Nis
18
2010
0

Şiirin Gücü (İlhan Berk)

İlhan Berk

“Ben İlhan Berk’in Defteriyim”, Alkım Yay., 2004, s.194

Nis
18
2010
0

Ece Ayhan Adası

Adalara, gemilerin binde bir uğradığı, insan ayağının binde bir bastığı adalara benzer Ece ayhan. Bir de Ortacağ kalelerine, şatolarına, o surlar, hendekler, kuleler, mazgallar, asma köprülerle çevrili, nerden ve nasıl gidileceği belli olmayan, bu yüzden de yanına pek yaklaşılmayan ancak karşıdan görülen, bakılan Ortaçağ kalelerine, şatolarına. Gerisinde yol iz bırakmamıştır çünkü, görünmek yetmiş gibidir. Hem niçin bıraksın? Kendisi de öyle gelmemiş midir buraya. Kimsenin elini tutmadan, kimseye yaslanmadan, yalnız kendi külünü yaka yaka. Kapısını onun için kolay kolay açmaz. (…)
Bir sözcük adamı değil midir? Ondan önce sözcüklerin kokuları, renkleri, biçimleri, aşk işleri bilinmiyordu.Yalnız sözcüklerin mi? (…) Ya bin yıllık tümceleri yerinden kim etti?

Resimlerde bıyıkları uzundur, hep sorular soruyor gibidir (Yanıtlar geçerliklerini yitirdi! mi diyordur).

İlhan Berk
Requiem, YKY, 2004, s.108-109

***

Yoksulluğunu hep unuturdu. Sanki karnı hep tok, parası, işi gücü varmış gibi yaşardı. Pek söz etmedi denebilir yoksulluğundan.
Bir defasında yoksulluğunun üstüne basa basa; onu görmüyormuş gibi konuştu: ‘Ben zenginim’ dedi.
Öyleydi, elbet.
Bu giderek bir onur oldu onun için.
Yeryüzündeki yerine öyle baktı.
Haklı da çıktı.

İlhan Berk
“Ben İlhan Berk’in Defteriyim.”, Alkım Yay., Mart 2004,s.193

Nis
17
2010
0

Kahvaltılıklar…

Yazar ve şair olamayıp “Kahvaltılık” olanların  isimleri şöyle:

Adnan Özer, Ahmet Bilgili, Ahmet Kot, Ahmet Turan Alkan, Alev Alatlı, Altan Tan, Atilla Maraş, Ayşe Kulin, Bejan Matur, Belma Akçura, Beşir Ayvazoğlu, Cahit Koytak, Doğan Hızlan, Ebubekir Eroğlu, Elif Şafak, Etyen Mahçupyan, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Feridun Andaç, Gani Müjde, Haydar Ergülen, Hilmi Yavuz, İskender Pala, Kemal Sayar, Kürşat Başar, Leyla İpekçi, Mario Levi, Mehmet Metiner, Mehmet Ragıp Karcı, Muhsin Kızılkaya, Murat Menteş, Mustafa Akyol, Müge İplikçi, Necef Uğurlu, Nur Yaycıoğlu, Rasim Özdenören, Refik Erduran, Roni Margulies, Sadık Yalsızuçanlar, Sait Zerevan, Sefa Kaplan, Selahattin Yaşar, Selçuk Altun, Sevinç Çokum, Şule Yüksel, Turgay Nar, Ülkü Tamer, Ümit Fırat, Vivet Kanetti Uluç, Yavuz Bahadıroğlu, Yavuz Bülent Bakiler, Yılmaz Karakoyunlu, Yıldız Ramazanoğlu…

Kahvaltılıklar‘la ilgili haberlere şu adreslerden ulaşabilirsiniz:

https://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=992039&Date=17.04.2010&CategoryID=78

https://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/basbakan-yazarlarla-bulustu-haberi-27002

https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=131956

https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=132068

https://www.turuncutime.com/Kategoriler/Politika/Ece-Ayhan-dan-alinti-yapan-Basbakan-Tayyip-Erdogan-Edebiyatcilari-sok-etti.html

