By edok
*
Öncelikle bkz: https://www.edoksokakta.tumblr.com
Ayrıca bkz: https://aktifkollektif.blogspot.com/
Ve en son bkz: Takma Göz
*
By edok
*
Öncelikle bkz: https://www.edoksokakta.tumblr.com
Ayrıca bkz: https://aktifkollektif.blogspot.com/
Ve en son bkz: Takma Göz
*
(…)uzlaşma, konsensus kavramları küresel kültürün-hayat tarzının temel değerleri haline geldi. (…) müzakereyi temel alan bu kültür geliştikçe, insan var oluşunun uysallık eğilimi artıyor. Gündelik hayatın sunduğu her seçenek, sistem içi rol modelleri arasından -güya- “özgürce” seçim yapmak üzerine kurulu. Oysa insanoğlu verili düzenekler içinde seçim yaptıkça köleliliği daha da artıyor. Dünya ile, uygarlık ile, insan ile kökten hesaplaşmayı, yalnız kalmayı göze almayan her üretim ya da varoluş, sistemi güçlendirmekten başka işe yaramayacak. Bu yüzden kötümserliğimizi örgütlemek zorundayız.(…)
Söyleşinin devamı için bkz: https://www.yapi.com.tr/Haberler/durma-harekete-gec_76874.html
Kıymetleri mukayese etmenin tamamile aleyhinde olmakla beraber, herhalde bir itiyat neticesi, Sait Faik’i okuduğum ecnebi muharrirlerden bazısına benzetmek istemişimdir. Buna rağmen doğrusunu söyliyeyim, neticede onu hiç kimseye benzetemedim. Sait Faik kendi ismi içinde mahsur kalacaktır. Hele bizde son zamanlarda onun bazı “rate” taklitleri türemekle beraber muhakkak ne kendisinden evvel ve ne de sonra ona yakın kimse gelmedi.
Sait, uyuşuk ve donuk gibi görünen bir kalıp içinde korkunç bedbinlikler ve acı bir melal taşır. Bununla beraber kayıtsız görünmek ister.
Sait Faik’in nüvelerinde yalnız insanlar değil, kediler bile “morbide” bir yaradılıştadır, buna rağmen o, bu şahsiyetlerin maraziliklerini göstermeğe, çalışmaz; onlar kendi kendilerini gösterirler, tahlil ederler. Sait Faik, yazdığı şeylerle alâkası yokmuş gibi durur, halbuki bütün yazılan münhasıran kendisini anlatır. O, bir “conscience onirique” içinde, daima rüya gören bir adam gibidir. Onun en çok sevdiğim tarafı da için için kendisiyle alay etmesidir (Şehri Unutan Adam) da, (Ölü) de koyu bir “spleen” İçinde bunalmış, şaşkın, muztarip bir Sait Faik vardır; bununla beraber kendinin bu haliyle alay eden bir Sait Faik..
Bazı muharrirler vardır ki yazılarını sevip okumuşumdur ve geçip gitmişimdir; halbuki Sait Faik’in okuduğum hikâyeleri daima tesirini duyduğum müstesna şeylerdir.
Asaf Halet Çelebi
Küllük Dergisi, Sayı:1, 1940
Tarih: 6 Mart 2010/ Cumartesi
Zaman: 20:00 – 21:30
Yer: KargART / Kadıköy
Bkz: https://www.facebook.com/event.php?eid=302136397643
*
Kenneth White tarafından kaleme alınan “önsöz”e https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkonsoz.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. “Önsöz”, Argos Dergisi’nin 1989 yılında yayımlanan 7. sayısında yer almıştır. Kenneth White’ın yazısı İlhan Berk’in Fransızca’ya çevrilen kitaplarından birine önsöz olarak düşünülmüştür.
Ody Saban, “Sayfalarım – Aşk kitabı” , 1992
Karton üstüne akrilik, kolaj, karışık teknik, 32 x 58cm
KINAR HANIM’IN TERSLERİ
su yüzüne çiçekleniyor
kınar hanım’ın denizleri
çerçeveliyor kanlı ellerle dalgaları
ve tutuyor tüm gökyüzünün yapbozlarını
ölüler diplerde kökleniyor
sonunda büyük bir kitap yazılıyor
bir sayfadan diğerine doğru
ters ters gömüle gömüle
sonra kendinin akı akı akıcı bakışı
mısra bir çift ipek çorap üstünde
ıslanıp kurutulmuş sonradan boyanmış pamuktandır
halen kol altında tuttuğu ayrımın uçları
başı hep midesinde ilerler
bıktırır yosunlarla tutmuş unutulmayan anneliği
bir çift rakkas gibi
yeniden sevgililer sarı odada buluşurlar
gözlerden yakın ve nazarı hep değen o sapsarı
zincir zincir ellerle dalgalar
sualtına uzuyorlar
Zafer Yalçınpınar ve Ody Saban
22 Şubat 2010
Not: İşbu şiir Ody Saban ile Zafer Yalçınpınar tarafından birlikte yazılmıştır.
