. Çünkü onda öylesine bir derinlik, öylesine bir şiirsel kuvvet yok. Bunu kendisi de biliyor. Debelenip duruyor işte… Mesele bundan daha fazla bir şey değildir, yani bu kadardır.

2.TYS’ye ilişkin açı (Yani Enver Ercan, Mustafa Köz ve avanesinin açısı);

Ben bu Hz. Müptezel’le yani Enver Ercan’la davamı kapatmıştım ama anlaşılan o, söylediklerimden ve yaptıklarımdan falan ders almamış hiç…

Şimdi, bugünkü haliyle TYS denen oluşum, herkesin bildiği gibi Enver Ercan ve avanesinin, statüko veya saygınlık cukkalamak için kullandığı bir merci/makam haline gelmiştir. Yani bundan ibarettir. Mustafa Köz ve Enver Ercan’ın halaybaşı olduğu, kendi kendine çalıp oynayan bir taife…

Beni “disiplin kurulu”na vereceklermiş ki en çok buna güldüm. “Beni sendikadan ihraç etseler de rahatlasam” diye düşünüyordum zaten. Bu Salih Bolat’ın dilekçesi bir vesile olmuş olur. İyi de olur, çünkü TYS ile ilgili söyleyeceklerimi, orada yaşadığım gerçekleri daha rahat anlatırım böylece…

Şimdi Mustafa Köz’e, yani “Enver Ercan’ın fikir babası” meselesine özellikle gelelim. Çünkü işbu dandik dilekçeler vs onun başının altından çıkıyor. Geçenlerde Son Gemi’de Vecdi Çıracıoğlu ile birlikte oturuyorduk. Mustafa Köz bir ara yanımıza uğrayıp, Vecdi Abi’yle selamlaşıp şöyle demişti:

“Tys toplantısından, dershane toplantısından geliyorum.”

Sonradan, o kadar güldüm ki bu söze. Aklınca, Mustafa Köz, TYS üzerinden bana ders verecek… Önceleri “Su Resimleri” adlı kitabına duyduğum saygıdan dolayı çekiniyordum, ama artık ona da, Mustafa Köz’e de sözüm açıktır;

“Mustafa Köz, gitsin önce kendisine ders versin, kendi dükkanının önünü süpürsün. Ne bileyim, gitsin, bir danışmanlık kuruluşundan “bir kurumun nasıl yönetileceği üzerine dersler” falan alsınlar: “Zaman Yönetimi, Stratejik Planlama, Performansa Dayalı Bütçeleme ve Kalite Kavramları” gibi dersler alsınlar. Öyle, meyhanelerde “Dershane toplantısından geliyorum” vs söylemleriyle bir kurum yönetilmez, bir yere varılamaz. Mustafa Köz kendini bir “stratejiysen” zannedip, bana böyle komikliklerle gelmesin. İşine, dalgasına baksın ve dükkanının önünü süpürsün.”

Sonuç olarak da şu aşağıdaki tümceyi -ayağa kalkarak- söyleyebiliriz;

TYS, bir halay takımının çalgısı (enstrumanı) olmamalıdır.

ZAFER YALÇINPINAR – 18 Ocak 2008 – Erenköyü

Ayrıca, bkz: https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=261 (Hz. Müptezel’le İkinci Karşılaşma)

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Oca
09
2008
3

Ali Enver Ercan(Hz. Müptezel) ile İkinci Karşılaşma!

Ali Enver Ercan (namı diğer Hz. Müptezel) ile bugün, yani 9 Ocak 2008 tarihinde, gene karşılaşmış bulunmaktayım. Meğer ben ne kadar temiz yürekli bir adammışım ve şu dünya da ne kadar küçükmüş… Bugün yaşadığım şeyler, bugünkü karşılaşma bunu kanıtlıyor.

