Nis
13
2015
0

Eduardo Galeano (1940-2015)

Eduardo-Galeano_LRZIMA20121103_0031_11

“(…) Evet, uzun zaman önceydi. Galiba, Devrim’in ilk yıllarındaydık, Küba’nın el değmemiş bir bölgesinde, daha oralara Devrim gelmemişti bile, Haiti’nin karşısındaki sahilde, Doğu’nun doğusundaydım. Bir arkadaşımla beraber, ikimiz, harika anlar geçirdik. Ağaçların altında, gerçeği öğrenirken, Devrim ülkeyi değiştirmekteydi, ve biz de bu değişimi görmek istiyorduk. Çok yüklü bir deneyim oldu. Bir gece bir grup müzisyeni dinliyoruz, ufak bir köyde, sahilde, dört müzisyenden birisi de perküsyonist, ama nasıl çalıyor, tanrılar gibi! Davulundan aklına gelebilecek her tür ses çıkıyordu. O davul gülüyordu, ağlıyordu, inliyordu, protesto ediyordu, susuyordu, fikrini söylüyordu. Neyse, bir çok kadeh ve şarkıdan sonra, ona çekinerek nasıl yaptığını sordum, neydi sırrı? O yaşlıca bir adamdı, ben gençtim, çok ahmak bir soruydu benimki ama insan gençken böyle aptal sorular sorma hakkına sahiptir; böyle çalmasının sırrını sordum bende! O da dedi ki; “ ben sadece ellerim kaşınınca çalarım.” Hayatta unutmayacağım bir ders oldu bu. Bende ellerim kaşınınca yazmaya başladım, öyle belli bir saate ya da disiplinde yazmıyorum, ya da kendimi zorlamıyorum yazmak için. Eğer canım istemiyorsa, yazmama imkân yok. (…)”

Eduardo Galeano
Açık Radyo Söyleşisi’nden… (20 Mart 2007)

 


Şehirler gerçekten var mı?
Yoksa bunlar insanların ağzılarından çıkardıkları buhar mı?

Öldüğüm zaman hangi sokakların altında yatmak isterdim? Kimlerin adımlarının altında? İnsan hangi adımları sonsuza kadar dinlemek ister?

(…)

Eduardo Galeano
“Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri”,
Çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2011, s.134


(…) Eskiden hava olan yerde şimdi toz var. Eskiden nehirlerin olduğu yerlerde şimdi caddeler var. Eskiden suyun aktığı yerlerde şimdi otomobiller akıyor.

Eduardo Galeano
Aynalar, Çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2009, s. 138


 

EDUARDO GALEANO SEÇKİSİ:

27 Mart: Tiyatro Günü
https://evvel.org/27-mart-tiyatro-gunu

Hayâl Kurmaya Övgü
https://evvel.org/hayal-kurmaya-ovgu

Varlıklar Ve Uğraşları Üzerine Pencere
https://evvel.org/varliklar-ve-ugraslari-uzerine-pencere

Küreselleşme
https://evvel.org/kuresellesme

lepisma saccharina
https://evvel.org/lepisma-saccharina

Sinekler…
https://evvel.org/sinekler

Düzen
https://evvel.org/duzen

Sistem
https://evvel.org/sistem

Ben diğer bir senim…
https://evvel.org/ben-diger-bir-senim

Zico’nun Golü
https://evvel.org/alinti-ziconun-golu-eduardo-galeano

Ziyaretçi
https://evvel.org/ziyaretci

Ceza
https://evvel.org/ceza

Yaşayan Anılar
https://evvel.org/yasayan-anilar


 

Galeano’nun “Kucaklaşmanın Kitabı” adlı eseri için çizdiği özel desen…

Nis
04
2015
0

Demek ki zamanında 491’i boşuna çıkarmamışız…

491iki

Demek ki 2010-2011 sularında 491‘i boşuna çıkarmamışız…
Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/491.html


 kervansaray
Bkz: https://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/mor-murekkepli-dadaist-418239


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Gerçeküstü” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/gercekustu adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
21
2015
0

EVV3L Şiarları için… Görsel…

12yasinda


karazin taifesinden Uğur Yanıkel, sağolsun, evvel.org’un 12. yılını kutlamak için şiarlarımızı içeren bir görsel tasarlamış… Kendisine çok teşekkür ederiz. (Zy)

Mar
10
2015
0

Söyleşi: Uluer Oksal Tiryaki ile ‘gerçeğin sağlamlığı’ üzerine… (10 Mart 2015)

ulueroksal

“Arabesk veyahut Death Metal”
Uluer Oksal Tiryaki
Oyun Yayınevi, Kasım 2014

*


Kasım 2014’te ‘Oyun Yayınevi’ tarafından yayımlanan “Arabesk veyahut Death Metal” adlı şiir kitabı ve Kadıköy aurası ekseninde gerçeğin mihengini aradık… Uluer Oksal Tiryaki ile söyleştik/yazıştık...


 

Zafer Yalçınpınar: “Arabesk veyahut Death Metal” adlı ilk kitabındaki şiirlere birçok açıdan yaklaşılabilir. İlk önemli açı, bu şiirlerin duygusal bakımdan çok sert ve sınırları zorlayan, keskin bir açık dille yazılmış olması… Bazı şiirlerinde kullandığın özel kipleri ve bu kiplerin şiirlerindeki yerlemini birer “aparkat” olarak okuyorum. Şiirinin ihtiva ettiği öfke, gene, “bilge serserilik” olarak tanımladığım tuhaf bir izlenimi uyandırıyor bende… Bu durumun yaşamındaki karşılığını, yaşamsallığını çok merak ediyorum.

Uluer Oksal Tiryaki: Evet tanı doğru, ancak bulgulara bazı ilavelerle devam etmek mümkün; bana kalırsa, “Arabesk veyahut Death Metal” günümüz şiirinin sınırlarını, duvarlarını zorlayan bir kitap, duru bir dille yazılmış olması, sertliği bir yana her şeyden önce içinde yılların emeği var. Yazınsal olarak baktığımızda bana göre en mühim ayrım noktası, gerçekliğidir. Kitap bir zaman aralığını kapsıyor, böylelikle kişisel tarihten yola çıkarak yaşadığı çağı da anlatıyor. İkincisi; sert şiirden hareketle sert hayata varmak olası, şöyle ki şiirlerdeki sertlik günlük yaşamın asgari alanlarını da içinde barındırıyor. Bu kitabın özelliği, çağdaş metinleri bir araya getirip onlardan şiirler devşirmek değil, yaşadığımız zaman dilimine dair bariz gerçeklikleri barındırması ve bu gerçekliğe dair ip uçları vermesi, yine bu ip uçlarını verirken de şiirselliğinden ve ritminden asla taviz vermemesidir. Bu, kitabın köşe taşlarından birisi. Yaşamsal tarafına gelirsek; kitabın şairi ve kendisiyle çelişmemesi bana göre edebiyatın altın kuralıdır, ortaya bir ürün çıkarıyorsanız yalan söyleme, kendini gizleme, bazı şeyleri görmezden gelme gibi fiilere sahip olma lüksünüz yoktur. Yaşamın, sert ve binbir türlü zorlukla geçtiği bu ülkede/dünyada şiirin dili elbette sert veyahut daha da sert olmalıdır… Özetle; aparkatlar devam edecek.

