Birinci Mektup İmzacıları:(Ön Sayfa) Oktay Rifat, Dr. Hakkı Balamir, Muvaffak Şeref, Cahit Sıtkı Tarancı, Niyazi Ağırnaslı, Ferit Anlar, Ayhan Anlar, Melih Cevdet Anday, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cevdet Kudret Esendal, Prof. Dr. Behçet Kamay, Ordinaryüs Profesör Vasfi Raşid Sevig, Doç. Dr. Hüseyin Cahit Özen, Adnan Saygun, Asım Ruacan, Dr. Kemâl Narin, Doç. Dr. Sadun Aren, Ahmet Cevat Emre (Arka Sayfa) Ahmet Evintan, Nazım Kâmil Bayur, Mümtaz Faik Fenik, Ulvi Uraz, Prof. Dr. Behçet Tahsin Ramay, Melek Gün
İkinci Mektup İmzacıları: Halide Edip Adıvar, Adnan Adıvar, Orhan Veli, Sabahattin Eyüboğlu, Fikret Adil, Mina Urgan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Abidin Dino, Sait Faik
Nâzım Hikmet, 8 Nisan 1950’de açlık grevine başlamıştı. Avukatının isteği üzerine açlık grevini bir süre durduran şair, 1 Mayıs 1950’de tekrar greve başladı, 13 Mayıs’ta Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı.Nâzım’ın annesi Celile Hanım, tek başına bir kampanya açmıştı. 9 Mayıs 1950 günü Celile Hanım üzerinde “Haksız yere mahkum edilen oğlum Nâzım Hikmet açlık grevindedir. Ben de ölmek istiyorum gece gündüz oruçluyum. Bizi kurtarmak isteyenler bu deftere adreslerini yazarak imzalasınlar” yazılı bir dövizle Galata Köprüsü’nün üzerine çıktı, kısa bir süre sonra “trafiği engellemek” suçlamasıyla gözaltına alındı. (…)
14 Mayıs 1950’de yapılan seçimleri DP kazanmıştı ve yeni hükümetin kurulması bekleniyordu. Seçimden üç gün sonra, Adnan Adıvar, Halide Edip, Sait Faik, Cahit Sıtkı Tarancı, Cevdet Kudret gibi aydınlar Nâzım’a bir mektup yazarak yeni hükümet kurulana kadar eyleme ara vermesini istediler.
Nâzım Hikmet, 19 Mayıs 1950’de açlık grevine son verdi. 14 Temmuz 1950’de çıkarılan hükümlülerin cezalarında indirim düzenleyen madde Meclis’te kabul edildi. Nâzım, 14 Temmuz 1950’de, tam 13 yıl sonra cezaevinden çıktı.
Kaynak: Nâzım Hikmet’in Açlık Grevi, Haz: Yeşim Bilge Bengü, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011
(…) Pablo Neruda’nın kalıntılarından örnekler, analiz için dört farklı ülkeye gönderildi ve 2015’te Şili hükümeti, “ölümden yüksek ihtimalle üçüncü bir partinin sorumlu olduğunu” söyledi. Neruda’nın yeğeni Rodolfo Reyes, İspanyol haber ajansı Efe’ye yaptığı açıklamalarda şairin kalıntılarında botulinum toksini bulunduğunu, bunun da Neruda’nın zehirlendiği iddialarını doğruladığını belirtti. Reyes, “Neruda’yı öldüren kurşunu bulduk, vücudundaydı. Kim ateşledi? Yakında öğreneceğiz, ama Nerduda’nın üçüncü bir partinin müdahalesiyle öldürüldüğüne şüphe yok” dedi. (…)
“Orhan Selim (Nâzım Hikmet) 21 Aralık 1934 tarihli “Bize Buyrun” başlıklı yazısına ‘Bizim Erenköy’ diyerek başlar. Erenköy’ün yazın toz, kışın çamur derdinden yakınır. Bu çileyi görmesi için bir belediye yetkilisini Erenköy’e davet eder. İroni yaparak, yetkiliye bir köşk tutacaklarını söyler ve hatta yetkilinin bir dediğini iki etmeyeceklerinin de noter karşısında ant içerek garantisini vereceklerini ilave eder. Nâzım Hikmet yazının başında o yılların Erenköy’ünün güzelliklerini şöyle sıralar: “Bizim Erenköy, gerçek yaşanacak yerdir. Buram buram reçine kokan, yaz kış yemyeşil çamları vardır. Suyumuzun tadına doyulmaz. Ağaçlıklar arasında, irili ufaklı kuş yuvaları gibi köşklerimizi bir görseniz; bağlarımızın kabuğu ince, suyu ballı üzümlerini bir yeseniz Erenköyümüzden bir daha ayrılmak istemezsiniz.”
