Az Berk Cömert UPAS Yayın/Şiir, Mayıs 2019, 13 Sayfa Okumak için: bit.ly/bekleyen
‘Artistik Bellek’ adlı fanzinden tanıdığımız Berk Cömert, şiirlerinde, umut -ve umutsuzluk- duygulanımlarının tasavvurlar oluşturan işlevlerine -ve işlevsizliğine- yöneliyor. Az‘da bütünlenen altı kısa şiir, gelecek -ve gelmeyecek- olanı bekleyen edimsel bir tipolojinin varoluşunu sergiliyor.(Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
“Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın’ın tüm şiir kitaplarına https://upas.evvel.org/?cat=5 adresinden ulaşabilir, kitapları ücretsiz olarak okuyabilir ve -pdf olarak- arşivleyebilirsiniz.
“Emrah Sönmezışık, üçüncü şiir kitabı İkindiliklerde‘nin ilk bölümünü oluşturan Kırık Küp‘te, yaşantı parçalarına yüklediği baskın duygulanımlar ile tanıdık görüngüler arasında hassas -ve fakat keskin- bir hesaplaşmaya girişiyor…”
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
‘Öz’ Metni: “Eugenio Montale, kapalı ve gizemli şiirin İtalyan edebiyatındaki en önemli temsilcilerindenbiridir. Montale’nin şiirleri, XIX. yüzyılın, iki dünya savaşı ile şekillenmiş ortamından dolayı karamsar bir çerçeve çizer. Söz konusu şiirler, karamsarlığın öncülü Leopardi gibi evrensel sorunların yarattığı kaygıları ele alır. Şair karamsar dünyasındaki kendi çözümsüz durumunu, şiirleriyle birçok kuşağa anlatmış ve onların yalnızlığına, umutsuzluğuna tercüman olmayı başarabilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Eugenio Montale’nin şiirlerindeki karamsarlığın sebeplerini, şairin bunları işleyiş biçimini, bir diğer İtalyan şair Leopardi’nin karamsarlığı ile ortak paydada bulunan ve ayrılan yanlarını incelemektir.” (İbrahim Yasin Güler)
“Kadıköy-Karga taifesinden sıkı dostumuz Tayfun Polat, kurguladığı şiir-düşünsel uzamın ânlarına yeni tuşeler katmaya devam ediyor. Anafor‘daki şiirsel önermeleri ve bulguları -hiç çekinmeden- ‘günümüze dair psikoteknik bir zirve’ olarak tanımlayabiliriz.” (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Âh… âh… âh! Tarihinsancısı yayımlanmasının üzerinden iki yıl geçmiş. Âh! Bu kitabın “Sol Kalbim” bölümündeki tüm şiirler Duygu Gündeş‘le birlikte yaşanmıştır ve daima Biricik-mu‘ya (biriciğime, Duygu’ya) ithafen yazılmıştır. Âh! Zihnime ve ruhuma mıhlanan bir ‘büyük yokluk’ görüyorum şimdi.. Sonra bu yokluğun sıkıntılı acısını kalbimde hissediyorum. Âh! Okumak isteyenler için Tarihinsancısı‘nın tam metni şurada duruyor, duracak, ölümsüzlüğü mıhlayan bir ‘âh’ gibi; bit.ly/tarihinsancisi
Canımız, biriciğimiz, güzeller güzeli çevirmen Duygu Gündeş, 26 Ocak 2019 tarihinde Kadıköy’de hayatını kaybetmiştir. Duygu’nun Çeviri Şiirler adlı eserini Eylül 2018’de yayımlamıştık. Duygu için gerçekleştireceğimiz anma programına dair bilgiler önümüzdeki günlerde hem web sitemizden hem de sosyal medya platformlarımızdan duyurulacaktır. (Zafer Yalçınpınar)
10 Kasım 1976 tarihinde Ankara’da dünyaya gelen Duygu Gündeş, 1994’te Kadıköy Anadolu Lisesi’nden, 1996’da İstanbul Üniversitesi Turizm Otelcilik Meslek Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 2005 ile 2007 yılları arasında Kanada’da yer alan Güney Alberta İngilizce Dil Vakıfları’nın “Amerikan Edebiyatı ve Yaratıcı Yazarlık” bölümünde eğitimini sürdürdü. Çevirileri ve yazıları birçok edebiyat platformunda (Kaçak Yayın, Yeni Harman, Koridor, Patika, EVV3L, Karga Mecmua, Üvercinka) yayımlanan Duygu Gündeş’in “Psikopat, Keith Ablow” (Pegasus Yayınları, 2008) ile “Duman Hırsızı, Shana Abe” (Erko Yayıncılık, 2007) adında iki roman çevirisi de bulunmaktadır.
