Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Eleni’den önce Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım Sabahları, akşamları bilmiyordum daha Bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde Bir gün sabah her yanım.
Eleni geliyor Dünyaya bakıyorum Dünya sanıldığı kadar küçük değil o gün anlıyorum Sanıldığı kadar üzgün değiliz dünyada O gün bütün şiirleri yakmalı yeniden yazmalı diyorum
(“Saint Antoine’ın Güvercinleri”)
“Galile Denizi” (1958) İlhan Berk şiirinde yeni bir dönemi açan karakteriyle ayırıcı öneme sahiptir. Bir anlamda önceki kitaplarını yadsıyan, sözün en aza indirgenmesi olarak gördüğü, ilk 1953’te “Yenilik” dergisinde yayımladığı, sonradan İkinci Yeni’nin habercisi olarak anılacak “Saint Antoine’ın Güvercinleri” şiiriyle başlayan dönemini “Saint Antoine’ın Güvercinleri’yle o zamanki bu korodan (yazılan şiir kalabalığından) ayırıyorum kendimi. Şiir arayışımda bir başkalık var. Çokboyutlu, çokanlamlı, çağrışımlı, bu yüzden de (değil mi sözü geri plana atıyorum) kapalı bir şiir peşindeyim artık” diye tanımlayan İlhan Berk, o tarihten başlayarak gerçeküstücülük etkisinde dil, imge ve anlam arayışlarına yönelerek şiirin başka alanlarına odaklandı. Tarih, erotizm, kent, İstanbul, nesneler ile beslenen şiirinin deltası zamanla genişledi.
Her daim taze, diri bir şiirin peşinden giden İlhan Berk’in “Galile Denizi” söze bir başkaldırı.(Arka kapak yazısından…)“
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “İlhan Berk” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
Com: Verimsiz derinlik. ‘Com’ kelimesi, denizlerde canlıların yaşayamayacağı, hiçbir canlı türünün bulunamayacağı ortam ve koşullar anlamına gelmektedir.
Şöyle bir baktım da, ikinci şiir kitabım Meydansız‘ın yayımlanmasının üzerinden 10 yıl geçmiş: Dünya -tüm yüküyle birlikte- güneşin etrafında 10 kez dönmüş… Hiçbir şey değişmemiş, hâlâ aynı durumdayız; “Meydansız” olarak yaşamanın burukluğunu ve anlamsızlığını kalbimizde tüm yüküyle hissediyoruz.
Meydansız, Cavit Mukaddes‘in yönlendirmesi sonucunda, Tuncay Takmaz‘ın yayınevi olan Çekirdek Sanat tarafından Savaş Çekiç‘in kapak tasarımı eşliğinde Ocak 2009’da yayımlandı. Kitap Beyoğlu’nda, İSO’nın yönettiği Odakule Sanat Galerisi’nde gerçekleştirilen Taş Uçak Şiir Sergisi‘yle birlikte okura sunuldu.
Ne sergi ne de kitap pek ilgi görmedi… Zaten böyle olacağını biliyorduk. Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında Tayfun Polat’la birlikte bu ilgisizliği değerlendiren çok sert bir söyleşi gerçekleştirdik. (Aşağıda söyleşinin tam metnini paylaşıyorum.) O günlerde hem Meydansız’la hem de Taş Uçak Şiir Sergisi’yle işaret etmeye çalıştığım şeyler edebiyat kâhyaları tarafından örtbas ediliyor ve okuyucu sürekli kandırılıyordu. Bugün de durum aynıdır. O gün de işaret ettik aynı şeyleri, şimdi, 10 yıl sonra da işaret ediyoruz. Çünkü meseleye ‘uzay zaman’ olarak baktığımızda hakikatin sırlı olmadığını görürüz: Hakikat, kalb ve vicdan arayışıyla birlikte yaşamın özüne mıhlanmıştır! (Zy)
Taş Uçak Şiir Sergisi’nin Açılışı’nda (10 Şubat 2009)
TAŞ UÇAK İNECEK MEYDAN ARIYOR…
(İşbu söyleşi Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında yayımlanmıştır.)
Tayfun Polat: Şiir Sergisi ne demek?
