Rolling Stone dergisinin hazırladığı Tüm Zamanların En İyi 100 Gitaristi sıralamasında 8. sırada yer alan Eddie Van Halen, kendi grubuyla sağladığı başarının yanında Michael Jackson’la da önemli çalışmalara imza atmıştır. Uzun süredir kanser tedavisi gören Van Halen 6 Ekim 2020 gecesi 65 yaşında hayatını kaybetti.
1982 yılında yayımlanan ve dünyanın en çok satan albümü olarak bilinen Michael Jackson’ın ünlü Thriller’ında çalışan Halen, albümdeki en bilinen şarkılardan Beat It’in gitar sololarını çalmasıyla tanındı. Tapping tekniğini dünyaya duyuran gitaristtir. Eddie, dünyanın sayılı solo gitaristlerindendir. Yazdığı Eruption şarkısıyla büyük bir ses getirmiştir. Shred tekniğinin öncülerindendir.
Berna Erkün‘ün sunduğu imgesel alan derinliği, uzam ve mekân tasavvurunda “şiirçizgisel” diyebileceğimiz köprüler kuruyor. Kırsallar‘ın ölçülü ve dingin varoluş biçemi rüyalarınıza girecek!
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
2017 yılının Ekim ayında büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın poetikasını saygıyla anmak ve yayımlanan şiir kitaplarının kapak tasarımları ile imgesel alan derinliğine katkılarını işaret etmek amacıyla koleksiyon öğeleri taşıyan kısa bir seçki hazırlamıştık. Bugün, seçkiye yeni kapaklar/buluntular ekleyerek 2.edisyonu oluşturmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Fazıl Hüsnü Dağlarca Kitap Kapakları Seçkisi’ne https://bit.ly/daglarcakitapkapak adresinden -pdf dosyası biçiminde- ulaşabilirsiniz. İyi okumalar/izlenimler dileriz…” (Zy)
Hamiş: EVV3L kapsamında yer alan “Fazıl Hüsnü Dağlarca” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/daglarca adresinden ulaşabilirsiniz.
(…) Siz de benim gibi muhtemelen hiç Amerikalı hobo tanımamışsınızdır, ama Jack London ve John Steinbeck’in kitaplarından çok okumuşsunuzdur hikayelerini. Amerika’nın tarıma dayalı sisteminin endüstriye dönüşmesi esnasında ortaya çıkan göçebe işçiler…
Amerikalı bir hobo tanımamış olmamıza rağmen, aslında biraz gayret edersek geçmişimizde, eski mahalle hayatımızda bazı hobo benzeri insanların varlığına tanıklık ettiğimizi anımsarız. Örneğin çocukluğumun semtindeki bir abimiz vardı ki, o benim için tam bir Türkiş hobo idi. Joe lakaplı bu abinin adı Şevki An idi. Kendisinin kendisine taktığı sıfat ise Tanrının Gizli Şerifi… (…)
Bir dağın kesitini alıyormuş gibi düşünelim onu. Zafer Yalçınpınar, kelimelerin omurgasına -yani dağın merkezine- iniyor ve oradaki madenden/özütten tanımlamalar sunuyor bize… Yanarak, kavrularak, kendini yakarak! Velhasıl tüm mesele şu; anlamını bulamamak… Heyhat! Bir ağacın gövdeden çatırdayışı, henüz kapanmış bir mezardan gelen o “güm” sesi, sabahın o gri yalnızlığı yüzümüze dikmesi… Heyhat! Şegaf! (Emir Alisipahi)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Kadıköy’den Son Çıkış, Rafet Arslan UPAS Yayın/Şiir, Eylül 2020, 26 Sayfa Okumak için: bit.ly/kadikoysoncikis
“Bu kitap Rafet Arslan‘ın gayriresmî -ve kişisel- Kadıköy tarihinin saf şiire dönüşmüş ahvalidir. İmgelemin Özgürleşmesi’ne güç veren sanatçı dostlarıyla birlikte Rafet Arslan, Kadıköy’den Son Çıkış‘taki tükeniş ânında her şeyin -evrenin bile- acıyla biçimlenen yıkımını omuzluyor!” (Zy)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan İlhan Berk başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz. (2020 İlhan Berk Anma Etkinliği’ne dair bilgiyi evvel.org‘a ulaştıran Sn. Ahmet Berk‘e çok teşekkür ederiz.)
(…) Dessie’nin işleri azalmaya başladı. Elbise istediklerini zanneden kadınlar aslında mutluluk istediklerini hiç anlamadılar. Zaman değişiyor, hazır giyim yaygınlaşıyordu. Artık hazır elbise giymek ayıp değildi. (…)
Sonra Samuel öldü, dünya bir tabak gibi paramparça oldu. Oğulları, kızları ve dostları kırık parçaların arasında el yordamıyla dolaşıp parçaları birleştirerek iyi kötü yeni bir dünya oluşturmaya çalışıyordu.
