Haz
06
2010
0

Yaz gibi bir yarı-saydamlık

(…)
Baudlaire’in ilk davranışı bir şey üzerine eğilmiş bir adamın davranışıdır. Nergis gibi, kendi üzerine eğik. Keskin bir bakışın delip geçemediği tek bir apansız bilinç (conscience immédiate) yoktur onda. Bizim gibi kişilere, bir evi ya da ağacı görmek yetiyor; onları incelemeye pek daldığımızdan, kendimizi unutup gidiyoruz. Baudelaire kendini hiçbir zaman unutmayan adamdır. Görürken de bakar kendine o, baktığını görmek için bakar; kendi ağaç, ev bilincidir onun gözlediği ve nesneler ona ancak bu bilinç aracılığıyla, sanki onları bir cep dürbününden görüyormuş gibi, daha solgun, daha küçük, daha az dokunaklı görünürler. Bu nesneler, bir okun bir yolu, bir işaretçiğin bir sayfayı gösterdiği gibi, birbirlerini göstermezler hiç; ve Baudelaire’in aklı da hiçbir zaman karmaşıklığında yitirmez kendini. Onların ilk görevi, tersine, bilinci kendi üzerine çevirmektir. “Eğer yaşamama, varolduğumu ve ne olduğumu duymama yardım ediyorsa, benim dışımdaki gerçeğin ne olduğunun ne önemi var!” diye yazar. Ve sanatın da kaygısı, bu nesneleri bir insan bilincinin katları arasında katları arasında göstermek olacaktır ancak; çünkü L’art Philosophique (Felsefi Sanat) adlı yapıtında şöyle diyecektir: “Çağdaş görüşe göre katkısız sanat nedir? Hem nesneyi, hem de özneyi, hem sanatçının dışındaki dünyayı, hem de sanatçının dışındaki dünyayı, hem de sanatçıyı kavrayan telkin verici bir büyü yaratmaktır bu.” Öyle ki, “dış dünyanın pek az gerçek oluşu üstüne bir konuşma”yı kolaylıkla yapabilecektir bu yüzden. Bahaneler, yankılar, ekranlar, nesneler kendi başlarına değerli değildirler ve onları görürken kendini gözleme fırsatını Baudelaire’ye vermekten başka görevleri yoktur.
Ta başından beri, Baudelaire  ile dünya arasında, bizde bulunmayan, bir uzaklık var; nesnelerle onun arasına hep, birazcık nemli, birazcık fazla kokulu, sıcak bir hava dalgalanması gibi, yaz gibi bir yarı-saydamlık girecektir.
(…)

J.P. Sartre
Baudelaire, Çev: Bertan Onaran, De Yayınevi, 1964, s.11-12

Haz
06
2010
0

“Hafıza” Üzerine Değiniler

(…)

Latife Tekin’in “Unutma Bahçesi” adlı romanı geliyor aklıma… Romandan bir bölüm:
“(…) Bomboş unutabilsek, unutmadan yanayım ben… Ama unuttukça insanın anıları çoğalıyor.
“Unutarak hafiflediğimiz söylenemez o zaman, yani uçulmuyor öyle unutarak, kuşlar gibi” demiştim.
“Doğru, kuşlar gibi uçulmaz, balıklar gibi uçulur, anıların derinliklerinde” demişti. (…)”

Ustam Oruç Aruoba ise şöyle demişti: “Anlam sonradan gelir.”
Sonuçta, anlama ulaşmak için, anlam geldiğinde onun geldiğinin farkında olmak için “hafıza”ya ihtiyacımız var.

Zafer Yalçınpınar

Hamiş: Yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/k20.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
05
2010
0

Yüzlerin Kesişmediği Yerde

(…)
peki biz bu dünyanın neresindeyiz?
yineliyorum bu soruyu kendime
________________________ine
__________________________ine
madem yüzlerin kesişmediği bir yerdeyiz
bütün taraflar gerçek taraflarına geçsin
(…)

Zafer Yalçınpınar

Hamiş: Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s82.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
03
2010
0

Oza (Andrey Voznesenski)

IV

Yıkıyoruz kendimizi böylesine duygusal olmakla
Söküp atmalı mı bu yüreği bademcikler gibi

Ey altın sesli flütçü, o doyumsuz şiirin, o sesin
Hırçın sularıyla bir barajın, alabalıklar gibi ölmesin!

