Mar
27
2010
0

Üçüncü Dalga ve İlerleme Prensibi

(…)
Peki, “gelir”, “sosyal yardım”, “yoksulluk”, “işsizlik” gibi kavramlara ne demeli? Pazar sisteminin kısmen içinde ve kısmen dışında yaşadığında, hangi maddi veya manevi ürünler bir insanın geliri arasında sayılabilir? Orta gelirli biri, sahip olduğu şeylerin büyük bir bölümünü kendi tüketimi için üretiyorsa, o toplumda gelirle ilgili istatistikler ne ölçüde anlam taşır?
(…)
Milyarlarca insanı sistematik bir şekilde birleştirerek, pazarlaştırma süreci hiçbir ülkenin, hiçbir kültürün, hiçbir bireyin kendi yazgısı üzerinde söz sahibi olmasına imkan bırakmadı.  Pazar, ona katılmanın ilericilik, kendi kendine yetmenin “gericilik” olduğu inancını beraberinde getirdi. Bayağı seviyede bir maddiyat seviyesi felsefesini yayarak, ekonominin ve ekonomik dürtülerin insan yaşamında en öncelikli güçler olduğu inancını kabul ettirdi.(…) Pazarlaştırma süreci, milyarlarca insanın eylemlerini olduğu gibi, düşünce tarzlarını ve değerlerini de biçimlendirerek, bunlara İkinci Dalga uygarlığının mührünü vurdu.(…) Artık pazarlaştırma süreci sona erdi. (…) Bu açıdan, Üçüncü Dalga, tarihin ilk “pazar ötesi” uygarlığını yaratacak.
(…)
Ellilerdeki “beat” akımı ve altmışlardaki hippiler, insan durumu hakkında iyimserliği değil, kötümserliği yaygın bir kültürel tema haline getirdiler. Bu hareketler, düşüncesizce iyimserliğin yerine düşüncesizce kötümserliği getirdi.
Çok geçmeden, kötümserlik moda haline geldi. Örneğin 1950 ve 1960’lardaki Hollywood filmleri, 1930 ve 1940’lardaki kahramanlığın yerine anti-kahramanları getirdi; amacı olmayan asiler, gösterişli silahşorlar, karizmatik satıcılar, sert motosikletliler ve cahil (ama ruhu güçlü) serseriler. Hayat, kimsenin kazanamadığı bir oyundu artık.
(…)
Bugün dünya çapında hızla yayılan bir görüş, ilerlemenin artık teknoloji veya maddi yaşam standartlarıyla ölçülemeyeceği yönündedir; ahlak, estetik, politika veya çevre açısından çürümüş bir toplum, ne kadar zengin veya teknolojik açıdan ne kadar ilerlemiş olursa olsun, kesinlikle ileri bir toplum olarak kabul edilemez. Kısacası, ilerlemenin çok daha kapsamlı bir kavramına doğru gidiyoruz; ilerleme artık otomatik şekilde gerçekleşmiyor ve artık sadece maddi kriterlerle tanımlanmıyor.

Alvin Toffler
Üçüncü Dalga, Çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay. ss. 356-370

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
17
2010
0
Şub
22
2010
0

Scritti Corsari (Pier Paolo Pasolini)