(…) “Orası çok ıssız.” “İki kişi olduğumuzda o kadar ıssız olmayacak.” Will öfkeyle dudaklarını ısırdı. Sonunda baklayı ağzından çıkardı: “Tom bir tuhaf. Onunla tek başına kalmaman gerekir.” “Bir şeyi mi var? Yardıma mı ihtiyacı var?” “Sana söylemek istemiyordum,” dedi Will, “bence Tom bir türlü toparlanamadı-vefattan sonra. Bir garip halde.” Dessie şefkatle gülümsedi. “Will sen öteden beri onu tuhaf bulursun zaten. İş dünyasından hoşlanmadığında da onun tuhaf olduğunu düşünmüştün. “O başkaydı. Şimdi kara kara düşünüp duruyor. Konuşmuyor. Gece vakti tepelerde yürüyüşe çıkıyor. Onu görmeye gittim; şiir yazıyor bu arada, masanın üstünde sayfalarca şiir.” “Sen hayatında hiç şiir yazmadın mı Will?” “Yazmadım.” “Ben yazdım,” dedi Dessie. “Masaların üstünü sayfalarca şiirle doldurdum.” “Gitmeni istemiyorum.” “Bırak kendim karar vereyim,” dedi Dessie yumuşak bir tonda. “Ben bir şeyi kaybettim. Tekrar bulmak istiyorum.” (…)
John Steinbeck “Cennetin Doğusu”, Çev: Roza Hakmen Sel Yay., 2019, 3. Baskı, ss. 428, 429,430
Figüratif soyut sanatın Türkiye’deki en önemli isimlerinden Tiraje Dikmen‘in mirasına dair çok üzücü haberler geliyor, duyuyorum… Sanat tarihimiz kapsamındaki kültürel miras problematiğine yeni bir utanç vesilesi daha eklememek için konuya dair kalıcı çözümler elde etmek, en yüksek düzeyde koruyucu tavırlar sergilemek gerekiyor! (Zy)
Dünyanın bir yerinde, zamanın akışının bir ânında doğmuşuz.
Doğduğumuzdan beri üstümüze kimlikler atılmaya başlıyor ve bizse onları sürekli üstümüze giyiyor- giyiyoruz.
Yıllar geçtikçe toplumun, ailenin, koşulların üstümüze bindirdiği yükler ağırlaşıyor, önce hareket etmekte zorlanıyoruz, sonra nefes almakta…
Sonra bir bakmışız ki, üstümüze binen/bindirilen kimliklerin yaratığı sahte benliklerin, gerçekliklerin hamalı olmuşuz. Omzumuzu kaplamış yükler, çıkıyoruz sonu görünmez bir yokuşu- çıkıyoruz. (…)
(…) Ve karanlık kalkarken denizin üstünden Bir karga ağzındaki tohumu gri toprağa ekti Tam siyahın en siyahlaştığı ara Şafakta kıpkızıl bir yangın yeri Toprağa düşen tohumlar çürüdü. (…)
Ustamız Oruç Aruoba tarafından adıma ithafen imzalanan kitapların -hemen hepsinin- çok değişik hikâyeleri ve anlamları vardır. Bu efemeraların taşıdığı anlamları ve çeşitli detayları Şubat 2021’de Upas Yayın kapsamında yayımlamayı planladığım Usta Defteri‘nde paylaşmak istiyorum. Fakat, Aruoba tarafından adıma ithafen oluşturulmuş öyle özel bir efemera var ki, bu imzanın hikâyesini ve önemini ayrıca vurgulamak gerekiyor.
19 Eylül 2002’de, Oruç Aruoba’yla Galata Köprüsü’ndeki ilk buluşmamızda ben 23 yaşındaydım. Marmara Üniversitesi’nin enstitülerinden birinde ‘Sermaye Piyasası ve Borsa’ üst-başlığında yüksek lisans yapıyordum ve yüksek lisansın tez aşamasına yeni geçmiştim. Aruoba, ekonometri lisansımı ve yüksek lisansımdaki “borsa” başlığını duyduğunda “Orada, borsada, tüm olup bitene baktığımda, bir çeşit tapınma görüyorum,” dedi ve “Tıpkı kutsal mekânlarda gerçekleştirilen ritüeller gibi, tapınma içeren bir düzen var orada…” diye ekledi. Ardından, üzerinde Arapça harfler bulunan bir kâğıt para/banknot (10 Pakistan Rupisi) çıkardı cüzdanından ve banknotun görünmez filigranının gizlendiği boşluğa şunları yazdı:
Zafer’e.- ‘Borsa’da kullanabilir mi, bilmem- Oruç, 19 Eylül ’02
Bir süre, Aruoba’nın bu hamlesine ve kâğıt paranın üzerine yazdığı nota anlam vermeye çalıştım. Aklıma gelen ilk şey; birçok ülkede banknotların üzerine yazı yazmanın çok büyük bir suç olarak kabul edildiği ve Aruoba’nın bu hamlesinin mali değerler sistemini -veya bizatihi devlet düşüncesini- reddetmek yönünde bir anlam taşıdığıydı. Fakat emin olamıyordum. Yıllar sonra, Aruoba’ya bu hamlesinin anlamını sorduğumda, “Senin borsada veya bir bankada çalışamayacağını o günden biliyordum.” diyecekti, ustamız…
Neoliberal edebiyat çevrelerinde bir “özür” geyiği dönüyor. 15-20 yıldır edebiyatı çöplüğe çevirenler, kalb ve vicdan arayışını terk edip, dilin hakikatine ve haysiyetine ihanet ederek -özellikle de şiirimize- her türlü kötülüğü yapanlar, “özür” dilemeye hazırlanıyorlarmış. Utanmazlıkta lider marka haline gelenler, özür numaralarıyla yeni çöplükler yaratmanın peşindeler. Bilinsin diye söylüyorum: Yeni Sinsiyet Tipolojisi‘nin dileyeceği özürler kabahatlerinden daha pis kokacaktır, kokar.