(…)
Neden dolarız öyleyse hıncahınç Luzhniki’ye
Ve bir iskorbüt ilacıymış gibi sarılırız şiire
Tomurcuklar gibi açarken yüreklerimiz utanarak?…
Robotlar,
____robotlar,
________robotlar,
Sözümü kesiyorlar.

Bir sürü makine adam
Dizilmiş otomatların önüne
Atıyorlar deliklerden paraları
Alıyorlar önlerine ne düşerse.

Zaman yok düşünmeye artık
Doldurur gibi konserve kutularına
Brüt ve net. Bürolara tıkıldık
Zaman yok artık insan olmaya.
(…)

Andrey Voznesenski
Oza, Çev: Turgay Gönenç,  Ada Yay, 1986

Haz
02
2010
0

Bir “Renklem” Olarak “Favela”

Bkz: https://www.archdaily.com/62689/favela-painting/

 

Hamiş: Jeroen Koolhas and Dre Urhahn’ın boyamaları bana “Renklem” kelimesini icat ettirdi. (Zy)

Haz
02
2010
0

Taşladıkça taşıyor deniz… (Doğan Ergül)

2 Haziran 2007′de vefat eden Şair Doğan Ergül’ü saygıyla anıyoruz;

(…)

burada sabah akşam donmuş bir denizi taşlıyoruz
taşladıkça taşıyor deniz
çocuklar oyunda hile yapan arkadaşlarına
ceza olarak bir parça bu denizden veriyorlar
akasyalar ve barbunlar bir aradalar
ortaçağ anlatıları satıyor uzun yol şoförleri
mola yerlerinde…
durup ay’a bakıyor kediler ve köpekler
dolunay akşamları…
mardinli bir gece istiyor aşıklar haftaiçleri
ve haftasonları italyan rönesansı hakkında konuşuyorlar…
mahalle bakkalı yaşlı adam boyuna bir ağacı yontuyor
anlıyoruz ki aşk soyunan bir şehirdir

Doğan Ergül
Aşkın ve Suların Öğleni, Babil Yayınları, 2005, s.84

Haz
01
2010
0

The Wall, yeniden, zamanında…

Roger Waters Pink Floyd mirasını yaşatmaya devam ediyor. Londra’da yaptığı basın açıklamasına göre Waters, The Wall‘u yeniden sahnelere taşımaya karar verdiğini açıkladı.
Orjinal söz ve müziğe sadık kalınacağı bu yeni yorumdaki söylemler, artık daha politik ve daha küresel konulara değinecek. En son 1980’de Verlin’de sahnelenen The Wall, orjinalinde Pink karakteri üzerinden savaşın, dönemin getirdiği yabancılaşmanın getirdiği sorunlarına değiniyordu. Şimdi ise karakterle sağlanan bireyselliği dünyayı saran sorunları ön plana çıkaracak. Son dönemin büyük yaraları Irak ve Afganistan savaşlarıyla özellikle paralellik kurulacak. (…)
İpek Burcu Şaşmaz(Avaz Avaz Dergisi)

May
31
2010
0

Nâzım Hikmet’in Defterleri’nden…

1938’de Nâzım Hikmet’in cebindeki
İşBankası acendasından bazı sayfaların görüntüleri…
(Memet Fuat, Nâzım Hikmet: Portreler, YKY, 2001, s.112)

*

May
31
2010
0

Sadece şiir. Başka hiçbir şey istemiyor canım. (Nâzım Hikmet)

(…)
(İlya) Ehrenburg, Nâzım’a sordu bu kez:
-Ya siz, Nâzım, neler yazıyorsunuz şu ara?
-Sadece şiir. Başka hiçbir şey istemiyor canım. Bir dönem geçirdim, birkaç yıl kadar süren, hemen hemen 1958’e kadar. Tek bir dize yazamaz olmuştum. Bitti bu iş diye düşünüyordum. Şimdi yitirdiğim bu zamanı telafi ediyorum.
-Evet, çok iyi anlıyorum sizi. Benim de birçok kez şiirle böyle bir şeyler geçti aramda. Kaprisli şeydir şiir.
(…)

Nâzım’la Söyleşi, Vera Tulyakova Hikmet
Çev: Ataol Behramoğlu, Cem Yayınevi, 1989

Bkz: https://urun.gittigidiyor.com/VERA-TULYAKOVA-HIKMET-IMZALI-NAZIM-039-LA-SOYLESI_W0QQidZZ17892622