Z.Y.: Şiirlerindeki diğer önemli açının ise epigram benzeri dizelerle oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu tip dizelerini Kadıköy’ün mezar taşlarına yazılabilecek ve 1000 yıl sonrasında önemle okunacak epigramlar gibi görüyorum. Örneğin “Suskunluk icat edilmedi, suskunluk hep oradaydı” şeklindeki dizen beni çok etkilemiştir. Bu dizeler nasıl oluşuyor zihninde?

U.O.T.: Sanırım, kafa yormayla oluyor. Bununla birlikte elbette sezgi gücü ve deneyim… Yazı yazarken mükemmeliyetçi olduğumu söyleyebilirim, zamanı gelen cümle şiirdeki yerini bulup oturuyor, fonetik oluşuyor, duygu, ses, kavram, nitelik… Fakat bunların hiçbiri kendiliğinden olmuyor, örneğin: bir şiirde, şiirden bağımsız bir aforizma gibi duran cümle bir başka cümleyle destekleniyor, bu salt tek başına bir cümleyle olabilecek bir şey değil, bütünlüğün içinden sıyrılabilen tümce akılda kalıcı oluyor, doğaldır, bu koroda sırayla soloya çıkan vokallere benziyor, eğer elinizde güçlü vokalistleriniz varsa her biri zamanı geldiğinde soloya çıkar, şayet yoksa bir bütünden solo yaratmaya çalışırsınız. Her şey başlı başına yetenekle ilgili ve ben kendimi bu konuda açıkça başarılı buluyorum. Suskunluk icat edilmedi, suskunluk hep oradaydı. çünkü tercih edilmiş sessizlik -değildir sessizlik, gürültünün içinden sıyrılabildiğin kadar sensin, gürültünün içerisinden alıp koparabildiğin kadar senin, maruz kaldığın gürültüde sesin gür çıkmalı, çünkü gürültünün tezahürü yine gürültüdür. Suskunluk icat edilmez, suskunluk hep oradadır bir fare kapanı gibi suskunluk sahibini bekler. Kadıköy’ün mezar taşları umarım birgün plaza inşaatları arasında kaybolup gitmez, zira epigramlar falan kimsenin umrunda değil.

Z.Y.: Oyun Yayınevi tarafından yayımlanan diğer şiir kitaplarında olduğu gibi Kadıköy aurası ve kafası şiirlerinde çok baskın olarak görülüyor. İyi-kötü, olumlu-olumsuz tüm karşıtlıklarıyla birlikte, günümüz Kadıköy’ünün sende bıraktığı birincil izlenim nedir? Hangi şiir, nasıl yazılıyor Kadıköy’de?

U.O.T.: Kadıköy benim için gerçekten önemli, burada olmayı seviyorum, burada yaşayan insanlara saygı duyuyorum; yazar, çizer, ressam bir sürü sanatçıya ev sahipliği yapmış olan Khalkedon bir kale değil de ne? Oyun Yayınevi bizler için gerçekten önemli bir mevzi, değerli abim Mehmet Şenol Şişli çok iyi niyetli bir oluşum ortaya koydu, bunu geliştirip devam ettirmek için ben de elimden geleni yapıyorum, mevziyi kaybetmek gibi bir niyetimiz yok. Kadıköy’de bir sürü şiir yazılıyor, yine Kadıköy’de okunuyor Kadıköy’ün dili çok seslilikten yana ve bu önemli bir avantaj. Benim için önemli olan tek konu gerçek, bazı insanların kelimesine bile tahammül edemediği gerçek kıstası sadece edebiyatta değil sanatın ve hayatın her alanında geçerli, beni genellikle içtenlikli insanlar etkiler, bunun dışındakiler sadece zırvalar ve günün birinde yok olup giderler. Bu, arkadaşlarına ve çevrendeki soytarılara benzer. İyi şiir dostundur, gerisi kalabalık.

Z.Y.: “Sıkı şiir” konusu hakkında bir şeyler sormak istiyorum. Günümüzün vasatî edebiyatını düşündüğünde, “Arabesk veyahut Death Metal”in duruşu hakkında neler söylenebilir? Edebiyat ortalığı şiir kitabına nasıl bakıyor; hangi tipoloji neler fısıldıyor, sağda solda sinsice?

U.O.T.: ‘Sıkı şiir’, evet, sıkı. Fakat bu ülkede genellikle “sıkı” çevreyle dönüyor bu işler, çevren falan yoksa ortaya çıkardığın yapıtla ilgili bir beklentiye girmemen gerekiyor, “Arabesk veyahut Death Metal” çıktığı günden itibaren böyle bir beklentim olmadı, bundan sonra da olası değil. Cünkü ben bu zamana dek hiçbir zümreyle birlikte hareket etmedim, edebiyat dergilerine rica ile şiir göndermedim, ‘şairim’ diyerek ortalıkta dolaşmadım, edebiyat ödüllerine başvurmadım -dolayısıyla ödülüm yok- fakat hâlâ itibarım var, dolayısıyla ödülüm yok. Yine bugüne dek her ortama girip çıkmadığım için kitaba dair beklentilerim nitelikli okurla sınırlı, kitaba bir şekilde ulaşmış, okuyup beğenmiş arkadaşlarla iletişimim oluyor ve bu benim için daha kıymetli. SoL gazetesinden Ömer Turan “Arabesk veyahut Death Metal’ için önsöz” başlığı ile bir yazı yazdı. 13 Ocak 2015 tarihli bu yazı benim için kitapla ilgili gayet yerinde bir olumlama… Bunun dışında elbette orada burada lafı dönmüştür. Vasat şiir- vasat şair- vasat adam- vasat kadın- vasat arkadaş… Vasat olana tahammülüm hiçbir zaman olmadı, vasat olduğu halde ‘bir numarasın’ diyerek götü kaldırılan onlarca insan var, bunun için kendinizi zorlamanıza gerek yok, genel olarak kötü olan aşikâr. Demin sıraladığım vasat dizisi tersine de dönebiliyor bazı durumlarda: Edebiyat adına tümevarım, şiir adına tümdengelim. Ben, Beşiktaş’ın Club Brugge’ü eleyeceğini düşünüyorum, İngiltere deplasmanları ve Liverpool maçları bizleri yanıltmadı.