Nis
16
2010
0

Yaşlılık Günlüğü’nden…

22 Eylül 1980

(…)Kim ağzını açıp konuşmuşsa beyaz perdede o kalmıştır. Konuşan kişi, konuşmayanlara vurulduğunda pek nanemolla, pek ıspanakzade, pek hıytırık, pek kıytırık kalsa da, değil mi ki konuşan odur, herkes onun dediklerine kulak kabartacak, herkes sadece onu büyük belleyecektir.
Sanırım, edebiyat alanındaki yanlış kantarmalar da hep buralardan kaynaklanıyor.
Şiir dolabı kırık birinin şiirleri övüldü, yaşamı okurların önüne serildi mi, onun belleklerdeki haksız yeri öyle kolay kolay ortadan kaldırılamıyor.
Şöyle geriye doğru bir bakış fırlatacak olursak, edebiyat tarihlerinin çokluk, yalan dolanlarla, göğün yedi kat yukarsına püskürtülen yazarlarla dolu olduğunu görürüz. Ne yazık ki, okurlarda çokluk bu tıngır elek yazarların yazdıklarından hoşlanacak bir düzeydedirler. Onlar da yollarını eskitmiş yazarların kafasındadırlar.
A. Daudet’in oğlu Léon Daudet, Flaubert’in gerçek bir “mösyö” gözüyle baktığı romancı Vallés’in en ünlü edebiyat tarihlerinde bile gereken yerini almadığından sızlanır. Oysa ona göre Vallés’in tümcesi Zola’nınkinden daha derli-toplu ve daha yoğundurç Huymans’ın anlatımından ise daha ateşlidir.

13 Mayıs 1980

Kimi şairler başkalarının kanatları ile uçmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Çalıp çırptıkları dizeleri, imgeleri, deyiş biçimlerini, dize seslerini yüzlerine vuracak olursanız pişmiş kelle gibi sırıtıp: “Onlar o şiirleri benim için hazırladılar, benim için yazdılar” derler.
Doğrusu, şap şap kalabalık, dizelerin, imgelerin yürütüldüğünü hemen çakar da deyiş biçimleri ile dize seslerinin apartılması karşısında put kesilir.
Oysa gerçek arak burada, bu seslerde, bu kanat kıpırtılarındadır.

Saat 18.
Hepimiz karanlık ardından koşuyoruz.
Bir karanlık bulup başımızı ona daldırdık mı, oh, aydınlığa kavuştuğumuzu sanıyoruz.
Bu devekuşu aydınlığıdır. Büyük savların, megalo idea’ların çoğu devekuşu aydınlığı ile boyanmıştır.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986, ss. 34-35

Nis
16
2010
1

ADA (Oruç Aruoba)

“Hiçbir insan bir ada değildir” diye başlar John Donne, ünlü (Hemingway’i de esinlendirmiş) “çanlar kimin için çalıyor” konulu vaazına.
Doğrudur. Bir ada değildir hiçbir insan; yapayalnız, tek başına, değil – ama, bazı insanlar, adalı kişilerdir – ve yalnızdırlar…
İsmet Değirmenci de onlardan biri; bir adalı ressam; ama burada, gözlerini söze çeviriyor, şiir yazıyor.
Bir adada – bir adadan – yazılan şiirler hangi temellere dayanır?
Herşeyden önce, Deniz’e: Deniz çevreler Ada’yı – Ada, Deniz’in içindedir – O’nunla birlikte; ama O’ndan dolayı, yalnız… Ada’ya gelenler, Deniz’den gelirler; gidenler de, gene, Deniz’e
– Deniz’den – gideceklerdir.
Ada’da kalan yalnız kişi ise, gene, Deniz’e bakar, bekler – ya beklenen birisinin gelmesini; ya da, tabii, o gelmeyeceğine göre, kendi, çekip gitme zamanın gelmesini – gene Deniz’e –Deniz’den…
İsmet Değirmenci de öyle yapıyor: – Adalıların uğraşlarıyla, ilişkileriyle oluşan Ada yaşamını çerçevelerken, onun içine bir kişiyi özleyen yalnız bir kişi koyu – yor – bekletiyor, çantasını alıp gidene dek, Ada’dan – Deniz’e…


Oruç Aruoba

İsmet Değirmenci’nin “Gemi Ne Zaman Gelecek” adlı şiir kitabının tanıtım yazısından…

Bkz: https://www.kitapturk.com/books/Kitap/66704/Gemi_Ne_Zaman_Gelecek.htm

Hamiş: İsmet Değirmenci, Mermer Adası’nda (Marmara Adası’nda) yaşamaktadır.

