Babil filmiyle dünyanın dört bir yanını dolaştıktan sonra çok yönlü, parçalı, geçişli anlatım tarzını yeterince ele aldığımı düşünmeye başlamıştım. Bugüne kadar yaptığım tüm filmler, farklı bir dilde, farklı bir ülkede çekilmişti. Babil’in çekimlerinde o kadar bitkin düşmüştüm ki, bir sonraki filmimi tek karakterli, tek bakış açılı, tek şehirde, tek anlatıcıyla ve kendi dilimde çekeceğime dair kendime söz verdim. Biutiful bugüne kadar yapmadığım bir şey, benim için keşfedilmemiş bir tür olan trajedide, anlatıyı karakterlerin belirlediği düz bir hikâye.(…) Müzikten bir benzetme yapmak gerekirse, Babil bir operaysa, Biutiful bir ağıttır. Ve buradayım işte. Bana göre Biutiful bu hayattaki kısa varlığımızın bir yansıması. Bir yıldızın parlayıp sönmesi kadar kısa olan varlığımız, ancak ölüme yaklaştığımızda kısalığını bize belli eder. Kısa süre önce kendi ölümümü düşündüm. Ölünce nereye gidiyoruz ve neye dönüşüyoruz? Uxbal’ın karşı karşıya olduğu zamana karşı bu azap dolu ve baş döndürücü yarış böyle bir şey. Bir insan hayatının son günlerinde ne yapar? Kendini yaşamaya mı, ölmeye mi adar? Ben ölüm hakkında bir film yapmakla ilgilenmiyordum, benim istediğim hayatımızı kaybetme durumu ortaya çıktığında bunun hayatımıza yansımasıyla ilgili bir film yapmaktı.(…) Benim için bir film, belirsiz bir şeyle başlar, bir sohbetin bir bölümü, araba camından bir anlık görünen manzara, bir ışık parıltısı ya da bazı müzik notaları. Biutiful 2006 yılında soğuk bir sonbahar sabahında başladı. Çocuklarımla birlikte kahvaltı hazırlıyorduk ve rastgele bir CD koyup Ravel sol majör piyano konçertosunu dinlemeye başladım. Birkaç ay önce aynı Ravel piyano konçertosunu, Telluride Film Festivali’ne Los Angeles’tan ailece arabayla giderken çalmıştım. Four Corners bölgesinin manzarası nefes kesicidir ve Ravel eseri bittiğinde iki çocuğum da aynı anda ağlamaya başladı. Bu eserdeki melankolik özellikler, hüzün duygusu ve güzellik onlara yoğun duygular yaşatmıştı. Çocuklarım buna bir türlü anlam veremiyordu. Sadece hissetmişlerdi. O sabah yeniden Ravel piyano eserini duyduklarında, ikisi de CD’yi kapatmamı istedi. Duygusal etkiyi ve müziğin onlara yaşattıklarını çok net hatırlıyorlardı. Aynı sabah kafamda bir karakter belirdi ve “Hola, benim adım Uxbal” dedi. Sonraki üç yıl boyunca hayatımı onunla geçirdim. Ne istediğini, kim olduğunu, nereye gittiğini bilmiyordum. Dünyayı hafife alan ve çelişkilerle dolu biriydi. Dürüst olmak gerekirse, onu nasıl sunacağımı ve hikâyesini nasıl bitireceğimi biliyordum. Evet, elimde başlangıç ve son vardı. Bir gün Barcelona’da el Raval bölgesinde dolaşırken her şey anlam kazandı. Uxbal’ın buraya ait olduğunu anladım.(…) Biutiful projesine başladığımdan bu yana, Uxbal rolü için aklımda hep Javier Bardem vardı. Başka hiç kimse o karakteri onun kadar iyi ortaya çıkaramazdı. Onsuz bu filmi yapamazdım çünkü bana göre sadece o Uxbal’dı. Yıllarca Javier ve ben birlikte çalışma girişimlerinde bulunduk. Onun karakterinin, bizi sette birleştirecek olan şey olduğunu düşündüm. Benim aktörlerle çalışma tarzım ve sürecim pek kolay değildir. Kendimi her projeye tamamen veririm ve aynı şeyi tüm aktörlerden beklerim. Mükemmellik ve mükemmellik olarak algıladığım şeyler konusunda takıntılıyım. Fiziksel ve duygusal olarak zor bir süreçtir. Javier’i projeye katmak aç ve susamışları bir araya getirmek gibiydi… ve ikimiz de ihtiyaçlarımızı gidermek istiyorduk. Javier hem olağanüstü bir oyuncu hem de eşsizdir. Bunu herkes bilir. Kendini olabildiğince hazırlar ve karakteri hakkında sürekli notlar yazar. Kararlı, yoğun ve mükemmellik konusunda takıntılıdır. Ancak Javier’i esas özel kılan şey, ağırlığı, içsel hayatı yansıtma konusunda güçlü yetenekleri sayesinde beyazperdedeki güçlü varlığı. Bu öyle öğrenilecek bir şey değil. Buna ya sahipsinizdir, ya da değilsinizdir.
Alejandro Gonzalez INARRITU
https://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=16886436
Oca
31
2011
31
2011
“Barcelona’da el Raval bölgesinde dolaşırken her şey anlam kazandı.” (A. G. INARRITU)
Yorum yapılmamış »
RSS feed for comments on this post.
Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com