Zafer Yalçınpınar: Şiir ihtiva eden ve geneli düşünüldüğünde poetik tarafı ağır basan bir izlek, demek… Tıpkı resim ya da fotoğraf sanatı gibi şiir de imgelerden ve imgesel öğelerin kurgusundan, dengesinden oluşur. Duvarda asılı bir şiirin duvarda asılı olan bir tablodan farkı, şiirin kelimeler tarafından işaret edilen farklı, dolaylı ve belki de ilkel bir imgeleminin olmasıdır. Ayrıca şiirde, fonetik bazen de müzikal bir yapı oluşturabilirsiniz; örneğin soyut bir şiirde -resim sanatında olduğu gibi renklerin tınısını değil de- kelimelerin işaret ettiği imgelerin tınısını bulabilirsiniz. Ya da İlhan Berk’ten Mısırkalyoniğne veya Oktay Rifat’tan Perçemli Sokak’ı, bu iki şiir kitabını birer soyut resmi izler gibi okuyabilirsiniz. Sergide 16 adet şiir ve şiirsel metin ile 14 adet görsel işimden oluşan genel bir kompozisyon var. Ayrıca sergide Nâzım Hikmet ve Ece Ayhan’ın poetikasına çeşitli referanslar da var… Aslında, şiirsel metinlerimin imgeselliği ile çoğu tipografik olan görsel işlerimin imgeselliği arasındaki kimyayı, alaşımı ortaya koymak istedim. Bu alaşımda poetika daha ağır geliyor… Bu nedenle şiir sergisi dedik…
T.P.: Bu serginin açılması süreci nasıl işledi?
Z.Y.: “Odakule Sanat Galerisi” ve “Asanat” danışmanı Necip Yeşiltepe, internetteki çeşitli platformlarda bazı görsel işlerimi görmüş, çok beğenmiş. Bir sergi düzenlemeyi teklif etti ve koşullarını sundu. Ben de kabul ettim. Sonrasında serginin içeriği ve kompozisyonu üzerine çalışırken Necip Yeşiltepe, şiirlerimdeki imgeselliğin daha baskın, daha etkileyici olduğunu ve görsel işlerimi de kapsadığını fark etti. Böylece sergiyi hem şiirlerimden hem de görsel işlerimden oluşturmaya karar verdik. Söyleşiler ise sergiye katılacaklarla ve okuyucuyla etkileşim kurmak için düşünüldü. Bir de baktık ki söyleyecek, anlatacak ve işaret edecek, yani içimizde birikmiş birçok şey varmış… Bunları da paylaşalım istedik.
T.P.: “Görsel iş”ten kasıt nedir? Ya da farkı nedir?
Z.Y.: Şimdi, benim bu parçaları “görsel iş” diye muğlak bırakmamın sebebi onların “ne olduğu” üzerinde kalıcı bir karara varamayışım… Yöntem olarak çeşitli kolajlardan, grafik deneylerinden, stokastik süreçlerden ve tipografiden oluşuyor bu işler… Ayrıca içlerinde, “Ş” harfinin tipolojisinin, matematiğin, tersimlemelerin, istatistiğin ve felsefenin birtakım bileşkelerine işaret eden işler de var… Fakat tüm bu teknikler ya da öğeler görsel işlerimin “nasıl oluştuğu” hakkında bilgi verirken onların “ne olduğu” hakkında aydınlatıcı değiller. Bunun sebebi de görsel işlerime bulaşan “poetika”, o cehennem… Biliyorum ki tüm bu durum, bu bilinmezlik yaptığım işlerin bir “ucube eser” gibi yanlış algılanmasına sebep oluyor, olacaktır da. Fakat inan ki “görsel iş” deyişinden daha iyi bir deyiş bulamadım…
T.P.: Sergi kapsamında gerçekleşecek söyleşilerin konuları nasıl seçildi?
Z.Y.: Söyleşi konuları Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nda iki senedir sürekli tartıştığımız ve sürekli savunduğumuz başlıklar… Bu söyleşiler çeşitli şairlerden çeşitli alıntılarla ve şiir okumalarıyla başlayacak… “Boşluğun Dili” konulu söyleşi dışında, söyleşilerin odağı şairlik halleri ve günümüz edebiyat ortamımızın vasatlığı… Ayrıca, “Haklılığın İnadı” başlıklı söyleşide Ece Ayhan ve Nâzım Hikmet üzerinde özelikle duracağız ve görsel, işitsel paylaşımlarda da bulunacağız… “Boşluğun Dili” ise tamamen benim şiirlerimle ilgili… Bu söyleşide şiirlerim ve şiirlerimde yer alan birkaç duygudurum hakkında konuşacağız… Söyleşiler başından sonuna kadar katılımcılarla etkileşimli gerçekleştirilecek.
