Kas
24
2017

Söyleşi: “Şiirsel Konumlandırma Gayretlerine Dair…” (Özge Aksoy Serdaroğlu & Zafer Yalçınpınar)

Başkent Üniversitesi’nde “Yeni Türk Edebiyatı” kapsamında akademik çalışmalar sürdüren Özge Aksoy Serdaroğlu ile birlikte “şiirsel konumlandırma” başlığını irdelemek için bir söyleşi gerçekleştirdik. İşbu söyleşi, Eylül 2015’te Uğur Yanıkel’le tamamladığımız “Rüzgârı Şiirlemek” adlı poetika çalışmasının  ardında -yaklaşık iki yıl sonrasında- yer alan ilk söyleşidir. Özge Aksoy Serdaroğlu’na içtenliği, zorlu/sıkı soruları ve “şairleri poetikalarıyla birlikte analiz etmek” yönündeki güçlü yaklaşımı için çok teşekkür ederim. (Zy)


Not: 2005-2017 yılları arasındaki tüm söyleşiler https://bit.ly/dilinkemigi adresinden -pdf dosyası biçeminde- okunabilir.


Özge Aksoy Serdaroğlu: Anlatılarınızda, şiirinizde karşı çıktığınız güdümlü edebiyat ortamı yerine daha sahih, dürüst ve gerçek yazınsal estetik eylemlerine odaklanmış bir edebiyat ortamı içine doğmuş olsaydınız bir şair olarak sizi şiir yazmaya iten şey ne olurdu?

Zafer Yalçınpınar: Güzel bir soru… Bir kere her şeyden önce bu simülatif yaklaşım için çok teşekkür ederim. İnanmayacaksınız ama bahsettiğiniz güdümlü edebiyat sistematiğine -bütün o ödüllere, ışıklı sahnelere, mikrofon arkasından sallayanlara, yemlenen gençlere, danışmanlık, jürilik kisvesiyle para cukkalayanlara- yani proje üretme niteliği bile olmayan masonik edebiyat kâhyalarına, oligarşik ahbaplara, işbu çetevari görünümün devasa kötücüllüğüne karşı şiirlerimde çok ama çok az söz söyledim. Dört kitabımda bulunan tüm şiirleri düşündüğümde sadece Meydansız’daki birkaç şiirde onlara doğrudan dokunuyorum, tokat atıyorum. Fakat bununla birlikte, evet, büyük bir karşı duruş ya da yüzleşme var şiirlerimde… Bu karşı duruş, yaşamın yüceliği ile dilin haysiyetini savunmak adına yeni sinsiyet tipolojisine ve onun mutat hilebazlarına karşı duruşudur, binyıllık bir direniştir, mücadeledir. Bu mücadele hem beni hem de temsilcisi olduğum dilbilimsel felsefeyi ve doğrudan da poetikanın geleceğini zinde tutan bir edimdir. Dediğiniz gibi hijyen bir edebiyat aurasına doğsaydım, gene de beni şiir yazmaya yönlendiren itkiler çokça değişmeyecekti: Dilin sınırlarını zorlamak, dilin söylem ya da tahayyül alanını genişletmek ve imgelemin bir birim, bir zerre kadar bile olsa alan derinliğini arttırmaya, nihayetinde dilin yaşamını yüceltmeye çalışacaktım. Tabiî ki bahsettiğiniz gibi bir simülasyonda da hijyen faktörleri veya mutat gerçekliği değiştirmeye gayret ederdim. Şiirin görevi de varoluşu da böyledir. Lanetli bir durumdur bu… İki uçurumun birbiriyle yüzleşmesi gibidir, çelişkindir ve korkunçtur. Misal, koskoca Türk Şiiri’nin ödül almamış tek şairi Ece Ayhan’dır. Böylesi bir hakikatle ödüllendirilmiştir! Ve aslında gerçekte, kara gerçeğimizde herkes -yüksek sesle dile getirmeseler bile- şu hakikati sezer: İkinci Dünya Savaşı sonrası Türk Şiiri’nin zirve noktası Ece Ayhan’dır! Aslında, tüm bu simülasyonun dışında benim kaderimde olan biten şey şu: Söz konusu edebiyat oligarşisi -o kifayetsiz muhterisler- işi gücü bırakmış beni okurlara hatta en yakın dostlarıma bile yanlış tanıtmaya cehd ediyorlar ve sürekli yalanlar, çarpıtmalar demagojik retorikler ortaya atarak beni itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Bu zevatlar ölüm döşeğindeyken bile bu kötücül yöntemlere cehd ediyorlar, böylesi bir hırsın ve sinsi yöntemin kurbanı oluyorlar, tek çareleri bu! İyi ki onlara şiirlerimin imkânlarıyla saldırmamışım ve iyi ki şiirime onları bulaştırmamışım! Sıkı bir dostum bu oligarşi için şöyle demişti: “Tek amacımız onlara, o oligarşiye benzememek olmalı! Onlara benzemezsek bize yeter!” Yetiyor da… İnanın bu söylediğime, onlara benzememek bize yetiyor…

