Nis
15
2010

Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin “Sıcak Nal/Mal”larına ve edebiyat kabzımallığına karşı! (Borges Defteri)

Edebiyat Kâhyaları’nın ve Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin en sıcak mamüllerinden biri olan “Sıcak Nal” adlı kabzımal kahvehanesine ilk lobut Borges Defteri Moderasyon Grubu’ndan geldi… Yazıyı aşağıda -0lduğu gibi- alıntılıyorum (Zy):

Ali Teoman’ın ve Cem Akaş’ın iki yazısına yer vererek yayın hayatına “vira” diyen “Sıcak Nal” dergisi (Süreyya Evren’in editörlüğü ve Enver Ercan’ın imtiyaz sahipliğiyle) daha ilk sayısının son satırlarını inanılmaz bir gaf ve kin kusma ayiniyle kapamış.
Enis Batur’a çamur atmak, kin kusmak, had-hudut bildirmek bu kez Süreyya Evren’nin üzerine mi bırakıldı? Çürümenin virtüel algı boyutu farklı aygıtlarla ama aynı hücre yapısıyla durmadan karşımıza çıkıyor, hep beraber okuyoruz, bu durum karşısında yapabileceğimiz tek şey kalıyor: aktüel algı zenginliğiyle gidişatın ve ortamı saran ahlaksızlığın, vicdansızlığın, rezaletin üzerine kusmak.
Oyun, iki farklı dünyanın iki farklı kişiliğin algısı üzerine kurulan bir suni denge gibi görünse de mesele asla öyle değil.. Farklılıktan fakr(yoksunluk) değil “gena”(düşünce zenginliği) doğduğunu biliyorduk, oysa burada düşünce sefaleti kendini paçavra bir kırıntıya bürünerek gösteriyor.
Dergi editörü Süreyya Evren; Enis Batur’un haftalık Cumhuriyet Kitap dergisine yazdığı bir yazsından tek bir (tek 1 cümle) cümleyi : “ister şiirimde(kendi öznel dünyası) ister (düz yazılarımda)-(yine Enis Batur’un kendi kurgusuyla oluşturduğu, kullandığı dil ve dünya) yeni bir dil kurdum” gibi bir cümleyi alarak var gücüyle terim yerindeyse Enis Batur üzerine, “kültür adamlığı” tanımına “çullanması” pek hoş ve ahlaki bir tavır olmamakla birlikte bir dergi editörünün (idam mangasının önünde bile olsa)baş vuracağı bir yöntem olmamalı(ydı) diye düşünmekten de alı koyamıyoruz kendimizi. Yazımızın başında Ali Teoman ve Cem Akaş’ın adını neden verdik? Bir taraftan sırtını bu iki Enis Batur “diline”,”dünyasına”(uzun zaman) yakın isimlere vereceksin öte yandan Enis Batur’a karşı içinde ne kadar tarif edilmiş-edilmemiş “kin” oku varsa hicap duymadan fırlatacaksınız. Bu kadar basit, yüzeysel, içeriksiz ve kolay vuruşlara şu edebiyat ortamı ne zamandan beri alıştı? Terry Eagleton’un üzerine titrediği “pratik eleştiri” kavramı ve ruhsal kurtuluşa giden yolu müjdeleyen yöntem de derdimiz, hatta tasamız, hiç değil, çünkü karşımızda böyle bir kapasite ve ufuk genişliği yok. Kaldı ki, ister eleştiride olsun ister teorik yaklaşımlarda “ teorik şiddet unsurunu” ilk savunanlardan, gündeme taşıyanlardanız, ama burada pratik ve kabulleneceğimiz bir teorik karşı duruş, kuramsal yaklaşım yok. Kişisel iç kargaşa-hesaplarla varılan noktanın da menzili bu kadar olurdu.
Siz bu edepsizliği Oruç Aruoba, Turgut Uyar, Ece Ayhan (hayatta olan veya olmayan) ve aklınıza gelebilecek hangi şair, yazara karşı gerçekleştirseniz tepkimiz aynı olur, aynı olacak.
Edebiyat ortamını saran boğucu sessizlikler, tepkisizlikler işleri bu aşamalara sürükledi. Sanat’ın kalp atışları kokuşmuş bir sistem ve onun baskıcı aygıtına karşı çıkışlarda hızlanmalıdır, yoksa kendi dokusunu, öz suyunu “aşağı dünya-yukarı güç” diyerek ulu orta harcamanın bir anlamı yoktur.
Sorsak ki madem her minimal gösterge anlıksal imgesini canlandırdığı bir öteki uyarana bağlı bir uyarandır o zaman bugüne kadar biz neden tek bir yapısal analizinizi (Enis Batur ve pek çok isimle ilintili olarak) görmedik, okumadık? Yoksa altınıza serdiğiniz o suni güç, iktidar kilimi mürekkep gücüyle değil de ıslandıkça mı koyulaşıyor?
