(…)
(…)
Necati Cumalı
G. Apollinaire, Yaşamı Sanatı ve Şiirleri, Alaz Yay., 2. Baskı, 1986, s.7-8
(…)
(…)
Necati Cumalı
G. Apollinaire, Yaşamı Sanatı ve Şiirleri, Alaz Yay., 2. Baskı, 1986, s.7-8
2011 yılı, E V V E L Fanzin kapsamı doğrultusunda ilgilendiğimiz “sahici/sıkı edebiyat” için oldukça zorlu geçti. “Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin İkbal Günleri’nin yaşandığı şu dönemde yaygınlaşan “haysiyetsizlik, liyakatsizlik ve muhterislik” beni oldukça rahatsız ediyor… Ancak, unutulmamalı ki “Her hâl mütehavvildir”: Uzam, ikbal ile idbar günlerinin döngüleriyle hınca hınçtır.
İçinde bulunduğu çevrimsellik ne olursa olsun E V V E L Fanzin kapsamı, hakikat yolundaki haklılığın inadından ve ateşli sabrından dönecek değildir. Şu söz, 2012’de de, tüm takipçilerimizin, yani kalb ve vicdan arayışıyla yaşamını sürdüren tüm sahici insanların gözlerinde çınlayacak:
“E V V E L ; ‘İmgelemin Özgürleşmesi’ bağlamında görmeye, okumaya, anlamaya, düşünmeye ve paylaşmaya devam ediyor hâlâ!”
E V V E L İlgileri:
https://evvel.org/evvel-fanzin-ilgileri
E V V E L üzerine bir söyleşi:
https://evvel.org/soylesi-evvel-uzerine
(…)Söz, müzik alanından sürüldüğü takdirde kendi başının çaresine bakabilir. Uğraşları dil olan bizler, dilden yoksunluğun ve dilsizliğin -yani en arı konumlarımız diyebileceğimiz bu konumların!- ne demek olduğunu deneyimlerimiz aracılığıyla bilmekteyiz; bizler, ıssız bir ülkeden yaşam bizim sürmemiz demek olduğu sürece sürdüreceğimiz bir dille birlikte geri döndük.
Ancak her hedef şaşırmanın kaçırılmış bir kurtuluş fırsatı olduğu, bir ruha ilişkin her yanlış anlamanın benzer bir ruhta ölümcül bir hüzne yol açtığı bir anda sanatların birbirinden ayrılması gerçekten zorunlu mu? Şarkıya gereksinimimiz ortada. Şarkı son bulmak zorunda mı?
Hiçbir zaman olmadığımız kadar feda etmeye, yetinmeye hazır olmamıza karşın, bir sanattan ötekine giden bir iz bulunduğu yolundaki düşüncemizi korumaktayız. Hölderlin’in bir sözüne göre ruh, kendini ancak ritmik bir biçimde dile getirebilir. Çünkü müziğin ve yazının ruha yaklaşımları aynıdır. Her ikisinde de ilk, yani yaratıcı anlamda bir ritim bulunmaktadır. Bundan ötürü birbirlerini tanıyabilirler. Sözü edilen iz, işte budur.
(…)Bu sese yeniden saygı göstermenin, sözcüklerimizi, ezgilerimizi ona devretmenin onun düşünülebilecek en güzel çabalarla bekleyenlere ve sırtını dönmüş olanlara ulaşmasını sağlamanın zamanı artık geldi. Onu artık bir araç olarak değil, ama yazın ile müziğin doğruluk anını paylaşacakları zaman parçasının yöneticisi saymanın zamanı geldi.
Üstünde yaşadığımız bu kararmakta, dilsizleşmekte ve çılgınlığın önünde geriye çekilmekte olan yıldızda, yüreklerdeki ülkeler boşaltılırken, onca düşünce ve duyguya veda edilirken, insanoğlunun sesi bir kez daha yankılandığında, bizler için yankılandığında, bunun insanoğlunun sesi olduğunun bilincine varamayacak biri düşünülebilir mi?