Hemen anlatayım:

Bugün, çeşitli işler için saat 17:30 sularında Kadıköy’deydim. 19:00’da işyerinden Kadıköy’e dönecek olan eşimi beklerken, zaman öldürmek için sahafları gezmeye karar verdim. Uzun zamandır uğramadığım Ün Sahaf’a uğradım ve 2 Ytl’ye satılan şiir kitaplarını incelemeye başladım.Kitapların arasından Ali Enver Ercan’ın “Eksik Yaşam” adlı kitabı çıkmaz mı… Ün sahaf’ın sahibini yanıma çağırıp, kitabı ve kitabın arkasındaki resmi gösterip beraberce güldük… (Kitapların arasından Mesut Aşkın’ın ilk şiir kitabı olan  “Çocuk Gülünce” adlı kitap da çıktı.) Her iki kitabı ve bulduğum bazı diğer kitapları da satın alıp dükkandan çıktım. “Som Gemi” adlı mekâna gittim ve orada Mesut Aşkın’la karşılaştık, sahaftan bulduğum kitabı Mesut Aşkın’ın kendisine imzalattım. Enver Ercan’ın “eksik yaşam” adlı kitabını ve kitabın arkasındaki o ünlü fotoğraf ile yazıyı  da Mesut Aşkın’a ayrıca gösterdim, güldük. Sonra, biraz daha sohbet ettik ve Son Gemi’den çıkıp beni Starbucks’da (eski postanenin yakınlarında, yeni açılan yerde)  bekleyen eşimin yanına doğru yollandım. Starbucks’a girmiştim ki bir de baktım, karşımda Ali Enver Ercan… Beni tanımamazlıktan geldi ve hemen Starbucks’dan çıktı. Eşimin oturduğu masaya, elimdeki kitapları ve kafamdaki şapkayı bıraktım, paltomun önünü açtım, “Eksik Yaşam” adlı kitabı da yanıma alarak Enver Ercan’ın peşine düştüm. Enver Paşa, Starbucks’ın yanında ufak bir girişi olan Seyhan Müzik’e girdi. Arkasından ben de girdim. Gene beni tanımamazlıktan geldi. Sonunda dayanamayıp: “Enver bey!” dedim. Döndü. Elimdeki “Eksik Yaşam” adlı kitabı(yani Enver Ercan’ın o meşhur kendi kitabını) ona, bizzat uzatarak “Ben Zafer Yalçınpınar, bunu alın!” dedim. Sinirlendi ve “Ben senin gibi bir adamdan bir şey almam!” dedi. Güldüm ve kitabı ona yeniden uzatarak “Şimdi, bu kitabı alıyor musunuz, almıyor musunuz?” diye sordum. Seyhan Müzik’in alt katındaki herkes bize bakıyordu. “Alayım bari!” dedi, kitabı aldı ve şöyle devam etti:

“Bak, sen terbiyesizsin… Edebiyat dünyasında kötü üne kavuştun…  Ayrıca o kız benim sevgilim falan değil, Almanya’da yaşıyor…” dedi.

Ona hafifçe gülümsedim ve çektim gittim; Enver Ercan’ı, elinde “Eksik Yaşam” adlı ilk kitabıyla, çeşitli haysiyet çelişkileriyle ve tüm bu yaşananların ağırlığıyla başbaşa bırakıp gittim. Orada öylece kala kaldı.

Sonra, eşimle birlikte eve geldik. Ve zamanında babamın Gökçeada’dan satın aldığı yıllanmış bir el yapımı şarabı açıp, içtik.

Kendi kendime şöyle dedim:

“Eh, Hz. Müptezel’in kendi dandik gerçeğini, onun kendi eline de verdik… Enver Ercan işi, bu dandik dava da halledilmiştir. Daha fazlasına gerek yok… ”

Biliniz ki şu an, kimse benden daha mutlu olamaz.