(…) Günümüzde merkezin egemen modeller için istediği onay, koşulsuz ve mutlak niteliktedir. Eski kültürel modeller yadsınmaktadır. İnsanların artık o modellerle bir ilintileri kalmamıştır. Bu nedenle, yeni egemenlik sistemi için varlığı kesinlikle gerekli olan hedonist ideolojinin “hoşgörü”sünün, insanlık tarihinin gördüğü en kötü baskı aracı olduğu ileri sürülebilir. Böyle bir baskı, kendini nasıl kabul ettirebilmiştir. Bu, altyapı ve iletişim alanlarındaki iki devrimle olmuştur. Caddeler, motorize oluş vb günümüzde çevre yöreleri merkeze sıkı sıkıya bağlamış ve aradaki her türlü mesafeyi ortadan kaldırmıştır. İletişim alanındaki devrim ise çok daha köktenci ve belirleyici nitelik kazanmıştır. Merkez, televizyonun yardımıyla, tarihi ve özgün kültürleri açısından son derece zengin olan bir ülkenin tamamını kendi çizdiği görüntüye uydurmuştur. Başlatılan nir eş düzeye getirme süreci içerisinde özgün ve öznel ne varsa, ortadan kaldırmıştır. Merkez, kendi modellerini birer norm düzeyine çıkarmıştır; bu norm, modern endüstrileşme sürecinden başkası değildir; bu süreç, tüketicinin tüketmesiyle yetinmemekte, ama tüketim ideolojisinden başkaca bir ideolojiye yaşama hakkı tanımamak iddiasıyla ortaya çıkmaktadır. (…) Tekrar söylüyorum; Faşizm, İtalyan halkının ruhunda bir çizik bırakmayı bile başaramamıştır; yeni faşizm ise yeni bildirişim ve iletişim araçlarıyla (bu arada her şeyden önce televizyon aracılığıyla) bu ruhu çizmekle kalmamış, parçalamış, kirletmiş, bütün zamanlar için pisliğe bulamıştır…

Pier Paolo Pasolini

(Korsan Yazılar’dan…)
Argos Dergisi, Çev: Ahmet Cemal,  Sayı:7, 1989, s.54

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Şub
10
2010
0

“Esneklik” ya da “İktidara Boyun Eğmenin Yeni Biçimi”