Yaşamının büyük bölümünü İstanbul Kadıköy’de (Fenerbahçe-Dalyan ve Erenköy-Ethem Efendi’de) geçiren Duygu Gündeş, 26 Ocak 2019 tarihinde Kadıköy’de yaşamına son vermiştir. Bilinen tüm çevirileri ve yazıları duygugundes.info adresinde toplanmıştır.
Çeviri Şiirler, Duygu Gündeş UPAS Yayın/Şiir, Eylül 2018, 30 Sayfa (2. Edisyon, 3 Şubat 2019) Okumak için: bit.ly/cevirisiirler
William Blake, Charles Bukowski,
Leonard Cohen, Emily Dickinson,
George Eliot, John Milton, Pablo Neruda, Carl Sandburg, Sappho, Robert Snyder,
Humbert Wolfe, Andrei Voznesenski,
William Butler Yeats
“Yeni Harman ve Kaçak Yayın gibi edebiyat dergilerinden tanıdığımız Duygu Gündeş‘in 2000’li yılların başından günümüze özenle gerçekleştirdiği şiir çevirileri (13 şairden 21 şiir) bu kitapta bütünleniyor. Çeviri Şiirler, William Blake‘den Charles Bukowski‘ye uzanan geniş bir yelpazede edebiyatın güçlü şairlerinden imgesel kıvılcımlar yansıtıyor.”
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Şöyle bir baktım da, ikinci şiir kitabım Meydansız‘ın yayımlanmasının üzerinden 10 yıl geçmiş: Dünya -tüm yüküyle birlikte- güneşin etrafında 10 kez dönmüş… Hiçbir şey değişmemiş, hâlâ aynı durumdayız; “Meydansız” olarak yaşamanın burukluğunu ve anlamsızlığını kalbimizde tüm yüküyle hissediyoruz.
Meydansız, Cavit Mukaddes‘in yönlendirmesi sonucunda, Tuncay Takmaz‘ın yayınevi olan Çekirdek Sanat tarafından Savaş Çekiç‘in kapak tasarımı eşliğinde Ocak 2009’da yayımlandı. Kitap Beyoğlu’nda, İSO’nın yönettiği Odakule Sanat Galerisi’nde gerçekleştirilen Taş Uçak Şiir Sergisi‘yle birlikte okura sunuldu.
Ne sergi ne de kitap pek ilgi görmedi… Zaten böyle olacağını biliyorduk. Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında Tayfun Polat’la birlikte bu ilgisizliği değerlendiren çok sert bir söyleşi gerçekleştirdik. (Aşağıda söyleşinin tam metnini paylaşıyorum.) O günlerde hem Meydansız’la hem de Taş Uçak Şiir Sergisi’yle işaret etmeye çalıştığım şeyler edebiyat kâhyaları tarafından örtbas ediliyor ve okuyucu sürekli kandırılıyordu. Bugün de durum aynıdır. O gün de işaret ettik aynı şeyleri, şimdi, 10 yıl sonra da işaret ediyoruz. Çünkü meseleye ‘uzay zaman’ olarak baktığımızda hakikatin sırlı olmadığını görürüz: Hakikat, kalb ve vicdan arayışıyla birlikte yaşamın özüne mıhlanmıştır! (Zy)
Taş Uçak Şiir Sergisi’nin Açılışı’nda (10 Şubat 2009)
TAŞ UÇAK İNECEK MEYDAN ARIYOR…
(İşbu söyleşi Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında yayımlanmıştır.)
Tayfun Polat: Şiir Sergisi ne demek?