Z.Y.: Yeni bir edebî çalışman, projen var mı? “Kaburga” adlı fanzin nasıl gidiyor?

U.O.T.: Tabiî yazılar, şiirler bitmez. Yazmaya devam ettiğim bir dosya daha var, ama bir yere yetişmek gibi bir niyetim yok ayrıca sürekli dosyalarla uğraşacak kadar boş vaktim de yok, zamanı geldiğinde tabiî ki ortaya çıkacaktır. Kaburga Zine iyi gidiyor, yeni sayı yolda. Zaman aralıklarını iyi değerlendirdiğimi söyleyebilirim. Takip edenler için güzel bir sayı daha geliyor. Kaburga her şeyden önce nitelikli bir iş. Bir kuşak hareketi gibi, böyle bir şeyi gerçekleştirdiğim için mutluyum, insanlara ulaşmak güzel bir his.

Z.Y.: Bu içtenlikli söyleşi için çok teşekkür ederim.

10 Mart 2015, Kadıköy

Mar
10
2015
0
Mar
07
2015
0

Karazin #1 (pdf)

karazinlogo

Karazin’in ilk sayısının tam metnine
https://karazindergi.org/Karazin1.pdf
adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
02
2015
0

“Deniz Küstü” Resimleri (Abidin Dino-Yaşar Kemal)

denizkustukapak

Bilindiği gibi, Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü” adlı romanını Abidin Dino resimlemiştir. Milliyet Sanat Dergisi’nin yeni dizisinin Eylül 1980 tarihli 8. sayısında Abidin Dino ile Yaşar Kemal, “Deniz Küstü” serüvenindeki sanatsal birlikteliğin ayrıntıları üzerine birer yazı kaleme almışlar. İşbu yazıların tam metnine https://issuu.com/adabeyi/docs/denizkustu adresinden ulaşabilirsiniz.

denizkustueski

denizkustu


Hamişler:

1/ “Deniz Küstü” resimlerinin önemini hatırlatan dostumuz Tekin Deniz‘e çok teşekkür ederiz.

2/ EVV3L kapsamında yayımlanan Abidin Dino ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/abidin-dino adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
22
2015
0

Hüsamettin Bozok’un Kartviziti

yeditepehb


Hamişler:

1/ Kartviziti EVV3L ile paylaşan Sn. Adem Yüksel‘e çok teşekkür ederiz.

2/ EVV3L kapsamında yayımlanan “Yeditepe Dergisi ve Yayınları” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/yeditepe-dergisi adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
07
2015
0

Yeni sıkı; “karazin” yayımlandı!

1505167_336229289902383_8464345107832177246_n

Yeni sıkı… “karazin” yayımlandı!
https://www.facebook.com/karazindergi

e-posta: iletisim@karazindergi.org

Karazin’i Kadıköy’de bulabileceğiniz mekânlar;
Akademi Kitabevi, Sosyal Kitabevi, Mefisto, 26A

Şub
07
2015
0

Söyleşi: “Çalmayan Şiir’in Solungaçları” (Zafer Yalçınpınar-Müslüm Çizmeci)

Geçtiğimiz Eylül ayında yayımlanan “Çalmayan Şiir”den yola çıkarak “şiirsellik, şairane vaziyet ve şiir dili” üzerine bolca çağrışımlı, bolca gel-git’li bir söyleşi gerçekleştirdik Müslüm Çizmeci ile birlikte… Ardından, sağolsun Koray Sarıdoğan, işbu söyleşiyi “Kalem-Kahve-Klavye” adlı web sitesinde irdeledi, paylaştı… Söyleşinin tam metnine https://www.kalemkahveklavye.com/2015/02/calmayan-siirin-solungaclar-zafer.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Diğer söyleşilerin tümü şurada; https://bit.ly/dilinkemigi


Hamiş:
Zafer Yalçınpınar’ın tüm kitapları şu adreste yer alıyor:
https://zaferyalcinpinar.blogspot.com

Kişisel web sitesi de şurada; https://zaferyalcinpinar.com

Oca
26
2015
0
Oca
24
2015
0

Sergey Ayzenştayn’ın Desenleri

ayz1

1975 yılında İstanbul Sinematek Derneği’nin salonunda gerçekleştirilen “Ayzenştayn Desenleri” sergisi vesilesiyle Milliyet Sanat Dergisi’nin 23 Mayıs 1975 tarihli 133. sayısı Sergey Ayzenştayn‘a ayrılmış… Dergide, Canan Çoker ile Onat Kutlar’ın Sergey Ayzenştayn üzerine inceleme yazıları ve Ayzenştayn’ın “Desen çizmeyi nasıl öğrendim” başlıklı bir metni bulunuyor: https://issuu.com/adabeyi/docs/ayzenstayndesenleri

 

ayz2Sergey Ayzenştayn’ın “Rimbaud” Deseni


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “İmzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.

Oca
22
2015
0

“Kendini keman olarak duyumsayan oduna ne yazık!”

(…)

Hakeza yaşı geçkin şairler sosyal medyada, şiir etkinliklerinde genç kızları tavlayabilmek için, omuzlarına esin dolu bir öpücük kondurabilmek için kırk takla atıyor. Bunlardan bazıları dergi de çıkarıyor. Bir bayan adıyla birkaç şiir gönderin bakın nasıl meyil gösteriyorlar şiirlerinize(!). Genç şairin ise bu konudaki perendeleri, saltoları benim diyen sporcuları cebinden çıkarır. Edebiyatın Nuri Alço’ları şiirli kitap hediye ediyor ilaçlı gazoz yerine. Kimisi de devlet kapısında proje desteği için pusuya yatmış durumda. Çapını aşmayan şiirlerle Gülüt Şiir yazan şairler ve kendini en tepeye -bu yüzeysellikte, bir yükseklik var ise eğer- konumlandıran şair gençler var bir de. Kimse rahatsız değil bu al gülüm ver gülümden. Körler ve sağırlar birbirini ağırlar, mevcut şiir ortamımız için söylenebilecek en güzel sözdür sanırım.

