Büyük Saat‘in evrendeki tik-tak seslerini duyanlar için… Turgut Uyar‘a saygıyla… özel bir yeniden-yazım projesi gerçekleştirdik. Projenin tam metnini https://www.dumensiz.net/yeniden-yazm adresinden okuyabilirsiniz.
(Bu özel projede beni yalnız bırakmayan Cem Onur Seçkin‘e çok teşekkür ederim.)
“(…)Her şeyden önce Yavuz Çetin’i “sıkı gitarist” yapan şeyin ondaki eşsiz “tuşe” olduğunu -tüm ağırlığıyla- ortaya koymalıyız. Tuşe; bir şarkının, bir melodinin ya da bir müzikal tipolojinin ruhunu/özünü dinleyiciye aktarabilmedeki ustalıktır. Bir tür içtenliktir. Senelerini gitar tekniğini güçlendirmekle harcamış biri, evet, her türlü şarkıyı çalabilir, gitar üzerinde her türlü akrobasiyi yapabilir, fakat çaldığı şeyin ruhunu içselleştiremeyip ömrü boyunca tuşesiz bir gitarist olarak kalabilir de… Böylesine sportmen bir gitaristin çaldığı her şey saman gibi gelir dinleyiciye. Yavuz Çetin ise bastığı her notayı içselleştirebilen nadir gitaristlerdendi. 1998 yılının kış aylarından birinde Yavuz Çetin’in “İLK” adlı albümünü “ilk” kez dinlediğimde, albümü hemen beğenmemin nedenlerinden biri de -sanırım- bu güçlü tuşeydi. Özellikle de şarkılardaki blues rifflerinin zamanlamasından, yerlemlerinden ve şarkının armonisine pürüzsüzce eklemlenebilmiş olmalarından dolayı çokça etkilenmiştim. Albümü defalarca dinledim ve albümdeki dinginliğin nasıl olup da bu kadar “enerji dolu” olduğunu, olabildiğini düşündüm, durdum. Hatta bu kimyayı -kendimce- matematiksel (modal/makamsal) olarak hesaplamaya bile çalıştım. O zamanlar cevabı bulamamıştım fakat şimdi, bugün, özellikle de gitar için düşündüğümüzde bu sorunun cevabının Blues Ruhu’yla açıklanabileceğini biliyorum.(…)”
Ece Ayhan bir belediye şairi değildir! Detaylar için tıklayın…
“Şairlere ödüller verileceğini duyunca, şunları düşündüm: Demek
yasalar da yetmemiş, ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor.
Hoşgörünün törel ve yasal sınırlarını paramparça ederek aşmış bir
düşünceyi köşeli bir büyük ayraca, paranteze alacaklar. Alırlar! Daha
dün, yaşayan şiir denince elleri tabancalarına giden adamlar,
müessesenin küçük hisseli ortakları, şairlere iki paralık değer
vermeyenler, gözlerinde tek bir şiir yaşatmayan kalem efendisi kentliler
oturmuşlar, düşünmüşler, taşınmışlar, açık baskılar, gizli
engellemeler yanında, böylesi bir Chester taslağını sunmuşlardır.
Tarihten,
kendi tarihimizden biliriz ki, kardeşlerini az önce boğmuş bir
padişahın bile elinde uzak ve kokusuz bir gülle yaptırdığı
minyatürleri, çağdaş padişahların ise basına dağıtılmak üzre çocuklarla
çektirdikleri birçok fotoğraf vardır. Şimdi çocuklar ve güller dahi yüz
vermedikleri için olsa gerektir, ‘müesses ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor’. Bunun böyle olduğu aydındır. (Ece Ayhan)
(…) Başka ne olabilir ki! Beni kafakola alamıyorlar. Şu anda bile -ki 60 yaşındayım- kafakola alamıyorlar. Bir beklentim yok. Bir şey istemiyorum. Ev istemiyorum, rüşvet istemiyorum, para istemiyorum, ödül istemiyorum. Bu güne kadar ödül almayan tek adamım ben. (Ece Ayhan)
Ece Ayhan‘ın adını kullanarak kurulmaya çalışılan ödül düzeneklerine karşıyız! Önümüzdeki günlerde bize bağlı tüm platformlarda, İyi Parti’li Eceabat Belediyesi’nin iğreti girişimine yüksek sesle ve ayağa kalkarak cevap vereceğiz! (Bu iğreti girişimi planlayanları, bu kötücül düzeneğe ortak olmaya ve katılmaya çalışanları tek tek tespit ediyoruz, takip ediyoruz, araştırıyoruz!)
