12 Ocak 2007 akşamında “Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi” altıncı yılını tamamlayacaktı. Bunu -her sene olduğu gibi- bir yemek organizasyonuyla kutlayacaktık. Yemeğe katılmadan önceki boş zamanımı Kadıköy’deki Mefisto Kitabevi’ne uğrayıp yeni çıkan dergilere ya da dergilerin yeni sayılarına göz atarak geçirmeyi düşündüm. Kitabevinde dergileri incelerken içeri Enver Ercan girdi. Elinde koca koca iki büyük siyah torba vardı. Sakalları uzamıştı ve üstü başı da bakımsız görünüyordu. Belli ki, Yasak Meyve Şiir Dergisi’nin yeni sayısının dağıtımını elden yapıyorlardı. Bir süre kasadaki adamla hesaplar üzerine tartıştılar. Enver Ercan işini bitirip kitabevinden çıkacağı sırada yanına yaklaştım ve “Ben, Zafer Yalçınpınar.” dedim.”Aaa, Merhaba…” dedi ve bana elini uzattı. Buna şaşırmıştım, çünkü Enver Ercan ve Nalan Barbarosoğlu ile aramızda birçok tatsız mektuplaşma, telefon görüşmesi olmuştu. Elini sıktım ve manidar bir şekilde “Size çalışmalarınızda başarılar dilerim.” dedim. Biraz düşündü ve “Sağol…” dedi. O sırada, kasada hesaplarla uğraşan kitabevi sorumlusu, “Sizin adınız neydi, deftere kaydedeceğim de…” diye Enver Ercan’a seslendi. Durumu garipseyen Enver Ercan, “Bana Cüneyt Arkın derler!” diyerek kasadaki adamın yanına yöneldi. İhtimal, Enver Ercan, Mefisto’daki bakkal defterine benzeyen “dergi hesapları defteri”ne kendi adını yazdırırken, ben de kitabevini terk ediyordum. Yasak Meyve’nin 24. sayısıyla ilk karşılaşmam bu şekilde olmuştur. Hayat, işte…
17
2007
İSTANBUL üzerine
(…)İstanbul’a yapıştırılmaya çalışılan her türlü yafta ancak günlük kullanma tarihleri ile birlikte sunulmalı. Kapitalizm’den, şundan bundan bahsederken, burasının nüfusu, demografik yapısı, genel olarak tarihi ve son 20 yılda aldığı şekli az çok -illa görerek değil- kitaplardan öğrenmeye çalışmak, “edebî terör” denebilecek bir hadisenin / olayın öyle kolay kolay yapılamayacağını -kaldı ki küçük iskender’in edebi terörist falan olduğunu sanmıyorum, işin tuhafı bu tür bir performansın 20 küsür yıl sürmeyeceğini anlayabilirsiniz. Bu kentte gördüğünüz ya da size gösterilen-mesela Beyoğlu mu Ortaköy mü neresiyse artık- yerlerin kozmopolit yapı ile küçükçekmece, avcılar, fikirtepe, zeytinburnu gibi uydu kent tabir edilen ve daha sonradan kente eklemlenen yerlerdekinden çok daha “burjuvaca” olduğunu sezebilirdiniz. Kaldı ki bu kentte merkez sadece bir yer değil, birçok merkezli, birçok yapılı bir yer burası öyle ki bazen bir merkezin diğer bir merkezin “çevresi” kaldığını görebilirsiniz, bkz. Bağdat Caddesi. Merkezde yaşayan orta-üst sınıfın son birkaç zamandır (buna en güzel örnek Tabutta Röveşeta‘dır) kentin çevresindeki lüks mekanlara taşındığını, merkezde daha çok orta-alt sınıfların kol gezdiğini ve bu (kabaca iki) kaba katmanın karşılaşma anlarının sanıldığı gibi “bir sınıfsal savaş” falan olmadığını söyleyebiliriz. Örnek mi? Hiç Göztepe civarındaki apartmanlara göz attınız mı? Ya da hiç bu kentin Küçük Çekmece civarından sonrasına bakabildiniz mi? Ya da Ahmet Erhan’ın taşra sandığı Silivri’nin gece hayatına?