May
31
2010
0

Kargaşa: 10.Yıl Özel Sergisi


Kargaşa 10
Yolu Karga’dan Geçenler
10. Yıl Özel Sergisi

10 yıl önce “Yukarıda boş bir salon var, niye orada sergiler düzenlemiyoruz,” fikri üzerine ilk olarak Kargaşa sergisiyle kapılarını açan KargART, artık gelenekselleşmiş sezon kapanış sergisi Kargaşa 10 için, özel bir seçki hazırladı. Yolu Karga’dan Geçenler 10 yıl boyunca KargART’ın ağırladığı sanatçılardan bir kısmının işlerine ev sahipliği yapacak bu yıl. 10 yıl öncesini düşünürsek, bağımsız bir sanat oluşumu için kaç yıl ömür biçerdik? Bağımsızlığı bir tarafa, 10 yılda yaptığı işlerle zaman içerisinde kelimenin gerçek anlamıyla sanat dünyamıza bir alternatif mekân kazandıran bir mekâna kaç yıl ömür biçerdik? Plastik sanatlar ile başlayan ilgi alanını performans sanatları, video art gibi bu disiplinlerde eğitim veren kurumların bile etkinlik üretmediği, üretmekte zorlandığı alanlara yayan; film gösterimleri, kısa film seçkileri, animasyon, sahne sanatları, müzik gibi alanlara atlayarak her geçen yıl faaliyet alanını geliştiren kendinden menkul bir organizmaya kaç yıl ömür biçerdik? Peki bu 10 yıl içerisinde birbiri ardına yeni mekânlar açılır ve maalesef kapanırken, hiç kimseye eyvallahı olmayan bir kurumun bünyesinden çıkan KargART’ın 10 yılda bir çekim merkezi haline gelmesini nasıl yorumlamalı? Soruların yanıtlarını size bırakıp işimize bakalım ya da… KargART kurulduğu günden beri genç sanatçıların ilk işlerini astıkları, gösterdikleri bir mekân olmayı istedi. Ağabeylik yapan danışmanları, zamanla KargART bünyesinde yetişen elemanları, bu elemanların ilgi alanları değişti. Ama genç sanatçılara, etkinlik alanı bulamayan sanatçılara sahip çıkma, destek olma algısı hiç değişmedi. 10larca kişisel ve karma sergi, 10larca gösteri, 10larca gösterim, yüzlerce etkinlik.
O kadar çok sanatçının yolu Karga’dan geçti ki 10 yıldır. Her birininin adını anmak çok uzun sürer. Her birini Kargaşa 10’a davet etmek de imkânsız. Bu nedenle kataloglarımızı, hafızalarımızı, veri tabanlarımızı sınayıp bir seçki hazırlamak zorunda kaldık. Bu sergide KargART’ın da kolektif işi olacak. Duvarlarımızdan birinde 800 isimlik bir gurur tablosu asıyor olacağız.
*
Kargaşa 10 – Yolu Karga’dan Geçenler Sergisi’nde işleriyle yer alan 32 sanatçı ise: Aysun Öner, Bahadır Dilbaz, Ceren Karaçayır, Ceyda Ildıroğlu, Çağla Cömert, Dağhan İş, Doğu Çankaya, Ece Kalabak, Elif Yıldız, Emrah Bekdikli, Erdal Kuruzu, Gökçe Birtan, Harun Antakyalı, Hülya Küpçüoğlu, Hüsnü Dokak, İbrahim Çiftçioğlu, Kaan Çaydamlı, Lale Altunel, Melike Kılıç, Meral Efe, Murat Sezer, Nezaket Tekin, Niyazi Selçuk, Olgu Ülkenciler, Özlem Gök, Özlem Uzun, Peri Demirbaş, Rafet Arslan, Seçkin Uysal, Serkan Taycan, Şenol Erdoğan ve Temur Köran.
*
Karga 14 yılda düştü kalktı, yandı yapıldı, içinden KargART ve kargamecmua’yı çıkarttı. Haziran ayında siz de yolunuzu KargART’tan geçirin. Anadolu yakasının bağımsızlığından ödün vermeyen en eski ve en kargaşalı sanat mekânına birlikte kadeh kaldıralım.
*
Açılış: 4 Haziran 2010, Cuma, Saat: 20:00
21:30 itibari ile Karga Kabinde: Deniz Benkal / tuz, Kaan Çaydamlı, Bahadır Dilbaz
*
Sergi 4-30 Haziran 2010 tarihlerinde (Pazartesi günleri hariç) her gün 13:00 – 20:00 arası gezilebilir.
*
Kadife Sokak No 16 Kadıköy İstanbul
www.kargart.org –     info@kargart.org
ph:0090 216 330 31 51    –   fax: 0090 216 346 55 46
Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
May
30
2010
0

