Dünyanın bir yerinde, zamanın akışının bir ânında doğmuşuz.
Doğduğumuzdan beri üstümüze kimlikler atılmaya başlıyor ve bizse onları sürekli üstümüze giyiyor- giyiyoruz.
Yıllar geçtikçe toplumun, ailenin, koşulların üstümüze bindirdiği yükler ağırlaşıyor, önce hareket etmekte zorlanıyoruz, sonra nefes almakta…
Sonra bir bakmışız ki, üstümüze binen/bindirilen kimliklerin yaratığı sahte benliklerin, gerçekliklerin hamalı olmuşuz. Omzumuzu kaplamış yükler, çıkıyoruz sonu görünmez bir yokuşu- çıkıyoruz. (…)
(…) Ve karanlık kalkarken denizin üstünden Bir karga ağzındaki tohumu gri toprağa ekti Tam siyahın en siyahlaştığı ara Şafakta kıpkızıl bir yangın yeri Toprağa düşen tohumlar çürüdü. (…)
Ustamız Oruç Aruoba tarafından adıma ithafen imzalanan kitapların -hemen hepsinin- çok değişik hikâyeleri ve anlamları vardır. Bu efemeraların taşıdığı anlamları ve çeşitli detayları Şubat 2021’de Upas Yayın kapsamında yayımlamayı planladığım Usta Defteri‘nde paylaşmak istiyorum. Fakat, Aruoba tarafından adıma ithafen oluşturulmuş öyle özel bir efemera var ki, bu imzanın hikâyesini ve önemini ayrıca vurgulamak gerekiyor.
19 Eylül 2002’de, Oruç Aruoba’yla Galata Köprüsü’ndeki ilk buluşmamızda ben 23 yaşındaydım. Marmara Üniversitesi’nin enstitülerinden birinde ‘Sermaye Piyasası ve Borsa’ üst-başlığında yüksek lisans yapıyordum ve yüksek lisansın tez aşamasına yeni geçmiştim. Aruoba, ekonometri lisansımı ve yüksek lisansımdaki “borsa” başlığını duyduğunda “Orada, borsada, tüm olup bitene baktığımda, bir çeşit tapınma görüyorum,” dedi ve “Tıpkı kutsal mekânlarda gerçekleştirilen ritüeller gibi, tapınma içeren bir düzen var orada…” diye ekledi. Ardından, üzerinde Arapça harfler bulunan bir kâğıt para/banknot (10 Pakistan Rupisi) çıkardı cüzdanından ve banknotun görünmez filigranının gizlendiği boşluğa şunları yazdı:
Zafer’e.- ‘Borsa’da kullanabilir mi, bilmem- Oruç, 19 Eylül ’02
Bir süre, Aruoba’nın bu hamlesine ve kâğıt paranın üzerine yazdığı nota anlam vermeye çalıştım. Aklıma gelen ilk şey; birçok ülkede banknotların üzerine yazı yazmanın çok büyük bir suç olarak kabul edildiği ve Aruoba’nın bu hamlesinin mali değerler sistemini -veya bizatihi devlet düşüncesini- reddetmek yönünde bir anlam taşıdığıydı. Fakat emin olamıyordum. Yıllar sonra, Aruoba’ya bu hamlesinin anlamını sorduğumda, “Senin borsada veya bir bankada çalışamayacağını o günden biliyordum.” diyecekti, ustamız…
Neoliberal edebiyat çevrelerinde bir “özür” geyiği dönüyor. 15-20 yıldır edebiyatı çöplüğe çevirenler, kalb ve vicdan arayışını terk edip, dilin hakikatine ve haysiyetine ihanet ederek -özellikle de şiirimize- her türlü kötülüğü yapanlar, “özür” dilemeye hazırlanıyorlarmış. Utanmazlıkta lider marka haline gelenler, özür numaralarıyla yeni çöplükler yaratmanın peşindeler. Bilinsin diye söylüyorum: Yeni Sinsiyet Tipolojisi‘nin dileyeceği özürler kabahatlerinden daha pis kokacaktır, kokar.