Zafer Yalçınpınar: Şiir ihtiva eden ve geneli düşünüldüğünde poetik tarafı ağır basan bir izlek, demek… Tıpkı resim ya da fotoğraf sanatı gibi şiir de imgelerden ve imgesel öğelerin kurgusundan, dengesinden oluşur. Duvarda asılı bir şiirin duvarda asılı olan bir tablodan farkı, şiirin kelimeler tarafından işaret edilen farklı, dolaylı ve belki de ilkel bir imgeleminin olmasıdır. Ayrıca şiirde, fonetik bazen de müzikal bir yapı oluşturabilirsiniz; örneğin soyut bir şiirde -resim sanatında olduğu gibi renklerin tınısını değil de- kelimelerin işaret ettiği imgelerin tınısını bulabilirsiniz. Ya da İlhan Berk’ten Mısırkalyoniğne veya Oktay Rifat’tan Perçemli Sokak’ı, bu iki şiir kitabını birer soyut resmi izler gibi okuyabilirsiniz. Sergide 16 adet şiir ve şiirsel metin ile 14 adet görsel işimden oluşan genel bir kompozisyon var. Ayrıca sergide Nâzım Hikmet ve Ece Ayhan’ın poetikasına çeşitli referanslar da var… Aslında, şiirsel metinlerimin imgeselliği ile çoğu tipografik olan görsel işlerimin imgeselliği arasındaki kimyayı, alaşımı ortaya koymak istedim. Bu alaşımda poetika daha ağır geliyor… Bu nedenle şiir sergisi dedik…
T.P.: Bu serginin açılması süreci nasıl işledi?
Z.Y.: “Odakule Sanat Galerisi” ve “Asanat” danışmanı Necip Yeşiltepe, internetteki çeşitli platformlarda bazı görsel işlerimi görmüş, çok beğenmiş. Bir sergi düzenlemeyi teklif etti ve koşullarını sundu. Ben de kabul ettim. Sonrasında serginin içeriği ve kompozisyonu üzerine çalışırken Necip Yeşiltepe, şiirlerimdeki imgeselliğin daha baskın, daha etkileyici olduğunu ve görsel işlerimi de kapsadığını fark etti. Böylece sergiyi hem şiirlerimden hem de görsel işlerimden oluşturmaya karar verdik. Söyleşiler ise sergiye katılacaklarla ve okuyucuyla etkileşim kurmak için düşünüldü. Bir de baktık ki söyleyecek, anlatacak ve işaret edecek, yani içimizde birikmiş birçok şey varmış… Bunları da paylaşalım istedik.
T.P.: “Görsel iş”ten kasıt nedir? Ya da farkı nedir?
Z.Y.: Şimdi, benim bu parçaları “görsel iş” diye muğlak bırakmamın sebebi onların “ne olduğu” üzerinde kalıcı bir karara varamayışım… Yöntem olarak çeşitli kolajlardan, grafik deneylerinden, stokastik süreçlerden ve tipografiden oluşuyor bu işler… Ayrıca içlerinde, “Ş” harfinin tipolojisinin, matematiğin, tersimlemelerin, istatistiğin ve felsefenin birtakım bileşkelerine işaret eden işler de var… Fakat tüm bu teknikler ya da öğeler görsel işlerimin “nasıl oluştuğu” hakkında bilgi verirken onların “ne olduğu” hakkında aydınlatıcı değiller. Bunun sebebi de görsel işlerime bulaşan “poetika”, o cehennem… Biliyorum ki tüm bu durum, bu bilinmezlik yaptığım işlerin bir “ucube eser” gibi yanlış algılanmasına sebep oluyor, olacaktır da. Fakat inan ki “görsel iş” deyişinden daha iyi bir deyiş bulamadım…
T.P.: Sergi kapsamında gerçekleşecek söyleşilerin konuları nasıl seçildi?
Z.Y.: Söyleşi konuları Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nda iki senedir sürekli tartıştığımız ve sürekli savunduğumuz başlıklar… Bu söyleşiler çeşitli şairlerden çeşitli alıntılarla ve şiir okumalarıyla başlayacak… “Boşluğun Dili” konulu söyleşi dışında, söyleşilerin odağı şairlik halleri ve günümüz edebiyat ortamımızın vasatlığı… Ayrıca, “Haklılığın İnadı” başlıklı söyleşide Ece Ayhan ve Nâzım Hikmet üzerinde özelikle duracağız ve görsel, işitsel paylaşımlarda da bulunacağız… “Boşluğun Dili” ise tamamen benim şiirlerimle ilgili… Bu söyleşide şiirlerim ve şiirlerimde yer alan birkaç duygudurum hakkında konuşacağız… Söyleşiler başından sonuna kadar katılımcılarla etkileşimli gerçekleştirilecek.
T.P.: Sergiye ve bir şiirine adını veren “Taş Uçak” göndermesini açıklar mısın?