Nis
16
2010
0

Adalar (Salâh Birsel)

24 Nisan 1980

Samanlı Dağları hafif bir sis içinde
Ada kıyıları da puslu.
Bu, biraz da güneşin denize vuruşundan.
Adalar şimdi havalanıyor.
(…)
Gökyüzü açık.
Pendik üstünde bir iki beyaz bulut.
Adalar siyaha kaçan bir kahve.
Yere yıkılmış bir dinozorüs.
Deniz açık mavi.

25 Nisan

(…)
Saat 19,30.
Güneş batmak üzere.
Deve Adasıyla Kınalı önlerinde pembe bir gerdanlık.

26 Nisan
(…)
Gökyüzü ile deniz arasındaki bütün renkler kaldırılmış. Kolayca denizden gökyüzüne, gökyüzünden de denize geçiliyor.
Bulutlar ince danteller halinde. Onlar da gökyüzü içinde erimiş.
(…)
Saat 19.
Adalar neftiye çalıyor.
Evler de Bostancı’ya atladı, atlayacak.
Heybeli ve Burgaz silik.
Deniz çarşaf gibi. Açık krom sarısı.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986, ss. 16-17

Nis
16
2010
0

“City Lights” Üzerine… (J.L. Borges)

J.L. Borges, Chaplin’in “City Lights” adlı filmini eleştiriyor…
Nisan Dergisi’nden…
Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/chaplinborges.jpg

Nis
16
2010
0

Necatigil’den Timur Selçuk’a…

Karanfil Sahaf’ta gördüğüm imzalı kitapların arasında Behçet Necatigil’in 1971 yılında “De” yayınevi tarafından yayımlanan “Evler” adlı kitabı da bulunmaktaydı. Necatigil, sözkonusu kitabını Timur Selçuk’a ithafen

“Değerli sanatçı
Timur Selçuk için
sevgiyle.
B. Necatigil
6.7.1971″

şeklinde imzalamıştı.

İşbu kitap, Kadıköy’de -Moda Sineması’nın yanında bulunan Kafkas Pasajı’ndaki Karanfil Sahaf’taki rafında- koleksiyonerini bekliyor.

Nis
15
2010
0

Dokunmak (Octavio Paz)

Ellerim
Açar varlığının perdelerini
Giydirir seni başka bir çıplaklıkla
Bedenler soyar senin bedeninden
Ellerim
Uydurur senin bedenine başka bir beden

Octavio Paz
“Uzak Komşu”, Çev. A. Özer, Adam Yay., 1985

Nis
15
2010
0
Nis
15
2010
2

Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin “Sıcak Nal/Mal”larına ve edebiyat kabzımallığına karşı! (Borges Defteri)

Edebiyat Kâhyaları’nın ve Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin en sıcak mamüllerinden biri olan “Sıcak Nal” adlı kabzımal kahvehanesine ilk lobut Borges Defteri Moderasyon Grubu’ndan geldi… Yazıyı aşağıda -0lduğu gibi- alıntılıyorum (Zy):