T.P.: Sergiye ve bir şiirine adını veren “Taş Uçak” göndermesini açıklar mısın?
Z.Y.: Öncelikle Taş Uçak, Nâzım Hikmet’in mahkûm olduğu dönemde Bursa Cezaevi’ne verilen lakaptır. Abidin Dino’nun aktardığına göre bu lakabı Nâzım Hikmet koymuştur. Şimdi düşünün, taştan uçak yapmaya çalışan ya da yıllarını böylesine karşıt, imkânsız bir düşüncenin, benzetmenin belki de avuntunun içinde geçirmiş bir adam… Bir büyük şair… İfadedeki imkânsızlık duygusu… Fakat gene de şairin bu yöndeki imgesel inadı… Ayrıca, Cemal Süreya şöyle demişti: “Ağır ol bay düzyazı, uçamazsın!” Sıkı şiirin en önemli temsilcisi olan Ece Ayhan da “Anlaşılmayacaksın. Ey kanatsızlık!” diyor. Bugün sıkı şairlerin hepsi yeni Taş Uçak’larda yaşıyor… Bunu işaret etmek istedim. Bir açıkhava hapishanesine benzettiğim, görünmez dikenli tellerle çevrilmiş ve imkânsızlıkları sistemin kaotik yapısıyla örülmüş kentlerde, yeni taş uçaklarda…
T.P.: Bu sergi mevcut edebiyat ortamında nasıl algılanabilir?
Z.Y.: Bugün, edebiyatın içtenliğine ve sahiciliğine inananlardan değil de ticari kâhyalık yapmak ve statüko cukkalamak peşinde koşanlardan oluşan, yani, editörcülük oynayan fırsatçıların maniple ettiği bir edebiyat “ortalığımız” var. Çoğu da modern şiiri bilmiyor, sezmiyor… Her iki türlü de liyakatsizler… Yani “kim kime dum duma” bir ortalık, bir ortalama kavrayış, vasatlıktan kaynaklanan bir retorik arsızlığı söz konusu… Bizim işaret etmeye çalıştığımız şeyler kolay kolay anlaşılmayacaktır. Hatta sezilmeyecektir bile… Diğer birçok konuda olduğu gibi edebiyatta da meydansızız. Sergiye “anlaşılmaz şeyler bütünü” gözüyle bakılacak sanırım… Bu da kötü, belki de “ortalama” bir yaklaşımdır bana göre… Kısacası bu meydansızlıkta serginin iyi ya da yeterince algılanacağını düşünmüyorum.
T.P.: Sence nasıl algılanmalı?
Z.Y.: Eski ve usta şairleri saymazsak sıkı şiir denen şeyin okuyucusu, takipçisi kalmamış gibi günümüzde… Ayrıca birtakım fason şiirleri ve şairleri, yani gerçekte şiir ve şair olmayanları, sahici olmayanları zaten hesaba katmıyorum. Kalburüstü yayınevlerinden çıkan yeni şairlerin yeni şiir kitapları bile en fazla 200-300 adet satıyor. Bu kadar küçülmüş, bu kadar odalaşmış, bu kadar meydansız ve yalnızlıkla, dikenli tellerle çevrilmiş bir ortamda bir tane yamuk bıyıklı ve kısa pantollu adam çıkmış “şiir” diye inat ediyor. Sıkı şiirin içtenliğini ve sahiciliğini savunmaya çalışıyor, onun akkor yapısını işaret etmeye çalışıyor, her şeye rağmen yazıyor, okuyor, tartışıyor, uykusuz kalıyor, kısacası şartlarını zorluyor falan… En azından bu çaba takdir edilmeli… Bununla birlikte açık açık söyleyeyim ki eğer tek bir kişi, tek bir dizemin imlediği şeyi sezdikten sonra o dizeyi aklına mıhlar ve hiçbir zaman unutmaz ise Taş Uçak Şiir Sergisi başarısız değil demektir, benim için…
Yılankavi yol… Kış. Zemheri
öncesinde, düz bir kış. Kayınlar ve meşeler birlikte. Çıplak, yapraksız. Kuş yuvaları
görünüyor. Yüzlerce, binlerce çizgi.