Edebi etkinliğin ve star sisteminin geçerli akçe sayıldığı yerler, işte bu merkezkaç kuvvetine uğramış ve seyirlik olan yerler. Yayınevleri burada, yayıncılar burada, muhabbet burada, elinizi sallasanız yazara, çizere çarpar; çünkü herkes burada görünmek ister. Çünkü burası tüketimin kalesinden başka birşey olmamaya başladı son 5-6 yıldır. Tüketimin kalesi olan yerde de herkes gönlünce gösterisini yapar, gösterisini izler sonra da evine döner. “Bohem, serseri” falan gibi ifadeler yerine “aylak” daha uygun gibi geliyor bana ayrıca. Veblen’i okumak bu aşamada faydalı olabilir. Gece 3 ya da 4 gibi Avcılar tarafında “halı saha” maçı yapmaya gitmek, bazen bu kasıntı merkez triplerini izlemekten çok daha eğitici oluyor. Şirinevler’le Ataköy 9. Kısım arasındaki köprüden geçmek ya da. Artı, buradaki görece, sonradan zenginleşmiş sınıfın yaşayışı hakkında da hiç bir bilginiz yok. Şu durumda orta-sınıf şiddetini, orta-sınıfa satmaktan başka bir halt edildiği de yok! İkitelli civarı, Zeytinburnu gibi yerler kıçınıza giydiğiniz her türlü marka malın fason olarak üretildiği yerler. Batı’nın sanayi devrimi sırasında geçirdiği travma ile bugün bozkır konusunda atıp tutan pastoral kafalarımız arasında birkaç gros tonluk çelik-döküm fırınları var. Burada hiç bir zaman öyle işçi-sınıfının şehrin göbeğine yerleştiği -örneğin Alman Sanayii devrimi bir durum falan olmadı. Küçük atölyelerde, lonca sistemi çalışma devam etti, çünkü İstanbul’da para endüstri ile dönmez, başka türlü yolları vardır.
(…)
Serkan Işın,
“Poetikhars’dan…”
12
2007
YAPIKREDİKOÇ’un şiir yasağına karşı ŞİİRDİR!
KUŞBAZDIR
yana taralı saçı fazla nizamiye tek düşmanı rüzgar, bankacıdır
ölü aynaların karşısına kurar tezgahını veya sabah makyajı tamam –ki o tıraşlar hayatıdır:
1. “olmaz ya da olabilir” bir toplantı masasının hâkimidir.
2. kişiliği yaka kartından ibaret sanır ya da büyükbaş mevduat.
3. aklını yan cebinde toplamıştır ve deliksiz ve gediksiz.
4. grafik duruşuyla uzanır paranın aybaşılı yatağına.
5. ikide bir ağzını düzeltip sayıklar:
“çok paramız var abiler, ona göre!”
11
2007
Yukarı Mahalle’den fikirler
(…)
Bir ara Pablo: “Bütün çiğ taneleri elmas olsaydı.” Diye söylendi. “Ne zengin olurduk. Oh, kek â! Ölünceye kadar sırtüstü uzan, sarhoş yat.”
Fakat ekibin en realist görünüşlüsü olan Pilon: “O zaman herkesin yığınla elması olur, hiç işe yaramazdı.” Diye itiraz etti. “Bence bir gün şarap yağsa yeterdi. Fıçı fıçı doldur, sakla.”
(…)
Pilon’un gözleri parlamıştı: “Bir fikrim var.”dedi. “Küçükken teren yolunun kenarında oturuyorduk. Her gün tren geçerken toplanır, lokomotife taş atardık. Makinist de yanında taş olmadığından, tutar, bize kömür atardı. Biz de kömürleri toplar eve getirirdik. Belki şimdi de aynı şeyi yapabiliriz. Kayıklar yanaşınca taş atarız. Onlar da bize küreklerini , yahut ağlarını atacak değiller ya. Tabii balık atacaklar.”
Danny sevinçle ayağa fırladı: “Çok güzel fikir be!”
John Steinbeck, “Yukarı Mahalle”, Çev:Orhan Azizoğlu, 5. Baskı,Varlık Yayınları, 1967
Hamiş: EVV3L kapsamında yer alan John Steinbeck başlıklı ilgilere https://evvel.org/ilgi/john-steinbeck adresinden ulaşabilirsiniz.