Ali Teoman’ın ve Cem Akaş’ın iki yazısına yer vererek yayın hayatına “vira” diyen “Sıcak Nal” dergisi (Süreyya Evren’in editörlüğü ve Enver Ercan’ın imtiyaz sahipliğiyle) daha ilk sayısının son satırlarını inanılmaz bir gaf ve kin kusma ayiniyle kapamış.
Enis Batur’a çamur atmak, kin kusmak, had-hudut bildirmek bu kez Süreyya Evren’nin üzerine mi bırakıldı? Çürümenin virtüel algı boyutu farklı aygıtlarla ama aynı hücre yapısıyla durmadan karşımıza çıkıyor, hep beraber okuyoruz, bu durum karşısında yapabileceğimiz tek şey kalıyor: aktüel algı zenginliğiyle gidişatın ve ortamı saran ahlaksızlığın, vicdansızlığın, rezaletin üzerine kusmak.
Oyun, iki farklı dünyanın iki farklı kişiliğin algısı üzerine kurulan bir suni denge gibi görünse de mesele asla öyle değil.. Farklılıktan fakr(yoksunluk) değil “gena”(düşünce zenginliği) doğduğunu biliyorduk, oysa burada düşünce sefaleti kendini paçavra bir kırıntıya bürünerek gösteriyor.
Dergi editörü Süreyya Evren; Enis Batur’un haftalık Cumhuriyet Kitap dergisine yazdığı bir yazsından tek bir (tek 1 cümle) cümleyi : “ister şiirimde(kendi öznel dünyası) ister (düz yazılarımda)-(yine Enis Batur’un kendi kurgusuyla oluşturduğu, kullandığı dil ve dünya) yeni bir dil kurdum” gibi bir cümleyi alarak var gücüyle terim yerindeyse Enis Batur üzerine, “kültür adamlığı” tanımına “çullanması” pek hoş ve ahlaki bir tavır olmamakla birlikte bir dergi editörünün (idam mangasının önünde bile olsa)baş vuracağı bir yöntem olmamalı(ydı) diye düşünmekten de alı koyamıyoruz kendimizi. Yazımızın başında Ali Teoman ve Cem Akaş’ın adını neden verdik? Bir taraftan sırtını bu iki Enis Batur “diline”,”dünyasına”(uzun zaman) yakın isimlere vereceksin öte yandan Enis Batur’a karşı içinde ne kadar tarif edilmiş-edilmemiş “kin” oku varsa hicap duymadan fırlatacaksınız. Bu kadar basit, yüzeysel, içeriksiz ve kolay vuruşlara şu edebiyat ortamı ne zamandan beri alıştı? Terry Eagleton’un üzerine titrediği “pratik eleştiri” kavramı ve ruhsal kurtuluşa giden yolu müjdeleyen yöntem de derdimiz, hatta tasamız, hiç değil, çünkü karşımızda böyle bir kapasite ve ufuk genişliği yok. Kaldı ki, ister eleştiride olsun ister teorik yaklaşımlarda “ teorik şiddet unsurunu” ilk savunanlardan, gündeme taşıyanlardanız, ama burada pratik ve kabulleneceğimiz bir teorik karşı duruş, kuramsal yaklaşım yok. Kişisel iç kargaşa-hesaplarla varılan noktanın da menzili bu kadar olurdu.
Siz bu edepsizliği Oruç Aruoba, Turgut Uyar, Ece Ayhan (hayatta olan veya olmayan) ve aklınıza gelebilecek hangi şair, yazara karşı gerçekleştirseniz tepkimiz aynı olur, aynı olacak.
Edebiyat ortamını saran boğucu sessizlikler, tepkisizlikler işleri bu aşamalara sürükledi. Sanat’ın kalp atışları kokuşmuş bir sistem ve onun baskıcı aygıtına karşı çıkışlarda hızlanmalıdır, yoksa kendi dokusunu, öz suyunu “aşağı dünya-yukarı güç” diyerek ulu orta harcamanın bir anlamı yoktur.
Sorsak ki madem her minimal gösterge anlıksal imgesini canlandırdığı bir öteki uyarana bağlı bir uyarandır o zaman bugüne kadar biz neden tek bir yapısal analizinizi (Enis Batur ve pek çok isimle ilintili olarak) görmedik, okumadık? Yoksa altınıza serdiğiniz o suni güç, iktidar kilimi mürekkep gücüyle değil de ıslandıkça mı koyulaşıyor?
Bir dergi editörü “eleştiri” unsurunu böyle seyreltilmiş küf çekirdeği gibi kullanırsa, o yörede tuz depolarının da koktuğunu açıkça deklare edebiliriz galiba.