(…) “Esneklik”  (flexibility) kelimesi İngilizceye on beşinci yüzyılda girdi. Kelime asıl anlamını, rüzgârda eğilen ağaç dallarının tekrar eski konumunu aldığı şeklindeki basit gözlemden alıyordu. “Esneklik” kelimesi ağacın eğilip düzelme gücünü, ağacın formunun rüzgârda sınanmasını ve eski haline dönmesini ifade eder. İdeal olarak esnek insan davranışının da aynı elastik güce sahip olması, yani değişen koşullara uyum sağlayarak, onlardan zarar görmemesi gerekir. Günümüzde toplum, daha esnek kurumlar oluşturarak, rutinin yol açtığı kötülükleri yok etmenin yollarını arıyor. Ancak esneklik uygulamaları çoğunlukla kişiyi eğen güçler üzerinde yoğunlaşır.
Modern esneklik biçimlerinde gizli olarak varolan iktidar sistemi üç öğeden oluşur: Kurumların kökten dönüşümü, üretimde esnek uzmanlaşma ve iktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması.
Esnek davranış, günümüz işletme kitapları ve dergilerinde, sadece değişime istekli olmak şeklinde tanımlanıyor; oysa söz konusu olan zaman duygumuz üzerinde belirli etkiler yaratan, belirli bir değişimdir. Antropolog Edmund Leach zamansal değişimi iki farklı biçimde algıladığımızı söylüyor. İlkinde şeylerin değiştiğini biliriz, ama bunların geçmişle bir süreklilik arz ettiğini hissederiz. Diğerindeyse, olaylar yaşamımızı geri dönülmez biçimde değiştirdiğinden, bir kopuş söz konusudur.
Örneğin, Komünyon ayini gibi bir dinsel ritüeli ele alalım. Kutsal ekmeği aldığınız anda iki yüzyıl önce de gerçekleştirilmiş olan bir davranışı sürdürmüş olursunuz. Mesela beyaz ekmek yerine kepekli ekmek de kullansanız, ritüelin anlamına pek fazla zarar vermiş olmazasınız; kullandığınız yeni un çeşidi de ritüelin bir parçası haline gelir. Ancak evli kadınların rahip olup Komünyon’u idare etmelerine izin verirseniz, “rahip” kelimesinin anlamını ve dolayısıyla da Komünyon’un anlamını geri dönülmez biçimde değiştirmiş olursunuz.
(…)
Yeni iş organizasyonu konusundaki iddialardan biri, bunun merkezsizleşme (decentralization) yarattığı yani organizasyonların alt kademelerindeki insanları daha özgür kıldığı iddiasıdır. (…) Yeni enformasyon sistemleri üst düzey yöneticilere, organizasyonun kimsenin kendini gizleyemeyeceği kadar kapsayıcı bir resmini sunar; bir çalışanın sadece bir üst amiriyle karşı karşıya geldiği sözlü görüşmelerin yerine SIMS geçer.(…) Küçük çalışma gruplarına yönetim tarafından çeşitli ve aşırı görev yüklenmesi, şirket reorganizasyonlarında sık görülen bir durumdur ve Adam Smith’in iğne fabrikasında bahsettiği, işbölümünün giderek derinleşmesi ilkesine aykırıdır. Bu tür deneyleri on ya da yüz binlerce çalışan üzerinde gerçekleştirmek için müthiş bir komuta gücü gerekir. Dolayısıyla yeni düzen, makroekonomik eşitsizliğe bir de organizasyon içindeki yeni eşitsiz, keyfi güç ilişkilerini ekler.
Esnek-zaman, işçilerin gelecekte kendilerini neyin beklediğini bildiği yıllık takvimlere benzemez. (…)Örneğin, bütün esnek-zamanlı çalışma türlerinin en esneği olan, evde çalışmayı ele alalım. (…) Kimi şirket, kişinin büroyu düzenli olarak aramasını ister, kimisi ise çalışanını internet üzerinden gözetim altında tutar; denetmenler e-postaları da sık sık kontrol eder. Esnek-zaman sistemini kullanan firmaların pek azı, işçiye, Tagwerk modelinde olduğu gibi, “al sana bir iş; yap da, nasıl olursa olsun,” şeklinde yaklaşır. Bir esnek zamanlı çalışan, çalıştığı mekânı seçse bile, emek süreci üzerinde kontrole sahip değildir. Birçok araştırma, büroda olmayanlar üzerindeki gözetimin bürodakilerden daha yoğun olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla işçiler, iktidara boyun eğmenin bir biçiminden diğerine, yani yüz yüze olandan elektronik olana geçer.
(…)
Davos’takiler başarılarını esnek olmaya borçlular. (…) Geçmişini terk edebilme ve parçalanmışlığı kabullenme yeteneği: Bunlar, Davos’taki, gerçekten yeni kapitalizme ait olan insanlarda görülen iki özelliktir. Bunlar spontan davranış biçimini teşvik eden özelliklerdir; burada, dağın tepesinde olsa olsa etik açıdan nötrdür. Oysa spontan davranışlara yol açan bu karakter özellikleri, esneklik rejiminin daha aşağılarında çalışanlar tarafından uygulandığında kişinin kendisine zarar veriyor. Esnek iktidar rejimini üç öğesi (kurumların kökten dönüşümü, üretimde esnek uzmanlaşma ve iktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması) oyunu kurallarına göre sürdürmeye çabalayan sıradan çalışanlarda karakter aşınmasına yol açıyor.

Richard Sennett
Karakter Aşınması, Çev: Barış Yıldırım, Ayrıntı Yay. 2005, ss. 47-65