03
2007
“Ben” üzerinden günümüz öyküsü
Ben,
kendimi düşünüyorum. Hep yapıyorum bunu. Rastgele ve çalakalem, bir çapari oltasıyla balığın bulunduğu derinliği(suyu) aramak gibi bir aşağı, bir yukarı kendimi düşünüyorum. Ve bir yerlere geldiğimde, ulaştığımda –bu yürüyüşün bir noktasında– işler içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. O zaman başkalarını düşünmem gerekiyor, bir kerteriz arıyorum, şöyle ki; nasıl davranırlar, nasıl düşünürler, nasıl yazmam gerek? Daha doğrusu başka birilerinin yanından kendime bakmaya çalışıyorum. Bir ressamın üzerinde çalıştığı tuvalden uzaklaşıp çizdiği figüre göz atması ya da bir profesörün tahtaya yazdığı denklemi tekrardan incelemesi, sınaması gibi “karşılaş”tırıyorum ya da “yüzleş”tiriyorum bir şeyleri. Konum değiştiriyorum, kime yakın duracağımı, kimden uzaklaşacağımı belirliyorum, lakaplar arıyorum, kıyafetler, bakışlar, davranışlar, duygulanımlar ve tabii ki bir tane de “mihenk taşı”… Neyi işaret edeceğim? Bununla birlikte, tuvalden uzaklaştığım anda “Nerede?” ya da “Nereden?” sorularını da sormuş oldum kendime. Şimdi, bir “mekan” gerek ki ayağımızın altında bir şey olsun, yerimizi bilelim ve insanları, bakışları bir yere yerleştirelim. Bununla birlikte hep şu tümce olsun aklımızda; “Yeni yer yoktur”. Mekanı bu tümcenin yanından oluşturuyorum, seçiyorum. Sonra, ışıklar olsun, yanıp sönsün, sahneler aydınlansın, gökyüzü bulutlansın ya da perdeler açılıp kapansın, deniz dalgalansın, pencere açılsın birden, bir cazcı notalar arasında gezinsin, kuşlar havalansın, birileri ya da bir şeyler sahneye çıksın, rayına otursun işler… Kısacası, “eylemler” icat ediyorum ve bir süre sonra “eylemler” yavaş yavaş “olaylar”a dönüşüyor. En sıradan eylem bile (eğer odaklanmayı başarırsanız) çok büyük bir olaydır. Olaydır çünkü “bakmak her şeydir”. Sonra işte, anlatı yerlemlerini, yönelimleri ve döngüleri düşünüyorum. Bu noktada birçok “eğretileme” geliyor aklıma. Unutmamak gerekir ki, eğretilemeler apansızdır ve büyük armağanlardır; öykü inşaatının içindeki dikkat çekici ve büyüleyici unsurlardır. Öyküde kullanılan her eğretileme öyküsel dizgenin ve anlatımın sektesidir. Eğretilemeler, tıpkı müzikte olduğu gibi bir ölçü “sus” demektir, yani müziğin çerçeveleridir. Öykünün “sus”ları da kişilerin ya da nesnelerin ağzından çıkmış eğretilemeler olarak düşünülebilir. Karakterlerin söylediği sözler anlatıcının “sus”ması demektir ve her söz bir dönüm noktasıdır. Tüm bunları belirledikten sonra, işte, rötuş gerekiyor; dilin kıvrımlarına, uçlarına, törpülenmesi gereken yerlere, ufak dokunuşlar… Böylece rötuşlayarak, en sonunda, tutuyorum bu kalabalığı, yalnızlaştırıyorum ve başa geri dönüyorum; “kendimi düşünme katmanı”na alçalıyorum. Ama yarattığım bu sınamanın öyküsel bir açılımı var elimde artık. Ortaya bir “betik” çıkıyor. İşte ben, “öykünün yükselişi” denince, bu süreci anlıyorum.
02
2007
Videopoem
Geof Huth’un “Videopoem”adlı görsel şiirine
https://www.poetikhars.com/bloglar/serkan_isin/videopoem_geof_huth
adresinden ulaşabilirsiniz.
19
2006
Monokl / BlogAşırı
Monokl Deneysel Sanat Dergisi’nin, taifesinin tartışma ve paylaşım platformu açılmıştır. Blog sistematiği üzerinden çalışan site aşağıdaki adresten ziyaret edilebilir. Edilmelidir de.
19
2006
Pamuk Prens’in Babası’nın Bavulu’na karşı…
Pamuk Prens Nobel Konuşması’nı “Babamın Bavulu” diye metinleştirmiştir. Buna karşı olarak “Hangisi” adlı anlatıyı aşağıdaki adreste okuyabilirsiniz…
15
2006
Bildiri No. 2 (Masanın Ayakları)
Bildiri No:2
(14 Aralık 2006)
M a s a n ı n A y a k l a r ı
1. En son söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.
1.1. son söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.
1.1.1. söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.
1.1.1.1. en önce söylemen gerekir.
1.1.1.1.1. önce söylemen gerekir.
1.1.1.1.1.1. söylemen gerekir.
1.1.1.1.1.1.1. gerekir.
1.1.1.1.1.1.x. önce.