Duyularımı pişiriyorum koyu bir ateşte. Eski rahimler kurudu ve yeni anne Bir dünyanın ayak izleriyle yaklaşıyor.
Bu tırmanılmaz cennetin halkı kim? Çağıran ne? Bu merhametsiz toprağı kimin kanı kutsallaştırıyor? İnsan uykumun havzası boyunca yılan gibi sürünen de ne?
Bilmenin diğer tarafı… Uyanmama hazzının okşaması… Ey başlangıç Kâfi bir sevgi! Ey nazikçe suskun şekilleri Son fezanın.
Kenneth Patchen “Öfkeli ve Işıklı Adam”, Çev: Güzin Ayan The Poet House, s.8
(…) İnsanın her saniye insan olduğunu hatırlaması iyi değil. Kendi üzerine eğilmek zaten kötü; saplantılı bir işgüzarlıkla türün üzerine eğilmek ise daha beter: İçebakıştaki keyfi sefilliklere nesnel bir zemin ve felsefi bir haklılık atfetmek bu. Benliğimizi ezip öğüttükçe, bir kaprise kurban olduğumuzu düşünmekten medet umarız; bütün benlikler bitmek bilmez bir geviş getirmenin merkezi haline gelir gelmez, bir dolambaç üzerinden kendi durumumuzdaki mahzurları umumileşmiş buluruz; kendi kazamız evren düzeyinde geçerli durum, kaide mertebesine erişir. (…)
(…) Önce var olmanın ham gerçeğindeki anormalliği, sonra özgül durumumuzdakini idrak ederiz: İnsan olma şaşkınlığından önce, olma şaşkınlığı gelir. Mamafih şaşakaldıklarımızın ilk verisini halimizdeki uygunsuzluk oluşturuyor olmalı: İnsan olmak, sadece olmaktan daha az doğal. İçgüdüsel olarak hissederiz bunu; nesnelerin mutlu mesut uykusuyla özdeşleşmek için kendimizde… (…)
E.M. Cioran “Zamana Düşüş”, Çev: Savaş Kılıç Metis Yay., Temmuz 2020, s.11-13
Ne zaman ki bıksam _________yalancı gerçeklerden, kaypak ve utanmaz baskıdan, hatırlıyorum kızıl Nâzım’ı ve gırtlaktan gelen konuşmasını onun: __________“Selam, kardeşim! Neden asıyorsun suratını? __________Boşver! Şiirin mi tıkandı? __________Gel hadi, tamamlarız. Paran mı yok? __________Buluruz, canını sıkma. Kız mı yok? __________Onu da hallederiz!” Fakat asıl, onu yiyip bitiren bir şey vardı, ve hep dehşetle akardı bu ____________yüzündeki kırışıklıklardan “Her şey yolunda fakat, ____________yüreğim acıyor biraz. Bunda üzülecek ne var! ____________acıyorsa – yaşıyoruzdur!” Şiir bazıları için ____________oyundur, bazıları için ________bir tezgâh, _____________ya da paradır, Onun gibiler içinse şiir, ________________para değil _____________________yaradır. İşte budur Nâzım’ın yürek yarası. Bir keresinde, ________pek de inanmayarak, endişeli doktoru bana tembihlemişti: “Bakınız ________Acı konulardan kaçınınız ki Acımasın Nâzım’ın yüreği!” Ne naif doktor… ________O hastanız artık yok. Temkinleriniz işe yaramadı, Fakat yüreği, ________sağ kaldı ne var ki, ölümünden sonra bile devam ediyor acımaya. Acıyor yüreği, _______içimdeki acı için. Acıyor yüreği, _______Ruslar ve Türkler için, Nâzım gibi mahpuslarda _______özgür olanlar için, Özgür olsalar bile, _______mahpus olanlar için. Mahpuslara özgü olan o büyük incelikle, ____________ölümünden sonra bile, __________________dinlemiyor doktorları. Acıyor yüreği, ______korkaklık ettiğimizde, Acıyor yüreği, ______kayıtsız kalınca biz. Acıyor, bir ötekine ______“Selam kardeşim! Diyemediğimizde onun gibi içten ve __________________________yiğitçe..
