Nis
13
2017

“Sonsuz-Şiirsel Sözlükler Tahayyülü” (Zafer Yalçınpınar)

“Dil” hakkındaki temel yönsemeyi izlemekte -ve düşünmeye buradan başlamakta- fayda var. Nesneler, olgular, görüngüler, yerler, tahayyüller, duygular -kısacası her şey- ile işbu “her şeyin” (sonsuz sayıda unsurun, belki de evrenin) hem bütünsel hem de tekil anlamları arasında bir “ip”in (veya sonsuz sayıda iplerin) gerili olduğunu kafanızda şematize edin. Söz konusu “ip”in (veya iplerin) tümüne “dil” adını veriyoruz. Ve bu “dil”in işaret ettiği özne veya nesnenin anlamına ulaşmasında (ya da tam tersi, anlamın özne veya nesneye ulaşmasında) sayısız yol, kısa yol, ilişki, sezgi, rakam, hesap, kuram, kavram, rüya, duygu -yani birçok olasılık- var. Zaten, bu sayısız yollara ve ilişkiler düzeneğine dilsel olarak “bağlam” adını veriyoruz. Bu ilişkiler düzeneği sabit değil, olgular, olaylar değişiyor, görüngüler gelişiyor ve anlamlarla birlikte dilsel imkânlar uzayı -tıpkı gezegenler gibi- hareket ediyor. Bağlamlar genişliyor, daralıyor, başka mümkünler arıyorlar, bazen buluyorlar, bazen bulamıyorlar… Bazen anlamdan hareketle, bazen de olgudan hareketle, çoğunlukla da karşılıklı ve etkileşimli olarak (alıcı-verici bir elektronik sistem/devre gibi) deviniyorlar. İşte bu hareketliliğe “yaşayan dil” diyoruz. Bununla birlikte, ‘dilin yaşamı’ bize birçok düşünce veriyor; sanat, felsefe, matematik ve hatta mühendislik ile mimarlık becerisi katıyor; dil aracılığıyla düşünüyoruz, tasarlıyoruz: “Dilin örülümü” böyle bir şeydir.

İşte, anlamı ve bağlamı olan her şeyin tanımlanmasında(örülümünde) kullanılan en küçük dilsel birim; “ad”dır. Dilbilimci Ferdinand de Saussure; “Ad evdir.” der.  ‘Ad evdir’ fakat anlam uzayındaki bahsi/olasılıkları büyüten ağır abimizin ‘adı’na “tümce” veya “cümle” diyoruz. Ve tabiî ki bu karmaşık anlamlar uzayı ile dilsel uzamda olup bitenler -tıpkı yaşamımız gibi- güllük gülistanlık değildir. Çünkü çözümleyici dil felsefesinin kurucusu olan Ludwig Wittgenstein’ın deyişiyle “gerçeğin yapısını dilin yapısı belirler” ve “dilin sınırları dünyanın (aslında her şeyin varoluşunun) sınırlarını belirler”. Kısacası, zurnanın “zort” dediği yer ‘dilsel görelilik’ ve ‘eleştirel gerçeklik’ boyutudur. Bu boyut dilin sınırlarını genişleten bir tür “oyun” alanıdır. Dilin kendisini ilerlettiği alandır. Söz konusu boyut için ikinci yeni şairlerinden İlhan Berk şu poetik dizgeyi kullanmıştır: “Ad evdir ve ben ‘Dün Dağlarda Dolaştım, Evde Yoktum.” Nihayetinde, İlhan Berk şöyle demek istemektedir; “Adlandırmak ölümdür.”

Eski kulağı kesik felsefeciler, “Felsefenin ve mantıksal dizgenin geçerliğini denemek istiyorsanız, sarmallara başvurun…” diye öğütler. İşte karşınızda çok büyük bir sarmal örneği/sorusu: “Adlandırmak” denen şeyi nasıl adlandırırız? Dil uzamını kullanarak dili anlamaya çalışmak ne kadar doğrudur? Düşünceyi düşünmek mümkün müdür? Dilin ‘oyun alanı’nı tanımak imkânlı mıdır? Ludwig Wittgenstein bize -yaklaşık olarak- şunu öneriyor: “Bir kelimenin taşıdığı anlamdan şüpheye düşerseniz, o kelimeyi nasıl öğrendiğinizi hatırlayın.” Ve en ünlü kitabının girişinde şöyle diyor: “Felsefe şiirle kurulmalıydı.”

Bence de ‘felsefe şiirle kurulmalıydı.’ Ama önce, imgelemi özgürleştirecek yeni bakışlar ve sonsuz-şiirsel sözlükler gerekiyor. “Mürekkep” dediğimizde, her şeyden önce, “gece denizi”ni aklımıza getirecek, sonsuz-şiirsel sözlükler… İnsan türü için düşünce tarihinin ve bağlı/bağsız tüm retoriklerinin yerini alacak, sonsuz-şiirsel sözlükler tahayyülü!

Zafer Yalçınpınar
Karga Mecmua, Şubat 2017, Sayı: 112


Hamiş: Zafer Yalçınpınar’ın Karga Mecmua kapsamında kaleme aldığı yazılar -pdf dosyası biçiminde- https://bit.ly/kargaca adresinde bulunuyor.



Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları”na https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Yorum yapılmamış

Comments are closed.

RSS feed for comments on this post.


Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com