Özge Aksoy Serdaroğlu: İmgesel anlam derinliği ve tarihi gerçeklere önem veriyorsunuz. Bunun için de haliyle “sıkı” okura yazıyorsunuz. Peki, “sıkı” okurların yetişmesi onların şiire ısınması amacıyla da olsa şiirlerinizdeki alt metinleri açıklamaya çalışan bir inceleme yapılmasını ister miydiniz?

Zafer Yalçınpınar: Alan derinliği demek yerine ‘anlam derinliği’ demeniz çok hoşuma gitti. Evet, sığ sular yüzmeyi bilmeyenler içindir. Şiirlerimin imgelemi için derinlemesine bir inceleme yapılmasını ister miydim… Hem de nasıl! Çok ama çok isterdim böylesi bir çalışmayı… Biri çıksın da sorsun, Tarihinsancısı’ndaki şu şiirin şu dizesinde hangi tarihsel olayı anlatıyorsunuz, Meydansız’daki şiirlerin alt metinlerindeki toplumsal olaylar nedir, sizi etkileyen şu muydu, şu dizede şu mu anlatılıyor, Çalmayan’daki şiirlerde eleştirilen tipoloji kimdir, nasıldır, Çalmayan ne demek… Köstekbüken nedir vs… Gerçekten bunlar hakkında tek tek konuşmayı isterdim. Bu bana çok heyecan ve feyz verir. Sanırım gelecekte böyle şeyleri -kimse sormasa da- ben çeşitli vesilelerle dile getirmeye başlayacağım. Geçenlerde geri dönüp, hesaplayıp baktım da Livar adlı şiir kitabımın yayımlanışının üzerinden 10 yıl geçmiş… Biraz gevezelik, iyi olabilir günümüzün suskusunu, sessizlik suikastini dağıtmak için…

Özge Aksoy Serdaroğlu: Türkçenin sınırlarını genişletiyorsunuz; yani aslında özerk anlamlar, yeni ve farklı bağdaştırmalar, imgeler yaratıyorsunuz, bu özerk anlamlara okurunuzun erişmesi için emek harcaması gerekiyor. Sonuç olarak bu tavrınızla eleştirdiğiniz seçkinciliğe dahil olduğunuzu düşünüyor musunuz? Kelimenin Yüzü adlı sözlüğünüzü kendi poetikanız bağlamında genişletmek ister misiniz?

