Bugün yapıldığı gibi, kongrelerde, söyleşilerde, düşünülebilecek her fırsatta, zamanımızda bir şaire, bir yazara düşen görevlerden söz edilmesi, beni çok önceden kızdırmaya başlamıştı. Çünkü bu bağlamdaki bütün soruları çok ters ve aşırı haddini bilmezlik olarak buluyorum. Yazarların kendi görevleri üzerine ilginç açıklamalar yaptıklarına hep rastlanmasına karşın, ben bu görevin ne olduğunu bilmiyorum. En azından bütün bu sorunlar karşısında bizden beklenen tavır anlamında olmak üzere, bilmiyorum. Buna karşın bu bağlamda doğal olarak var bir şey, ama herkes çalışmasının hesabını ne ölçüde verebileceğini ve kendi kendisine karşı nasıl verebileceğini kendisi çözümlemek durumunda. Benim açımdan bu, insanın iki ya da üç eski beklentide kalabileceği gibi bir sonuca yol açıyor; bir zamanlar bu, entelektüel dürüstlük diye adlandırılmıştı. Yani insanın söyleyebileceğinden daha fazlasını söylememesi, kendisine dışardan yüklenen sözde sorunları üstlenmemesi girişimi. Gerçek sorunları insan çok farklı bir biçimde üstleniyor, bu sorunlar konferanslarda, kongrelerde tartışılamaz. Ve bu türden gerçek bir sorunun varlığı söz konusu ise eğer, o sorun, en olumlu anlamda olmak üzere, tartışılamaz. Ve bu soruna verilebilecek tek yanıt, çalışmadır, yapıttır veya bu yapıtın başarılmasıdır.
Ingeborg Bachmann, 1969
Çev: Ahmet Cemal