Anlaşılan o ki bu güne kadar ne Enis Batur şiirini ne de onun en azından düz yazılarını ve söyleşilerinin hiç birisini elzem olan gerçekçi mercekten okumamış sayın editörümüz.
O Enis Batur ki bunca çabası ve kültür dünyamıza kattıklarıyla hala ve olabildiğince açık bir dil ve ifadeyle ve inanılmaz bir tevazuuyla “ henüz dilime yeni bir sözcük katmış değilim” gibi gerçekten samimiyet içeren bir iç görüyü ortaya koymuştur. Gelin görün pek muhterem baş muharrir’e göre Enis Batur bir gazetenin kitap ekinde “yeni bir dil” den nasıl söz edermiş(dem vurarmış? Ve aslında “sen kimsin ki bize bu yeni dili dayatıyorsun?”ibaresini Sıcak Nal dergi okurunun anlına tuhaf cümleler ve anlamlarla yapıştırır.
Dil sorunsalını, şiiri, poetikayı, anlam ve anlam kaymalarını, anlam bilimi, anlamın evrimini, yapısal sorunları 35 seneden beri kendine dert edinmiş bir yazar-şairi böyle ucuz ve hakikaten mide bulandıran na-veciz cümlelerle “vurmak” (eleştiri değil) fiilini bizler ne nedenlilik ne de nedensizleşme terimleriyle de açıklayamayız.
Sayın Enver Ercan derginin orta sayfasından yarım boy fotoğrafla poz vererek şiirini kendi editörünü yayınlatırken önce vicdanını iki avucuna alarak bu soruyu kendine soracaktı sonra o sayfaya “onay” verecekti: “Enis Batur kimdir? Bu güne kadar nelere imza attı, neleri, kimleri, hangi değerleri ortamımıza kazandırdı?”. Herhalde vicdani bilançosunun parmağı ağrımazdı, üstelik yazarlar sendikası başkanı olarak kurduğu dergicilik taç-saltanat koltuğunda bir ülkenin saygın ve de bugünlerde bir ekvator bitkisi gibi kendi sessiz dünyasına kapanan bir değerli yazara bu biçimde yakışıksız kalkan-kılıç gösterilmezdi. Ama galiba bir “hakikati” unutuyorsunuz, geçti artık sizlerin o “şaşı bak şaşır” numaralarınızın dönemi. Yeni kuşak okur, edebiyat kulvarının siyanur yudumlamış kuşağı yemez artık bu numaraları. Bu seslenişimiz ise son ve nihai sözcüklerimizdir, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da muhatabımız değilsiniz.
Bunca iç kanamadan sonra, yanıtınız ne olursa olsun, bizim açımızdan zerrece bir önemi yoktur, ama en azından işlerin hangi samimiyet ölçeğinde yürüdüğünü görmemiz açısından şansınızın hala soluk alıyor olması sıva tutmayan hecelerinize derman olur belki.
Her şairin, her şiirinin bir coğrafyası vardır, kara yelleri, geceleri, uykuları, kuyuları vardır, dili vardır, sözcükleri vardır. Her şiir, her dize bütün şairler için yeni bir deneyim, yeni bir dil sürçmesi, yeni bir dil zenginliği, dil serencamı vardır. Enis Batur ya da şu an bildiğimiz, severek okuduğumuz şairlerden hangisi yazdıklarında “yeni oluşturulmuş bir felsefi- edebi kuram”dan, “yeni bir anlam biliminden” söz etmiştir? Onun yirmi beş yıllık sadık okurları olarak, böyle bir iddiayı hiç görmedik hiç okumadığımızı bildiriyoruz.
Ayağınızı denk alın ve yayınlarınızın ister ilk ister son sayfalarında son “vuracağınız” kişi ve ya kişileri seçerken çok ama çok dikkatli davranmanızı öneririz. Bu sizleri ciddiye aldığımız için değil, üstünü, başını pislettiğiniz edebiyat gömleği ve o kalemlere duyduğumuz hürmetten dolayı bizler için önemlidir.
Zeka bu kadar evrensel bir töz olan süreyi, tıpkı psişik sürede olduğu gibi durağanlaştırıp kristalleştirebilir sayın baş muharrir! Bunu ilk önce senin bilmen gerekiyor(du).
Ya da yine Enis Batur’un dediği gibi:
“kıllar ters dönüyorsa, içinden sakal bırakacaksın”!
Olmadı mı?
“Zamanın bilinci: zamana suikast..(E.M.CIORAN)” diyerek kara ütopyalara yelken açacaksın..

