Öyleyse tamam. Öyleyse durak lambalarının altında ışıyan yalnızlığa çoktan hoş gelmiş, çoktan hoş bulmuşlar kıyametinde sarımsı bir titrekliğe, mecburluğa, eyvallah…
Es geçmiş rüzgarlara inanmamak vakti ki ölen zamanlara ağlamaklığım yüz bulmadı, hatrı(m) bile kalmadı yürek ağrılarında. Ne tez bir bahar vakti oysa kış henüz geçip gitmemişti başımdan. Kar yangını sızılarım henüz dinmemiş, üzerime yağmalanan beyazlıklar henüz erimemişti. Penceremin tozlu perdesini araladığımda dışarıda kırlar yeşillenmiş, böcekler çiçeklere doğru uçuşa geçmiş, güneş uyku mahmurluğu ile günaydın deyip uyanmıştı çoktan. Dedim ey bahar seninle kucaklaşma vaktimizde bu ne tezat, hey hat geçmiş gün bahar eteklerinde davetkar kokular getirirdi. Ve ben hangi kelebeğin renginde kanatlanacağımı hesap etmez, birkaç günlük ömrümü böylesine başıboş tüketmezdim.
Şimdi ruhum yeni bir doğuma direniyor. Kapılarını kırdığım hasretler söküldükleri yerlerde boşluklarıyla cereyan ediyor. Hiçbir kelam zincir kırmıyor, hiçbir duvar örtbas etmiyor kendini. Kalmıyor dilin kemiksiz yanı, o da kan, o da bir et parçası. Ruha bürünmüş bir beyhudelik değil yaşanan, ötesinde sade bir soluk nefes, bir direnç nehri boylu boyuna uzanan. O yüzden dilsizlik bile daha masum, kederler küstah, kırılan kolları hiçbir alçı tutmuyor. Acı intikamını ürediği yerden alıyor; çoğalıyor, yayılıyor, büyüyor, kabalaşıyor, inatlaşıyor, başa çıkılmıyor. Her daim kendi bildiğini okuyor okuyor ve yazıyor.. Geçilmiyor sesinin öfkesinden, kulakları sağır eden bir uğuldama vızır vızır vızır bir yere konsa da sussa artık diyorum; kanımı çekmesine razıyım. Baş dönmesi yaratan hırsız zamanın çalıntılarında tekrar ve tekrar birikmişliğim gebe kalmıyor, rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla başladığım günleri dua tutmuyor. Yazma(k)lığım annemin al yazması gibi durmuyor, eğreti tutuyorum başımın üzerinde oyalarında kırık iğne yüzlerce ve yüzlerce kez batıp çıkıyor. Bir desen doğuyor bir cümbüş doğuruyor sonunda ama o cümbüşe ritim tutturamıyorum.
Öyleyse tamam, öyleyse dediğin gibi olsun. Karşılaşmamış cümleler hesabında defterimizde yer kalmamış demek ki, bir anlam aradığımız sözlüklerde tanıdığımız bütün harflerin sıralanışı bildiğimiz gibi olmamış. Bu beklemeler bu beklentiler nöbetini bir bir bir sayarken, ne saat tutmazlığı ne takvim tutmazlığında ödeşilmiş bir şey olmamış. Soyu tükenen aşkların açtığı çıkmaz sokaklarda eril ergin bir ilenme.
Bir başına salaş ve savruk meyhanelerde hiç kelam etmeden oturup dururken açmazları açtığıma, yıkmazları yıktığıma, gitmezleri gittiğime oh olsun! Kaçkınlar, kıranlar, kırgınlar, kızgınlar adına kalemime devşirdiğim bunca zahmetlere oh olsun! Yıkılsın ne varsa ardında kalanlarla, ben bin kez daha yıkar bin kez daha yaparım. Şafak kızıl saçlarını gökyüzüne dağıtırken, sökerken sema eteklerini dağlardan, güneş ile ay’ın karşılaşmalarına bin kez daha hayretle bakarım. Gocunmam ne aşktan ne ayrılıktan hepsine bir ömürlük şiir daha yazarım.
Yorana yorulana birbirinin sesinden ses yapmış o bildik şarkılara, şahanlara, yılmazlara ve durmazlara selam olsun. Mor bir rengin içinde tünek oluşturduğum, sana da kalmaz diyen dervişlerin dünyasında sırra alem durduğum, hey hak için yine de vardır sebebi diye diye söylene söylene avuttuğum tüm düşlerimi uyanık tutma hakkına nail oldum. Bedenimi taşıdığım kaldırımlarda, gördüğüm köşe başı yalnızlıklarda kendimi bulduğum, kendimden korktuğum, kendimden kovulduğum, kendiliğimi unuttuğum, yıkana yıkana arındığım sularda hala hayat bulduğum sabaha Merhaba…
Öyle olsun…
Öyleyse tamam. Öyleyse geçtik ışıkları…
Arzu Öztürk
25.03. 2010