(…) Günümüzde merkezin egemen modeller için istediği onay, koşulsuz ve mutlak niteliktedir. Eski kültürel modeller yadsınmaktadır. İnsanların artık o modellerle bir ilintileri kalmamıştır. Bu nedenle, yeni egemenlik sistemi için varlığı kesinlikle gerekli olan hedonist ideolojinin “hoşgörü”sünün, insanlık tarihinin gördüğü en kötü baskı aracı olduğu ileri sürülebilir. Böyle bir baskı, kendini nasıl kabul ettirebilmiştir. Bu, altyapı ve iletişim alanlarındaki iki devrimle olmuştur. Caddeler, motorize oluş vb günümüzde çevre yöreleri merkeze sıkı sıkıya bağlamış ve aradaki her türlü mesafeyi ortadan kaldırmıştır. İletişim alanındaki devrim ise çok daha köktenci ve belirleyici nitelik kazanmıştır. Merkez, televizyonun yardımıyla, tarihi ve özgün kültürleri açısından son derece zengin olan bir ülkenin tamamını kendi çizdiği görüntüye uydurmuştur. Başlatılan nir eş düzeye getirme süreci içerisinde özgün ve öznel ne varsa, ortadan kaldırmıştır. Merkez, kendi modellerini birer norm düzeyine çıkarmıştır; bu norm, modern endüstrileşme sürecinden başkası değildir; bu süreç, tüketicinin tüketmesiyle yetinmemekte, ama tüketim ideolojisinden başkaca bir ideolojiye yaşama hakkı tanımamak iddiasıyla ortaya çıkmaktadır. (…) Tekrar söylüyorum; Faşizm, İtalyan halkının ruhunda bir çizik bırakmayı bile başaramamıştır; yeni faşizm ise yeni bildirişim ve iletişim araçlarıyla (bu arada her şeyden önce televizyon aracılığıyla) bu ruhu çizmekle kalmamış, parçalamış, kirletmiş, bütün zamanlar için pisliğe bulamıştır…
Pier Paolo Pasolini
(Korsan Yazılar’dan…)
Argos Dergisi, Çev: Ahmet Cemal, Sayı:7, 1989, s.54
*
491
Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki yüzüdür 491…
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.
491‘i https://zaferyalcinpinar.com/491.pdf adresinden indirebilirsiniz.
E-posta: dortdokuzbir@gmail.com
Sahicilikle/ Zafer Yalçınpınar
Francis Martinez Picabia hakkında çeşitli bilgilere ve 1917’de yayımlamaya başladığı “391” adlı derginin görüntülerine https://zaferyalcinpinar.com/picabia391.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
Duygusal Hamiş:
Bu karanlık, döneklik, arsızlık ve retorik dolu ikibinlerde “insan” olanın (insan olarak kalmayı başarabilenin) içinden “491” adlı sıkı bir neşriyat çıkarmak geliyor. Ama işte, bu neşriyata -her anlamda ve görüngüde-destek olacak o sıkı taife nerde, hangi işlerle veya işsizliklerle uğraşıyorlar? İşimize ya da işsizliğimize değil de göğe bakacaktık hani? Kimbilir, belki yarın, belki de seneye…
Sonuçta, gelmeyecek olanı çağırıyorum;
“Ey 491! Ben burdayım, sen nerdesin?”
Hâlâ bekliyoruz ki zaten bekleyelim ve görelim, neler olacak…
Zafer Yalçınpınar
Deniz Kıral (Tezer Özlü’nün kızı) 1985 yılının Aralık ayında annesine
bir dizi soru yöneltir. Tezer Özlü kızının sorduğu soruları
duyarlılık ve içtenlikle yanıtlar… Borges Defteri taifesi tarafından 22 Şubat 2009’da yayımlanan bu özel söyleşiye ve arşiv çalışmasına https://zaferyalcinpinar.com/tezerozlu.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İşyerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim kafama elektirik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanlarla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da hangi tren istasyonuna, hangi havaalanına ya da limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.