Zafer Yalçınpınar 9 Ocak 2008, Saat “22:09”

Eki
21
2007
0

GÖRSEL ŞİİR DOSYALARI: Bir Geçiştirme Operasyonu…

Son bir hafta içinde Yasakmeyve şiir dergisindeki Görsel Şiir dosyasını okudum ve kitapçığı  inceledim. Ayrıca Varlık Dergisi’ndeki kültür gündemi yazılarını “A.Budak, Metin Cengiz, Veysel Çolak vs”nin Görsel Şiir hakkındaki yazılarını, söylemlerini de okudum. Üstüne üstlük Serkan Işın’ın “Vasatlık İdeolojisi” adlı karşı yazısını da okudum. (Davut Yücel’e gösterilen tavırları vsyi de bizzat tecrübe ettim.) Şimdi, -tüm bunların üzerinde-  durmadan Görsel İş yapan bir adam olarak son aylardaki Görsel Şiir dosyaları hakkında bir şeyler söyleme vakti geldi de geçiyor:

Taktik olarak;

1. Enver Ercan hazretleri küçük ve dandik bir baskıyla Görsel Şiir seçkisini çıkarmış yani geçiştirmiştir.

2. Enver Ercan, A.Budak ve Metin Cengiz gibi işbu görsel meselelerden anlamayan, konuya uzak insanlara yazılar yazdırarak Görsel Şiir’in prestijine ve kendisine zararlar vemiştir.

3. Enver Ercan, Yasakmeyve ve Varlık’taki dosyalarla Görsel Şiir meselesinin -aslında- kapanmasını istemektedir. Önümüzdeki günlerde bu dosyaları okuyanların vereceği tepkiler derlenip toplanacaktır; grafik tasarımcılar ve göstergebilim duayenleri çeşitli çevrelerde olayla dalga geçecektir. “Yahu bu tipografi, başka bir şey değil” diyerek olayın özünü anlamadan konuyu geçiştirenler de olacaktır..  “Bize fırsat verilmiyor…” diyen Zinhar taifesine karşı Enver Ercan şöyle bir haraket yapmıştır: “Evet, buyrun alın, size fırsat da verdik… Bakın ben de modernim, bakın gerekirse ben de sizi desteklerim…” demiş gibi görünse de aslında Enver Ercan dosyayı kapatmıştır, Enver Ercan dosyayı rafa kaldırmaya çalışmaktadır…. Serkan Işın’da bu numarayı yemiş bulunmaktadır..

Kuramsal olarak;

Pekala, düşünüyorum da bu dosyalarla birlikte Kuram’a ne kadar destek sağlandı… Bu dosyaların kuram üzerindeki marjinal faydası ne kadardır? Değer miydi? Oysa ki kişisel faydalar, ismi faydalar tavana vurdu. :)

Sonuç olarak;

Madem Görsel Şiir dosyaları hakkında bir şeyler söylüyoruz, bu dosyaları eleştirirken de bir “görsel iş” tasarlamak gerekiyordu ve ben de tasarladım. Aşağıda “Görsel Şiir” dosyaları hakkındaki düşüncelerimi/bakışımı işaret eden bir görsel iş bulunmaktadır.

Bir Geçiştirme Operasyonu – Zafer Yalçınpınar – 2007

Tem
15
2007
1

Ali Enver Ercan kimdir?

Yukarıdaki fotoğraf Enver Ercan’ın “Eksik Yaşam” adlı çok eski bir şiir kitabının (belki de ilk şiir kitabının) arka kapağıdır. Arka kapakta Enver Ercan’ın fotoğrafının altında bir de özgeçmişi var:

“1958’de İstanbul’da doğdu. Lisedeyken bazı nedenlerden dolayı okulu bırakmak zorunda kaldı. Şimdi bir şirkette satış elemanı olarak yaşam savaşını sürdürüyor.”

Enver Ercan, yaşam savaşını şu an Varlık Dergisi’nin editörü, Yasakmeyve ve Komşu Yayınları’nın sahibi ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın başkanı olarak sürdürüyor.