Z.Y.: Öncelikle Taş Uçak, Nâzım Hikmet’in mahkûm olduğu dönemde Bursa Cezaevi’ne verilen lakaptır. Abidin Dino’nun aktardığına göre bu lakabı Nâzım Hikmet koymuştur. Şimdi düşünün, taştan uçak yapmaya çalışan ya da yıllarını böylesine karşıt, imkânsız bir düşüncenin, benzetmenin belki de avuntunun içinde geçirmiş bir adam… Bir büyük şair… İfadedeki imkânsızlık duygusu… Fakat gene de şairin bu yöndeki imgesel inadı… Ayrıca, Cemal Süreya şöyle demişti: “Ağır ol bay düzyazı, uçamazsın!” Sıkı şiirin en önemli temsilcisi olan Ece Ayhan da “Anlaşılmayacaksın. Ey kanatsızlık!” diyor. Bugün sıkı şairlerin hepsi yeni Taş Uçak’larda yaşıyor… Bunu işaret etmek istedim. Bir açıkhava hapishanesine benzettiğim, görünmez dikenli tellerle çevrilmiş ve imkânsızlıkları sistemin kaotik yapısıyla örülmüş kentlerde, yeni taş uçaklarda…
T.P.: Bu sergi mevcut edebiyat ortamında nasıl algılanabilir?
Z.Y.: Bugün, edebiyatın içtenliğine ve sahiciliğine inananlardan değil de ticari kâhyalık yapmak ve statüko cukkalamak peşinde koşanlardan oluşan, yani, editörcülük oynayan fırsatçıların maniple ettiği bir edebiyat “ortalığımız” var. Çoğu da modern şiiri bilmiyor, sezmiyor… Her iki türlü de liyakatsizler… Yani “kim kime dum duma” bir ortalık, bir ortalama kavrayış, vasatlıktan kaynaklanan bir retorik arsızlığı söz konusu… Bizim işaret etmeye çalıştığımız şeyler kolay kolay anlaşılmayacaktır. Hatta sezilmeyecektir bile… Diğer birçok konuda olduğu gibi edebiyatta da meydansızız. Sergiye “anlaşılmaz şeyler bütünü” gözüyle bakılacak sanırım… Bu da kötü, belki de “ortalama” bir yaklaşımdır bana göre… Kısacası bu meydansızlıkta serginin iyi ya da yeterince algılanacağını düşünmüyorum.
T.P.: Sence nasıl algılanmalı?
Z.Y.: Eski ve usta şairleri saymazsak sıkı şiir denen şeyin okuyucusu, takipçisi kalmamış gibi günümüzde… Ayrıca birtakım fason şiirleri ve şairleri, yani gerçekte şiir ve şair olmayanları, sahici olmayanları zaten hesaba katmıyorum. Kalburüstü yayınevlerinden çıkan yeni şairlerin yeni şiir kitapları bile en fazla 200-300 adet satıyor. Bu kadar küçülmüş, bu kadar odalaşmış, bu kadar meydansız ve yalnızlıkla, dikenli tellerle çevrilmiş bir ortamda bir tane yamuk bıyıklı ve kısa pantollu adam çıkmış “şiir” diye inat ediyor. Sıkı şiirin içtenliğini ve sahiciliğini savunmaya çalışıyor, onun akkor yapısını işaret etmeye çalışıyor, her şeye rağmen yazıyor, okuyor, tartışıyor, uykusuz kalıyor, kısacası şartlarını zorluyor falan… En azından bu çaba takdir edilmeli… Bununla birlikte açık açık söyleyeyim ki eğer tek bir kişi, tek bir dizemin imlediği şeyi sezdikten sonra o dizeyi aklına mıhlar ve hiçbir zaman unutmaz ise Taş Uçak Şiir Sergisi başarısız değil demektir, benim için…
“Çalışmada hikâye yazarı Salim Şengil tarafından 1947-Temmuz 1957 tarihleri arasında birinci seride 47, ikinci/yeni seride 66 olmak üzere toplam 113 sayı neşredilen, başlangıçta yalnız hikâye türüne yer verse de yayımlandığı dönemin değişen sanat anlayışına duyarsız kalamayarak hikâyenin yanında diğer türlere de sayfalarını açan, özellikle toplumcu gerçekçi sanat anlayışını benimseyen 1950 kuşağı hikâyecilerinin kendilerini ifade edebilmelerine ve İkinci Yeni şiirinin gelişmesine imkân sağlayan Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nin tanıtımı, Türk edebiyatına katkılarının tespiti ve sistematik indeksinin hazırlanması ile edebiyat tarihi araştırmalarına katkıda bulunmak amaçlanmıştır.” (Özet)
Dr. Nuran Özlük tarafından gerçekleştirilen kapsamlı çalışmanın tam metnine burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Janset Karavin şiirleri, coğrafyamızın ‘kara gerçeği’nde yüzeyleşen tarihsel çatlakları bir dantel örgüsü titizliğinde işliyor: Uç Doğu‘nun imgelemi, içerdiği dilsel motiflerle birlikte ‘poème en prose’ (nesir şiir) türünü güncelleyen özel bir nitelik taşıyor. (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Bir Ürkekliği Yaşatmak, Furkan Berber UPAS Yayın/Şiir, Ocak 2019, 20 Sayfa Okumak için: bit.ly/birurkeklik