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Şub
08
2010
0

Roller Yapısı’nın Çöküşü

(…)Endüstrileşmenin Birinci Dalga’yı ve ilkel toplumları ezişi her zaman için midemi bulandırmıştır. Savaşı kitlesel boyutlara taşıması, Auschwitz’i kurması, atom bombasıyla Hiroşima ve Nagasaki’yi yerle bir etmesi, İkinci Dalga’nın bağışlanamayacak eylemleridir. Kültürel açıdan burnundan kıl aldırmayan tavrı ve dünyanın geri kalan bölgelerini soymayı kendine hak bilmesi, beni utandırıyor. Varoş mahallelerde insan enerjisinin, hayal gücünün boşa harcanışını ve psikolojik bunalımları izlerken üzülmemek imkansız. (…) Endüstri uygarlığını ayakta tutan roller yapısının parçalanması gibi baskılar bir noktada toplanınca, tüm yapılar içinde en narin olanı, yani kişiliğimiz çöküyor. İkinci Dalga uygarlığı son günlerine yaklaşırken, bu gerçek, kişilik bunalımını her yerde görülen modern bir salgın hastalık yaptı.
Günümüzde milyonlarca insan kimliğini yeniden biçimlendirmek için çırpınıyor, sinemaya ve tiyatroya gidiyor, roman okuyor ve gerçekten etkili olup olmayacağını bilmeseler bile, kişisel gelişim kitaplarını susuz yutuyorlar. (…) Bu kişilik bunalımlarının en tuhaf örnekleri, dünyanın endüstri açısından en ileri İkinci Dalga ülkesi olarak sayılabilecek Birleşik Devletler’de görülür.(…) Günümüzde içinde bulundukları durumu geride bırakmak ve yeni bir hayata başlamak için her şeyi yapabilecek durumdalar; hem de olmadıkları bir şey olmak için. İşlerini, eşlerini, sorumluluklarını ve rollerini değiştirmek istiyorlar. (…)

Alvin Toffler
Üçüncü Dalga, Çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay. ss. 158-160

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Şub
08
2010
0

Endüst-realite’nin Kahrediciliğiyle Yüzleşmek (Zafer Yalçınpınar)

Birbirinin benzeri olan milyonlarca ürün yaratacağım ve icat ettiğim pazara bu ürünleri satacağım derken insanlık vasıflarını kaybetmekle yüzyüze gelmiş, çoktan seçmeli testlerle gerçekliği kısıtlanmış “sözde insanlar” yapan bir standartlaşma, bir iğne fabrikasından (Bkz. Adam Smith)  yola çıkarak insanları daha verimli çalıştıracağım ve sorunları unsurlarına, zerrelerine ayırarak üretimi hızlandıracağım, çıktıyı çoğaltacağım derken üretim bantlarının başında duran “bütünü göremeyen, gözü açık körler”, mekanomanik  mühendisler veya ruhsuzlar ordusu oluşturan bir uzmanlaşma, kitlesel kalabalıkları daha düzenli ve eşgüdüm halinde hareket ettireceğim derken yanlışların topyekün tekrarına, bazen de yanlışların doğru sayılmasına (misal, üç-beş yanlışın ardı ardına tekrar edilip istatistiksel bir doğru olarak kabul edilmesine) sebep olan bir senkronizasyon, pazarı hareketlendireceğim ve uygarlığı ilerleteceğim derken trafik, karma karışık şehirler ve dolayısıyla karma karışık, çelişik kafalar yaratan bir yoğunlaşma/odaklanma, yükseleceğim, görkemli kılacağım derken “makrofilya”ya, hırsa, hastalığa ve binlerce çeşit “bilinçli, kasıtlı kaza”ya ve yüksekten düşenlerin rükuşluğuna neden olan bir azamileştirme, kalkındıracağım, işler hale getireceğim, borç vererek zenginleştireceğim derken kontrolü kaybedilmiş bir bürokrasi ve yedi-sekiz senede bir topallayan bir  para sistemi icat eden merkezileşme… İşte, ikinci dalganın yani endüstri toplumunun bugün rahatlıkla “başarısız” ve “kahredici” sayabileceğimiz tasarımsal ilkeleri bunlardır. (…)

Zafer Yalçınpınar
Karga Mecmua, Sayı: 35, Şubat 2010

Hamiş: İşbu metnin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/k17.html adresinden ulaşabilirsiniz.