Sesin Çekirdeği (Roland Barthes)

“Çalıntı” Müzik Kültürü Dergisi’nin Mart 1993 tarihli ilk sayısında yayımlanan “Sessin Çekirdeği” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/sesincekirdegi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Sıkı kuramcı Roland Barthes’ın töze nüfuz eden bu yazısını Ogan Güner çevirmiş…

May
28
2010
0

491’e BEŞ!

491‘e BEŞ!

“Kilosu kaça gelir?”

https://zaferyalcinpinar.com/491bes.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz.

E-posta: dortdokuzbir@gmail.com

May
27
2010
0

Puslu Çizgi (Paul Celan)

Gözde puslu bir çizgi:
bakışların yarı
yolda görebildikleri bir kaybedilmişlik.
Eğrile eğrile gerçekleştirilen bir “asla”,
dönmüş geri.

Yollar, onların yarısı -ve en uzunları.
(…)
dilsiz ve titreşen bir ünsüz olarak
daha yabancı bir “daima” için.

Paul Celan
Çev: Danyal Nacarlı, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 1058, 2010

May
26
2010
0

Kendini Anlatan: “Pancar”

“Pancar” ya da “Endüstri Devrimi Bitti” by Zy
(Esat Başak‘ı içtenlik dolu bir saygıyla selamlayarak…)

Ayrıca Bkz:
https://zaferyalcinpinar.com/kendinianlatan/kendinianlatan.html

May
24
2010
0

“Şiir, şairin dünyaya bakışındadır.” (İlhan Berk)

İlhan Berk‘in söyleşilerini birer  “poetika belgesi” olarak  çok önemli, sahici ve öğretici bulmuşumdur her zaman… Aşağıda,  YKY tarafından yayımlanan “Kanatlı At” adlı kitabın tüm baskılarında  (1. baskı 1994, 2. baskı 2005) yer almayan bazı önemli söyleşilerden çeşitli alıntılar bulunmaktadır. İlhan Berk’in kıyıda kalmış bu söyleşilerinden yaptığım bazı alıntıları (bazı sözlerini) birer buluntu olarak da değerlendirebilirsiniz. (Zy)

İlhan Berk: (…)Önce nedir gerçek şiir bunu bir yol düşünelim. Gerçek şiir, aslını ararsak, konuda değildir bir kere. Şairde şairin dünyaya bakışındadır, o kadar, beş altı yıl önce şiiri, şiir yapanın konu olduğunu ben de buz gibi söylerdim. Bugün iyi şiirin, gerçek şiirin konuyla ilgisi olmadığını söylüyorum. Şair için bütün mesele, eşyaya, dünyaya bakıştadır. Ben iyi şiiri, kötü şiirden, sadece, şairin eşyaya bakışıyla, metoduyla ayırırım. Ne demek şairin dünyaya, eşyaya, bakışı? Hayat ve dünya hakkında yanlış fikirler vermemek. (…) İyi, gerçek, ileri şiir konuda değildir hasılı. Sonra sanatçının sorumluluğu nedir? Dünyayı umutsuzluktan kurtarmak, yaşamayı güzel yapmak bence. Az şey mi bu?
(Yeditepe Dergisi, 7 Haziran 1953, Sayı:38)

İlhan Berk: (…)Beni şiirin kendisi ilgilendirir. Şiirin kendisi demek de yapısının gerektirdiği kuruluş nedenleridir. Bunlar da şiirin dışında değil içinde gelişirler. Uyumdan anladığım budur. Ya da uyum benim için şiirin yapısından başka bir şey değildir. (Ilgaz, 7 Ekim 1964)