“Furkan Berber‘in şiirlerindeki erdem, billurlaştırılmış, dingin ve yalın bir anlatımın tüm imkânlarını okurun zihnine sunuyor. Bir Ürkekliği Yaşatmak’taki dizeleri okuduğunuzda ‘şiirsel töz’ün derin bir gölde(durgun suların altında) veya bir antik kentte(tarihsel gömünün arasında) kamaşarak dinlendiğini duyumsayacaksınız.” (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
(…)Kötü, diğer şiir kitaplarıma nazaran teknik açıdan çokça üzerine titremediğim, serbest çağrışımlı ya da nasıl desem, kolajvari bir kitap oldu. Tabiî ki bu durum ‘Kötü’deki şiirleri doğuran yaşantılar ve anlamları için geçerli değil. Tarihinsancısı, yani Kötü’den önceki şiir kitabım, adından da anlaşılabileceği üzere birçok tarihsel gönderme ve hesaplaşma içeriyor. Bu tarihsel çerçeve nedeniyle de bazı şiirlerime yazıldıkları dönemde Tarihinsancısı’nda yer vermedim. İşte o dönemde dışarıda kalan -kişisel diyebileceğim- şiirler ve Tarihinsancısı’nın sonrasında kaleme aldığım şiirler ‘Kötü’yü oluşturuyor. Kötü’nün saflığı ve değişkenliği biraz da bu tip bir yığılma nedeniyle oluştu. Bir şeyleri oymadım, diyebiliriz. Hatta bazı oyukları, dilsel çıkıntıları, pürüzleri, eğimleri bilerek düzeltmedim Kötü’de… Üslup bozukluklarından çivili, imkânsız bir bütün oluşturmak istedim. Yani bu sefer, metaforik olarak, özel boyalar kullanmadım ahşapta… Vernik bile yok Kötü’nün ahşabında… Ya da nasıl desem, hurdacıdan toplanmış farklı tipteki metal parçalarıyla, döküntüyle heykel yapmak gibi… Yontmadım Kötü’yü aslında… Ama özel bir üslup bozukluğu var, bir deneysel, geçişsiz, tuhaf, keskin, kolajvari taraf var tabiî…
(…) Şu önemli ayrımı hemen ifade etmeliyim; bir insanın planlı, sürekli ve yöntemli bir şekilde kötülüğe maruz kalarak kötülüğün oyunlarını tanıması başka bir şey, kötülüğü diğer insanlara bulaştırması, yani kötülüğü yaygınlaştırarak kötülüğün hamiliğini yapması başka bir şey… Benim kitabımın ismi olan “Kötü”, diğer birçok yan anlamı bir kenara bırakırsak, kötücüllüğe ve kötülük dayanışmalarına maruz kalmayı, kötülüğü tanımayı anlatıyor. Yani hiçbir zaman “Yaşasın kötülük!” gibi ifadeyi benimsemediğimi söylemeliyim. Ece Ayhan’ın yaşamı için de hakikat böyledir. Kimse, kötülüğü Ece Ayhan’dan daha iyi tanıyamaz çünkü en çok Ece Ayhan maruz kalmıştır kötülüğe! Ama tabiî, kötülüğün ve yeni sinsiyetin oyunlarına maruz kala kala o oyunları öğreniyorsun zamanla… Benim adım, ailem ve eserlerim üzerinde de son on beş yıldır itibarsızlaştırma yöntemi uygulanıyor sürekli… O oyunları ve sinsi söylemleri yaygınlaştıranların kimler olduğunu da tek tek, çok iyi biliyorum. Bir kötülük çetesi ve bu çeteye mentor olarak atanmış ördek suratlı bir edebiyat kâhyası bu oyunları yönetiyordu falan… Eh, ne yapalım, insan biraz da mücadele ettiği düşmanını tanır, ona benzer yahu! Yani, benim de o kötülük çetesi ve ödüllendirdiği insancıklar gibi ‘kötü şiirler’ yazma hakkım vardır elbet! Ama benim kitabımın mihenk noktası bu açı üzerinde değil… Asıl açı şudur: Hayatımın o zamanki zorluğunu “ayak bağlarından kurtulmak” olarak tanımlayabilirim. Dadacı bir yaklaşım belki de… Şiir dilinde anlam, coşkusuz ve dengeli bir duruştur, yani bir “ayak bağı”dır. Ozan arketipinin benimsenmesi, sabah akşam ödüllendirilmesi de öyle… İş yaşamı, sahte arkadaşlıklar, yalancı dostlar, köpek balığı gibi kan peşinde koşanlar, evlilik sektörü ve girişimci şirketler de öyle… Kötü’yü tüm bu ayak bağlarından kurtulduğum bir dönemde yazdım. Bu nedenle şiirlerde ‘özel bir üslup bozukluğu’ var. Ve evet çok zordu, çok kötüydü o günler… Dadacı bir deney… Ama şu söz de çok önemlidir: Yağmur ne kadar yoğun yağarsa, sonrası o kadar güzel olur!”