Ingeborg Bachmann
“Bu Tufandan Sonra”, Çev: Ahmet Cemal, Metis Yay. 2.Baskı, 1998, ss.47-48
Sıkı edebiyatçı Volkan Hacıoğlu, Yeni Sinsiyet‘in junior salınımlarına çeşitli lobutlar göndermiş. Volkan’a, “Şiirden” dergisinin tavrına, söylemlerine ve savunusuna sonsuz derecede katılıyorum, hepsinin yanındayım. Volkan Hacıoğlu’nun kaleme aldığı “Kara Çalmak…” başlıklı önemli lobutun tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/karacalmak.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
Z. Yalçınpınar
Yavuzcan Çetin, dün gece tv8’de Türkiye’nin en sıkı rock ve blues gitaristleriyle birlikte sahne aldı… Programı izleyenler/dinleyenler blues ruhunun yüceliğine, sahiciliğine şahit oldu. Video kaydına https://zaferyalcinpinar.com/yavuzcanveruyatakimi.flv (64,3 mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Yavuz Çetin ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/yavuz-cetin adresinden ulaşabilirsiniz.
Bilge Karasu
“İmbilim Ders Notları”
Yayına Hazırlayan: Cemal Güzel
BilgeSu Yayıncılık, Aralık 2011
“Dilbilim tümcenin bittiği yerde biter. Tümcenin sonrası, yani bağlam imbilimin alanına girer.”
“İmbilimin amaçladığı, kabaca söylendikte, anlam üretimi biçimlerinin, anlam üretim biçimlerinin düzenlenişinin incelenmesi, bu alanda biçimselleştirilmiş, nicelleştirilmiş birtakım sonuçlara varılabilmesi. Bu da imbilimi bir bilim haline getirmenin önemli bir adımıdır.”
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Bilge Karasu ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/bilge-karasu adresinden ulaşabilirsiniz.
Dün akşam Fatih-Harbiye tramvayına Beyazıt’tan bindim. Biri fesli, diğeri sarıklı, dinç, kır sakallı iki adam da Sultan Mahmut türbesi durağından bindiler. Araba lebalep doluydu. Bu iki yolcu münhal vukuuna intizaren (yer boşalmasını beklemek için) yanyana ayakta duruyorlardı. Salkımsöğüt mevkiinde bir yer boşaldı. Sarıklı, sarıksız efendilerin ikisi de bir anda köşe kapmaca oyununda görülen bir çeviklikle o yere oturmak istediler. Galebe (yengi) sarıksızda kaldı. Hoca efendi hiddetini zaptedemeyerek: “Fesüphanallah! Saygı, âlime hürmet de kalmadı. Eskiden biz bir yere girince doksan yaşındaki ihtiyarlar bile kıyam ederler, biz emretmeyince oturmazlardı”, dedi. Sarıksız muhatab ve muâteb (azarlanan) soğuk bir tavırla cevap verdi: “Benim cahil olduğumu ne biliyorsunuz, a Hoca Efendi? Aramızdaki fark, ben ilmi kafamın içinde taşıyorum, zat-ı fâzılaneniz de dışında!” dedi.
Süleyman Nazif
“Yergi, Nükte ve Fıkralarıyla Süleyman Nazif”, Haz: Yalvaç Ural, Milliyet Yay., 1983, s.11
Bkz: https://www.dadatart.com/2011/12/22/cizgiler-is-basinda/
Scribbled Line People diye adlandırılan tasarım dizisinin başında grafik-tasarımcı Ayaka Ito ve bunun yanında programcı Randy Church olmak üzere iki kişi bulunuyor. Ortak bir beğeni sonucu ortaya çıkarılan dizide insanlara dijital ortamda gergin kablolardan oluşan bir vücut tasarlanmış ve modellenen bu görseller fotoğrafların içine güzel bir şekilde monte edilerek -interaktif tasarımcı Erik Natzke’nin de katkılarıyla- kompozit görüntüler ortaya çıkarılmış. İç içe geçmiş kabloların oluşturduğu karmaşık yapı dizinin her bir parçasını görsel zevk açısından geçerli konuma yükseltmiş. Kullanılan programların Photoshop ve Flash olduğunu belirtiyorlar.
Bkz: https://www.dadatart.com/2011/12/22/cizgiler-is-basinda/
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Otoportreleri’nden örnekler…
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “imzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.
“Nü”
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “imzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.