(…) Ne oldu da dut yemiş bülbüle döndü bu genç şairler? Melih Cevdet Anday’ın “Yetenek onay beklemez. Ozanların yaşı birdir.” dediğini duymadılar mı? Turgut Uyar’ın “Efendimiz, acemiliktir.” dediğini… Rimbaud’nun, Georges Izambart’a yazdığı mektupta: “Kendini keman olarak duyumsayan oduna ne yazık!” dediğini.

Emrah Yolcu
“Şiirsel Travesti”, Tun Fanzin, Ocak-Şubat 2015, Sayı: 1, s.4

Oca
21
2015
0

Ustamız Oruç Aruoba, ISSUU’da…

DSCN3313

“Ustamız Oruç Aruoba…”
Fotoğraf: Zafer Yalçınpınar, 8 Mayıs 2011


Bilen, bilir: EVV3L ve taifesinin en önemli araştırma gayretleri Oruç Aruoba‘nın çeşitli metinlerine ve çevirilerine yöneliktir. Yıllardır, ustamız Oruç Aruoba’nın çeşitli degilerde (70’li yılların sonundan başlayarak) yayımlanan incelemelerini, felsefi metinlerini, çevirilerini araştırıyor, buluyor ve “Oruç Aruoba” ilgileri kapsamında takipçilerimizle paylaşıyoruz. Ancak, geçenlerde farkına vardık ki EVV3L kapsamında yer alan bu özel gayretlerimizin bir yedeği ya da derli toplu bir bütünsel erişimi yoktu. Bu nedenle ustamız Oruç Aruoba’nın metin ve çevirilerine ilişkin bütünsel bir bileşkeyi EVV3L’in ISSUU alanına taşımaya karar verdik. Bununla birlikte, ISSUU’yu benimsemeyen EVV3L okurları için de elimizde bulunan metinlerin PDF biçemlerini https://bit.ly/orucaruoba adresine yükledik. (37 mb.)

Kısacası, Oruç Aruoba’nın hakiki dostlarına, kalb ve vicdan yolunda hakikati arayanlara, EVV3L’in sıkı takipçilerine iyi okumalar dileriz.

Sahicilikle
Z. Yalçınpınar


ISSUU’da Oruç Aruoba Metinleri ve Çevirileri:
Bkz: https://issuu.com/adabeyi/stacks/f2f581b69b384146b884bd16bacba1db

Nietzsche: Şair-Filozof (Oruç Aruoba, 1978)
https://issuu.com/adabeyi/docs/sairfilozof

Nietzsche: Temel Görüşü, Temel Kavramları (Oruç Aruoba, 1978)
https://issuu.com/adabeyi/docs/nietzschetemelkavramlar

Yerli-Yersiz Felsefe (Oruç Aruoba, 1980)
https://issuu.com/adabeyi/docs/yerliyersizfelsefe

Demokrasinin Özü: Özgürlük ve Özyönetim (Oruç Aruoba, 1981)
https://issuu.com/adabeyi/docs/ozyonetim

Üniversite’nin Ölümü (Oruç Aruoba, 1981)
https://issuu.com/adabeyi/docs/universiteninolumu

En Hakiki Mürşit (Oruç Aruoba, 1981)
https://issuu.com/adabeyi/docs/enhakikimursit

Özerklik Üzerine… (Oruç Aruoba, 1981)
https://issuu.com/adabeyi/docs/ozerklikuzerine

Söylemin Berisi (Oruç Aruoba, 1982)
https://issuu.com/adabeyi/docs/soyleminberisi

İktidar ve Bilgi-M. Foucault Çevirisi (Oruç Aruoba, 1982)
https://issuu.com/adabeyi/docs/iktidarvebilgi

İşi Halley’e Bırakmayalım (Zeynep Aruoba, Oruç Aruoba, 1982)
https://issuu.com/adabeyi/docs/halleyebirakmayalim

Hermann Hesse–INCIPIT VITA NOVA Çevirisi (Oruç Aruoba, 1982)
https://issuu.com/adabeyi/docs/incipitvitanova

Franz Kafka Öyküleri Çevirileri (Oruç Aruoba, 1982)
https://issuu.com/adabeyi/docs/kafkaoykuleri

Ernst Bloch: Varolan Yokülke (Oruç Aruoba, 1982)
https://issuu.com/adabeyi/docs/varolanyokulke

Ernst Bloch Çevirileri (Oruç Aruoba, 1982)
https://issuu.com/adabeyi/docs/blochcevirileri

Neler Varmış O “Siyah Çanta”da Meğer… (Oruç Aruoba, 1983)
https://issuu.com/adabeyi/docs/siyahcanta

Söylem Söylemi (Oruç Aruoba, 1983)
https://issuu.com/adabeyi/docs/soylemsoylemi

KIERKEGAARD’ın İbrahim Öyküsü (Oruç Aruoba, 1984)
https://issuu.com/adabeyi/docs/ibrahimoykusu

M. Rilke’nin Sancaktar’ı Üzerine… (Oruç Aruoba, 1984)
https://issuu.com/adabeyi/docs/sancaktaruzerine

İnsanın Kavram Bağlamları (Oruç Aruoba, 1985)
https://issuu.com/adabeyi/docs/insaninkavrambaglamlari

Dil Oyunları ve Felsefe Üzerine-L. Wittgenstein Çevirisi (Oruç Aruoba, 1985)
https://issuu.com/adabeyi/docs/diloyunlari

Tanrı’nın Sevgilisi Kim? (Oruç Aruoba, 1986)
https://issuu.com/adabeyi/docs/tanrininsevgilisikim

Wittgenstein, Dil ve Godard-Robert Maclean Çevirisi (Oruç Aruoba, 1986)
https://issuu.com/adabeyi/docs/dilvegodard

Beyaz Kentte (Oruç Aruoba, 1986)
https://issuu.com/adabeyi/docs/beyazkentte

Niye Gitsin ki Felsefe Sinemaya (Oruç Aruoba, 1987)
https://issuu.com/adabeyi/docs/felsefesinema

Üst Üste Çadırlar (Oruç Aruoba, 1990)
https://issuu.com/adabeyi/docs/ustustecadirlar

Celal Bey’in Albatros’u Uçup Gitti (Oruç Aruoba, 1990)
https://issuu.com/adabeyi/docs/celalbeyalbatros

Dört Açık Kıyı Düşü (Oruç Aruoba, 1991)
https://issuu.com/adabeyi/docs/dortacikkiyidusu

Göz ve Söz, Tanzaku’lar (Oruç Aruoba, 2003)
https://issuu.com/adabeyi/docs/gozvesoz

gaSte (S Gazetesi) Yazıları’ndan… (Oruç Aruoba, 2008)
https://issuu.com/adabeyi/docs/gasteyazilari2008

Üniformalılık (Oruç Aruoba, 2008)
https://issuu.com/adabeyi/docs/uniformalilik

Açık Mektup (Oruç Aruoba, 2014)
https://issuu.com/adabeyi/docs/rtemektup


Oca
12
2015
0

“sana sevmek falan” (Müslüm Çizmeci)

evde yıkım besliyorum, harfler öğretiyorum ona
adınla başlayan cümleler kuruyoruz, yerle bir oluyorum
benimle balkondan atlar mısın?
söz, düşmeyiz.
dünya bir değişiyor, bir ketum.
dünya altını pisliyor, rejim çöktü
ben seni sevmeye yetkili kişiyim.