Zafer Yalçınpınar: İlk şiir kitabın Mai‘de, kurguladığın kadrajlara dolu dolu ve bütünsel olarak nüfuz eden bir özellik bulunduğunu düşünüyorum: “Ara duygulanımlar” olarak ifade edebileceğimiz karmaşık izlekler ile değişken yaşantı parçalarını son derece dengeli, kontrollü ve satıh olarak işleyebilme becerisi… Bunda lirizm açısından buluşlu, parlak bir taraf var. Mai’nin lirik tınısı nasıl oluştu? Şiirlerini nasıl işliyorsun, Mai’yi nasıl bir teknikle billurlaştırdın?
Yonca Enderer: Mai, yani Arapça kökenli eski Türkçede Mavi; ‘karanlık neşe’ olarak tasvir edebileceğim İstanbul kalabalığında bir bavulun arkasından yürüyen adımların kendini sürükleyişidir. Öyle ki, ‘bir im’ olmak Mai’nin iskeletinin hem imgesel hem de fiziksel bir parçası. Sembollerle, düşlerle ve gerçeklerle örülü bu kitap, kaygısız ikilemlerle sayıklanarak yan pencereden sarkmak, duvardaki aynaya uzun uzun bakmak ya da yokuş aşağı koşmak kadar kendiliğinden ve sahicidir. Mai, ‘’Tamam, dur’’ diyene değin içini doldururken ‘ben’in tüm yaşadıkları, psikolojideki ‘la belle indifference’ yani ‘güzel aldırmazlık’ kavramıyla vücut bularak her şiirde sadece ‘ben’in değil tüm ‘ben’lerimizin hikâyelerini anlatmıştır. Bunu yaparken de dili bir çocuk gibi yontarak, harfleri duvarlara çarparak yeni bir yol açma telaşı içindedir. Bu yüzden karanlık neşesiyle hem biraz öforik hem de hüzünlüdür. (…)
Mai, Yonca Enderer UPAS Yayın/Şiir, Ekim 2018, 66 Sayfa Okumak için: bit.ly/maisiir
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
“Poetikaya öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla upas.evvel.org adresinde kurulan UPAS Yayın Kolektifi, sizleri 12 Aralık Çarşamba saat 20.00’da Vault 34 Yeşilçam Sineması’nda (Beyoğlu-İmam Adnan Sokak No.8) gerçekleştirilecek olan yazar-şair-okur buluşmasına çağırıyor. Upas Yayın’dan çıkan şiir kitaplarının basılı/sayılı nüshalarına ulaşmak, yazar-şair-okur tanışmasına ve imza etkinliğine katılmak isteyen tüm dostları heyecanla bekliyoruz.
Önemli Not: Upas Yayın’ın tüm kitapları pdf dokümanı biçiminde upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak indirilebilir. Etkinliğe katılmayı düşünenler, arzu ederlerse bu pdf dokümanlarından kendi baskılarını da alıp gelebilirler. Etkinliğe katılım da -tabiî ki- ücretsizdir.
