(…)
Başlangıçta bu kısıntılar, sınırlamalar ona hayli güç gelse de, nasıl becerdiyse, zamanla hepsine alıştı; yavaş yavaş her şey düzene girdi. Hatta bir gün geldi ki akşam yemeklerini bile kaldırıverdi; ileride edineceği paltonun hayaliyle aç açına yatmaya başladı.
Pek çok şeyden kısıtlama yapmıştı, buna karşılık alacağı paltonun hayali onu ruhça besliyor, yaşamını renklendiriyordu. Sanki evlenmiş; canlı bir varlıkla bir arada yaşıyormuş gibi hissediyordu kendini.
(…)
Tanrı bilir nerede, ama ta uzaklarda, belki de dünyanın öbür ucunda bir bekçi kulübesinin ışığı ölgün ölgün göz kırpıyordu. Akaki Akakiyeviç’in tüm neşesi kaçtı. Belki de başına kötü bir şey geleceğini sezerek ürpere ürpere alana girdi. Bir ara sağına soluna, sonra dönüp geriye baktı; sanki sonsuz bir okyanusun ortasındaydı. Çevresin bakmakla iyi etmediğini düşünerek gözlerini yumdu., burnunun doğrusuna bir hayli yürüdükten sonra alanın bitimine gelip gelmediğini anlamak için gözlerini açıp baktı. Fakat gözlerini açmasıyla bıyıklı iki kişinin hemen oracıkta, ta burnunun dibinde dikildiklerini görmesi bir oldu. (…) Korkudan yüreği ağzına geldi. Adamlardan biri Akaki Akakiyeviç’in yakasına yapışarak:
-A! Bu benim paltom!.. diye gürledi.
Akaki Akakiyeviç yardım çağırmak için bağırmak istediyse de ikinci adam, memur kafası büyüklüğündeki yumruğunu ağzına dayadı.
-Hele bir bağır!
Akaki Akakiyeviç sırtından paltosunun sıyrılıp alındığını, belden aşağısına zorlu bir tekme indirilerek yüzükoyun yere kapaklandığını anladı.
(…)
İşin daha da dikkate değer yanı, o günden sonra hortlak memurun bir daha ortalıkta gözükmediğiydi. Anlaşılan “önemli kişi”nin kürklü paltosu tastamam üstüne uymuş, o da geceleri başkalarının paltolarını soymaktan vazgeçmişti. Gene de kimi meraklı, heyecan düşkünü kişiler bu işin ucunu bırakmadılar, sağda solda böyle olaylarla ilgili haberleri yaymayı sürdürdüler. Hatta Kolomnalı bir mahalle bekçisi, gece bir evin arkasından hortlak çıktığını yeminle söylüyordu. Bekçi ufak tefek, sıska bir adamdı; hani rüzgâr biraz kuvvetlice esse yere devrilirdi. (…) (İşte bu bekçi, evin arkasından çıkan hortlağı yakalamaya gücü yetmeyince, onu hayli uzaktan izlemeye koyulmuş. Ancak bir ara hortlak geriye dönüp, dirilerde bile bulunmayan irilikte yumruklarını göstererek, “Hey, peşimde ne dolanıp duruyorsun?” diye bağırınca, bekçi duralamış. “ Ben mi?.. Hiç… Şuradan geçiyordum da…” diyerek kulübesine geri dönmüş.
Anlatılanlara bakılırsa, bu hortlak çam yarması gibi bir herifmiş, kocaman palabıyıkları varmış. Hortlak, bekçiyi korkutup kaçırdıktan sonra adımlarını Obuhov Köprüsü’ne doğru sıklaştırmış, sonra karanlıklar içinde gözden silinmiş.
Nikolay Gogol
“Palto” adlı öyküsünden…
Çev: Mehmet Özgül, Adam Yay., 2002