Zafer Yalçınpınar: Seçkincilik eleştirinize katılmıyorum. Bakın, açıkça söyleyeyim: Ben iyi, yüce, ayrıksı ya da seçkin bir şair değilim. Daha doğrusu, günümüzdeki şairane konvansiyona -hele de bugünlerde ödül alanları, öne çıkan şairleri filan düşününce- iyi bir örnek değilim. Yani onlar iyiyse ben kötüyüm. Onların tam karşısındayım, bu vasatî yapının tam karşısındayım. 40-50 yıl öncesini düşünün; ‘ortalama zekâ’ diye bir şey yoktu. Popülizm yoktu, hızlı tüketim malları pazarı ve dergileri yoktu, şiir yazmaya çalışan yapay zekâ algoritmaları yoktu. Fakat gökyüzü vardı. Hâlâ da var. Bunca imkâna ve teknolojiye rağmen kimse Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan daha başarılı bir şekilde gökyüzünü imleyemedi, hiçbir bilgisayar mühendisi, mekatronik uzmanı ya da kendini yenileyen yapay zekâ algoritması göğün şiirini yazamadı. İlhan Berk bir kitabında şöyle der: “Ağaçlardan arkadaşlarım oldu. Hâlâ da var.” Bundan 40-50 yıl önce hakikatin tezahürüyle aranıza giren bugünkü gibi trilyonlarca retorik, teknoloji, marka, reklâm, kalite söylemi veya gösteri arsızlığı yoktu. Göstergeler tecavüzünün, kavram karmaşasının ya da saldırısının içerisinde yaşamaya çalışıyoruz. Dahası yaşamı ‘şiirlemeye’ çalışıyoruz. Bugün, sıkı şair dediğimiz tipoloji okumak, araştırmak, sezmek, anlamak, bilmek ve nihayetinde şiirini ve okurunu geliştirmek, hakikatin tezahürünü dile getirmek zorunda… Şiir her yerdedir, tamam, ama aynı zamanda şiir her yer ve her şeyle gizlenmiştir de! Ve şairin görevi onu bulmak, dile getirmektir. Bugün -şiir yazan biri olarak- hakikate ulaşmak için, dilin özündeki biricikliğin suretini imlemek, tini, tözü içselleştirmek ve ona felsefi bir önerme katmak, yani ‘şiirlemek’ için çok büyük bir emek vermelisiniz. Ateşin kendisiyle yanması gibidir bu emek… Bir yalımın diğerinden ayrılması ve aynı zamanda kendisiyle birleşmesidir bu gayret… Eh, okur da bunca emeğe, felsefeye, tarihe ve acıya karşın birazcık gayret etsin. Ayrıca şöyle bir şey de var: Ben okurdan uzay mekiği icat etmesini ya da çift katmanlı integral çözmesini beklemiyorum. Yazdığım şiirler de Marslılar’ın alfabesiyle, başka dünyalardan bir kriptoyla filan yazılmıyor. Bildiğiniz kelimeler, bildiğiniz harfler yahu! Okurun, sıkı şiir okurunun azıcık ‘gözü açık’ olsun, okur azıcık ‘anlam arayışı’ içinde ve araştırıcı olsun, azıcık ‘külyutmaz’ olsun bana da şiirlerime de yeter. İnanınız ki çok bir şey istemiyorum.

 


Zafer Yalçınpınar

 

Özge Aksoy Serdaroğlu: Şiirin kadim yurdu Doğu’dan da okumalar yapıyor musunuz?

Zafer Yalçınpınar: Farkında değilsiniz -belki de farkındasınızdır, bilemiyorum- ama “Göğe bakıyor musun?” ya da “Sessizlik nerede?” diye soruyorsunuz… Sırf inat olsun diye Ortadoğu’dan, Anadolu beşiğinden ya da İran’dan okuduğum mutasavvıfların, erdemli insanların külliyatını saymayacağım! O gençlik, yani o hazine bende kalsın… Bir de, aklıma bir soru geliyor: “Oruç Aruoba doğulu mu batılı mı?” Japon şiirinin taşıdığı tini ve biçemleri çok seviyorum. Japon şiirinde en sevdiğim şair Koyabaşi İssa… Doğu olarak kabul eder misiniz bilmem ama Latin Amerika şairlerini ve yazarlarını -ve gene doğu olarak kabul eder misiniz bilmem ama- siyahî ozanları, caz ve blues betiklerini hem müzikal hem de poetik olarak çok önemsiyorum ve takip ediyorum. Yeni, bugünden olanları da…