Ludwig Wittgenstein
“Mavi Kitap Kahverengi Kitap”
Çev: Doğan Şahiner
İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, 2007
Ludwig Wittgenstein’ın 1933-35 yılları arasında Cambridge Üniversitesindeki bazı öğrencilerine yazdırdığı notlardan oluşan Mavi Kitap, Kahverengi Kitap, 20. yüzyılın en önemli filozoflarından birinin ileride gerçekleştireceği fikirlerin tohumlarını içermesi bakımından ayrı bir önem taşır.
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Wittgenstein ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.
(…)
Hesse’nin 1917’den önceki başkişileri zayıf keşişlerdir. Yalnız düşlerle, beklemelerle ve umutlarla yaşayan ve gerçek önündde gerrileyen estetlerdir bunlar daha çok. Kendine kapanmış, değişken huylu sanatçılar, ya da akraba-ruhlar olan bu kişiler müzminleşmiş bir kararsızlıkla eylem güçlerini yitirmiş ve kendilerini romantik bir hastalığa kaptırmışlardır. Bunlar, kendi yalnızlıkları içinde eriyip tükenmiş, yaşama ve sevme sanatına yabancılaşmış uyumsuzlar yaşamdan çok az şey isteyip çok şey bekleyen yabancılardır. Hiç sonu gelmeyen bir sıkıntı ve umutsuzluğun içindedirler. Duygusal sinik Lauscher’in, doğa çocuğu olarak Camenzid’in, gürültücü kompozitör Kuhn’un (Gertrud) giderek daha kararlı ressam Veraguth’un (Rosshalde) ve daha dayanıklı bir gezgin olan Knulp’un yaradılışı ve alınyazısı böyledir.
Demian-öncesi başkişilerin herbirinin kişiliği ve alınyazısının arkasında Hesse’nin kendisi dolaşmışsa da ondan sonra gelen on yıl içinde yazarla başkişi yavaş yavaş şiirsel bir otobiyografik eriyiş içinde birbirlerine karışır. Dikkafalı Klein, çılgın Klingsor ve özellikle Kurgarst’la umutsuz Steppenwolf’un romatizmalı başkişisi nerdeyse Hesse’nin kendi bedeninden kendi ruhundan oluşmuşlardır. Oysa şimdi Hesse gibi, kendini-tanıma, kendini gerçekleştirme arayışı içinde olan bu yeni başkişiler uykularından uyanmış, alınyazılarını kendi ellerine almışlardır.
(…)
Joseph Mileck
Kaliforniya Üniversitesi, Mart, 1963
Çev: Yurdanur Salman
24 Aralık 2011 Cumartesi günü, Point Hotel Barbaros‘ta gerçekleşecek olan “Büyük Pazar Müzayedesi”, edebiyat efemerası koleksiyonerleri ve heveskârları için son derece kıymetli eserler sunuyor.
Nâzım Hikmet’in el yazısı, şiirlerinin Rusça çevirilerini içeren bir imzalı kitabı ve Nâzım Hikmet kitaplarının tümünün ilk baskılarını içeren özel bir koleksiyon, Ahmet Muhip Dıranas’ın “Kaybolanlar” başlıklı yazı defterleri, çeşitli şair ve yazarların Ahmet Muhip Dıranas’a imzaladığı kitaplar, Sabahattin Ali’nin el yazılarından oluşan efemeralar, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kumaş üzerine işlediği özgün baskılar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Cahit Külebi, Asaf Halet Çelebi, Halim Şefik, Orhan Veli, İlhan Berk, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Can Yücel gibi sıkı isimlerin imzalı kitapları… Hangi birinden bahsetsem ki?
Eserler, müzayede günü olan 24 Aralık 2011’e kadar Point Hotel Barbaros’un kütüphanesinde sergileniyor. Mutlaka görülmeli, ziyaret edilmeli bu eserler…
Zy
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “imzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.
Milliyet Sanat Dergisi’nin 18 Aralık 1978 tarihli 302. sayısında yer alan “Mevlevi Sema’nın tiyatroya etkisini belgeleyen ilginç örnekler: Gürciyef ve Wilson toplulukları” başlıklı yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/sema.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. İşbu benzeşimin farkına Prof. Dr. Metin And varmış ve konuyu kaleme almış… (Zy)
Herkes haddini öğrenecek!
Fenerbahçe Spor Kulübü: 1
Tirabizonspor: 0
*
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Fenerbahçe Spor Kulübü” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/kara-deryalarda-bir-fenersin adresinden ulaşabilirsiniz.