Bugüne kadar yayımlanmış en özel ve kapsamlı Nâzım Hikmet arşiv çalışması M. Melih Güneş tarafından Ocak 2021’de büyük şairin doğumunun 119. yıldönümüne ithafen gerçekleştirildi. “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” başlıklı 700 sayfalık bu “şölen kitap”, yalnızca 1100 adet basıldı ve hors commerce (ticaret dışı) olarak dağıtımı sağlandı. Şaheserin 278 no’lu nüshasıZafer Yalçınpınar Koleksiyonu’nda yer almaktadır.
EVV3L kapsamında yayımlanan NÂZIM HİKMET İlgileri:
“Sessizliklerin Dokunuşu”, Ali Özgentürk Nâzım Hikmet Üzerine Konuşmalar Ayrıntı Yayınları, 2021, 223 sayfa
“1995 yılında Fransız bir film yapımcısı Nâzım Hikmet ile ilgili bir sinema filmi yapmamı önerdi. İspanyol roman yazarı Jorge Semprun ile senaryo çalışmalarına başladık. Bir ara Moskova’ya gidip, 2 ay kadar Nâzım Hikmet’in eşi Vera Tulyakova ile senaryo için konuşmalar yaptım. Nâzım Hikmet’in Moskova’daki Andrey Voznesenski ve diğer arkadaşlarının tanıklıklarını dinledim. Ayrıca Nâzım Hikmet’i çok yakından tanıyan Müzehher Vâ-nû, Avni Arbaş, Mehmet Ali Aybar ve Nail Çakırhan ile de görüştüm. Bazı nedenlerle bu filmi gerçekleştirmedik… Söylemedikleri, söylediklerinden fazla olan, konuşurken kullandıkları kelimelerin arasında hep sessizlik taşıyan bu 20. yüzyıl kahramanlarının düşünceleri tozlu kasetlerde kalsın istemedim.” (Ali Özgentürk)
TARIK AKAN – MÜZEHHER VÂ-NÛ KONUŞMASINDAN…
(…)
ALİ ÖZGENTÜRK – ANDREY VOZNESENSKİ KONUŞMASINDAN…
ALİ ÖZGENTÜRK – VERA T. HİKMET KONUŞMASINDAN…
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
Özellikle Nâzım Hikmet çalışmalarıyla tanınan araştırmacı gazeteci Emin Karaca (Covid-19- nedeniyle) vefat etti. Çok titiz ve kıymetli bir araştırmacıydı. Geride bıraktığı eserlerin içeriksel/tarihsel kıymetinin bilinmesini/korunmasını diliyorum. (Zy)
Ne zaman ki bıksam _________yalancı gerçeklerden, kaypak ve utanmaz baskıdan, hatırlıyorum kızıl Nâzım’ı ve gırtlaktan gelen konuşmasını onun: __________“Selam, kardeşim! Neden asıyorsun suratını? __________Boşver! Şiirin mi tıkandı? __________Gel hadi, tamamlarız. Paran mı yok? __________Buluruz, canını sıkma. Kız mı yok? __________Onu da hallederiz!” Fakat asıl, onu yiyip bitiren bir şey vardı, ve hep dehşetle akardı bu ____________yüzündeki kırışıklıklardan “Her şey yolunda fakat, ____________yüreğim acıyor biraz. Bunda üzülecek ne var! ____________acıyorsa – yaşıyoruzdur!” Şiir bazıları için ____________oyundur, bazıları için ________bir tezgâh, _____________ya da paradır, Onun gibiler içinse şiir, ________________para değil _____________________yaradır. İşte budur Nâzım’ın yürek yarası. Bir keresinde, ________pek de inanmayarak, endişeli doktoru bana tembihlemişti: “Bakınız ________Acı konulardan kaçınınız ki Acımasın Nâzım’ın yüreği!” Ne naif doktor… ________O hastanız artık yok. Temkinleriniz işe yaramadı, Fakat yüreği, ________sağ kaldı ne var ki, ölümünden sonra bile devam ediyor acımaya. Acıyor yüreği, _______içimdeki acı için. Acıyor yüreği, _______Ruslar ve Türkler için, Nâzım gibi mahpuslarda _______özgür olanlar için, Özgür olsalar bile, _______mahpus olanlar için. Mahpuslara özgü olan o büyük incelikle, ____________ölümünden sonra bile, __________________dinlemiyor doktorları. Acıyor yüreği, ______korkaklık ettiğimizde, Acıyor yüreği, ______kayıtsız kalınca biz. Acıyor, bir ötekine ______“Selam kardeşim! Diyemediğimizde onun gibi içten ve __________________________yiğitçe..