Özge Aksoy Serdaroğlu: Okurlarınızın şiirlerinizi okuduktan sonra siyasi görüşünüze dair fikir sahibi olup olmadığı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zafer Yalçınpınar: Bilemiyorum… Benim olanaklı, tutarlı, hakkaniyetli ve insani bulduğum tek siyasi görüşün partisi Türkiye’de yıllardır 60-70.000 kişinin üzerinde oy alamadı. Aslında, siyaset pek bana göre değil sanırım. Adaletin bin yıldır olmadığı bir yerde hukuk nutukları çekemem, adalet satamam, örneğin… Üretimin ve insan haklarının olmadığı bir yerde kalkınma ekonomisi retorikleriyle insanları kandıramam. Sonuçta siyaset bana göre değil. O kadar yalanın ve yalancının içerisinde herhalde birkaç dakikada ölürüm ben! Bu durumda mezar taşıma şöyle yazarsınız: “Zafer Yalçınpınar… Parasızlıktan, işsizlikten, kanserden, solunum yetmezliğinden veya kalp krizinden filan değil bildiğiniz yalandan, yoğun yalan zehirlenmesinden öldü!”

Özge Aksoy Serdaroğlu: Sizce bir şair döneminin güdümlü edebiyatını yapmadığı için ya da güdümlü edebiyat yapanlara karşı çıkan bir edebiyat yapmadığı için apolitik bir şair olarak da değerlendirilebilir mi? Değerlendirilebilirse neden? Değerlendirilemezse neden?

Zafer Yalçınpınar: Bu sorunuza çok berrak bir cevap vermek istiyorum. Eğer neo-liberal odaklar bir şairi ‘kullanışlı ahmak’ olarak görüp ondan faydalanmak istiyorlarsa, ellerindeki en işlevsel enstrüman güdümlü edebiyat ve ödüllendirme sistematiğidir. Bu sistematiği anlamak ve ondan kaçınmak gerekir. Neo-liberalizmin kısa ve yakın tarihinden şunu biliyoruz; Şili’den günümüze neo-liberal odaklar önce kullanışlı ahmaklar ve kifayetsiz muhterisler bulur, onlara olmayan potansiyeller etiketler, onları ödüllendirir, söylemsel alanda onlardan faydalanır, sonunda da onları terk eder! Bugün Türkiye’ye yatırımcı veya girişimci olarak gelen kültürel sermaye odaklarının ve düşünce kuruluşlarının stratejik olarak ilk planladığı kritik konu şudur: “Türkiye’den ne zaman ve nasıl çıkacağız!”

Özge Aksoy Serdaroğlu: “Ampirik olanla ahlaki olan arasındaki ayrım, gerçek ile kurmaca arasındaki farkla aynı değildir.” Eagleton’ın bu sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zafer Yalçınpınar: Terry Eagleton’ın ifade ettiği bu analojik söylem, içinde bulunduğumuz çevrimsel coğrafyanın niteliklerine dair bir özüt içermiyor. Ben şunu görüyorum: Dünya genelinde yapısalcı analiz zayıflıyor, post-yapısalcı veya eklektik eleştiriler güçleniyor. Dolayısıyla, Eagleton’ın analojik yöntemi de yavaş yavaş anlamını yitiriyor. Şiir ve dil, yeni bir zihinsellikten geçmekle, yeni bir zihinselliğin oluşumuyla, poetikaya yeni imkânlar katmakla yükümlü… Bilişsel bir yenileşim sürecinin içerisindeyiz. Bu yük, üzerinde yaşadığımız coğrafyada çok ağırdır. Bu coğrafyada şiir… sefalet, kan ve gözyaşıyla yazılmıştır. Eagleton’ın ‘farkların benzeşimi, ayrışımı’ yönündeki ikinci dereceden, türev yapısalcı analizleri bu coğrafyanın hakikatini anlatmakta tutarsız kalıyor olabilir. En azından şiirde, şiir türü için…

KASIM 2017


Hamişler/Adresler:

1/ Zafer Yalçınpınar’ın 2006-2017 yılları arasında gerçekleştirdiği tüm söyleşiler https://bit.ly/dilinkemigi adresinde yer alıyor.

2/ Yalçınpınar’ın yayımlanan tüm kitaplarının pdf biçemine https://zaferyalcinpinar.info adresinden, tüm şiirlerine ise https://bit.ly/zypsiir adresinden ulaşabilirsiniz. Zafer Yalçınpınar kimdir? sorusunun cevabı da şurada; https://bit.ly/zykimdir

3/ İyi okumalar dileriz.

Yorum yapılmamış

Comments are closed.

RSS feed for comments on this post.


Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com