Bir dergi editörü “eleştiri” unsurunu böyle seyreltilmiş küf çekirdeği gibi kullanırsa, o yörede tuz depolarının da koktuğunu açıkça deklare edebiliriz galiba.
Anlaşılan o ki bu güne kadar ne Enis Batur şiirini ne de onun en azından düz yazılarını ve söyleşilerinin hiç birisini elzem olan gerçekçi mercekten okumamış sayın editörümüz.
O Enis Batur ki bunca çabası ve kültür dünyamıza kattıklarıyla hala ve olabildiğince açık bir dil ve ifadeyle ve inanılmaz bir tevazuuyla “ henüz dilime yeni bir sözcük katmış değilim” gibi gerçekten samimiyet içeren bir iç görüyü ortaya koymuştur. Gelin görün pek muhterem baş muharrir’e göre Enis Batur bir gazetenin kitap ekinde “yeni bir dil” den nasıl söz edermiş(dem vurarmış? Ve aslında “sen kimsin ki bize bu yeni dili dayatıyorsun?”ibaresini Sıcak Nal dergi okurunun anlına tuhaf cümleler ve anlamlarla yapıştırır.
Dil sorunsalını, şiiri, poetikayı, anlam ve anlam kaymalarını, anlam bilimi, anlamın evrimini, yapısal sorunları 35 seneden beri kendine dert edinmiş bir yazar-şairi böyle ucuz ve hakikaten mide bulandıran na-veciz cümlelerle “vurmak” (eleştiri değil) fiilini bizler ne nedenlilik ne de nedensizleşme terimleriyle de açıklayamayız.
Sayın Enver Ercan derginin orta sayfasından yarım boy fotoğrafla poz vererek şiirini kendi editörünü yayınlatırken önce vicdanını iki avucuna alarak bu soruyu kendine soracaktı sonra o sayfaya “onay” verecekti: “Enis Batur kimdir? Bu güne kadar nelere imza attı, neleri, kimleri, hangi değerleri ortamımıza kazandırdı?”. Herhalde vicdani bilançosunun parmağı ağrımazdı, üstelik yazarlar sendikası başkanı olarak kurduğu dergicilik taç-saltanat koltuğunda bir ülkenin saygın ve de bugünlerde bir ekvator bitkisi gibi kendi sessiz dünyasına kapanan bir değerli yazara bu biçimde yakışıksız kalkan-kılıç gösterilmezdi. Ama galiba bir “hakikati” unutuyorsunuz, geçti artık sizlerin o “şaşı bak şaşır” numaralarınızın dönemi. Yeni kuşak okur, edebiyat kulvarının siyanur yudumlamış kuşağı yemez artık bu numaraları. Bu seslenişimiz ise son ve nihai sözcüklerimizdir, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da muhatabımız değilsiniz.
Bunca iç kanamadan sonra, yanıtınız ne olursa olsun, bizim açımızdan zerrece bir önemi yoktur, ama en azından işlerin hangi samimiyet ölçeğinde yürüdüğünü görmemiz açısından şansınızın hala soluk alıyor olması sıva tutmayan hecelerinize derman olur belki.
Her şairin, her şiirinin bir coğrafyası vardır, kara yelleri, geceleri, uykuları, kuyuları vardır, dili vardır, sözcükleri vardır. Her şiir, her dize bütün şairler için yeni bir deneyim, yeni bir dil sürçmesi, yeni bir dil zenginliği, dil serencamı vardır. Enis Batur ya da şu an bildiğimiz, severek okuduğumuz şairlerden hangisi yazdıklarında “yeni oluşturulmuş bir felsefi- edebi kuram”dan, “yeni bir anlam biliminden” söz etmiştir? Onun yirmi beş yıllık sadık okurları olarak, böyle bir iddiayı hiç görmedik hiç okumadığımızı bildiriyoruz.
Ayağınızı denk alın ve yayınlarınızın ister ilk ister son sayfalarında son “vuracağınız” kişi ve ya kişileri seçerken çok ama çok dikkatli davranmanızı öneririz. Bu sizleri ciddiye aldığımız için değil, üstünü, başını pislettiğiniz edebiyat gömleği ve o kalemlere duyduğumuz hürmetten dolayı bizler için önemlidir.
Zeka bu kadar evrensel bir töz olan süreyi, tıpkı psişik sürede olduğu gibi durağanlaştırıp kristalleştirebilir sayın baş muharrir! Bunu ilk önce senin bilmen gerekiyor(du).
Ya da yine Enis Batur’un dediği gibi:
“kıllar ters dönüyorsa, içinden sakal bırakacaksın”!
Olmadı mı?
“Zamanın bilinci: zamana suikast..(E.M.CIORAN)” diyerek kara ütopyalara yelken açacaksın..