Öyleyse onun gibi, yüreğimiz acıyla vursun ki, Nâzım’ın acıyan yüreği sonunda huzur bulsun.
Yevgeni YEVTUŞENKO Сердце Хикмета, 1967 Rusça’dan Çeviren: Mehmet Kerem Baysal
Ç.N.: “Birkaç hafta önce, internette bazı sayfalarda Yevtuşenko’ya atfedilen 1967 tarihli “Сердце Хикмета” (Nâzım’ın Yüreği) adlı bir şiire rastladım. İnternette yaptığım aramalar sonucunda kaynağını doğrulayamasam bile üslubunun Yevtuşenko’nun şiiriyle örtüşmesi sebebiyle şaire ait olduğunu düşündüğüm bu şiirden etkilenerek şiiri Rusça’dan dilimize çevirmek istedim. Yine şiirinin Türkçe çevirisinin Lel Starostov ismiyle bazı sayfalarda paylaşılmış olduğunu gördüm; ne var ki çevirinin tam anlamıyla dilimize aktarılamadığını fark ettim. Şiirin bir başka çevirisini de bulamadım. Sovyet şiirinin önemli isimlerinden olan ve Nâzım’la ahbaplık etmişliği de bilinen Yevtuşenko’nun, Nâzım’ın ölümünün ardından yazdığı bu şiirin Türkçe sesi olma sorumluluğunu, bir Rusça tercüman ve şiirsever olarak üzerimde hissettim. İyi okumalar dilerim.” (Mehmet Kerem Baysal)
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
Aşağılamalar ve korku, Ruhların tanrısal ışığında sönen; Yanıp gitmiş küller olmaya zorluyordu bizi. Ve eğer ki unutursak gururu, Yalnızca gri küller olur bizden geriye kalan, Süslü arabaların tekerlerine yapışan.
(…) Kırıntılardır bize kalan: Kimimize kitaplar, iç çekişler kimimize, Kimimize şarkılar, kimisi çocuklarla; Fakat bu kırıntılarla bile, Uzaklarda bir yerlerde, Yaşıyoruz biz, hep ölerek.
(…) Yardım edin, ey Tanrım, Ki tüm zorlukları aşalım. Saklamayın yıldızları pencereye Lütfedin, ey Tanrım Bir ekmek parçasını, Ufalayarak güvercinlere.
(…) gösterişsiz mobilyaları bütünün içimizden akan bu bulanık bu saf bu topraklı su (…) bu yolun sonunu biliyorum dedi hepsi bildi sonunu yolun (…) ovala yorgunluğumu sağ elimin baş parmağıyla işaret parmağı arasındaki ovada (…)
Göker ÜNLÜ ‘Oliver’ın Şarkısı’ adlı şiir kitabından… The Poet House, Mayıs 2020
“Türkiye’nin en önemli blues gitaristlerinden Yavuz Çetin ile müzisyen, besteci, aranjör ve söz yazarı Bülent Ortaçgil’in birlikte katıldığı 1995 tarihli “Rokoko” programının kaydı YouTube’a yüklendi.
Moğollar’ın bas gitaristi Taner Öngür ile tiyatro sanatçısı Hakan Sepetçi’nin birlikte sundukları ve Flash TV’de yayımlanan televizyon programı “Rokoko”ya 1995 yılında Yavuz Çetin ve Bülent Ortaçgil katıldı.
Yavuz Çetin’in canlı performans konuğu, Bülent Ortaçgil’in de söyleşi konuğu olarak yer aldığı 50 dakikalık programda Çetin “Sahil”, “Hiç Düşünmezsin”, “Fanki Tonki Zonki”, “Bir Kaç Saat” adlı şarkılarının ilk hallerini seslendirdi.”