Ayrıca Bakınız:

TYS Askısı:

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=284

Ali Enver Ercan dersini almamış;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=280

TYS, bir halay takımının çalgısı olmamalıdır; https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=264

Hz. Müptezel ile ikinci karşılaşma;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=261

Haz
25
2007
0

ŞANS ESERİ: “Ben Ali Enver Ercan, Varlık Dergisi’nin Sahibi…”

Bazen yaşam insanın başına öyle raslantılar (kesişimler) getiriyor ki şaşkınlık içinde kalıyorsunuz ve “Her şey olabilir ya da oluyor” diye düşünüyorsunuz. Yani “Yahu bu kadarı da olmaz!” diye düşündüğünüz her olay başınıza gelebiliyor veya oluyor. Geçenlerde yaşanılanlar buna sıkı bir örnektir:

Yakın editör dostlarımdan biri taşınma telaşı içindeydi. Zorlukla Kadıköy’de kiralık bir ev buldu. Taşınma sırasında yerleşeceği apartmanın kapısının önüne kitaplarını  yığdı. Tam o sırada karşı kaldırımda duran bir adamın kendisine dik dik(bön bön) baktığını fark etti. Önce adamı umursamadı ve kitapları dairesine taşımaya devam etti. Arkadaşım birkaç sefer yaptı, ama kaldırımdaki adam hâlâ yerinden kıpırdamamıştı ve bön bön (dik dik) bakmaya devam ediyordu. Sonunda, kadırımdaki adam arkadaşıma seslendi:

 

-Kaça kiraladınız bu evi?
Arkadaşım:
– 750 YTL…
-Çok vermişsiniz…
-Ne yapalım, ama biz şimdilik memnunuz…
Kaldırımdaki adam, apartman girişine yığılmış kitaplara bakarak:
-Kaç kitap var burada?
Arkadaşım:
-3000 civarında…
-O kadar yoktur…
-İçerdekilerle birlikte 3000 eder… diyor…
Bunun üzerine kaldırımdaki adam:
Benim adım Ali Enver Ercan. Ben “varlık dergisi”nin sahibiyim….Ayrıca, sizin üst komşunuzum, bir de bendeki kitaplara gör sen!
diyor ve aşağılayıcı bir bakış atıyor…
Arkadaşım da kendini tanıtıyor ve editörü olduğu dergiden bahsediyor ve “Zafer Yalçınpınar’la neden kavgalısınız?” diye soruyor.
Ali Enver Ercan:
-Zafer Yalçınpınar’ın psikolojik sorunları var. Ben onunla muhatap bile olmam! diyor.
Arkadaşımın yanındaki başka bir arkadaşım da Enver Ercan’a:
-Zafer Yalçınpınar iyi şairdir… Sizin derginizdeki şairler piyasa adamıdır. diyor…
Ali Enver Ercan da bunun üzerine arkadaşımın mesleğini soruyor ve onun reklâm yazarı olduğunu öğrenince, asıl, arkadaşımın “piyasa adamı” olduğunu söylüyor, bir şeyler daha geveliyor ve çekip gidiyor…
Arkadaşım bana bu olayı anlatınca gülmekten yerlere yatıyorum.
Kendi kendime, “Ulan Zafer, bak, tıpkı Ece Ayhan’a yaptıkları gibi yapıyorlar sana da… Deli diyorlar… Demek ki doğru yoldasın!” diyorum.
Şimdi, Ece Ayhan’ın İlhan Berk’e yazdığı bir mektupta yer alan aşağıdaki sözleri Enver Ercan’a cevap olarak alıntılamakta fayda var:
(…)”Her alanda derin yanlışlık var. (Sözgelimi, düşünüyorum, İstanbul’daki üç fırsatçı ‘yaratık’ […, …, …] aşağı yukarı biliyorum ki ‘aman canım, söyler söyler durur, biz dalgamıza bakalım, koskoca toplum, herkesin de kendi sorunu var üstelik, sonra gerçekleri söyleyen kişiye ameliyatlar geçirmiştir deriz olur biter’ diyebilirler. Acaba kazın ayağı böyle midir? Bir adam kafaca üşütmüş olsa bile, dolaylı yoldan da olsa, gerçekleri söyleyebilir olgusu hiç değilse üç-beş kişice biliniyordur. Ben de amma iyimserim ha, dum dumalığı, bu ilkel topluluğun ilkellik gerçeğini göz önünde   bulundurmadım, yazıyorum sana.(…)Acımasızlık, gaddarlık, ölüsoygunculuk, fırsatçılık kuyuları meğerse ne denli yakınmış bizlere İlhan?”
Nis
17
2007
0