Çünkü;
1) Ece Ayhan yaşamı boyunca ödüllendirme mekanizmalarına karşı durmuştur, kendi dönemindeki şairler arasında ödül almayan tek kişidir ve Türk Şiiri’nin zirvesidir!
2) Tüm ödüllendirme mekanizmaları hakikat yolundaki kalb ve vicdan arayışından uzakta konumlanan “kötülük dayanışması” tarafından tasarlanmıştır, sonsuz kötücüldür, yozlaşmıştır ve kandırmacalıdır!
3) Türkiye’de “belediyecilik” dediğimiz şey -en büyüğünden en küçüğüne- aşırı siyasallaşmış bir rant kapısıdır ve yerel yönetim alanında konumlanmış klasik bir statüko bileşenidir.
Ece Ayhan’ın adının ve edebiyatının bu kötücül düzeneklere alet olmasına izin vermeyeceğiz!
Bülent Ortaçgil, müzikle geçen 50 yılı, “Elli buçuk” adlı yeni albümü ve verdiği konser serisi ile kutladı.
(…) Aslı Barış: Size ‘kent ozanı’ ya da ‘şarkı şairi’ deniyor. Ne düşünüyorsunuz lakaplarınız hakkında? “Hangisi Hayat” şarkısında sorunuzun birini, “Ortaçgil der ki bu ne iş?” diye soruyorsunuz. Kendinizi bir ozan olarak görüyor musunuz?
Bülent Ortaçgil: “Şarkı Şairi” tanımını seviyorum. “Ortaçgil der ki bu ne iş” dizesini halk ozanlarına gönderme olsun diye, mahlas gibi kullandım. Kendimi şair olarak değil de şiiri şarkılarda kullanan biri olarak görüyorum. Şiir şarkı sözünden çok çok daha özgür…
A.B.: Pandemi döneminde birçok sanat dalı gibi müzik de bu dönemde yara aldı. Belki de bazı sektörlere göre daha fazla… Albümün akabinde bir konser serisiyle Türkiye’nin muhtelif yerlerinde izleyiciyle buluştunuz. Nasıl değerlendirirsiniz izleyicinin ruh halini?
B.O.: Pandemiyi herkes ilk defa yaşadı. Her sektör için zordu, bizler için daha da zor. Aslında pandemi bitmedi, şimdilik öldürücülüğünü kaybetti sadece. Ne var ki bizler öyle bıktık ki yeniden ciddiye almak istemiyoruz.
A.B.: Müzikteki dijitalleşme hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugünlerde pek çok platformda müzisyenler kolaylıkla dinleyici ile buluşabiliyor. Ama algoritmaların yönettiği dinamiklerle bir türlü buluşamayanlar var. Nasıl değerlendirirsiniz bu durumu?
B.O.: Müzik yapmak, kayıt etmek ve yayınlamak kolaylaştı ve ekonomik olarak ucuzladı, bu iyi bir şey. Ama müzisyen becerisine de sekte vurdu. Biz bile kayıt yaparken bir iki hata için başa dönmeyip, “öteki kayıttan alıverirsin” diyoruz teknisyenlere. Ayrıca her ses birbirine benzer ve sentetik oldu. Bırakın ender kullanılan enstrümanları, davulu bile makinalara çaldırıyoruz… Müzikte dijitalleşme derin konu birkaç satırlık bir iş değil. Müzisyenlerin yanı sıra teknik adamların sosyologların daha çok tartışmaları gerek. (…)