*

Resim: Naime Erdem Başaran

Şub
08
2010
0

Hapishane

(…) İkinci Dalga çağı başladığında, madde hakkındaki çok çeşitli görüşlerimiz arasında baskınlık kazanan “atomculuk” oldu.(…) “İncelenebilen her zorluğu mümkün olduğunca küçük zerrelere” bölmek şarttı. Kısacası, İkinci dalga devam ederken, felsefi atomculuk da fiziksel atomculukla başa baş gidiyordu. (…) Farklı parçaların bir araya gelerek oluşturduğu bir evren kavramı, kesinlikle vazgeçilmez bir düşünceydi. (…)
Artık insan, kabilenin, klanın veya toplumun bir parçası olarak görülmüyor, özgür, bağımsız, başkalarından ayrı bir birey olarak ele alınıyordu. (…)
İkinci Dalga uygarlığı, nedensellik gizeminin cevabını, Newton’ın evrensel yerçekimi yasasında buldu. Newton’a göre, etki, “hareket yaratmak için nesnelere uygulanan güç” idi. Newton tarzı etki-tepki için geleneksel bir örnek, birbirlerine çarparak tüm masa üzerinde hareketlenmeye neden olan bilardo topları olabilir. (…) Dünya ayrı zerrelerden –minyatür bilardo toplarından- oluşuyorsa, bütün nedenler veya etkiler, bu topların birbiriyle ilişkilerinden kaynaklanıyor demekti. Bir zerre veya atom, bir diğerine çarpıyordu. (…)
Gerekli olan tek şey, herhangi bir fenomeni açıklamak için gereken en önemli değişkeni bulmaktı. Doğru “bilardo topu”nu bulduğumuz ve en iyi açıdan vuruş yaptığımız takdirde her şeyi başarabilirdik.
Zaman, alan ve maddenin yeni görünüşleriyle desteklenen bu yeni nedensellik kavramı, insan ırkını antik dalaverelerin tiranlığından büyük ölçüde kurtardı. Bilim ve teknolojide inanılmaz başarıların kazanılması, kavramsallık ve uygulamada mucizeler yaratılmasını sağladı. Otoriter disiplinlere kafa tuttu ve zihni binlerce yıllık esaretten kurtardı.
Ama, endüst-realite, aynı zamanda kendi hapishanesini de yarattı; bu, miktara dökemediği hiçbir şeyi dikkate almayan, sert eleştirileri sürekli teşvik eden ve hayal gücünü cezalandıran, insanları aşırı basitleştirilmiş protoplasma birimlerine indirgeyen, herhangi bir sorun için mühendislik çözümü arayan bir endüstriyel zihin yapısıydı. Diğer bir deyişle, soyut kavramların artık hiçbir önemi yoktu; beş duyuyla algılanıp sınanıp kanıtlanmadığı sürece, her şey geçersizdi.(…)

Alvin Toffler
Üçüncü Dalga, Çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay. ss. 139-146

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Oca
19
2010
0

İkibinler, yanlış bir hayatın doğru yaşanamayışıdır.

Bildiğiniz gibi Karga Mecmua taifesi, 33. ve 34. sayılarında edebiyat, müzik, sinema, tiyatro, plastik sanatlar, spor ve tv dizileri üzerine bir 2000’ler dosyası oluşturdu. İşbu özel hafızaya aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz;

edebiyat:  https://www.kargamecmua.org/?d=32,13,6
müzik:   https://www.kargamecmua.org/?d=32,19,7

tiyatro, sinema, plastik sanatlar, tv dizileri:
https://zaferyalcinpinar.com/2000ler2.jpg

spor:   https://www.kargamecmua.org/?d=32,6,3

Ara
27
2009
0

2000’ler Edebiyat Soruşturması

KargaMecmua, Aralık 2009 tarihli 33.  ve Ocak 2010 tarihli 34. sayılarında “2000’ler” üzerine bir değerlendirme dizisi gerçekleştiriyor…  KargaMecmua’nın Aralık sayısında yer alan “2000’ler Edebiyat” soruşturmasına https://zaferyalcinpinar.com/2000ler.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Sahicilikle/ Zafer Yalçınpınar

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com