2. En başta söyleyeceğini en sonra söylemen gerekir.
3. “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.
3.1. “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.
3.1.1. “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.
3.1.1.1. “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.
3.1.1.1.1. “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.
3.1.1.1.1.1. “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.
3.1.1.1.1.1.x. Retorik, lirikten sonra olmuştur.
3.1.1.1.1.x.y. Lirik öncedir.
4. Bakmak liriktir.
(Kısıt: x ve y sonsuza yakınsamaktadır.)
14
2006
ŞİİŞ
2006 Görsel İş’lerimden oluşan “ŞİİŞ” adlı e-kitabı
https://zaferyalcinpinar.com/siis.pdf
adresinden PDF dosyası olarak indirebilirsiniz.

05
2006
Ondan Önce
yazmışsındır
ondan önce bir şiir
yahu ben mi yazdım
ne iyi yazmışım
kırmızı ondan.
vardır
solgun ayazda bir sevgilim
yırtıcı güneşlerde ilk sevdiğin
yahu ben mi sevmişim
ne kadar da güzel
işte sevmişim.
vardır bir fotoğrafın
sözgelimi Samatya’da
uçan sandallara karşı
evet yahu sensin
amma da gençmişsin
yanındaki mavi Raşel.
(…)
Serdar Koçak
Avare Şiirler’den…
03
2006
İlhan Berk / Defter Kapakları Sergisi
Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu, Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden İlhan Berk’in Defter Kapakları, adlı sergisine ev sahipliği yapıyor. 24 Kasım–30 Aralık tarihleri arasında ziyaret edilebilecek sergide İlhan Berk’in şiir çalıştığı ve not tuttuğu onlarca defter ile bu defterlerin kapaklarına yaptığı soyut resimler ve kolajlar yer alıyor.
30
2006
Pirus Zaferi
“Romalılar italya yarım adasını kent kent ele gecirirlerken bu fetihlere karsı gelen kentlerden biri,romalılara karsı bir yunanlı komutan ve kral olan pyrrhus tan yardım isterler.pyrrhus bu yardım istegini geri cevirmez ve yunanlılar ın hindliler den ogrendigi savas teknigi ile yani filleri kullanarak romalılar ile savasır.bu savastan pyrrhus galip cıkar ancak,bu savasta o kadar cok askerini kaybetmistir ki,” bu sekilde bir zafer daha istemem. ” demistir. bu nedenle,haddinden fazla kayıba yol acan zaferlere ” pyrrhus zaferi ” denir.”
ekşi sözlük’ten…
28
2006
Şarkı söylemek için açıklayıcı bilgiler
Evin tüm aynalarını kırmakla başlayın işe, kollarınızı salıverin, dalgın dalgın duvara bakın, kendinizi unutun. Tek bir nota söyleyin, içinizde dinleyin. Taşların arasından çıkan ateşlerin, yarı çıplak ve çömelmiş siluetlerin olduğu korkuyla kaplı bir manzaraya benzer bir şeyler duyuyorsanız (ama bu daha sonra gerçekleşecek) iyi yolda olduğunuzu düşünüyorum, aynı şekilde sarı ve siyah boyalı kayıkların yüzdüğü bir nehir duyuyorsanız, bir ekmek tadı, bir parmak dokunuşu, bir at gölgesi duyuyorsanız, yine iyi yoldasınız.
Julio Cortazar
“Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı”, Altıkırkbeş, s.15
28
2006
Papa’nın Gelişi
Papa’nın gelişi için alınan güvenlik önlemlerinden ve güruhun merakı yüzünden İstanbul altüst olacak bugün…
Şu durumda şöyle düşünmüşüm;
“Papa’yı İstanbul’dan koruyacaklarına, İstanbul’u Papa’dan korumak daha akıllıca olurdu.”
27
2006
Denizde Zokalar (Görsel Şiir/İş)

Denizde Zokalar, Dijital Teknik, 2006, Zafer Yalçınpınar
13
2006
Bildiri No.1 (Vatoz’un Salınımları)
Bildiri No:1
(12 Kasım 2006)
V a t o z ’ u n S a l ı n ı m l a r ı
1. Görmek yoktur.
1.1. Yönetim yoktur.
1.2. Strateji yoktur.
1.3. Süreç yoktur.
1.4. İcra yoktur.
1.5. Değerlendirme yoktur.
1.6. Memnuniyet yoktur.
1.7. Ortak akıl yoktur.
1.8. Eğitim yoktur.
1.9. Bakış(ın) vardır.
1.9.1. Bakış(ın)a sahip çık
1.9.1.1. İmgeyi ayağa düşürmemelisin.