İlhan Berk sormuştu bana: “O çizgi nereden geliyor?” * Cevabımı buldum: “O çizgi ağaçlardan geliyor.”
Yapraklarını dökmüş uzun boylu meşeler ile kayınların gökyüzüne uzanırken oluşturduğu hatlardan, karın üzerindeki kesişimlerden, yani yaşamın özünden geliyor. Sonra, kurumuş bir yaprakta gözlemlenen damarlara benzer; ‘göknar’ çamlarına, “köknar” denmesi… Karın eşit ışıltısındaki eşitsiz birleşimler; suyun, toprağın benzersiz hatları, su birikintisinin çeperleri… Hep şunu söylüyorlar: “O çizgi ağaçlardan geliyor”. Yaşamın dokusundan, örgüsünden… Kelimeler dolanıyor birbirlerine; “Kar, kayın ağacı, meşe, göknar çamları, dipsiz göl, kıyı, bıçkı yanı köyü, karaltı…” Çizgileri, çizgiler… Ağaçlar akıyor gözlerimin görüşünden. Yanımdan meşeler, kayınlar, göknarlar akıyor boşluğun biçimine göre. Karın veya karaltının güneş ışığında yavaşça erimesi, topraktaki eşsiz damarlardan süzülerek dereye varması, derenin bir gölde düşünce biriktirmesi, gölün yüzeyinde yaşamın gökyüzünü -tabiî ya, kendini- yansıtması: Çizgilerinden, dokusundan, dokunun örgüsünden… Kar, beyaz bir toprak, beyaz bir gökyüzü, beyaz bir çimenlik, beyaz bir deniz! Karaltı, siyah bir gündüz… (Hâlbuki gecenin eşitliği vardır!) Karaltı da bütünleniyor kendiyle, bulutlara benzer, gökyüzü gibi! Kar… Karaçam! Beyaz bir toprak, gecenin gökyüzü ve denizin sisi! Ağaçların birbirleriyle karın üzerinde kesişen çizgileri. Burada her yer gökyüzü… Burada her şey ve her zaman gökyüzünü dile getiriyor. Öyleyse… Beni karaltıda bırakın, terk edin! Çizgilerin kucağına, karın, göknarların dibine doğru, unutun beni.
“Çalışmada hikâye yazarı Salim Şengil tarafından 1947-Temmuz 1957 tarihleri arasında birinci seride 47, ikinci/yeni seride 66 olmak üzere toplam 113 sayı neşredilen, başlangıçta yalnız hikâye türüne yer verse de yayımlandığı dönemin değişen sanat anlayışına duyarsız kalamayarak hikâyenin yanında diğer türlere de sayfalarını açan, özellikle toplumcu gerçekçi sanat anlayışını benimseyen 1950 kuşağı hikâyecilerinin kendilerini ifade edebilmelerine ve İkinci Yeni şiirinin gelişmesine imkân sağlayan Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nin tanıtımı, Türk edebiyatına katkılarının tespiti ve sistematik indeksinin hazırlanması ile edebiyat tarihi araştırmalarına katkıda bulunmak amaçlanmıştır.” (Özet)
Dr. Nuran Özlük tarafından gerçekleştirilen kapsamlı çalışmanın tam metnine burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.