Zulüm ve karanlık perdelerle eş tutulan bir devranın ardından çiçeklenecek düşler-bir yerlerde- mutlaka vardır..

Ne mutlu ki Ruh Cerrahi değiliz.
Vesselam.

BORGES DEFTERİ MODERASYON GRUBU

(https://borgesdefteri.blogspot.com)

—————————

ÖNEMLİ EK NOT:
SORU: Sıcak Nal dergi yayın kurulu üyesi olan Sn.Cem Akaş’ın görüşünü bilmek, öğrenmek en doğal hakkımızdır dedik! Bu “sonra karanlık, sessizlik, perde-(E.B)” oyununa yorumunu, görüşünü sorduk.
Cem Akaş’tan beklediğimiz sahici-samimi ses dün ulaştı elimize ve
CEM AKAŞ dedi ki(sadece bir kısmını yayınlıyoruz, devamını muhtemelen baş muharrire kendisi aktaracak, çünkü takipçisi olacağını bildirdiler-duyarlılığı için Cem beye çok teşekkür ediyoruz):

“Size tamamen katılıyorum ve derginin yayın kurulu listesinde adımın geçmesinden hicap duyuyorum.
2500 kitap yayımlamış (ve siz eklememişsiniz ama, 100’ün üstünde kitap yazmış) birinin kişiliği de, görüşleri de, yapıtları da, yaptıkları da eleştiriden muaftır.
1500 kitap yayımlamış birinin kişiliği ve görüşleri eleştiriden muaftır.
1000 kitap yayımlamış birinin kişiliği eleştiriden muaftır.
500 kitap yayımlamış birinin herşeyi eleştirilebilir ama ağır konuşmamak kaydıyla.
Diğerleri için herşey mübahtır.-CEM AKAŞ”

Nis
15
2010
0

Türkiye’de -kesmece- Kitap Pazarı

İdefiks, “Türkiye’de Kitap Pazarı” adında -kesmece- bir araştırma yapmış…

Bkz: https://www.edebiyatodasi.com/news_detail.php?id=3535

Nis
14
2010
0

Truffaut Truffaut’yu Anlatıyor… (1975)

1942 yılı sonunda, oturduğum mahalledeki Pigalle sinemasına gelen Marcel Carné’nin “Gece Ziyaretçileri” filmini görmek için sabırsızlandığım bir gün okulu asmaya karar verdim. (…) İşte o gün, yaratılışını yeniden yaşamak gibi bir yanılsama sağlayabilecek kadar hayran kalınan bir yapıta kendini kaptırmanın ne denli büyüleyici olduğunu keşfettim. (…) Filmlerin içine girmeyi arzuluyordum ve bunun için kendimi sinema salonundan soyutlayarak giderek daha fazla beyaz perdeye yaklaşıyordum. (…) İyi bir sinema eleştirmeni oldum mu? Bilmiyorum. Ne var ki ıslık çalanların safında olmaktansa, ıslık çalınanların safında olmayı yeğlediğim ve coşkumun meslektaşlarımınkinin bittiği yerde, Renoir’in ağız değişikliklerinde , Welles’in aşırılıklarında, Pagnol ya da Guitry’nin savsaklayışlarında, Cocteau’nun anokronizminde, Bresson’un çıplaklığında başladığını kesinlikle biliyordum. (…) Kötü bir film yapmak için en az iyi bir film yapmak kadar gayret sarfedilir (…) En içten filmimiz bir aldatmaca olarak görülebilir. Kendimizi zora sokmadan çevirdiğimiz bir film ise dünyayı dolaşabilir.(…) Saçma ancak hareketli bir film, akıllı ve uyuşuk bir filmden daha başarılı olabilir.
(…)

Sonuç çok nadiren sarfedilen gayretle orantılıdır.

François Truffaut
“Yaşamımın filmleri” adlı kitabının önsözünden… (Ocak, 1975)

Nisan Dergisi, Sayı:4, Aralık 1984, s. 97

Nis
13
2010
0

“Ece Ayhan’dan ABD’ye bakışsız bir zombi kara” (Barış Yarsel)

Poetry Scores taifesinin Ece Ayhan çağrışımlı ve atıflı olarak “Blind Cat Black” şeklinde adlandırdığı gerçeküstücü zombi filmi üzerine Barış Yarsel yazdı…
Bkz: https://www.futuristika.org/kultura/musiki/ece-ayhandan-abdye-bakissiz-bir-zombi-kara/

Nis
12
2010
0

UTACAMUD (Octavio Paz)

(…)
3.
Yüksek otlar ve bodur ağaçlar,
Kararsız zemin. Açıklıkta uçankarıncılar
Bir bakmışsın.
Devasa şatolar yaparlar
(…)
5.
Bir görüntü geçit boyunca:
Pembe kamelya ağacı
Sallanan boğazın üstünde.
Suskun yeşilliğin ortasında bir parlama
Dikilmişcesine bir uçuruma.
Aklın alamadığı varoluş,
Başdönmesiyle dağılan kavrayış -ve dille.