(…)

bazenhiç düşünemiyorum seni düşünmekten
bazenhiçbir şey ve sadece seni seviyorum falan

(…)

çayını tazeledim uzat dudaklarını
içinde şarapla yürüyen aşıklar var
sanırım dolunay yine iyi geçmiyor
üstelik seni seviyorum falan
yeni bir karanlık gözlerini sakla,

Müslüm Çizmeci
“Sana Sevmek Falan”
At Kafası, Sayı:5, Aralık-Ocak 2014/2015, s.30

Oca
09
2015
0

Söyleşi: “Kendi Yayınları” ile özgür bakış açısı üzerine… (Eren İnan Canpolat)

Edebiyat alanına ürün sunan özgür yayıncılık platformları düşünüldüğünde, editoryal başarı kapsamında en güçlü ve kaliteli örneklerden biri olan Kendi Yayınları‘nın editörü Sn. Eren İnan Canpolat ile önemli bir “söyleşi-yazışı” gerçekleştirdik…


– –

Zafer Yalçınpınar: Kendi Yayınları’yla tanışıklığımın mihenk noktasında iki şey var. İlki, Daniil Kharms’ın “Olan Biten” adlı öyküleri… Bu öykülerdeki imkânsız dil ile öykülerin karakterlerindeki heykelsi donukluğun tuhaf ve yoğun enerjisini fark edince, yahu, dedim kendime, nasıl olur da bu yazarı bilemem? İkinci nokta ise, dijital yayıncılık tercihi açısından Kendi Yayınları‘nın duruşundaki pürüzsüzlük ve dolaysızlıktı… Kendi Yayınları, eğer kişileşseydi, Daniil Kharms’ın bir karakteri olabilirdi sanki. Kendi Yayınları’nın kurulmasında Daniil Kharms’ın “Olan Biten” çevirisinin tetikleyici bir önemi var, öyle seziyorum. Nerelerde yanılıyorum?

Eren İnan Canpolat: Kendi Yayınları’nın kuruluşuyla Kharms çevirileri arasında bir bağ olduğu doğru, ne var ki bunun, birinin diğerini tetiklediği kaçınılmaz bir bağ olduğu söylenemez. Kharms’ın öykülerini, esas olarak, uzunhikaye.org‘da tartışılmak üzere çevirmiştim. O çalışma bitti, ama öyküler aklımdan çıkmadı. Düşük tempoda düzeltmeler yapmaya devam ettim. Çevirileri İngilizceden yaptığım için içim bir türlü rahat etmiyordu. Zaman buldukça, deyim yerindeyse, didikliyordum. Jankelevich’in çevirisindeki –“Today I Wrote Nothing: The Selected Writing of Daniil Kharms, 2007”- açıklayıcı notlar çevirileri geliştirmemde oldukça yardımcı oldu. Böyle böyle Kharms çevirileri sona yaklaşıyordu… Özgür yazılım üzerine yoğun biçimde düşünmeye başlamam da bu döneme rastlar. Özgür yazılım yabancısı olduğum bir şey değildi. Ama toplumsal etkisinin sandığımdan daha derin olduğunu görüp şaşırdım. Hem merkezindeki özgürlük düşüncesi hem de o düşünce etrafında bir araya gelen toplulukların işleyiş biçimi etkileyiciydi. Böylece iki şey bir araya geldi: Elimde yayımlanmaya hazır bir kitapçık vardı ve özgür yayıncılığın geliştirilmesi gerektiğini düşünüyordum. Bu düşüncelerle kitabı önce Kharms’la ilgileneceğini düşündüğüm, daha önce dijital kitap yayımlamamış bir yayınevine önerdim (ücretsiz dijital kitap olarak yayımlanmak üzere). Onlardan olumlu cevap alamayınca iş başa düştü. Bir lisans seçip kitabı dolaşıma soktum. Fakat, dikkatli gözlerin fark edeceği gibi, seçtiğim lisans -kitabın ücretsiz okunup dağıtılmasına izin veriyorsa da- özgür bir lisans değil. Bu, üzerine düşündüğüm fakat henüz bir sonuca varamadığım bir konu. Böyle bakınca Kendi Yayınları’nın özgürleşmeye çalışan bir yayınevi olduğu söylenebilir sanırım. Bu işe Kharms’la başlaması da hoş bir tesadüf oldu, diye düşünüyorum. Kharms yazdıklarının yayımlanması konusunda pek umutlu değildi. Söz gelimi, Olan Biten’deki öyküler belirli bir bütünlük içinde olsalar da, aslında Kharms’ın bunları yayımlamayı hiç düşünmediğini varsaymak için çok nedenimiz var. Şiirde de benzer bir durumdan söz edilebilir mi? “Kitap projesi” denen şey şiire pek uygun değilmiş gibi geliyor bana. Şiir kitabını sonradan şekil alan bir şey olarak anlıyorum. Ama hep böyle midir?