Tiyatro ile şiiri, hayatının anlamı kılan Cahit Irgat, 1930’lardan 1960’lara uzanan sanat yaşamında tanıdığı sanhe, sanat, edebiyat ve meyhane dostlarını, 1968’de Akşam gazetesinden bir yazı dizisiyle anlatmıştı: “Çok Yaşasın Ölüler”.
Cahit Irgat, hep eşitlikçi ve barıştan yana bir dünya özlemiyle sahneye çıktı, şiirler yazdı. 1940 karanlığında kalemiyle acı acı konuşmaktan çekinmedi. Devlet Konservatuvarı’ndan İstanbul Şehir Tiyatroları’na, Küçük Sahne’den Dormen Tiyatrosu’na uzanan sahne yaşamından insanlar ve çağdaş Türk edebiyatının en seçkin ve en önemli kişilikleriyle geçirdiği yıllar…
Hayatın acılarına, tiyatro ile şiirin derin ve sonsuz gücüyle dayanan Irgat, bir bakıma bu sahne ve edebiyat adamları üzerinden kendi hayatını da anlatıyor.
Çok Yaşasın Ölüler ilk kez kitap olarak yayımlanıyor.
Bu karnavalda kimler yok ki: Neyzen Tevfik, Orhan Veli, Hâzım Körmükçü, Sabahattin Ali, Sait Faik, Reşat Nuri Güntekin, Mahmut Yesari, Nurullah Ataç, Raşit Rıza, Vâlâ Nurettin, Ercüment Ekrem Talu, Peyami Safa, Halide Edip Adıvar, Naşit Özcan, Suavi Tedü, Ferdi Tayfur, Orhan Boran, Cahit Sıtkı Tarancı, Asaf Halet Çelebi, Ahmet Kutsi Tecer, Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip, Hasan-Âli Yücel ve daha pek çok kişi…
Tanıtım Metninden…
İkametgâh Kadıköy, Kadıköy’ün öncü sanat oluşumlarını ve Kadıköylü sanatçıları ortak bir platformda birleştirerek Anadolu Yakası’nda süregiden bağımsız çağdaş sanat üretimini ve kolektifliği gündeme getirmeyi amaçlıyor. Kadıköy’deki üretimi ve paylaşımı çıkış noktası alan etkinlik, merkezinde farklı karakterlerdeki mekânlarda ayrı perspektif çeşitliliği sunan sanatçılarla aynı projeyi estetik bir çizgide buluşturuyor. 25 Ocak’ta izleyicilerin deneyimine açılacak İkametgâh Kadıköy’ün yaratıcıları Anadolu Yakası’nın “yeni” ve “alternatif”in üzerinden bağımsız kültürel ve sanatsal çalışmaları destekleyen Asfalt, Hush Galeri, İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi, KargART ve Piha Kolektif Sanat alanlarıdır. Bu 5 sanat alanı sabit sınırları özgürleştirerek yeni bir sanat yolu inşa ediyor ve bu yol üzerinden Kadıköy kimliğini soyutlaştırarak İstanbul’un sanatsal doğasına alternatif bir bakış açısı geliştirmeyi, -“eksik parçaya köprü tutarak”- bağımsız çağdaş sanatla ilgili söylemi ve de sanatın tüm boyutlarını daha çok izleyiciyle buluşturmayı hedefliyor. Bu alanlara ek olarak Arka Oda ve Dunia, İkametgâh Kadıköy’ün yan etkinliklerine kapılarını açarak, bağımsız plak firması Müzik Hayvanı ise bir ses kataloğuyla etkinliklere destek olarak Kadıköy için “birlikte” üretme düşüncesini paylaşıyorlar.
İkametgâh Kadıköy kolektif bilinci kavramsal bağımsızlık ilkesiyle inceliyor, “Bağımsız ve Birlikte” bir kurgu sunuyor. Bu bağlamda, Anadolu Yakası’nda yaşayan, üreten sanatçılar kavramsal ve biçimsel bir çerçevenin içine girmeden resim, video, illüstrasyon, fotoğraf, yerleştirme gibi farklı mecraları kullandıkları işlerini mekânlarda sergileyecekler ve çerçeve mekânlar üzerinden izleyicilerin deneyimleriyle yorumlanacak. Sergiler dışında çeşitli performanslar, konserler, gösterimler ve panellere de davetli olacak izleyiciler için güncel sanatın tarihsel devinimine tanık olunması adına da İkametgâh Kadıköy iyi bir fırsat yaratıyor.