Öyleyse onun gibi, yüreğimiz acıyla vursun ki, Nâzım’ın acıyan yüreği sonunda huzur bulsun.
Yevgeni YEVTUŞENKO Сердце Хикмета, 1967 Rusça’dan Çeviren: Mehmet Kerem Baysal
Ç.N.: “Birkaç hafta önce, internette bazı sayfalarda Yevtuşenko’ya atfedilen 1967 tarihli “Сердце Хикмета” (Nâzım’ın Yüreği) adlı bir şiire rastladım. İnternette yaptığım aramalar sonucunda kaynağını doğrulayamasam bile üslubunun Yevtuşenko’nun şiiriyle örtüşmesi sebebiyle şaire ait olduğunu düşündüğüm bu şiirden etkilenerek şiiri Rusça’dan dilimize çevirmek istedim. Yine şiirinin Türkçe çevirisinin Lel Starostov ismiyle bazı sayfalarda paylaşılmış olduğunu gördüm; ne var ki çevirinin tam anlamıyla dilimize aktarılamadığını fark ettim. Şiirin bir başka çevirisini de bulamadım. Sovyet şiirinin önemli isimlerinden olan ve Nâzım’la ahbaplık etmişliği de bilinen Yevtuşenko’nun, Nâzım’ın ölümünün ardından yazdığı bu şiirin Türkçe sesi olma sorumluluğunu, bir Rusça tercüman ve şiirsever olarak üzerimde hissettim. İyi okumalar dilerim.” (Mehmet Kerem Baysal)
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
(…) Nâzım Hikmet’in şu ana kadar hiçbir yerde yayımlanmayan beş şiiri, Yapı Kredi Yayınları editörlerinin TÜSTAV Komintern Arşivi’nde yürüttüğü çalışmalarla ortaya çıkarıldı. Şiirler kitap-lık dergisinin son sayısında yayımlandı.(…)
“1 Mayıs İşçi ve Emekçi Günü’nde büyük şair Nazım Hikmet’in bir şiiri ilk kez gün yüzüne çıktı. Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) Komintern Arşivi’nde yer alan Nâzım Hikmet’in “İstanbul’da 1 Mayıs” şiirini Banu İşlet bularak çevirisini yaptı.” (1 Mayıs 2020, Cumhuriyet Gazetesi)
Nâzım Hikmet’in “Benerci Kendini Niçin Öldürdü” (1932) adlı destanından…
“Nâzım Hikmet’in bu şiirinde, şiirsel bir anıştırma olarak, “sev” kelimesinin yerine “öl” kelimesi okunabilir/kullanılabilir. Özellikle destanın bütünselliği kapsamında, Benerci’nin sevgilisinin sonu düşünüldüğünde… “(…) benden izin sana, öl, ölebildiğin kadar.” (Zy)
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
“Resimlerinde Anadolu insanının yoksulluğunu, renklerini ustaca resmeden ve ünlü şair Nâzım Hikmet’in yakın dostları arasında yer alan ünlü Türk ressamı İbrahim Balaban 98 yaşında yaşama veda etti.”
