“Ormana taşındım. İşten ayrılıp ormana taşındım çünkü yapılabilecek tek akıllıca şey buydu.” Başını sallıyor. “Ormanın sağı solu belli olmaz” diyor ben tam arabadan inerken, “Dikkatli ol!”
“Yanılıyorsun, orman sakin ve dostanedir. Denizin sağı solu belli olmaz. Bir de dağın. Ama ormanın sağı solu bellidir ve başka her yerden daha az kafa karıştırır. Denize, doğaya ve insana hiçbir şekilde güvenilmezken, yaşamını ormanın ellerine hiç tereddütsüz bırakabilirsin çünkü orman dinler ve anlar. Orman yıkmaz, yeniden kurar ve her şeyin büyümesine izin verir. Orman her şeyi anlar, her şeyi kucaklar” diyorum.
“Peki peki. Sen yine de dikkatli ol.”
“Asıl sen dikkatli ol” diyorum.
(…)
Diğerleri içerken ya da uyurken ben canımı dişime takıp totem direğini yontuyorum ve kendi ormanımı artık tanıyamaz hale geldiğimi düşünüyorum. Bir zamanlar huzurlu ve sessiz ormanımı. Burada sabahtan akşama kadar Bongo ile bir tür uyum içindeydik ve kimseye hesap verdiğimiz yoktu. Aksine, canımız ne isterse onu yapıyorduk. Hiçbir şey yapmama hedefime de yavaş yavaş ulaşmaktaydım. Ama hepsi geride kaldı. Bildiğim ormandan geriye çok az şey kaldı. “Yanlış ormana gelmiş olmalıyız, burası çok acayip” diyorum Bongo’ya.
“İnsanların sorunu şu: Bir alanı doldurduktan sonra, artık insan diğerlerini görüyor, alanı değil. Büyük ve ıssız araziler, içlerinde bir ya da birkaç insan barındırıyorsa, büyük ve ıssız olmaktan çıkıyor. Bakışların neye dokunacağını insanlar tanımlıyor. İnsanların bakışları neredeyse her zaman diğerlerinin üzerinde. Böylelikle bu dünyada insanların, insan olmayanlardan daha önemli olduğu yanılsaması yaratılıyor. (…) Buna inanmayı reddediyorum” diyorum Bongo’ya.
(…)
Erlend Loe
“Doppler”, Çev: Dilek Başak, YKY, 6.Baskı, 2017, ss. 50,102-103