25 Ocak-19 Şubat tarihleri arasında Anadolu Yakası’nda ilk defa gerçekleşecek kolektif sergi projesi, Kadıköylü sanat oluşumlarının yeni projelerine de yön verecek. Etkinlik süresi boyunca ve ardından ortaya çıkacak kıpırtıların “an”larda bıraktıkları izler ve sesler doğrultusunda amaçlarını sürdürmek için araştırmalarına ve paylaşımlarına devam edecekler.
Etkinlikler kapsamında 5 mekânda düzenlenecek sergilerde 100’e yakın sanatçının işleri sergilenirken, Kadıköylü müzisyenlerin performans ve konserlerinin gerçekleşeceği ufak çaplı bir festival, güncel sanat, bağımsız sanat oluşumları, Kadıköy’ün müziği ve benzeri konularda düzenlenecek paneller, sanatçı buluşmaları ve söyleşiler, film gösterimleri ve DJ performansları ile İkametgâh Kadıköy; daha bu ilk seferde olabildiğince farklı disiplini içeriğine katarak tüm katılımcılarından Kadıköy’de üretilen sanat üzerine kafa yormalarını istiyor.
İkametgâh Kadıköy projesiyle sanatseverler Anadolu Yakası’nın, fikirlerin sanatsal pratiğe dönüştüğü bir merkez olma durumunun ve sanatın her yakanın katmanlarına uzandığının canlı kanıtları olacaklar. Sanatın bağımsızlığını ve evrenselliğini savunan Asfalt, Hush Galeri, İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi, KargART ve Piha Kolektif Sanat izleyicileri iddialarının yaşayan, yürüyen, dokunan, değiştiren ve büyüten parçalarına dönüşmeye davet ediyor.
Asfalt, Hush Gallery, İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi
KargART, Piha Kolektif Sanat
Proje Destekçileri: Arka Oda, Dunia, Hush, Karga, Müzik Hayvanı
Ayrıntılı Program ve İletişim İçin:
ikametgahkadikoy.blogspot.com
ikametgahkadikoy@gmail.com
Dipdalga ve taifesi, edebiyat alanında uzun yıllardır kimsenin cesaret edemediği türden bir içeriği ve kapsamı yüklenmiş görünüyor… Taife, https://dipdalga.net adresinde (edebiyat ve şiir yayıncılığı üzerine sıkı bir soruşturma ve derlemle birlikte) yola çıktı. İşbu soruşturmanın, fanzinlere ve fanzin kültürüne ilişkin kısmına “evvel.org” bağlamında katıldım. Soruşturmaya verdiğim cevapların tam metni aşağıdadır:
Dipdalga: Bir fanzinin doğuşuna neden olan motivasyon nelerdir? O fanzine ilgi gösteren kişi neleri gözetir? Fanzin ilgi gösteren kişide neler uyandırır?
Zafer Yalçınpınar: Bence yazınsal, daha doğrusu sanatsal açıdan, insanın içinde tutamadığı bir şeylerin -bir farkındalığın, bir düşün, bir dizenin, bir olayın, bir sezginin, bir fikrin, bir sorunun, bir nedenselliğin, bir imgenin, yani ne yaşanıyor ise onun yarattığı duygudurumun- “dile getirilmesi”, “tınıması”, kişinin “konu” uzayındaki bir noktanın duygudurumsal bir “itki” ya da “ilgi”yle birlikte önemsenmesi, tezahür etmesi sonucunda fanzin doğar… Kısacası, duygudurumsal arkaplan açısından “özel” olan bir “ilgi”nin tezahürüdür fanzin… Özel bir ilgi, retorikten arı bir şekilde fanzinle somutlaşır, diyebiliriz. Yani, öncelikle kişisel ağırlığı olan, kişinin kendisine yönelimini, duygudurumsal olarak kendisini sınamasını, kendisini sorgulamasını mimleyen bir “ilgi” hâlidir bu tezahür… Gariptir ki bu tezahür, “medya” tanımıyla çelişir: -ama gene de yazarı, okuyucusu ya da çoğaltıcısı için “özel bir ilgiler medyası”dır aslında, fanzin…
D.D.: Fanzinler ve toplumsal mücadeleler ilişkisi nasıldır? Sovyet Devrimi’nde fanzinlerin önemine ilişkin bazı değinmeler gördüm. Türkiye’de fanzin geleneği için 1990’ların başına tarih veriliyor olsa da, -yeni olsa da- bu ilişki nasıl biçimlendi?