Alakok ile Nevmit, Cengizhan Koçyiğit
UPAS Yayın/Şiir, Kasım 2018, 21 Sayfa
Okumak için: bit.ly/alakoknevmit
“Cengizhan Koçyiğit‘in şiirleri ‘düşünsel devinim’ açısından çok kıymetli çeşitlemeler içeriyor. Alakok ile Nevmit‘te bulunan düşünce yükünün, okuyucuların zihnine ‘yeni anlamlandırmalar’ sunacağına inanıyorum.” (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
İlhan Berk’in Mısırkalyoniğne adlı şiir kitabı için kaleme aldığı günlükleri https://upas.evvel.org/?p=430 adresinden okuyabilirsiniz. Bu günlük parçaları, İlhan Berk’in kurguladığı şiirsel alan derinliğinin sınırlarını sezmek ve ‘Mısırkalyoniğne’ için ‘doğru yan okumalar’ sağlamak adına önemli işaretler taşıyor. (Ayrıca bkz: ilhanberkiğne)
2018 yılı, İlhan Berk’in doğumunun yüzüncü, ölümünün ise onuncu yılı olma özelliğini taşıyor. Zafer Yalçınpınar tarafından kaleme alınan İLHANBERKİĞNE, İkinci Yeni’nin “uç beyi” olarak tanınan İlhan Berk’in poetikasına dair izlenimleri, felsefi yaklaşımları ve çeşitli efemeraları içeriyor.
Geceye Hû, Mert Can Aksoy
(Çizimler: Eren Burhan)
UPAS Yayın/Şiir, Ekim 2018, 20 Sayfa
Okumak için: bit.ly/geceyehu
“Mert Can Aksoy bu kitabında yer alan şiirleri tığ ile örmüş… Gececil duygulanımların kıvrımlarında şekillenen özen, Eren Burhan’ın çizimleriyle bütünleşerek iddialı bir eser oluşturuyor.” (Zafer Yalçınpınar)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Yeni Sinsiyet’in güç kaybettiğini düşünen varsa, yerden göğe kadar yanılıyor. Aksine, Yeni Sinsiyet’in melek yatırımcılarının sınırsızca desteklediği “kuluçka dönemi” başarıyla tamamlanmıştır. Yeni Sinsiyet, sosyo-kültürel alanda oluşturduğu kötücül ekosistemin renklerle çeşitlendirilmiş zuhurlarını kullanmaya, icra ettiği yatırımların parlak meyvelerini toplamaya hazırlanıyor. Yeni Sinsiyet tipolojisi, peyda ettiği neslin zihnine yonga olarak nifak tohumları yerleştirmiş, söz konusu yongalar süreçte başarıyla yeşermiş ve artık her alanda tüketim çeşitlemeleri sunmaya başlamışlardır.
Ekosistemde zuhur eden peydahların birincil önceliği insanlık tarihinin hakikat yolunda taşıdığı kalb ve vicdan arayışını sıfırlamak ve sosyo-kültürel emek birikimini (rahle-i tedrisatı) hızlıca itibarsızlaştırmaktır. Peydahların gözünde, insanlık tarihi ve birikmiş zihinsel emeklerin tümü dünya kadar büyük bir çöplüktür ve bu tarihsel çöplük peydahların girişimci aksiyonlarına imkân vermemektedir, hareket kabiliyetlerini azaltmaktadır. Sonuçta, geçmişin rahle-i tedrisatı yeni neslin zihninden bıçakla kesilmiş gibi (keskin çizgilerle) ayrı tutulmalıdır. Çünkü geçmişin kökleri, gerici motifler olarak görülmekte ve kalkınmanın tüketimsel hareketliliğini yavaşlatmaktadır. Peydahlar yaşadıkları ve yaşayacakları her yer için insanlık tarihinin tüm aktörlerini ve tüm motiflerini topyekûn suçlamaktadırlar: Kendilerine yayılma alanları açmak için tüm tarihsel birikimin ortadan kaldırılması, yok edilmesi, yıkılması, yakılması bir ‘stratejik amaç’ olarak elzemdir ve ivedidir. Peydahlar tarafından yıkıldıktan sonra gene peydahlar tarafından inşa edilmek üzere işaretlenen her şey, didik didik analiz edilmeli, en küçük birimine kadar eleştirilmeli ve yeniden imar uygulamalarına açılmalıdır. Yapıcı yıkıcılık son hızda, en parlak görünümlerle sağlanmalı, her kriz fırsata dönüştürülmeli, her stratejik pozisyon çıkarlar doğrultusunda en uygun şekilde kullanılmalı, yapay zekânın ezberlenmiş matematiksel modelleri işlerliğini sürdürmeli ve endüstrileşme tartışmasız şekilde benimsenmelidir. Peydahlar yangın çıkaran itfaiyeciler gibidir: İtfaiye 4.0!