Tezer Özlü
Yaşamın Ucuna Yolculuk’tan…
“Ece Ayhan, yoksulluğunu hep unuturdu.” (İlhan Berk)
By Rad
*
Ayrıca bkz: https://sabrettin.deviantart.com
Bugün, “edebiyat ortamı” dediğimiz “garabet ortamı”nda yaşanan olaylardan ve sergilenen tavırlardan biri daha kulağıma geldi. Artık bu tavırların sergilenmesi ve olayların yaşanması, olayların taraflarına karşı “esef” duymama neden oluyor. Anlatayım;
Edebiyat “camia”sından olmayan eski bir arkadaşım üç sene boyunca yazdığı şiirleri toparlayıp Sel Yayınları’na gitmiş… Görüşme sırasında Sel Yayınları’ndaki zevat, sıklıkla şiir kitabı basmadıklarını, sadece -en son- Ah Muhsin Ünlü’nün kitabını bastıklarını ve 1-2 sene boyunca da başka şiir kitabı basmayacaklarını söylemiş. Fakat ardından, yan tarafta, Varlığ Yayınları’nın bürosunun olduğunu ve orada “bu şiir işleri”yle ilgilenen Enver Ercan adında biri bulunduğunu eklemiş. (Kısacası, tıpkı esnafların bir müşteriyi başka bir esnafa yönlendirmesi gibi arkadaşımı Enver Ercan’a yönlendirmiş, paslamış.) Bizim arkadaş da -başına geleceklerden habersiz- tutmuş Enver Ercan’a gitmiş ve “Beni yandan gönderdiler. Şiir kitabımı yayımlamak istiyorum…” demiş saflıkla. Buna karşılık Hz. Müptezel (Enver Ercan) günümüzde şiir kitaplarının satmadığından yakınmış ve eğer şiir dosyasının sahibi aynı zamanda ödül sahibi değilse, edebiyat etkinliklerinde, söyleşilerde, anma toplantılarında endam göstermiyorsa, büyük dergilerde şiirleri yayımlanmamışsa, tanınmamışsa ya da kendi tanıdıklarından, şebekesinden değilse, herhangi bir şiir kitabını yayımlayamayacağını söylemiş… Yani tezgâhını döndürmeye devam etmiş…
Ne diyeyim; Allah herkese akıl fikir versin… Yazara da okura da esnafa da…
Hamiş: Edebiyat oligarşisine ilişkin bu tip olaylar ve bu tip oligarşik söylemler bende “esef” duygusu yaratıyor artık…
Ayrıca bkz:
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=1045
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=1823
“Abi, dün geceki o alto, ONA sahipti– bir kere bulduktan sonra tutundu ona –bu kadar uzun tutunabilen bir adam görmemiştim hiç.” “ONUN” ne demek olduğunu öğrenmek istedim. “Aaah ah” dedi Neal gülerek, “şimdi bana öl-çü-le-mezleri soruyorsun — öhöm! Orada bir adam var ve herkes orada, tamam mı? Herkesin zihnindekini açığa çıkarmak onun elinde. İlk nakarata başlıyor, fikirlerini ardı ardına sıralıyor, insanlar eğlencesine bakıyor ama bir yandan anlıyorlar da; ardından, son noktaya kadar yükseliyor ve ona denk çalmak zorunda artık. Birden bire nakaratın ortasında ONU KAPIYOR — herkes başını kaldırdığında bunu anlıyor; dinliyorlar; onu yakalıyor ve devam ediyor. Zaman duruyor. O, bu boşluğu hayatlarımızın tözüyle dolduruyor. O altodan üflediği nefesiyle köprüleri aşıp geri gelmek zorunda ve bunu da o anın ezgisini sınırsız hissederek yapmak zorunda ve burada aslolanın ezgi değil O olduğunu herkes biliyor—“. Neal daha fazla devam edemedi; kan ter içinde kalmıştı.
Jack Kerouac
“Yolda”yken…
17-28 Şubat 2010 // KargART // Kadıköy
Bkz: https://www.facebook.com/event.php?eid=266844973154
***
Bkz: https://www.birgun.net/culture_index.php?news_code=1266404615&year=2010&month=02&day=17
Argos Dergisi’nin 1990 yılı 25. sayısında yayımlanan “Celal Bey’in Albatros’u Uçup Gitti” başlıklı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/albatrosalmanak.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Yazıyı Oruç Aruoba kaleme almış…
Wall Street Journal (WSJ) gazetesinde David Keyes tarafından Türkiye ile ilgili bir yorum yazısında Youtube yasağı kalkana kadar ‘kültür başkenti’ ünvanının askıya alınması savunuldu.