İlhan Berk: (…)Söze dayanan şiire bağlıyız. Bizde şiir düzyazı ile birlikte düşünülür. Düzyazının bütün ilkelerini şiirden ister. Düzyazı gibi şiiri bağlamak ister. Biliyorsunuz, Sartre’ın dergisine, Les Temps Modernes’de, şiire yer vermemesini kimse anlayamamış, sonunda düzyazıyla, şiirin ilkelerinin ayrı ayrı şeyler olduğunu Sartre ortaya koymak gereğini duymuştur. Şiirin, düzyazı gibi bağlanamayacağını ilk o açık seçik yazmıştır. Şiir daha önce bir konuşmamda da söylediğim gibi, tek çizgilidir bizde. Bir iki ozanın koyduğu çizgi vardır. O çizgilere üşüşülmüştür. Bütün yeniliğin o iki çizgide olduğu sanılır. (…) Şenlikname şiirin kırk türlü yazılabileceğini gösteriyor. Kapalılığı, şiirin belli çizgilerine alışılmış, belli anlayışlar edinmiş kişiler için daha çok. Dünya şiirine açık olan biri için bir kapalılığı yoktur. Ben şiirin kırk türlü yazılabileceğine inandığım için, şiir yazmayı her gün yeni yeni öğreniyormuşum gibi bir tavır korum. Bu benim kendi yapım, kendi yöntemimdir. Buraya çok uzun yollardan geldim. Bir yığın çıkmaz sokaklardan döndüm, ama geriyi biliyorum. Geriye onun için bakmam.
(Yeditepe Dergisi, 9 Ocak 1973)

İlhan Berk’in söyleşilerinden…

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm İlhan Berk ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

May
24
2010
0

Turgut Berkes ve Karakutu Konseri (2 Haziran 2010)

Fotoğraf: Kemal Cengizkan
*

Turgut Berkes ve Karakutu Konseri
ve “All The Young Dudes” Jam Session

02 Haziran 2010 Çarşamba, 22:00 // KEMANCI

KARAKUTU
Turgut Berkes – Vokal
Berkant Çelen – Gitar
Emre Kula – Gitar/ Vokal
Ayça Sarıgül – Bas/ Vokal
Onur Başkurt – Davul

Ayrıca bkz: https://www.myspace.com/turgutberkes

May
24
2010
0

Şiirlemek

21.
Şöyle söylemekle sanıyorum,  felsefeyle ilgili tutumumu özetlemiş oluyorum: Felsefenin aslında şiir olarak kurulması gerekir. Buradan da, bana öyle geliyor ki, düşüncemin ne denli şimdiye, geleceğe ya da geçmişe ait olduğu çıkar. Çünkü böylelikle, yapabilmek istediğini tam yapamayan biri olduğumu itiraf ediyorum.

Çevirenin Notu:
Şiir olarak kurmak: dichten. Birçok başka dilde olduğu gibi, Türkçe’de de tam karşılığı olmayan bir fiil: Şiirlemek(?!)

Ludwig Wittgenstein
Yan Değiniler, Çev: Oruç Aruoba, 6:45 Yay., 1999, s.23

May
24
2010
0

Buluntu: (Sakallı) Ece Ayhan Fotoğrafları

Ümit Bayazoğlu -sağolsun, eksik olmasın ve zaten sıkı adamdır ki- kişisel arşivinde yer alan ve daha önce yayımlanmamış, görülmemiş  bazı Ece Ayhan fotoğraflarını benimle paylaştı. Fotoğraflar aşağıdadır. (Zy)

Ece Ayhan, Yalıhan’da gençlerle birlikte…

*

Ece Ayhan ve Ümit Bayazoğlu… Oduncuda…

*

Ece Ayhan çalışıyor…

*

Hamiş: İşbu  fotoğraflar Ece Ayhan Web Sitesi‘nde yer alan “Efemeralar” bölümüne eklenmiştir.

May
22
2010
0

Yığılmalar

F. Léger’in “Şehir” adlı eseri…

(…)Léger’in tabloları zaman dolu mekânlar hakkında daha derin bir şeyi düşündürür. Bu da her şeyden önce yığılmalardır. Colin Rowe ve Frederick Koetter tüm kentin bu şekilde, bir “kolaj kent” gibi yapılmasını düşündüler. Ama kolaj, öğelerin rastgele bir araya getirilip yapıştırılması değildir ve zaman dolu bir mekân da salt bir akıp gitme izleniminden, kullanıldıkça ortaya çıkan, kırılan, değişen ve berbat olan şeylerin kaydından daha öte bir şeydir. Baldwin’in, yazılarda bölünmüş zamana bir biçem vermesi gibi Léger de makine parçalarına birbirleriyle anlamlı bir ilişki kazandırdı. Sokakta biriken fiziksel öğelere de biçim vermek gereklidir. Sokağı, sokakta neler olup bittiğine, sokağın başından neler geçtiğine ilişkin kuru bir bilgiden daha heyecan verici bir deneyim olarak algılamamız, o mekânda zamana verilen biçimi algılamamızın sonucudur.(…)

