May
14
2007

Yaşantılar duyuyordu…

İnsanların yaşantıdan söz ederken neyi kastettikle­rini kendi kendime çoğu kez sormuşumdur. Bir teknis­yenim ve her şeyi olduğu gibi görmeye alışkınım. Onla­rın sözünü ettiği şeyi çok iyi görüyorum. Kör değilim ya. Tamaulipas Çölü üzerindeki ayı görüyorum, her za­mankinden daha parlak, olabilir, ama gene de hesapla­nabilir bir cisim, dünyamız etrafında dönen bir cisim; aslında bir çekim sorunu, ilginç, ama neden yaşantı? Ayın ışığı karşısında simsiyah görünen zikzaklı kayaları görüyorum; vahşi bir hayvanın sırtındaki zikzaklar gibi görünüyor olabilirler, ama ben biliyorum ki bunlar ka­yadır, olasılıkla volkanik olan taşlardır, bilmiyorum, bunu ayrıca incelemek ve saptamak gerekir. Neden korkayım? Eski vahşi hayvanlar artık yok oldu. Neden bunları düşüneyim? Ne taşlaşmış melekler; ne de şey­tanlar görüyorum: Aşınmadan oluşan bilinen biçimleri, bir de kum üzerindeki uzun gölgemi, ama hortlak mortlak yok ortada: Neden kadın gibi olmalı? Tufan görmüyorum, yalnız ayın aydınlattığı, rüzgârdan su gi­bi dalgalanan kumu görüyorum; beni şaşırtmıyor, olağanüstü de bulmuyorum, hepsi açıklanabilir şeyler. La­netlenmiş ruhların nasıl göründüğünü bilmiyorum, bel­ki de gece, çölde görünen kara kaktüsler gibidirler. Benim gördüklerim kaktüsler, bir kez çiçek açıp sonra ölen bitkiler. Ayrıca (şu anda öyle görünse bile) yeryü­zündeki ne ilk, ne de son kişi olmadığımı biliyorum, son kişi olmayı düşünmek beni sarsmıyor, çünkü deği­lim. Ne diye isteriye kapılmalı? Işıkta başka türlü bir şey gibi gözükseler bile dağ sıraları dağ sıralarıdır, ama burası Sierra Madre Oriental ve biz ölüler ülkesinde değil, Meksika’da Tamaulipas Çölü’ndeyiz, bir ilerki yol­dan altmış mil uzaklıkta, acı bir durum, ama neden yaşan­tı? Bence uçak uçaktır, onu nesli tükenmiş bir kuş olarak görmüyorum, bozuk motorlu bir SuperConstellation başka bir şey değil, ay onu nasıl isterse öyle aydınlatsın. Olmayan bir şeyi neden yaşayayım? Bir şeyi sonsuzluğu dinler gibi dinlemeye de karar veremiyorum; adım attık­ça duyulan kum hışırtısından başka bir şey duymuyo­rum. Üşüyorum, ama yedi sekiz saat sonra güneşin yeni­den doğacağını da biliyorum. Neden dünyanın sonu ol­sun sanki? Sırf bir şey yaşamış olmak için saçma sapan şeyleri düşünemem ben. Yeşil gecenin içinde beyazımsı kum sınırını görüyorum, aşağı yukarı yirmi mil ötede sı­nır, Tampico yönünde olan bu sınırın öteki tarafında ne­den başka bir dünyanın başladığına inanayım? Tampico’yu bilirim. Salt fantezi yüzünden korkmaktan kaçını­rım, ya da korku yüzünden dehşete kapılmaktan; mistik, olmaktan.
“Geliniz!” dedim.
Herbert dikiliyor ve hâlâ yaşantılar duyuyordu.
Max Frisch
Homo Faber, Çev. Sezer Duru, Can Yayınları, 1998,2. Baskı, s.26,27

Yorum yapılmamış »

RSS feed for comments on this post. TrackBack URL


Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com