Zulüm ve karanlık perdelerle eş tutulan bir devranın ardından çiçeklenecek düşler-bir yerlerde- mutlaka vardır..

Ne mutlu ki Ruh Cerrahi değiliz.
Vesselam.

BORGES DEFTERİ MODERASYON GRUBU

(https://borgesdefteri.blogspot.com)

—————————

ÖNEMLİ EK NOT:
SORU: Sıcak Nal dergi yayın kurulu üyesi olan Sn.Cem Akaş’ın görüşünü bilmek, öğrenmek en doğal hakkımızdır dedik! Bu “sonra karanlık, sessizlik, perde-(E.B)” oyununa yorumunu, görüşünü sorduk.
Cem Akaş’tan beklediğimiz sahici-samimi ses dün ulaştı elimize ve
CEM AKAŞ dedi ki(sadece bir kısmını yayınlıyoruz, devamını muhtemelen baş muharrire kendisi aktaracak, çünkü takipçisi olacağını bildirdiler-duyarlılığı için Cem beye çok teşekkür ediyoruz):

“Size tamamen katılıyorum ve derginin yayın kurulu listesinde adımın geçmesinden hicap duyuyorum.
2500 kitap yayımlamış (ve siz eklememişsiniz ama, 100’ün üstünde kitap yazmış) birinin kişiliği de, görüşleri de, yapıtları da, yaptıkları da eleştiriden muaftır.
1500 kitap yayımlamış birinin kişiliği ve görüşleri eleştiriden muaftır.
1000 kitap yayımlamış birinin kişiliği eleştiriden muaftır.
500 kitap yayımlamış birinin herşeyi eleştirilebilir ama ağır konuşmamak kaydıyla.
Diğerleri için herşey mübahtır.-CEM AKAŞ”

2 Comments »

  • Sıcak Nal, fetbazların buluşma noktasıdır. (Zy)

  • İnsanlık hali; Diyip geçelim mi?..// Hakan İşcen

    Biraz lafı dolandıracağım galiba, affola.
    Bir yandan bir şeyler yazarken, bir yandan da üniversiteyi bitirdiğim günden beri iş hayatının, vahşi-liberal-kapitalist çarkları arasında yıllardır boğuşuyorum.
    Her kademede çalıştım, her çeşit insanla tanıştım.
    İş hayatının her türlü belden aşağı oyunlarına, ayak kaydırmalarına, yağdanlıklarına, saltanat entrikalarına, hepsine şahit oldum.
    Hak bilmezliğin ve duyarsızlığın bir seviyesi, kötülüğün bile kendine göre bir raconu var.
    Edebiyat dünyası içinde öyle şeylere şahit oluyorum ki, bizans entrikalariyla dolu o vahşi iş dünyası bile çok daha temiz kalır.