6.
Gökyüzü büyür gecenin içinde,
Bir okaliptus tutuşur.
Yüce gönüllü takımyıldızlar:
Çiğneyip geçmezler beni, çağırırlar.
(…)

Octavio Paz
“Uzak Komşu”, Çev. A. Özer, Adam Yay., 1985

Nis
12
2010
0

Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları

11 Nisan 2010 tarihli BirGün Gazetesi’nin Pazar ekinde yayımlanan “Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları” adlı yazıma https://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1270982046&year=2010&month=04&day=11 adresinden ulaşabilirsiniz. (Zy)

İşbu yazının devamı niteliğindeki “Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin ‘Biz’ Söylemi ve Retorik Arsızlığı” başlıklı yazıya ise https://zaferyalcinpinar.com/i22.html adresinden ulaşılabilir.

Nis
10
2010
0

Onat Kutlar, “Yeter Ki Kararmasın…” ve Karanfil Sahaf

Onat Kutlar’ın 1984’de De Yayınevi’nden yayımlanan “Yeter Ki Kararmasın” adlı kitabının imzalı nüshasını koleksiyonuma katabilmenin mutluluğunu ve coşkusunu yaşıyorum. Kitabı, Kadıköy’de Moda Sineması’nın yanındaki Kafkas Pasajı’nda, yeni açılan Karanfil Sahaf’ta buldum.  Ayrıca, Karanfil Sahaf’ta daha pekçok ilginç ilkbasım şiir kitabının ve imzalı kitabın bulunduğunu/bulunabileceğini de özellikle söyleyeyim…   (Zy)

*

Nis
10
2010
0

“kimlereverdik”

Dün, Kadıköy Reks Sineması’nın duvarında -aynı zamanda Kadife Sokak’ın da girişinde- ilginç bir stencil(şablon baskı) çalışmasıyla karşılaştım. Emek Sineması’nın kapanmasının sözkonusu olduğu ve her alanda emeğin onurunun yokedilmesine yönelik girişimlerin arttığı şu günlerde, böylesine kontrast, karşıt bir stencil çalışması -karşı duruşun  sanatsal bir eylemi olarak ve tüm yan anlam salınımlarıyla birlikte düşündüğümde- çok sıkıydı!
Boyayanların, düşünenelerin eline ve zihnine sağlık… (Zy)

Nis
09
2010
0

Sinemada Akşam Oluyor! (Jean Luc Godard)

Nisan Dergisi’nin 1984’te yayımlanan 3. sayısında yer alan “Sinemada Akşam Oluyor” başlıklı Jean Luc Godard beyanatına https://zaferyalcinpinar.com/godardnisan.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

https://home.comcast.net/~flickhead/Godard012.jpg
Nis
08
2010
0

Ağıt

Ağıt*

Seni aramakta
Dağların eteğinde ağlıyorum,
Denizin ve otların eşiğinde

Seni aramakta
Rüzgârın geçidinde ağlıyorum
Mevsimlerin dört yolunda,
Bulutlu gökyüzünü çevreleyen
Şu kırık camın önünde

Resmin bekleyişinde
Şu boş defter
Ne zamana dek
Ne zamana dek
Yaprakları çevrilecek?
(…)

Adın gökyüzünün alnından geçen seherdir**
(…)

Ve biz hâlâ
Tekrarlıyoruz
Geceyi
gündüzü
henüzü…

* Füruğ Ferruzad için, onun ölümü üzerine
**Füruğ, seher vakti güneş doğmadan önce gökyüzünün ışığına denilir.

Ahmed Şamlu
Çev: Zahra Demirci – Sobhi Babek
Ova Büsbütün Sis, İyi Şeyler Yay., 1998

Nis
07
2010
0

491’e ÜÇ!

491‘e ÜÇ!

“2000’li Yıllar Yanlış Hayatın Doğru Yaşanamayışıdır.”

https://zaferyalcinpinar.com/491uc.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz.

E-posta: dortdokuzbir@gmail.com

Nis
05
2010
0

“Mirror’ı Eksen Alarak Tarkovski İçin” (Semih Kaplanoğlu)

Miror’dan Bir Görüntü…

Semih Kaplanoğlu, 1988’de, Nisan Dergisi’nin 8. sayısında, Tarkovski üzerine bir metin kaleme almış… “Mirror’ı Eksen Alarak Tarkovski İçin” adlı işbu poetik metne  https://zaferyalcinpinar.com/tarkovski.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

*

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com