1.9.1.2. Ayağa düşeni imlememelisin.
1.9.1.3. Kurgu hesapsızdır.
1.9.1.4. Kurgu yolsuzdur.
1.9.1.5. Dizge aksak olmalıdır.
1.9.1.6. Dizgenin dizgisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.7. Trafik seni ilgilendirmez.
1.9.1.8. Dizge matematiği seni ilgilendirmez
1.9.1.9. Dizge mühendisliği seni ilgilendirmez.
1.9.1.10. Dizgenin kimyası seni ilgilendirmez.
1.9.1.11. Dizgenin öğeleri seni ilgilendirmez.
1.9.1.12. Dizgenin istatistiği seni ilgilendirmez.
1.9.1.13. Dizgenin ekonomisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.14. Dizgenin semantik yapısı seni ilgilendirmez.
1.9.1.15. Dizgenin morfolojisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.16. Dizgenin aksak tınısı sana yeterlidir.
1.9.1.17. Kelimeler dolaşımdayken ayağa düşmüştür.
1.9.1.17.1. Sayılar dolaşımdayken ayağa düşmüştür.
1.9.1.17.2. Dizgeler de dolaşıma çıkarsa ayağa düşer.
1.9.1.17.3. Dolaşım düğümlüdür.
1.9.1.17.4. Dolaşım ayaktır.
1.9.1.17.4.1. Aksaklığı tipoloji belirler.
1.9.1.17.4.1.1. Tipolojilerin arası odaktır.
1.9.1.17.4.1.2. Tipolojilerin arasını bilen kazanır.
1.9.1.17.4.1.3. Tipolojilerin arasını sezen kazanır.
1.9.1.17.4.1.4. Tipolojilerin arası tuşedir.
1.9.1.17.4.1.5. Tipolojilerin arasını sezdir.
1.9.2. Boşluk yol açar
1.9.2.1. Boşluklar senin bakışının biçimini alır.
1.9.2.2. Boşluk totoloji kümesidir.
1.9.2.3. Boşluklar vurgudur.
1.9.2.3.1. Boşluk yineler.
1.9.2.4. Sessizlik müziğin çerçevesidir.
1.9.2.4.1. “Sus”kular her şeyi çerçeveler.
1.9.2.4.2. “Sus”ku yazdığını belirler.
1.9.2.4.2.1. İki sayı arasında sonsuz sayı vardır
1.9.2.4.2.2. İki harf, iki kelime, iki dize , iki cümle, iki paragraf arası yazdığını belirler
1.9.2.4.2.3. Susku sonsuzdur.
1.9.2.4.2.4. Susku gerçektir.
1.9.2.4.2.5. Susku sabırlıdır ve çoğuldur.
1.9.2.4.2.6. Susku dilsizdir.
1.9.2.4.2.7. Susku yol açar
1.9.2.4.2.7.1. Yolu giden değil açan bilir
1.9.2.4.2.7.2. Suskuyu dinlemelisin
1.9.2.4.2.7.3. Bunu:
1.9.3. Boşluk tuşedir.
1.9.3.1. Tuşeyi sezen kazanır.
1.9.3.1.1. Tuşe sezgiseldir.
1.9.3.1.2. Tuşeyi sezdir.
1.9.3.2. Tuşeyi sezdiren kazanır.
1.9.4. Boşluğu çoğaltan kazanır.
1.10. Bakmak her şeydir.
2. Anlam çoşkusuzdur.
2.1. Sezgi anlamın yerinedir.
2.1.1. Anlam baskı altındadır.
2.1.2. Anlam Sorgu sandalyesindedir.
2.1.3. Anlam hareketsizdir.
2.1.4. Anlam ortalama zekânın durağıdır.
2.1.5. Anlam yenilikçi değildir.
2.1.6. Anlatacaksan aksak anlatacaksın.
2.1.6.1. Anlamın karşısına geçebilirsin.
2.1.6.2. Anlamın etrafında dolaşabilirsin.
2.1.6.3. Anlama vurup kaçabilirsin.
2.1.6.4. Sorgulananın tepesindeki ışığı açma.
2.1.6.5. Anlama değerken eskrim yap.
2.1.6.6. “Anlam arayış” anlama yeğdir.
2.1.6.6.1. Anlam arayışlar sezgi içerir.
3. Sezgi varoluşunun kanıtıdır.















