Şöyle bir baktım da, ikinci şiir kitabım Meydansız‘ın yayımlanmasının üzerinden 10 yıl geçmiş: Dünya -tüm yüküyle birlikte- güneşin etrafında 10 kez dönmüş… Hiçbir şey değişmemiş, hâlâ aynı durumdayız; “Meydansız” olarak yaşamanın burukluğunu ve anlamsızlığını kalbimizde tüm yüküyle hissediyoruz.
Meydansız, Cavit Mukaddes‘in yönlendirmesi sonucunda, Tuncay Takmaz‘ın yayınevi olan Çekirdek Sanat tarafından Savaş Çekiç‘in kapak tasarımı eşliğinde Ocak 2009’da yayımlandı. Kitap Beyoğlu’nda, İSO’nın yönettiği Odakule Sanat Galerisi’nde gerçekleştirilen Taş Uçak Şiir Sergisi‘yle birlikte okura sunuldu.
Ne sergi ne de kitap pek ilgi görmedi… Zaten böyle olacağını biliyorduk. Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında Tayfun Polat’la birlikte bu ilgisizliği değerlendiren çok sert bir söyleşi gerçekleştirdik. (Aşağıda söyleşinin tam metnini paylaşıyorum.) O günlerde hem Meydansız’la hem de Taş Uçak Şiir Sergisi’yle işaret etmeye çalıştığım şeyler edebiyat kâhyaları tarafından örtbas ediliyor ve okuyucu sürekli kandırılıyordu. Bugün de durum aynıdır. O gün de işaret ettik aynı şeyleri, şimdi, 10 yıl sonra da işaret ediyoruz. Çünkü meseleye ‘uzay zaman’ olarak baktığımızda hakikatin sırlı olmadığını görürüz: Hakikat, kalb ve vicdan arayışıyla birlikte yaşamın özüne mıhlanmıştır! (Zy)
TAŞ UÇAK İNECEK MEYDAN ARIYOR…
(İşbu söyleşi Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında yayımlanmıştır.)
Tayfun Polat: Şiir Sergisi ne demek?
Zafer Yalçınpınar: Şiir ihtiva eden ve geneli düşünüldüğünde poetik tarafı ağır basan bir izlek, demek… Tıpkı resim ya da fotoğraf sanatı gibi şiir de imgelerden ve imgesel öğelerin kurgusundan, dengesinden oluşur. Duvarda asılı bir şiirin duvarda asılı olan bir tablodan farkı, şiirin kelimeler tarafından işaret edilen farklı, dolaylı ve belki de ilkel bir imgeleminin olmasıdır. Ayrıca şiirde, fonetik bazen de müzikal bir yapı oluşturabilirsiniz; örneğin soyut bir şiirde -resim sanatında olduğu gibi renklerin tınısını değil de- kelimelerin işaret ettiği imgelerin tınısını bulabilirsiniz. Ya da İlhan Berk’ten Mısırkalyoniğne veya Oktay Rifat’tan Perçemli Sokak’ı, bu iki şiir kitabını birer soyut resmi izler gibi okuyabilirsiniz. Sergide 16 adet şiir ve şiirsel metin ile 14 adet görsel işimden oluşan genel bir kompozisyon var. Ayrıca sergide Nâzım Hikmet ve Ece Ayhan’ın poetikasına çeşitli referanslar da var… Aslında, şiirsel metinlerimin imgeselliği ile çoğu tipografik olan görsel işlerimin imgeselliği arasındaki kimyayı, alaşımı ortaya koymak istedim. Bu alaşımda poetika daha ağır geliyor… Bu nedenle şiir sergisi dedik…
T.P.: Bu serginin açılması süreci nasıl işledi?