Z.Y.: Bu konuda belirginleşmiş bir izlenimim yok. Çünkü sorunuzun içerdiği tarihçeyi bütünüyle bilmiyorum. Zaten fanzinlerin bulanık bir geçmişi vardır. Türkiye’deki fanzin kültürünün -başlangıçta, ilk örneklerinde, ilk kez “fanzin” adının telaffuz edildiği zamanlarda- ideolojilerle sınırlanmış olduğunu ya da ideolojilerin sınıflandırdığı toplumsal mücadelerle, işbu mücadelelerin retoriğiyle, diliyle filan bir ilişkisinin olduğunu sanmıyorum. Aksi bir durumla başlamıştır her şey… Türkiye’deki fanzin kültürü, kendini “toplumsal” olanın dışında hissedenlerin kendileriyle (birkaç benzeriyle) yalnız kalmak, biraz kafa dinlemek istemesi ve “diğerleri”ni -bütünüyle- umursamamak yönünde başlamış olsa gerek… İlk dönemlerde, fanzin söz konusu olunca “diğerlerinden kendini soyutlamak” çok önemsenmiş gibi geliyor bana…
D.D.: Popüler ürünlerin yarattığı bilince karşı fanzinler nasıl bir imkân sunuyor?
Z.Y.: Sahici sanatın biricik olanı sezdirme becerisini etinde ve kemiğinde hisseden bir insan evlâdı, o “popüler ürün” dediğiniz şeylerle karşılaştığında büyük bir “pazar/ekonomi/iktisat” bulantısı yaşıyor. Oysa ki “Yeni Kapitalizm”in hilebaz ve sinsiyet içeren tipolojilerinden, piyasadan uzaklaşmak, biricik olana yakınlaşmak, biricik olandaki tözü sezmek ve endüstriyel olandan kurtulmak içindir sanat da fanzin de… Fanzinlerde yer alan konuya, kişiye, olaya, esere, şiire “ilgi” duyuş biçiminin bir iktisadının olmaması en önemli şeydi bence… Bu durumda “imgelemin özgürlüğü” biçimlenebiliyordu. (Sıkı şiirde bu imkân hâlâ geçerlidir.) Bir ilginin, bir içeriğin, bir imgelemin, bir şiirin iktisadı oluşmuşsa eğer, emin olun ki o artık büyük ihtimalle sahiciliğini, tözünü ve sıkılığını kaybetmektedir. Çünkü piyasalandırılmıştır.
D.D.: Fanzin sayısının son yıllarda azaldığından bahsediliyor. Nedenleri nelerdir? Fanzincinin isyan etme gerekçeleri mi azaldı? Kültür-sanat tekellerinin iyice semirdiği, yayınlarda aynı isimlerin döndüğü bir ortamda; yaşamın nabzını tutan fanzinlerin söyleyecek daha çok sözü olması gerekmiyor mu?
Z.Y.: Panoptik gözetleme altında yaşayan sessiz yığınlar ve o yığınların devasa gölgesi… Giderek, insandan çok eşyaya benzemenin Kafkavari hâli, anatomik suskunluğu, cansızlaşması… Kendi yokoluşunun ağıtını hafifçe mırıldanan bir keşmekeş, binbir türlü yabancılaşma, anlamdışı bir kariyerizm, karakter aşınması, retorik arsızlığı ve uzgörüsüzlük, fikir kelliği tipolojisi… Mesailer, mesailer, mesailer… Yöneticiler, yöneticiler, yöneticiler… İşler, müşteriler, küresel ağ kapitalizmi filan… Toplum mühendisliğine maruz kalanların saflığı, öğrenilmiş çaresizlik duygusu… Bugünlerde, Yeni Kapitalizm’in Kültürü’nün içerisinde ne tuhafız yahu!