kendi

Z.Y.: Çok doğru ifade ettin aslında; şiirin projelendirilecek “pro-eject” türden ‘endüstriyel’ bir varoluşu yok. Bir ideolojiyi, büyük bir mücadeleyi çevreleyen şairler, şiirler için hiçbir zaman olmamış zaten… Bu şairlerde -kendileri farkında olmasalar da, ve bu ifadeyi ben pek sevmesem de- iktidar ve gaddarlık karşıtlığı ekseninde tarihsel bir ‘konsept’ oluşuyor. Örneğin, Nâzım Hikmet’in “Kurtuluş Savaşı Destanı” veya “Memleketimden İnsan Manzaraları” bir kitap bütünlüğü olmaksızın yayımlansalardı, okuyucu ve kuşaklar üzerinde böylesi süreğen bir etki bırakamazlardı. İşin kökünde dilsel ve çok önemli bir faktör daha var: Şiir, bir üst-dil -aşkın dil- türüdür. Bunun nedeni de düzyazı gibi bütünüyle “t” ânında ‘semantik’ bir duruşu olmamasıdır. İmge yoğunluğu ya da imgesel alan derinliği düzyazıdan fazladır şiirin… Yani sadece “t” ânındaki “t anlamları”na yaslanmaz. Gerçekte, ‘geleceğin dili’ olarak kendini ve yaşamı yeniler. Ya da şöyle diyelim; “t” ânında “t’nin artı eksi x anlamlarının tümüne” yaslanır. Bu nedenle, bugünden o dilin kimyasını, bir şiir kitabının kimyasını okuyucunun ‘konsept’ olarak kafasında oluşturması “t” anında, eşanlı olarak, pek mümkün değil. Bu söylediğim açının da en güzel örneği Ece Ayhan ve kitaplarıdır: “Kınar Hanım’ın Denizleri” ve “Bakışsız Bir Kedi Kara”. Bir 30 sene kadar Ece Ayhan’ın iktidar ve gaddarlık karşıtlığı üzerine kurduğu imgesel alan derinliklerini okuyucu da eleştirmen de editör de anlamamış. Ece Ayhan poetikası “t+30” anında kendini göstermiş. Şimdilerde Ece’nin ‘konsept’i anlaşıldı ve konuşma dilinde -hatta siyasette bile- yerini aldı. Aslında tüm İkinci Yeni şiirinde bu üssel başarı vardır. Bununla birlikte, söylediklerimi hem doğrulayan hem de geçersiz kılan bir İkinci Yeni şairi var: İlhan Berk. Bazı kitapları gerçekten de “kitap projesi” bütünlüğü taşımıyor. Yani aslında bir kitap projeksiyonu yok o bazı şiirlerin… Ama bazı kitaplarında da tam tersidir: “Mısırkalyoniğne”, “Pera”, “Galata”, “Kül”, “İstanbul”… Bir de sanırım, insanlık üzerinde müthiş bir endüstriyel etki, pragmatik baskı var. Yani biliyorsun, bir tür mühendislik ve matematik baskısı. Bu baskıyla ve strateji hastalığıyla insanlar konuları, olayları, tarihi, diğer insanları, kısacası her şeyi unsurlarına ayırmaya ya da birleştirip ele almaya çalışıyorlar. Bir lego oyuncağı gibi, sök tak, uydu uymadı, oldu olmadı vs… Şiir böyle bir şey değil, olmamalı. Buradaki fabrikasyon tehlike görülmeli. Belki de Kharms bunu görmüştür… Gördü mü gerçekten sence? Ayrıca, cevabının içerisinde “özgür yayıncılık” konusuna ilişkin bir tereddütü dile getirmişsin. Bu tereddütü biraz açar mısın? Nedir o lisansın özellikleri? Sonuçta, bir yazının ya da kitabın kapitalizmin vahşeti içerisinde bir ‘anamal veya meta’ olarak dolaşmaması yeterince büyük, özgür bir adım değil midir?

E.İ.C.: Edebiyatta fabrikasyondan söz edilince benim aklıma ilk olarak “yaratıcı yazarlık” geliyor. Onun yaygınlaşması da esas olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonrasına rastlıyor sanırım. Dolayısıyla, Kharms’ın bu tehlikeyi görmüş olduğunu iddia etmek kolay değil. Yine de, her avant-garde yazar gibi Kharms’ın da anaakım sanatın değerlerine ve “tüketim”ine mesafeli durduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Özgür yayıncılık meselesine gelince… Creative Commons’ın özgür kültürel eser tanımı dört temel özgürlükten oluşur. Bunları kısaca açıklamaya çalışayım: 1. Eseri dilediğiniz gibi kullanma özgürlüğü: Özgür bir kültürel eseri istediğiniz amaca uygun olarak -ister kişisel ister ticari olsun- kullanabilirsiniz. Lisans, eserin ticari kullanımını kısıtlamamalıdır. 2. Eserin içerdiği bilgiyi dilediğiniz gibi kullanma özgürlüğü: Özellikle teknik eserlerin -araştırma, teknik dokümantasyon- içeriğini kullanarak yeni araştırmalar yapabilme, teknik bilgileri kullanarak yeni sistemler geliştirebilme özgürlüğü. 3. Eseri dilediğiniz gibi dağıtabilme özgürlüğü: Eseri internette paylaşabilir, yeniden yayımlayabilir, basıp satabilirsiniz. 4. Eserin türevlerini üretme özgürlüğü: Eseri editoryal olarak düzenleyebilir, üzerinde değişiklik yapabilir, ya da eserden hareketle yeni eserler -roman serisinin ardılları gibi- üretebilirsiniz. Kendi Yayınları’nın kullandığı lisans iki yerde bu tanımla çelişiyor. Birincisi ticari kullanıma izin vermemesi, ikincisiyse editoryal düzenlemeyi kısıtlaması. Kişisel olarak ticari kullanımla ilgili bir sorunum yok. Gerçek anlamda özgür bir lisansın metalaşmayı da engelleyeceği düşüncesindeyim. Bu nedenle, yakın gelecekte ticari kullanıma izin veren bir lisans kullanmayı planlıyorum. Öte yandan editoryal düzenlemeye izin verme henüz ikna olabildiğim bir özgürlük değil. Teknik eserler için anlaşılır geliyor, fakat edebiyat alanında uygulamasının nasıl olacağını kestiremiyorum. Üstelik yazılı eserlerin kullanımıyla ilgili oturmuş bir sistem var; alıntı yapma, kaynak gösterme vb. kurallar çoğu zaman eserlerin bilgi birikimine katkıda bulunmaları için yeterli oluyor. -Akademik dergilerin ve yayın dizinlerinin kurduğu tekelin ayrı bir tartışma konusu olduğunu düşünüyorum.- O nedenle, bu özgürlük üzerine düşünmeye devam ediyorum. Kendi Yayınları’nın özgürleşmeye çalıştığını söylerken kastettiğim de buydu. Bu dört temel özgürlük bir ölçüde, hikâyelerin dilden dile değişerek yayıldığı sözlü kültürü anımsatıyor. Yazılı kültür hayatımıza egemen olana dek kültürel birikimimizin oluşabilmesini büyük ölçüde hikâye anlatıcılarının bu özgürlüklerin hepsine sahip olmasına borçlu değil miyiz? Buradan hareketle şunu merak ediyorum: Yazarların, şairlerin sözlü kültürün özgürlüklerini yeniden benimsemeleri mümkün olabilir mi? Bunun önündeki engeller neler olabilir?