Z.Y.: “Odakule Sanat Galerisi” ve “Asanat” danışmanı Necip Yeşiltepe, internetteki çeşitli platformlarda bazı görsel işlerimi görmüş, çok beğenmiş. Bir sergi düzenlemeyi teklif etti ve koşullarını sundu. Ben de kabul ettim. Sonrasında serginin içeriği ve kompozisyonu üzerine çalışırken Necip Yeşiltepe, şiirlerimdeki imgeselliğin daha baskın, daha etkileyici olduğunu ve görsel işlerimi de kapsadığını fark etti. Böylece sergiyi hem şiirlerimden hem de görsel işlerimden oluşturmaya karar verdik. Söyleşiler ise sergiye katılacaklarla ve okuyucuyla etkileşim kurmak için düşünüldü. Bir de baktık ki söyleyecek, anlatacak ve işaret edecek, yani içimizde birikmiş birçok şey varmış… Bunları da paylaşalım istedik.
T.P.: “Görsel iş”ten kasıt nedir? Ya da farkı nedir?
Z.Y.: Şimdi, benim bu parçaları “görsel iş” diye muğlak bırakmamın sebebi onların “ne olduğu” üzerinde kalıcı bir karara varamayışım… Yöntem olarak çeşitli kolajlardan, grafik deneylerinden, stokastik süreçlerden ve tipografiden oluşuyor bu işler… Ayrıca içlerinde, “Ş” harfinin tipolojisinin, matematiğin, tersimlemelerin, istatistiğin ve felsefenin birtakım bileşkelerine işaret eden işler de var… Fakat tüm bu teknikler ya da öğeler görsel işlerimin “nasıl oluştuğu” hakkında bilgi verirken onların “ne olduğu” hakkında aydınlatıcı değiller. Bunun sebebi de görsel işlerime bulaşan “poetika”, o cehennem… Biliyorum ki tüm bu durum, bu bilinmezlik yaptığım işlerin bir “ucube eser” gibi yanlış algılanmasına sebep oluyor, olacaktır da. Fakat inan ki “görsel iş” deyişinden daha iyi bir deyiş bulamadım…
T.P.: Sergi kapsamında gerçekleşecek söyleşilerin konuları nasıl seçildi?
Z.Y.: Söyleşi konuları Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nda iki senedir sürekli tartıştığımız ve sürekli savunduğumuz başlıklar… Bu söyleşiler çeşitli şairlerden çeşitli alıntılarla ve şiir okumalarıyla başlayacak… “Boşluğun Dili” konulu söyleşi dışında, söyleşilerin odağı şairlik halleri ve günümüz edebiyat ortamımızın vasatlığı… Ayrıca, “Haklılığın İnadı” başlıklı söyleşide Ece Ayhan ve Nâzım Hikmet üzerinde özelikle duracağız ve görsel, işitsel paylaşımlarda da bulunacağız… “Boşluğun Dili” ise tamamen benim şiirlerimle ilgili… Bu söyleşide şiirlerim ve şiirlerimde yer alan birkaç duygudurum hakkında konuşacağız… Söyleşiler başından sonuna kadar katılımcılarla etkileşimli gerçekleştirilecek.
T.P.: Sergiye ve bir şiirine adını veren “Taş Uçak” göndermesini açıklar mısın?
Z.Y.: Öncelikle Taş Uçak, Nâzım Hikmet’in mahkûm olduğu dönemde Bursa Cezaevi’ne verilen lakaptır. Abidin Dino’nun aktardığına göre bu lakabı Nâzım Hikmet koymuştur. Şimdi düşünün, taştan uçak yapmaya çalışan ya da yıllarını böylesine karşıt, imkânsız bir düşüncenin, benzetmenin belki de avuntunun içinde geçirmiş bir adam… Bir büyük şair… İfadedeki imkânsızlık duygusu… Fakat gene de şairin bu yöndeki imgesel inadı… Ayrıca, Cemal Süreya şöyle demişti: “Ağır ol bay düzyazı, uçamazsın!” Sıkı şiirin en önemli temsilcisi olan Ece Ayhan da “Anlaşılmayacaksın. Ey kanatsızlık!” diyor. Bugün sıkı şairlerin hepsi yeni Taş Uçak’larda yaşıyor… Bunu işaret etmek istedim. Bir açıkhava hapishanesine benzettiğim, görünmez dikenli tellerle çevrilmiş ve imkânsızlıkları sistemin kaotik yapısıyla örülmüş kentlerde, yeni taş uçaklarda…
T.P.: Bu sergi mevcut edebiyat ortamında nasıl algılanabilir?