Peydahların bu kötücül alan açma gayretindeki güçlülük, kendi türü dışındaki her şeyi niteliksizleştirme ve içeriksizleştirme becerileriyle artmaktadır. Zaten, son yirmi yıldaki niceliksel yandaş-paydaş etkileşimleri, algı operasyonları, kopyala-yapıştır bilgilerden ve yanlış çevirilerden devşirme uyduruk yorumlamalar, niteliksel bütünlüğü onarılmaz şekilde gevşetmiş, derin çatlaklar oluşturmuştur. Böylesi bir melanet ortamında peydahların tek yapması gereken şey, mevcut yandaş-paydaş etkileşimlerinin niceliğini ve bu niceliğin imkân verdiği kavramsal geçişkenliği her alanda kullanmaktır. Geçmişten kalan özgün düşünce ve anlam kırıntılarının tamamı bu geçişkenliğin hızında yok edilmelidir, tüketilmelidir, bitirilmelidir. Her günün sonunda peydahlar, Yeni Sinsiyet tarafından yaratılan melanet ortamının etkileşimli niceliğine ve yönetişim kanallarına sızmaktadırlar. Geçmişe dair her iş, her emektar eylem peydahlar tarafından yanlış, tutarsız, eksik, eğri ve yetersiz gösterilmek üzere yapay zekâyla eleştirilmekte ve nihayetinde tüketilmektedir. Retorik arsızlığını karakter edinen peydahlar, bukalemunlar gibi her ortamın, her söylemin rengini taşıyarak, bulundukları ekosistemin özütünü emmeye, sonra da bozmaya çalışmaktadırlar. Her şeyin içi boşaltılmalıdır ki peydahlar yeni göz alıcı boyalar, renkler tüketebilsinler, boş alanlara zararlı çekirge istilası gibi zuhur edebilsinler. Daha da güçlenebilsinler!
Yeni Sinsiyet’in peyda ettiği zihinselliğin mottosu şudur: “Hiçbir şeyi umursama, her şeyi hızlıca tüket!” Peydahlar, tüketemediklerinde, kendi varoluşlarına anlam yükleyememektedirler ve sürekli olarak kendilerine tüketebilecekleri zihinsel alanlar yaratmak için devasa yıkımlar gerçekleştirmek istemektedirler. Yıkmak istedikleri de insanlık tarihinin birikmiş emeğidir, rahle-i tedrisattır. Peydahlar, yeni sinsiyet tipolojisinin yeni taşıyıcılarıdır. İstilacılar olarak sadece tarladaki hasadı değil, tarladaki toprağın özünü de bozmak, her şeyi yemek, yok etmek istemektedirler. İçlerindeki yonga, doğdukları anda, tüketmek ve istila etmek amacıyla tasarlanmıştır.
Hangi renkte olduğu fark etmez, yeni sinsiyet tipolojisinin peyda ettiği yeni zihinselliğe kanmamanızı ve peydahların retorik arsızlıklarına güvenmemenizi tavsiye ediyorum: Haysiyetinize sahip çıkmanızı…
Geçtiğimiz yıllarda “Kalem Kahve Klavye” ekseninde çok önemli eleştirel soruşturmalar gerçekleştirildi. Soruşturma dosyalarına bütünsel olarak ulaşabileceğiniz dijital platform https://kutuphane.kalemkahveklavye.com/ adresinde yayın hayatına başladı. EVV3L taifesi olarak, hakikate temas eden sıkı çalışmaları derli toplu bir biçimde arşivleştirerek okurla buluşturan Koray Sarıdoğan‘a bu yeni projesinde başarılar diliyoruz.
Mai, Yonca Enderer
UPAS Yayın/Şiir, Ekim 2018, 66 Sayfa
Okumak için: bit.ly/maisiir
“Yonca Enderer‘in kurduğu şiir dili, çağrışımsal bir zekâyla, karmaşık duygu-durumlarla ve ‘karanlık neşe’ olarak tanımlayabileceğimiz özel bir ironiyle biçimleniyor… Lirizmin günümüze ait yeni açılımlarını Mai‘nin çevikliğinde görecek, lirik imgelerin gerçeğe dönüşümünü Mai’deki müzikal tuşelerle fark edeceksiniz.”
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Bir Sayıklama ve Bellekte Kalan Fragmanlar, Göktürk Yaşar
UPAS Yayın/Şiir, Eylül 2018, 12 Sayfa
Okumak için: bit.ly/birsayiklama
“Göktürk Yaşar, yoğunlaşmış bir uzamın görüngülerini kullanarak -güçlü ve dingin burçlarıyla ortaçağ kalelerine benzer- erişilmesi zor bir betik oluşturmuş. Bu betikte, karmaşıklaşan belleğin şaşırtmacaları ile imgelemin sonsuz değişkenliğini heyecanla takip edeceksiniz.”
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.