“2018 yılındaki Cemal Süreya Anma Etkinliği’nde İkinci Yeni’nin önemi ve imgesel gücü kapsamında bir konuşma (Bkz: bit.ly/cemalsureya2018) gerçekleştirmiştim. Bu seneki programda konuşmam yok, yani “kafam rahat” diyebilirim. Bu etkinliğin poetikaya önem veren dostlarla Kadıköy sınırları içerisinde buluşmak için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Tüm dostları bekleriz…” (Zafer Yalçınpınar)
Janset Karavin şiirleri, coğrafyamızın ‘kara gerçeği’nde yüzeyleşen tarihsel çatlakları bir dantel örgüsü titizliğinde işliyor: Uç Doğu‘nun imgelemi, içerdiği dilsel motiflerle birlikte ‘poème en prose’ (nesir şiir) türünü güncelleyen özel bir nitelik taşıyor. (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Bir Ürkekliği Yaşatmak, Furkan Berber UPAS Yayın/Şiir, Ocak 2019, 20 Sayfa Okumak için: bit.ly/birurkeklik
“Furkan Berber‘in şiirlerindeki erdem, billurlaştırılmış, dingin ve yalın bir anlatımın tüm imkânlarını okurun zihnine sunuyor. Bir Ürkekliği Yaşatmak’taki dizeleri okuduğunuzda ‘şiirsel töz’ün derin bir gölde(durgun suların altında) veya bir antik kentte(tarihsel gömünün arasında) kamaşarak dinlendiğini duyumsayacaksınız.” (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
2 Ocak 1981’de vefat eden Eflâtun Cem Güney‘i, 1953 yılında Yeditepe Yayınevi kapsamında yayımlanan ‘Halk Türküleri’ adlı kıymetli kitabından -Bedri Rahmi’nin çizimlerini de içeren- çeşitli fragmanlar paylaşarak saygıyla anıyoruz. (Zy)
Hüseyin Kadir Bostan tarafından Ece Ayhan ile William Blake çağrışımlı/göndermeli olarak gerçekleştirilen çizgisel tayfları https://upas.evvel.org/?p=600 adresinde inceleyebilirsiniz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Kendi hakikatiyle yazılmış/yanmış özel bir tarihtir 12 yıldır yayımladığım bu Almanak…
“Eşya olmadığımızı, insan olduğumuzu vurgulamak” adına hakikat yolundaki kalb ile vicdan arayışımızı 2018 yılında da sürdürmeye çalıştık… 2019 yılının -2018 yılında olduğu gibi- birçok “yıkım, esaret ve ölüm” getireceğini düşünüyorum, hissediyorum. ‘Mezalim’ kapınızı çaldığında eşya olmamaya özen gösterin; insan olmaya veya insan kalmaya çalışın. ‘Denizin sessizliği’ gibi, direnin…
“Kötü” adlı beşinci şiir kitabımda bulunan ‘Joachim Raphaël Boronali’ başlıklı şiir, ironik bir tarihsel gönderme olarak tasarlanmıştır. Şiirde ödüllendirilmiş sanatçılar -ve tabiî ki ödüllendirilmiş fason şairler- tersimleme yöntemiyle eleştirilmekte ve yerilmektedir. Tarihsel göndermeye ilişkin bilgileri https://evvel.org/joachim-raphael-boronali-kimdir adresinden okuyabilirsiniz. Artık, anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az hesabı!
Necip Fazıl Kısakürek’in Erenköy’deki evinde kullandığı “divit kalem” ve “mürekkep kurutucu”… Divitin ucu Mitchell’s marka İngiliz yapımı, arkası ise Lyra marka… Mürekkep kurutucunun üzerinde de “Penkala” yazıyor. (Zafer Yalçınpınar Koleksiyonu’ndan…)
12 Aralık 2018 tarihinde, Vault 34 Yeşilçam Sineması‘nda (Beyoğlu) gerçekleştirilen UPAS Yayın Buluşması kapsamında tutulan defterden çeşitli çıkıntılar ile şiir uçlarını https://upas.evvel.org/?p=558 adresinde okuyabilirsiniz.
Efemeratik açıdan (özellikle de edebiyat ve şiir kapsamında) yıllardır çok çalışıyoruz, yerden göğe kadar emek veriyoruz! E-kitaplar, buluntular, poetika irdelemeleri, incelemeler, soruşturmalar, haberler, özel dijitalleştirme ve indeksleme çalışmalarımız -gerçekten de- takdiri hak eder niteliktedir. Zerre kadar maddi veya manevi bir destek görmeden (aksine, binlerce kösteğe maruz kalarak, birçok engele rağmen) ‘sahici’ bir bellek oluşturmayı başarabilmişiz! Edebiyat ve şiir kapsamında efemeratik meraklılar için en doğru adresler aşağıdadır vesselam! (Yani, belediyelerin köhne köşelerinde liyakatsizler tarafından talana, kaybedilmeye, cukkalanmaya hazırlanan yarım yamalak yığıntılar falan gibi değiliz, çok şükür!)