    Sanat(çı), belli lobiler, dergiler, sanal siteler, net grupları, yayınhaneler, tekkeler, barlar, meyhaneler çevresinde âdeta çeteleşmiş, düşman kamplara bölünmüş durumda.
    Bu gettoların dışında kalanın yaşama şansı yok gibi.
    Ve egolar öyle şişmiş ki, gece yatağa yatmadan önce aynaya baksalar dahi, kolay kolay inmiyor.
    Söylenen değil, söyleyen; yazılan değil, yazan; yapılan değil, yapan önemli.
    Engelli dostlar alınmasın, kör sağır duymadan, görmeden, okumadan habre birbirini güzelliyor.
    Diğer yandan, sitelerde, dergilerde, basit sözcük oyunlarıyla birbirine dokundurmalar, sen benim kim olduğumu biliyor musun görmemişlikleri,
    kinayeli söz sanatlarıyla laf geçirmeceler, put kırma bahanesiyle kendini afişe etmeler…

    Şu “üstün insanların” şişik egolarından sıkıldım artık.
    Ve işin kötüsü, gerçekten de başkalarından “farklı” yaratıldıklarına inanıyorlar…
    İma dahi edemezsiniz, gençseniz, hemen azarlarlar. Yaşça daha olgunsanız, kalemlerini sivriltip zarifçe haddinizi bildirmeye soyunurlar.
    Sizden beklentileri varsa sadece küsmekle yetinirler.
    Editörler çevresinde arı gibi dolanır, insan onurundan söz açılınca mangalda kül bırakmazlar, ama aynı zat-ı muhteremlerin yanıtsız bıraktıkları mesajlarına,
    küstahça duyarsızlıklarına seslerini çıkarmazlar.
    Yeter ki, kokteylerde, davetlerde ortada firavunlar gibi dolanırken onlar tarafından poh-pohlansınlar.
    Alt tarafı bir kitap?.. Değer mi?

    İnsanlık hali.
    Deyip geçelim mi?

    Her şeyin metalaştırıldığı, ortaya konulanın niteliğini ve değerini sistemin kendisinin belirlediği, daha sonra da bunu sipariş ettiği bir dünyada bunlara şaşmamak lazım.
    mı?..

    İşin bir de özde can, sözde cananlı açılım siyasasına girmeden lafı Defter’e getireceğim.
    Bunca yalakalık içinde bana da bir şeylerin bulaşmamış olması olası mı?
    Beş yıldır süregiden bu yayın içinde tüm baskılara rağmen Defter’in “bu süreci” ısrarla metalaştırmaktan uzak tutmasının,
    müşteri aramamasının, sadece nitelikli ve duyarlı bir paylaşım platformu oluşturmak kaygısı taşımasının hiç önemi yok mu?
    İyi olmaz mıydı, şiirin yanında banka döviz kurlarını da eş zamanlı izleseydik?
    Veya bir bankanın yanıp sönen bireysel kredi avantajı, bir öykünün kenar süsü olsaydı?..
    Bir taşla, iki kuş değil, koca bir sürü!.. Sen tut, yeni çıkan kitapları, dergileri koy oraya! İlahi Defter, iyisin hoşsun da, ticaretten pek anladığın yok.

    Defter’in tüm bu süregelen çabasının arkasında belki de öneminin hala tam ayırdında olamadığımız ciddi bir düşünsel emeğin, birikimin
    ve zamanın -ki en kıt iki kaynak- olduğu bir gerçek.
    Yukarıda bahsettiğim kirliliklere koşut olarak Defter’in bilgece tevazusunun bilgiden gelmesi beni mutlu ediyor.
    Bütün renklerin hızla kirlendiği bir dünyada Defter’in siyah sayfaları bundan sonra korkarım daha çok hedef olacak, ama nasılsa siyah leke tutmaz.
    Sözün özü, tükürdüğünü yalamanın tam sırası, sizi bilmem ama, bu aidiyet benim gitgide daha çok hoşuma gitmeye başladı.

    Usta’ya son yapılan da, bence safiyane bir saygısızlık değil, yukarıda bahsettiğim yoz ilişkilere ruhunu teslim etmiş güdük yazınsal liberalizmin bilinçli-oportünist bir reklam stratejisi.
    Başarılı olması da tepkilerle doğru orantılı bence.
    Biz ne desek boş. Koca külliyat orada. Kimi gider okur faydalanır, kimi gölgesine sığınır. Kimi de çamurundan medet umar.
    Kabahat paçada, ona bulaşan çamur bile para ediyor.

    Sufilerin Sufisi ne demişti, “Bizim söyleyeceğimiz şey arayarak bulunmaz, yine de onu yalnızca arayanlar bulabilir…”
    Öyleyse, bundan ötesi laf-ı güzaf, aramaya devam.
    İyi sabahlar,

    Hakan İşcen
    Not: İşbu yazı Borges Defteri’nden alıntılanmıştır.

RSS feed for comments on this post.


Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com