“Şiir göndermeyin kardeşim!” (Varlık,Nisan 2007)

Varlık Dergisi’nin Nisan 2007 sayısında Enver (Paşa) Ercan gene “inciler”
dökmüş ortaya… Birçok “laga luga” söylemden sonra dergisine gelen yazıları
ve şiirleri okuyamadığını, yeterince değerlendiremediğini
söyleyip çokça yazı ve şiir geldiğinden yakınıp durmuş. Şu eski teraneyi
tekrar etmiş… (Bu numara ,aslında, dergisine itibar sağlamak için bir
editörün uyguladığı en klasik en beylik numaradır ya, her neyse geçelim)…

Bu noktada, kendisine burdan bazı “yeni” kavramları hatırlatalım;

-Zaman Yönetimi
-Değişim Yönetimi
-Süreç Yönetimi (Süreç İyileştirme Takımları)

Yukarıdakileri uygularsa(çalışırsa), “Selim İleri” gibi “suluboya” adamlara
“kutlama”lar tertip etmezse ve destekçilerine “mikro iktidar” numaraları
çekmezse, yarışmalarda jüricilik ve TYS’de başkancılık oynamazsa
pekala dergisine gelen yazıları, şiirleri okuyabilir ya da ehl birkaç kişiye
okutabilir. Hikâye bu kadar basittir.
(Zaten, kuşlar bana, Enver Ercan’ın bir şiirin ilk dizesini okuyup bu ilk
dizeyi beğenmezse şiirin geriye kalanını okumadığını, direkt
sildiğini söylediler. Eh, tabii ki bunu da şiiri gönderen saf ve iyi niyetli
insanlara açıklayamayacağı, yazıyı gönderene cevap veremeyeceği açıktır.)

Yazıda -utanmadan- şuna benzer laflar da etmiş: “Bize yazı gönderenler
kendilerinden yazı isteyip istemediğimizi, bize şiir göndermelerini isteyip
istemediğimizi düşünüyorlar mı hiç?”
Yani, dolaylı yoldan, “Göndermeyin kardeşim, yazı, şiir falan göndermeyin
kardeşim!” diyor.

Merak ediyorum, bununla birlikte, Enver Ercan, Varlık dergisini çıkarırken
şunu düşünemiyor mu:
Okur, Selim İleri’yi dergi kapağı olarak görmek, içsiz, tözsüz dosyalar ve
tekrarlanmış ağırbaşlılık retorikleri, didaktik numaralarla donatılmış bir
“varlık dergisi” okumak, böyle bir şeyi kitapçılarda görmek ister mi hiç?

Şub
06
2007
0

Şubat 2007 Varlık Dergisi, Enver Ercan ve Sonsözüm

Varlık dergisinin Şubat 2007 sayısında (Ali) Enver Ercan hakkımda şu sözleri söylemiştir:

“Sözgelimi, sıkıntılı ruh halini yazınsal üretime dönüştürmek yerine, saçma sapan mektuplara akıtıp başkalarına rahatsızlık verdiğinin farkında bile olmayan Zafer Yalçınpınar, yıllardır tanıdığım bir kitapçının espirili yaklaşımına verdiğim yanıtı büyük bir açıklamada bulunuyormuş gibi hemen kaleme alıp internet ortamına salarak güya beni küçük düşürmeye çalışıyor, üstelik hiç tanımadığım halde yanıma yaklaşıp kendini tanıtınca, incelik gösterip elimi uzattığım için garipsediğini söylüyor. Dedim ya, üzülüyorum… (…) Bunları niye anlattım? İki nedeni var; birincisi kerametin kendilerinde değil, bizim hoşgörülü tavrımızda olduğunu artık öğrensinler diye. İkincisi sizin için; bir edebiyat insanının ancak ve ancak düzgün duruşu ve yazdıklarıyla varolabileceğini, bu tür davranışlar sergileyenlerin edebiyat yolunda yıllarca ayakkabı eskitseler de hiçbir zaman ciddiye alınmadıklarını bilesiniz diye. Şimdiden söyleyeyim dedim; testi kırıldıktan sonra uyarmak neye yarar…”