D.D.: İnternetin gelişimi fanzini nasıl etkiledi? Fanzin arşiv projeleri bu geleneğin devamlılığına nasıl bir etkide bulunabilir? Elektronik ortamdaki fanzin arşivleri, fanzinin fotokopi kokan aurasını zedeler mi? Ne tür önlemler alınabilir?
Z.Y.: Bakın, ben bu internet olumsuzlamalarına katılmıyorum. Blog sistematiğiyle yayımlanan yazılar, şiirler Marslılar tarafından, Marslıların alfabesiyle yazılmıyor! Çizilen resimler, çekilen fotoğraflar filan Marslıların fırçasından, objektifinden çıkmıyor. Gözün ve sözün ucunda insanın zihni var, insanın hakikati var, olmalı, olacak! İnternette de kaleminin, gözünün, sözünün ucunda kalb ve vicdan taşıyanlar var, olmalı, olacak! İnternette kullanılan imgelem başka evrenlerin filan imgelemi değil. Zaten, bence, sıkı fanzincinin fotokopi kokan bir aurası da yok artık. O fotokopi işleri 90’ların sonunun ve 2000’lerin başının medyasıydı, çoğalım tekniğiydi. Bugünün medyası, çoğalım tekniği, internet üzerindedir…
D.D.: Mevcut kültür-sanat eleştirmenliği, edebiyatın sektörleşmesinde nasıl bir tahakküm yaratıyor? Bu sistem yeni seslere hangi ölçülerde açık?
Z.Y.: Ben, titizlikle ve özenle icra edilen bir kültür-sanat eleştirmenliği filan göremiyorum ortada… Ne yapısal, ne de post-yapısal olarak hakikat ihtiva eden, aydınlatıcı bir eleştirmenlik göremiyorum, yok. Kısacası, ortalıkta “eleştiri” yok, “üleştiri” var. Bugün, Yeni Sinsiyet tipolojisinin çeşitli oligarşik söylemlerini, menfaat çeşitlemelerini, cehaleti ve hodbinliği primlendirişini, yandaş/paydaş etkileşimlerini, tüm o “karakter aşınması”nı filan “eleştiri” diye okuyoruz. Tarihi bir hatadır, tarihi bir ilüzyondur bugün yaşanan şu “eleştiri” dansözlükleri, kıvırtmaları… Edebiyatın, sanatın özünü terketmesi ve endüstrileşme sürecine yönelmesidir bu… Yeni Kapitalizm’in kendine yeni “çıkar yollar” bulma çabasıdır tüm o “eleştiri/üleştiri” numaraları…
D.D.: Düzensiz de olsa uzun yıllar yayımlanmış fanzinler var mı? Fanzin eyleminin uzun soluklu olmayışının nedenleri neler?
Z.Y.: Tözle, sahici olanla süreğen bir ilişki kuramazsın. Yanarsın… Kül olursun Kerem gibi… O noktaya geldiğinde, ya sahte bir tavırla “yola devam” diyeceksin ya da yayını, bahsettiğin o fanzin eylemini durduracaksın, dinleneceksin. Her şeyi yeniden düşüneceksin, göğe bakacaksın bir süre… Bu böyledir. Fakat, düşün ki sahtecilikle, statüko arayışıyla, yalanla dolanla 70 yıl boyunca yayın hayatını sürdüren “soluksuz, yaşamsız, içsiz kalmış” bazı “mezarlık dergiler” var tarihimizde… “Bir çöplüğe dönüşmektense varlığımı noktalarım” diye düşünüyor olabilir fanzin ve çevresi… Haklı da.
D.D.: Sokak şairleri, sanatçıları fanzincilerin ruh ikizleri mi? Ortaklıklar nelerdir?
Z.Y.: Benzerliğin kökeni, hakikat yolunda kalb ve vicdan arayışıdır: “Eşya olmak” yerine “insan olmak” arzusudur. Şiir ve şair özelinde başka benzerlikler de vardır; örneğin “imgelemin özgürleşmesi” açısından içsel olarak kardeştirler…
D.D.: Metropollerde (İstanbul, Ankara, İzmir) ve dışında, kültür-sanat endüstrisine karşı duruşunu önemsediğiniz bandrollü yayınlar var mı? Varsa, isim verebilir misiniz?
