(…) Siyahla beyazın bu zıtlığı, ya da bu çatışması diyelim, yeni bir deneyim değil. Ama ben şunu biliyor olmayı öğrendim: Beyazla siyah karşı karşıya geldiğinde beyaz ne kadar direnirse dirensin, bir köşedeki ufacık bir siyah, tüm gücüyle direnen beyaza daima baskın gelir, ondan daha güçlüdür, daha şiddetlidir. Siyahın hoyratlığı korkunçtur. Siyah bir sayfanın tam ortasına mavi bir çember ya da figür çizersem, mavi, siyah gelgitin içinde boğulur gider. Sözcüğün gerçek anlamıyla siyahın içine gömülür, orada kemirilir, hastalanır, öldürülür. (…)
Siyah sanki beyazın içine nüfuz ediyor. Beyaz sabit. Bu halde, sayfayı döndürecek olsam, hangi tarafından olursa olsun, beyaz aynı rolü oynar, sabitlik, siyahın durağı, siyahtan ayrılır, oysa kırmızı bir yarım çember çizecek olsam, siyahla oynamaya başlar, hatta kendi oynunu oynar, tuzağa düşme riskine girer. (…)
Fakat her şeyden önce yapmak ya da yapmak istediğimiz şeyi yapabilmek. Yapmaya başladığım şey başka, vardığım şey başka oluyor. Genelde daha iyidir böylesi, tercih sebebidir, yeter ki ritim mevcut olsun. Ritim her şeydir. İşte bu yüzden, bir kere daha söylüyorum, elin yaratmasına müsaade etmek lazım. (…)
Eugéne Ionesco
“Siyah ve Beyaz”, Çev. Ayberk Erkay, YKY, 2020, ss. 9,12,14