Bu yazıyı okuduktan sonra kendisine şu mektubu yazdım:

Bay Ali Enver Ercan,

Bu yaşta, yani bunca yaşantıdan sonra, o kitapçıda olanlar hakkında soğukkanlılıkla düpedüz yalan söylemeniz ve “köylü kurnazlığı” icra etmeniz beni sevindirdi. Çünkü bu durum benim “ben” olduğumun ama sizin “siz” olamadığınızın kanıtıdır. Bakın, böylesine numaraları yemeyecek, bu retoriklere kanmayacak sıkı bir kuşak yetişiyor, bilesiniz. Bu yalanınızdan ve çarpıtmanızdan sonra size söyleyecek bir söz bulamıyorum.

Şu testi lakırdınıza gelince; testiyi siz ve Şeref Bilsel, Özge Dirik olayında/fırsatçılığınızda ya da Nalan Barbarosoğlu olayında/umarsızlığınızda kırdınız. Ben de testinin sapını kırdım, kıracağım da. Basitçe, zaman ve vicdan yargıçtır. Sizi kendi yalanlarınızla ve çelişkilerinizle baş başa bırakıyorum. Çünkü, neresinden bakarsanız bakın siz ve sizin gibiler iflah olmazsınız. Bu aşikardır.

Zafer YALÇINPINAR

Oca
22
2007
2

Yasak Meyve 24 ya da “Bana Cüneyt Arkın derler..”

12 Ocak 2007 akşamında “Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi” altıncı yılını tamamlayacaktı. Bunu -her sene olduğu gibi- bir yemek organizasyonuyla kutlayacaktık. Yemeğe katılmadan önceki boş zamanımı Kadıköy’deki Mefisto Kitabevi’ne uğrayıp yeni çıkan dergilere ya da dergilerin yeni sayılarına göz atarak geçirmeyi düşündüm. Kitabevinde dergileri incelerken içeri Enver Ercan girdi. Elinde koca koca iki büyük siyah torba vardı. Sakalları uzamıştı ve üstü başı da bakımsız görünüyordu. Belli ki, Yasak Meyve Şiir Dergisi’nin yeni  sayısının dağıtımını elden yapıyorlardı. Bir süre kasadaki adamla hesaplar üzerine tartıştılar. Enver Ercan işini bitirip kitabevinden çıkacağı sırada yanına yaklaştım ve “Ben, Zafer Yalçınpınar.” dedim.”Aaa, Merhaba…” dedi ve bana elini uzattı. Buna şaşırmıştım, çünkü Enver Ercan ve Nalan Barbarosoğlu ile aramızda birçok tatsız mektuplaşma, telefon görüşmesi olmuştu. Elini sıktım ve manidar bir şekilde “Size çalışmalarınızda başarılar dilerim.”  dedim. Biraz düşündü ve “Sağol…” dedi. O sırada, kasada hesaplarla uğraşan kitabevi sorumlusu, “Sizin adınız neydi, deftere kaydedeceğim de…” diye Enver Ercan’a seslendi. Durumu garipseyen Enver Ercan, “Bana Cüneyt Arkın derler!” diyerek kasadaki adamın yanına yöneldi. İhtimal, Enver Ercan, Mefisto’daki bakkal defterine benzeyen “dergi hesapları defteri”ne kendi adını yazdırırken, ben de kitabevini terk ediyordum. Yasak Meyve’nin 24. sayısıyla ilk karşılaşmam bu şekilde olmuştur. Hayat, işte…

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com