Z.Y.: En başta günümüz “piyasa” şairlerinin, yazarlarının yani daha doğrusu etrafta “Ben şairim-yazarım-ünlüyüm!” diye bağıranların, gezinenlerin takındığı tuhaf tavırlar ya da bu zevatların ontolojik-tarihsel çelişkileri, söz ettiğin özgürlüğün önünde çok büyük bir engel… Şiirin ve şairin varoluş ya da yok oluş tanımları -veya tüm bu meselelerin tanımlanamazlığı, tanım tutmayışı- en az iki bin yıldır süren ve felsefi boyutta tartışılan ontolojik bir konu… Dilsel, tarihsel, toplumsal olarak çok büyük, çok önemli bir kapsamı, etkisi var. Ama bugünün, yakın tarihimizin şairleri -ideolojik mücadele verenlerden bazılarını özellikle sözlerimin dışında tutarak ifade ederim ki- konuyu iktisadi bir varoluş biçimi haline getirdiler. Yani, kitapları çok okununca, çok satınca, tanıtım dergilerinde, televizyon programlarında, köşe yazarlarının ağzında çeşitli atıflarla boy gösterince şairliklerinin, şiirlerinin hem toplumsal hem de edebi olarak “tescillendiğini” sanıyorlar. Yani bu zevatlar, betiklerine bir iktisadi tanınırlık yüklediklerinde, edebi anlamda bir tescile, başarıya kavuştuklarını düşünüyorlar. Aynı pragmatik iktisadi tavrı, yazar örgütleri ve yayıncı birlikleri de yükleniyor. Yazar örgütü, kendisine üye olan yazar sayısını arttırdıkça varoluşunu anlamlandırdığını, üye yazarlarını ve şairlerini de edebi olarak tescillediğini sanıyor. Yayıncı birlikleri de -üyelik anlamında- yayın sayısını, yayınevi sayısını ve yayınevlerinin kârlarını arttırdıkça, edebiyatın gelişiminde aynı oranda bir katkı oluşacağını düşünüyorlar filan… 19. yüzyıldan beri bir “iktisadi çerçeve” oluşturmaya çalışıyorlar edebiyat ve şiir için… Bu çerçeveyi, aslında, devlet düzeneği de istiyor: Modellenebilir, kontrol edilebilir, denetlenebilir, ödüllendirilebilir ve tabiî ki cezalandırılabilir bir “edebiyat çerçevesi” istiyorlar… Dilin, kültürün, edebiyatın ve tahayyül gücünün sınırlarını belirlemek istiyorlar. Tüm bu melanet fotoğrafına karşı yeni nesil dijital platformların özgürlük adına kullanılması ve Creative Commons lisansı, senin de bahsettiğin mevcut kısıtlarına rağmen çok önemli bir yolculuk… Kurtuluş patikasına “büyük bir adım” olarak görüyorum bunu ben… Ece Ayhan’ın hayatından biliyorum, sıkı şiirin ve sahici edebiyatın bu topraklarda, bir iktisadı ya da maliyesi yoktur. Mülkiyesi de yoktur! İktisadi kapsamda çok açık söylüyorum ki devletle bir işi de yoktur, olamaz da. Çünkü -dilbilimsel açıdan bakıldığında- yazılı kültürün okuyucusu veya sözlü kültürün dinleyicisi, bir meta tüketicisi türü değildir. Yaşamın tözünü kavramaya ve bu tözün gelecek salınımlarını tahayyül etmeye çalışan insanlardır sadece… Sahici insanlık diyelim buna: İktidarı ve gaddarlığı yok eden bir dilin nasıl örüldüğünü anlamaya, görmeye, zihninde resimlemeye, imlemeye çalışan sahici bir insanlık… Geleceğin dilini, yaşamın tözünü ve hakikati zihninde yerlemlemeye çalışan bir insanlıktır bu… Ben bu noktada hem içerik, hem birliktelik hem de dağıtım anlamında Kendi Yayınları’nı ve katılımcı derlemelerini de çok önemsiyorum. J. D. Salinger’ın öyküleri, Hüseyin Cöntürk’ün mektupları“Ahiku Dünya” ve “Kızlı-Erkekli” bütünsel açıdan önemli çatkılar… Çok önemli bir şeyi ve alt-kırılımlarını öğrenmek istiyorum: Kendi Yayınları’nın vizyonu, uzgörüsü nedir? Benimsediği, savunduğu ve taşıyacağı temel değerler nelerdir? Hem içerik hem de teknik açıdan soruyorum bu soruyu…

E.İ.C.: Şu ifade Kendi Yayınları’nın mevcut durumunu doğru biçimde açıklıyor: “Kendi Yayınları telif sahiplerinin kendi eserlerini yayımlayabilmesi için oluşturulmuş ne idüğü belirsiz bir platformdur.” Bu bir tembelliğin de ifadesi aslında: Yayınevini kurmadan önce vizyon ve değerler üzerinde çalışıp bunları en baştan ilân etmektense, işleri zamana bırakıp bu sorunlarla yeri gelince, gelirse eğer, ilgilenmek gibi pratik bir düşünce yatıyor gerisinde. Değerlerin ilân edilmemiş olmasıyla var olmaması aynı şey değil elbette; Kendi Yayınları her kitabın sorgusuz yayımlanacağı bir yer değil. Ama yayınevinin kimliğinin oluşturulması konusunda kendini belli eden acil bir ihtiyacın varlığından söz etmek de zor. Dolayısıyla, şu aşamada, yayınevinin etkinliği daha çok kişisel yatkınlıklar tarafından belirleniyor (söz gelimi, şiir konusunda girişken olmamasının nedenlerinden biri bu). Bunun değişmesi, Kendi Yayınları’nın yayın kuruluyla, editör kadrosuyla dört başı mamur bir yayıncı olması istenmeyecek şey değil, ama bunun için ortada bir ihtiyaç olduğundan pek emin değilim henüz.

Z.Y.: Ben öyle düşünmüyorum. En basitinden, bendeniz Zafer Yalçınpınar özel bir ihtiyaçla Kendi Yayınları’nın kapısını tıklattı: Basılı, kâğıttan yayıncılık ortamının ihtiva ettiği editöryal kırıtışların, yalancılığın, ticarileşmenin, ödüllendirme düzeneklerinin, eskimiş ve yanlış tanımlanmış süreçlerin ve en hafif deyimiyle “çeteleşmiş” oligarşik mevcudiyetin kötücül statükosunda yer almak istemiyordum ve Çalmayan Şiir‘le birlikte Kendi Yayınları’na geldim. Bugün düğmeye bassak, demin saydığım nedenlerle Kendi Yayınları’na gelecek hatırı sayılır yazar ve şairler olduğunu biliyorum. Son olarak, Ulus Baker’in önemli bir metnini yayımladı Kendi Yayınları… Söyleşimizi, Ulus Baker’in bu metninin yayım süreciyle ilgili sizden bilgi alarak noktalamak istiyorum.