The Poet House bünyesinde İsmail Sertaç Yılmaz‘la birlikte gerçekleştirdiğimiz -ve En Uzun Geceden‘in devamı niteliğinde olan- Dudağının Kenarındaki Çizgi projemiz yayımlandı. Proje kapsamında sunduğu tasarımsal ve siirsel katkılar ile gösterdiği özen için İsmail Sertaç Yılmaz’a çok teşekkür ediyorum. (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Dudağının Kenarındaki Çizgi” adlı şiirle birlikte üç etkin “yan okuma” yapılabilir:
(…) Nâzım Hikmet’in şu ana kadar hiçbir yerde yayımlanmayan beş şiiri, Yapı Kredi Yayınları editörlerinin TÜSTAV Komintern Arşivi’nde yürüttüğü çalışmalarla ortaya çıkarıldı. Şiirler kitap-lık dergisinin son sayısında yayımlandı.(…)
(…) Oruç, benim hocam, arkadaşım, en yakın dert ortağım, macera dostum, hatta çocuğumun manevi dedesiydi.
Gidişi bu kadar yakınken sağlıklı yazı yazmam imkânsız, benim söyleyeceklerimin içinde daha bir süre -yani ben de gidene kadar- a c ı ve ö z l e m olacaktır. Sonra tümüyle ö z l e m. (…)
(…) 72 yaşında hayata veda eden Oruç Aruoba, sadece ona ait imlalarla dolu ve okura hep sorular soran metinleriyle Türk edebiyatının, şiirinin en kendine özgü isimlerinden biriydi. Başka hiçbir şey yapmamışsa bile ‘Türkçe’ ile felsefe yapmanın yolunu açanlardandır. (…)
Emrah Sönmezışık, Kırık Küp‘ten Cumba‘ya uzanan yüklü yolculuğunda, okuyucunun imgelemine ‘bağlanmamış düğümler’ ve ‘yıpranmamış bir deniz’ taşımakta kararlı bir tavır sergiliyor. Sönmezışık’ın icat ettiği şiirsel ilmekleri ve bu ilmeklerin yüklendiği ara-duygulanımları (İkindiliklerde serisini) defalarca okuyarak içselleştirmenizi öneriyorum. (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Artık, Upas Yayın‘ın tüm kitapları Google Play Kitaplar‘dan ücretsiz okunabiliyor: ios ve android cihazlarınıza Google Play Kitaplar uygulamasını yükleyerek ya da books.google.com adresinden masaüstü bilgisayarınızla okuma yapabilirsiniz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Mart 2020’de The Poet House bünyesinde İsmail Sertaç Yılmaz‘la birlikte gerçekleştirdiğimiz En Uzun Geceden adlı proje eserimizin tam/bütünsel biçemini filigranlı pdf dokümanı olarak https://zaferyalcinpinar.com/enuzungeceden.pdf adresinde inceleyebilirsiniz.
Heyecan verici bir haber de şu: En Uzun Geceden’in devamı niteliğinde olan Dudağının Kenarındaki Çizgi başlıklı eser için de İsmail Sertaç Yılmaz ile The Poet House bünyesinde tasarım/içerik çalışmalarımız devam ediyor. 2020’nin Haziran ayında Dudağının Kenarındaki Çizgi‘nin özel koleksiyon nüshaları da hazır olacak… Merakla bekleyiniz!
İşbu projeler kapsamında sunduğu tasarımsal ve şiirsel katkılar ile gösterdiği özen/anlayış için İsmail Sertaç Yılmaz’a çok teşekkür ediyorum.
Şair Tekin Gönenç‘in vefat ettiğini öğrendim. 2000’lerin başında (Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi döneminde) hepimize çok destek olmuş, saygın ve sakin bir edebiyat simasıydı. Üzgünüm… (Zy)
kesik körlerde, el-li sağırlarda ağırlandım. efsununu yitirmiş gövdemde, dizgini çekiştirilen bir at gibiydi kafam. düşünmeye mahal yok.
(…) ve bir çift göz kadar, nedensizdim. hamdım, yandım. piştim, yalnızca denize, şöyle bir göz gezdirdim. ve- inandığım her şey, yalnızlık gibi. düşünmeye mahal yok.
(…) görmekte görmemişlik, olağandır. yalnız-ca, gözle. her geçen gün, yanılt kendini, kendinden. öz ile. (…)