Z.Y.: Bugün, edebiyatın içtenliğine ve sahiciliğine inananlardan değil de ticari kâhyalık yapmak ve statüko cukkalamak peşinde koşanlardan oluşan, yani, editörcülük oynayan fırsatçıların maniple ettiği bir edebiyat “ortalığımız” var. Çoğu da modern şiiri bilmiyor, sezmiyor… Her iki türlü de liyakatsizler… Yani “kim kime dum duma” bir ortalık, bir ortalama kavrayış, vasatlıktan kaynaklanan bir retorik arsızlığı söz konusu… Bizim işaret etmeye çalıştığımız şeyler kolay kolay anlaşılmayacaktır. Hatta sezilmeyecektir bile… Diğer birçok konuda olduğu gibi edebiyatta da meydansızız. Sergiye “anlaşılmaz şeyler bütünü” gözüyle bakılacak sanırım… Bu da kötü, belki de “ortalama” bir yaklaşımdır bana göre… Kısacası bu meydansızlıkta serginin iyi ya da yeterince algılanacağını düşünmüyorum.
T.P.: Sence nasıl algılanmalı?
Z.Y.: Eski ve usta şairleri saymazsak sıkı şiir denen şeyin okuyucusu, takipçisi kalmamış gibi günümüzde… Ayrıca birtakım fason şiirleri ve şairleri, yani gerçekte şiir ve şair olmayanları, sahici olmayanları zaten hesaba katmıyorum. Kalburüstü yayınevlerinden çıkan yeni şairlerin yeni şiir kitapları bile en fazla 200-300 adet satıyor. Bu kadar küçülmüş, bu kadar odalaşmış, bu kadar meydansız ve yalnızlıkla, dikenli tellerle çevrilmiş bir ortamda bir tane yamuk bıyıklı ve kısa pantollu adam çıkmış “şiir” diye inat ediyor. Sıkı şiirin içtenliğini ve sahiciliğini savunmaya çalışıyor, onun akkor yapısını işaret etmeye çalışıyor, her şeye rağmen yazıyor, okuyor, tartışıyor, uykusuz kalıyor, kısacası şartlarını zorluyor falan… En azından bu çaba takdir edilmeli… Bununla birlikte açık açık söyleyeyim ki eğer tek bir kişi, tek bir dizemin imlediği şeyi sezdikten sonra o dizeyi aklına mıhlar ve hiçbir zaman unutmaz ise Taş Uçak Şiir Sergisi başarısız değil demektir, benim için…
“NHKM, Yapı Kredi Kültür Sanat ve Yayıncılık A. Ş. Yönetim Kurulu’na ve Nâzım Hikmet’in vârislerine hitaben bir açık mektup yayımladı. Mektupta, “Nâzım Hikmet’in Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” romanının 25 yerde sansürlü olarak yayımlanmasının sürdürüldüğü vurgulanarak, Nâzım’ın romanının uzun yıllardır sansürlenerek yayımlanmasının sürdürülmesi konusunda bir açıklama yapılması ve sürdürülmekte olan sansürcü yayıncılığa derhal son verilmesi istendi.”(12 Kasım 2017)
Ömrünün büyük bir bölümünü sevdalı olduğu memleketinin hapishanelerinde geçiren Nazım Hikmet, yaşadığı her şeyi şiire dönüştürerek yaşadı. Onun hayatında anlam kazanan her şey daha güzel yarınların tahayyülüyle ve mücalesiyle doluydu. Umutsuz değildi ancak çokça üzgündü. Araştırmacı yazar Haluk Oral, #tarih dergisi’nin son sayısında Nâzım Hikmet’in eşi Münevver Hanım’a yazdığı bir mektubu yayınladı. Mektup, şair Yahya Kemal‘in ölüm haberiyle başlıyor ve devam ediyor. Mektubun tam metnini https://listelist.com/nazim-hikmetin-mektubu/ adresinden okuyabilirsiniz.