Richard Sennett
Gözün Vicdanı (Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam)
Çev: Süha Sertabiboğlu- Can Kurultay, Ayrıntı Yay., 1999, s.202

May
21
2010
0

Hem her yerde, hem yüzeyde…

David Pears
“Wittgenstein”, Çev: Arda Denkel, Afa Yay., 1985, s.38

May
21
2010
0

Bir çağrışım…

“sürgün yeri burası” diyor
iki sokağın arasında
____________bir lamba

(…)

“sünger gibi çeker içine seni burada zaman” diyor
suların altında
_________bir masa
(…)

Çağrıştıran: Zy
Tamamlayan: Aylin Güven

May
19
2010
0

Uygar, zarif ve adaplı.

(…)Uygar, zarif ve adaplı. Bıçkınlığı kafa vurma hamlığından boks inceliğine vardıracak kadar zarif. Öncelikle de “iyi” bir insandı. İyi olmaktan başka çaresi olmadığı için iyi olanlardan değil, zekâsının tüm yeterliğine ve kıvraklığına rağmen iyi olmayı seçtiği için özellikle vurguluyorum bu yanını. Kuzgun, çok sevdiği ve çok sık kullandığı iki deyimle, “mübalağa cenk” bir yaşamı “kına gibi un” halinde öğüttü. “Soyut heykeller yaptı” diye yazıyor ansiklopedilerde. Soyut heykeller midir Kuzgun’un yapıtları? (…)
Belki de Kuzgun, en coşkun sevgiyi, en içten saygıyı beslediği annesini yüceltmek adına (…) belki bir ağıt diye yonttu tahtaları, biçimlendirdi çivileri, demirleri.
Malzemelerini seçimindeki nedenler nedir? (…)
Belki kendisinin de ömür boyu cevabını aramadığı bir yığın soru bıraktı ardında. Ancak, sanatçı olarak kimsenin tartışamayacağı bir gerçeği vardı.
“Adam”lık sanatının büyük ustasıydı Kuzgun.

Seçkin Selvi (Cılızoğlu)
Gergedan Dergisi, Sayı:17, 1988

May
19
2010
0

Kuzgun Acar’ın desen defterinden…

Kuzgun Acar’ın desen defteri’nden görüntüler…
(Fersa Acar Koleksiyonu)
İşbankası Kibele Sanat Galerisi Yay., 2004

May
19
2010
0

Kuzgun Acar, Alberto Giacometti ve 1961 Paris Bienali

(…)1961’de, Paris Bienali’nin bilmem kaçıncı günü, bir Montparnesse gecesinde, Türk olduğumu ve sanatla kıyısından köşesinden ilgilendiğimi bilen büyük sanatçı Giacometti, yanıma yaklaşarak, “Bienalle’nin yontu ödülünü size verdik” dedi. İlkin hiçbir şey anlamadım. Benim, Bienal’de bir eserim yoktu. Sonra büyük usta, Akar ya da Aşar adında bir yontucu tanıyıp tanımadığımı sordu bana. (Fransızca, Kuzgun’un Acar’ını  böyle söylüyordu.) O zaman anladım. Ödülü “paslı çivilere” mi verdiklerini sordum. Evet, dedi.
Sonradan öğrendim ki, İtalyan asıllı Giacometti, onüç kişilik seçiciler kurulunun genel eğilimine (üyelerin büyük çoğunluğu, beş yapıtıyla Bienal’e katılan İtalyan Francesco Somaini adlı yontucuyu ödüllendirmek istiyorlarmış) karşı çıkmış ve büyük ödülün Kuzgun’a verilmesini sağlamış. Ertesi saah ilk işimi haberi Kuzgun’a telgrafla bildirmek oldu.(…)

Ferit Edgü
“Ölüm mü çaldı kapını Kuzgun, yoksa sen mi ölümün kapısını?”
Politika Gazetesi, 11 Şubat 1976

Hamiş: Evvel Fanzin’in tüm Kuzgun Acar ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=kuzgun-acar adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com