Bkz: https://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/kultur-baskenti-youtubea-takildi-haberi-24197
Artaud’un kaleme aldığı “Moğolistan Sınırındaki İki Ulus” ve “18 Saniye” adlı iki senaryoya https://zaferyalcinpinar.com/artaudsenaryo.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Uğur Ün’ün çevirdiği senaryolar Gergedan Dergisi’nin “Gerçeküstücülük Özel Sayısı(1987-6)”nda yayımlanmıştır.
Jan Svankmajer‘in 1982’de yarattığı gerçeküstücü şaheserdir ve iki bölüm halinde aşağıdadır…
1. BÖLÜM:
***
2. BÖLÜM:
*
XVI
Hepsini yak lambaların
Yatacakmış gibi
Susadınsa bahçeye çık
Yağmur yağsın bütün gece
Uyu denize benze
Çarşafların değirmeninde undan beyaz
(…)
Yüzüne gözüne sür yanan lambamızın mürekkebini, işte şafak söküyor eşyalardan, kapıların ardında, baş aşağı, korkusuz. Güneş çukurlar açıyor yüzünde. Yum gözlerini yarı yarıya, yağmurun ellerine yağdığını duyacak kadar. Bu takma gök hepimizin.
(…)
XXIX
Günler geçiyor baştan kara
Çaresiz duvarında sepetlerin
Hâlâ o gemi hâlâ o balık
Gözlerimden tuttukları
Koca dolaplar gibi hurda
Aydınlıkla sürmeli pencereden
Eski huyları bunlar denizin
Yaslanmak ormana güneşle
Sulara kıl kadar yakın
Işıklı sürahiler içinden
Bütün merdivenlere kapalı
Dönen yuvarlağında elimin
OKTAY RİFAT
“Perçemli Sokak” adlı kitabından bazı bölümler…
Resimlerime, etkisi altında kaldığım ve beni gerçeğin dışına taşıyan bir şokun etkisiyle başlarım. Bu şoka, tuvalden sökülmüş küçük bir iplik, düşen bir su damlası, ya da bu masanın cilalı yüzeyinde parmağımın bırakacağı iz yol açabilir…
Böylece bir iplik parçası, çorap söküğü gibi çözüverir bütün bir dünyayı. Sözde ölü olan bir şeyden yola çıkarak, bir dünyaya gelirim. Ve ona bir isim koyduğumda, o dünya daha da canlanır. İsimlerimi, çalıştıkça, tuvalimde bir şeyi diğerine bağladıkça, yavaş yavaş bulurum. İsmi bulunca da, onun atmosferinde yaşarım. O zaman bu isim benim için yüzde yüz bir gerçeklik kazanır… (…) Benim için tablonun adı, eksiksiz bir gerçektir.
Bir tuval stüdyomda yıllarca bitmemiş halde dursa, hiç aldırmam. Öte yandan yeni bir kafiye dizisi, yeni bir hayat, yeni canlılar başlatmaya yetecek kadar canlı bir başlangıç noktası taşıyan bir dolu tuvalimin olması, beni mutlu eder. (…)
Resme bakan biri, kişilerimde kendini tanırsa, ister beyaz olsun, ister siyah, güneyli ya da kuzeyli, ya zenci, ya Çinli; kendini öbür insanlardan ayıranı değil, onlara yaklaştıranı keşfeder. (…)
Ancak gerçek insan olmak için, kişi, kendi düzmece benliğinden sıyrılmalıdır. Kendi payıma ben, sınırlarla sosyal ve bürokratik geleneklerle kısıtlanmış bir toplumun malı olan İspanyol ressam Miro olmaktan vazgeçmek zorunda kaldım. Başka bir deyişle, anonimliği aramaya mecbur oldum. (Paris, 1964)
Joan Miro
Gergedan Dergisi, Çev: Sevin Okyay, sayı:6, 1987
Gergedan Dergisi’nin 1987’de yayımlanan 6. sayısında (Gerçeküstücülük Özel Sayısı’nda) yer alan çeviriye https://zaferyalcinpinar.com/breton3.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Breton’un manifestosunu Ragıp Ege çevirmiş.
Akıl almaz yitişler
Kestirilmez rastlantılar
Azbuçuk okkalı mutsuzluklar
Her boy felaket
Suda boğulan ve kömürleşen kıyametler
Bir cinayet gibi görülen intihar
Laf anlamaz yoz kişiler
Başlarına bir demirci önlüğü saranlar
Yüce naifler
(…)
Mapusane ortasında ebegümeci
Mapusane ortasında ısırgan
Mapusane ortasında yapışkanotu
Viranelerde sütlü incir
İflah olmaz suskun adamlar
(…)
Yabansı iş mumyalarının çevresinde ılık hava
hüküm sürüyorlar
René Char
Çeviren: Cemal Süreya
Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com