E.İ.C.: Kendi Yayınları’nın dijital yayıncılık içinde özgür bir adacık oluşturması, tartışan, eleştiren, üreten bir kolektife dönüşmesi benim hayal etmeye bile çekindiğim bir şey. Ama ‘Çalmayan Şiir’i yayımlama deneyimi bu konuda umutlu olmak gerektiğini düşündürüyor. Yürekledirici sözleriniz için teşekkürler. Ulus Baker’in kaleme aldığı Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme, bana kendini sık hatırlatan bir eser. Sanırım her şeyden çok o nedenle düzgün bir dijital kopyası olsun istedim. Basılı kopyasını isteyenler Ege Berensel’in İletişim Yayınları için derlediği “Dolaylı Eylem” kitabını edinebilirler. Bir de Ulus Baker’i anmak, onu yeniden hatırlamak için. Dahası, bu küçük kitabın, Ulus Baker’i tanımayanlar için iyi bir tanışma aracı olacağını düşünüyorum. Sosyal medyada şimdiye dek kitaba gösterilen ilgi son derece olumlu… Bitirirken, bu güzel söyleşi boyunca gösterdiğiniz sabır için teşekkür etmek istiyorum.

Z.Y.: Asıl ben teşekkür ederim. Kendi Yayınları’nın yolculuğunun sonsuz olmasını diliyorum.

13.11.2014


Oca
08
2015
0

Başlangıç Olayı

(…)

Şiir olayı; şiirde olay; şiirde olaylar… Şair için olay; şair için olayın okurda olay olarak sınanması; bu olayın zorunlu kıldığı yanıt; yanıtın kendisinin olay olma olasılığı… Olay: bir “karşılaşma”da yaşamsal bir yeğinlik artışı…

Dağlarca’nın şiiri, doğum an’ında, kendini bir olay şiiri olarak, olaysal bir şiir olarak açığa vuruyor. Olay, burada çoğul bir olgu: olay çokluğu olarak olay. Dolayısıyla bir parçalanma: olay “kapsayan” şiir, parçalıklı bir şiir… Olayın, olayların bir evrenselliği yok: şair için olay, okur için olay olmayabilir; okur için olay, şair için “güçsüz” bir olay olmuş olabilir… Olay, bir tekillik türü; okurun metinle karşılaşmasında en az iki tekillik var: o an’ki şairin tekilliği, o an’ki okurun tekilliği -bağ durumunda, ki bağın kendisi de o an’lık, tekil…

(…)

Ahmet Soysal
“Dağlarca: Başlangıç Olayı”
“Aç Yazı” Dergisi, Sayı:1, Norgunk Yay., Aralık 2014

Ara
20
2014
0

Yeni: Dergi: “Aç Yazı”

acyazi

Yeni: Dergi: “AÇ YAZI”
Aralık, 2014

“İlk sayısı yayımlandı…”
Bkz: https://norgunk.com/ac-yazi/ac-yazi-01

*

Ara
18
2014
0

Buluntu-Söyleşi: “İlhan Berk ile ‘Köroğlu’ Üzerine…” (1955)

korogluberk2

“Köroğlu”, İlhan Berk
Dost Yayınları, 1955


“Sanatlar” Dergisi’nin 1955 yılında yayımlanan 3. sayısında, İlhan Berk’in ilginç bir “konuşma”sına rastladım. Necdet Eruygur tarafından gerçekleştirilen bu “konuşma”da İlhan Berk, “Köroğlu” adlı üçüncü şiir kitabına ilişkin çeşitli soruları cevaplamış. Konuşmanın tam metnine https://bit.ly/korogluilhanberk1955 adresinden ulaşabilirsiniz.

İyi okumalar dileriz.


 

korogluberk

“Köroğlu” adlı kitabın arka kapağında yer alan İlhan Berk portresi. (1955)

*


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “İlhan Berk” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Ara
10
2014
0

İfşaatı durduramadılar…

uvercinka2

Şu 50-60 yıldır süren edebiyat ödülleri ve kapitalizmin ödüllendirme sistematiği meselesinde, yıllardır aynı kötücül zihniyet, aynı profildeki tavukları, aynı yemlerle yemliyor, sonra da o yemlediği tavukları -itinayla- yoluyor, paketleyip piyasaya sunuyor… Ortada bir sürü ödüllü tavuk var/oldu yahu! Eh, tarihin, edebiyat tarihimizin bu kadar tavuğu, ödül arzını veya sistematik tavuk üretimini kabul etmeyeceği de aşikar… (Ödülsüz şair, yazar filan çok az, yani “ödülsüzlük” daha değerli hale geldi.) Nihayetinde, insanlarda göz var, izan var; mızrak çuvala sığmıyor. (Zavallı okurumuz, en azından, sayı saymayı, parmak hesabını filan biliyor, bilir!) İşte bu noktada, geçtiğimiz yaz aylarında, Taylan Kara ortaya çıktı, sıkı bir analiz-eleştiri getirdi ve edebiyat ödüllerinin mezalim ortamı ifşa oldu: Sahici bir insan, Taylan Kara, “Türkiye’de Edebiyat Ödülleri Nasıl Verilir” (https://www.gunzileli.com/2014/06/30/taylan-karaturkiyede-edebiyat-odulleri-nasil-verilir/) başlıklı ve son derece önemli bir yazı kaleme aldı. Yazı yaygınlaştı; mesele büyüdü. Bu sefer, “Yeni Sinsiyet” adını verdiğimiz “gizli” tipoloji, bu mezalim durumun ifşaatını önleyemedi de… Taylan Kara’nın ifşa ettiği mezalim ortamının ayrıntıları, internetten, gazetelerden, televizyon programlarından tutun da Cemal Süreya Derneği tarafından yayımlanan “Üvercinka” dergisinin 2. sayısına kadar yansıdı: https://www.aydinlikgazete.com/kultursanat/edebiyatta-tesvik-ve-odul-mafyasinin-kodlari-uvercinkada-h58316.html

Hoşuma gidiyor böylesi olaylar…

Çünkü “bu daha başlangıç”, mücadeleye devam…

 

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com