Z.Y.: Kültür-sanat endüstrisine karşı veya yancı duruşuyla olmasa da bazı özel ilgilerim nedeniyle önemsediğim ve takip ettiğim bandrollü yayınlar var. Ama isim vermek istemiyorum.
D.D.: Kültür-sanat endüstrisine mesafeli bazı muhalif dergiler, dağıtım şirketlerinin istediği yüksek fiyatlar nedeniyle bu ağdan çekildi. Bu durum fanzin kültürünün özgünlüğünün ve fanzinci duruşunun bir onayı olarak görülebilir mi?
Z.Y.: Görülür… Ama çevrimsel ya da iklimsel, yani “geçici” bir onaydır bu aslında… Bak, bir şeyi açıkça ortaya koymalıyız; “dağıtımdan çekilmek” dediğin şey, “yeni kapitalizmin kültüründen çekilmek” anlamı taşımıyor. Aslında, tersine, bu “çekilme” olayı okuyucu profiline ilişkin bir kapristir, şovdur hepi topu… Misal, dağıtımdan çekildiğini söyleyen dergilerin kaçının etiket fiyatı yarı yarıya azalmış? Eminim ki çok azdır… Yani bu “çekilmek” hikâyesi sahici bir tavır değildir. Yarın öbürsü gün, dağıtımcılara ya da benzer bir “Yeni Kapitalizm” sistemine “Eyvallah” diyeceklerdir sanıyorum, eli kulağındadır. Görürsün…
D.D.: Bildiğimiz kadarıyla fanzin eylemi, kültür-sanat aleminin dışında konumlanmayı; günlük hayatın gerçeklerinden yola çıkarak, sisteme isyanı ve direnişi ifade eder. Hiç bu öze aykırı tutumlarla karşılaştınız mı, fanzinin bir basamak olarak görüldüğü durumlarla?
Z.Y.: Evet, defalarca böylesi şeylerle karşılaştım… Özellikle de 2009-2011 arası bu konuda çok belirleyiciydi, çok kritikti. Ama en üzücüsü şuydu bence: “Yeraltı Edebiyatı” denilen söylemin bir basamak ve menfaat enstrümanı olarak kullanılmasına, alt-kültür dilinin ve imgeleminin endüstrileşmesine (yani “imgelemin özgürleşmesi” yolundan çıkarak Yeni Kapitalizm söylemlerinde erimesine) böylelikle de o alt-kültürün anlamsızlaşmasına şahit oldum. Son 2-3 yıl içerisinde “Yeraltı Edebiyatı” denen şey fabrikalaştı…
14/12/2011
Bkz: https://www.dipdalga.net/makale/evvelorg’tan-zafer-yalcinpinara-sorduk.html
Hamiş: Z. Yalçınpınar’ın tüm söyleşilerine https://zaferyalcinpinar.com/dilinkemigiyoktur.pdf adresinden pdf dosyası biçeminde ulaşabilirsiniz.
Abidin Dino’nun hayatını anlatan “Abidin Dino ya da Kanatlanan El” kitabı Fransa’da ödül aldı. Kitabın yazarı Jean-Pierre Déléage…
Bkz: https://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/dino-kitabina-dino-lu-odul-haberi-49415
(…) Sonuçta, evrenin ne kadar bilgi içerdiği sorusunu sormak son derece doğal ve hatta kaçınılmaz. Bu durum, “Hiç bir düşünce yok olmaz,” diyen Charles Babbage ve Edgar Allan Poe’nun bir sonucu. Matematiğini de Seth Lloyd yapıyor. (…) evrenin, salt var olmasıyla, bilgiyi kaydettiğine, zamanda evrilerek de bu bilgiyi işlediğine dikkat çekiliyor.
Rita Urgan
Discover, 7 Ağustos 2011
Hamiş: Metnin tamamına https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=300776 adresinden ulaşabilirsiniz.
4.
Ortalık sessizleşti, sessizleşti ve çalgının tellerine dokunmazdan önce çalgıcıyı karşılayan sessizliğe dönüştü. (…)
Hermann Broch
“Kader Ağıtları-Vergilius’un Dönüşü”, Çev: Ahmet Cemal, İyi Şeyler, 1996, s.71
(…)
(…)
Hermann Broch
“Kader Ağıtları-Vergilius’un Dönüşü”, Çev: Ahmet Cemal, İyi Şeyler, 1996, ss. 16-19
Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com