Tem
29
2013
0

Futuristika: “Gezi Direnişi” Derlemi

Futuristika taifesinin Gezi Direnişi Derlemi’ne https://www.futuristika.org/gezi/ adresinden ulaşabilirsiniz. (Sıkı bir derleme olmuş…)

Tem
29
2013
0

Kitap: “Direnişi Düşünmek: 2013 Taksim Gezi Olayları”

direnisidusunmek

bkz: https://www.idefix.com/kitap/direnisi-dusunmek-2013-taksim-gezi-
olaylari-kolektif/tanim.asp?sid=KEZL53MGLD2DUM94HYLO

İstanbul’da doğan bu toplumsal hareket korkusuzca desteklenmelidir ve yine bu nedenle bu hareket direnmekle yetinmemelidir: Bilgilerin ve bir taraftan tinsel olana çağrıda bulunup diğer yandan tüm tinsel hayatın yıkımını hızlandıran bir iktidarın temel zafiyetinin altını çizen zihnin savunusu için bir söylem geliştirilmelidir.
-Bernard Stiegler-

Ölüm, hayata dayanamaz. Karanlık, ışığı hoş görmez. Kış soğukları, baharın gelişinden nefret eder. Fakat hiçbir oyun oynanmadı, hala hiçbir şey kaybedilmedi. Boğaz’ın akıntılarına kan dökülmüyor. Her şey hala mümkün. Her ne olursa olsun bir gün bahar kışa üstün gelecek. Her ne olursa olsun Taksim 2013 halkların hafızasında kazınmış olarak kalacak.
-Jacob Rogozinski-

Somut olarak bir ayaklanma biçimini taşıyan garip deney, varlığını sürdürmekte ve gelecek günlerde, haftalarda, hatta aylarda da sürdüreceğini göstermektedir. İnsanlar, sokağa çıkmanın zor olmadığını anladılar. Birlikten güç doğduğunu, ve büyük kitlesel güç karşısında iktidarların sarsıldığını gördüler. Bununla birlikte, umulur ki düşünmeye başladılar. Politik düşünce, neyin istendiğini formüle etmektir.
-Ahmet Soysal-

Protestoları Müslüman sessiz çoğunluk tarafından desteklenen İslamcı otoriter düzene karşı seküler sivil toplumun ayaklanması olarak sınırlandırmamak elzemdir: resmi karmaşıklaştıran şey protestoların anti-kapitalist tepkisidir (kamusal alanın özelleştirilmesi) -Türk protestolarının temel ekseni, otoriter İslamcılık ile kamusal alanın serbest piyasacı özelleştirilmesi arasındaki bağdır. Bu bağ, Türkiye konusunu çok ilginç ve etki alanı geniş bir hale getiriyor.
-Slavoj Zizek-

Eğitimli gençlik kendisini tarihsel bir ayaklanmanın diğer potansiyel aktörlerine yaklaştıran yolu yaratmalıdır. Kendi toplumsal varoluşunun ötesinde hareketinin coşkusunu taşımalıdır. Geniş halk kitlelerinin yanında yaşamanın ve yeni politikanın pratik buluşlarını ve düşüncelerini onlarla paylaşmanın araçlarını bulmalıdır.
-Alain Badiou-

Bir tek halk düşünür kendini ve tek başına kendine doğru yürür.
-Jean-Luc Nancy-

Gezi’deki insan nedir, kimdir? Bu ortaklığın maddesini ve ruhunu nasıl düşünmeli? Şimdilik kesin olan tek bir şey var: bu insan, bu madde, bu ruh neo-liberal kapitalizmin dünyasındaki insan, madde, ruh değil. O halde çekinmeden söylenmeli: şimdi bizim görevimiz gelmekte olan bu insana, bu maddeye, bu ruha yer açmak. Onların birlikte vuku buluşunu/yer alışını düşünmek ve gerçekleştirmek. Yeni bir özgürlük rotası, yeni bir demokrasi haritası çizmek…
-Volkan Çelebi-

Olay, olur; gelmektedir, eli kulağındadır; beklenmezken beklenip asla gelmeyen godot’dur, mesihtir, gelir ve geçer, “yıldızın parladığı an”dır, “son bakışta aşk”tır, eylemdir. Gelir, ama geldiği bilinmez, bilinemez, hissedilir, sezilir, geldiğinde muhteşemliğiyle -yaşayanlarda, belleklerde, bilinçte, ruhta, tarihte- iz bırakıp gider. Yeterliliği, yetkinliği bundandır.
-Işık Ergüden-

Hayatları yaşanılmaz hale getirilen insanlar, kendilerini zaten kendilerine ait olan sokaklara atıp yaşanabilir hayatların mücadelesini vermeye başladılar.
-Gökbörü Sarp Tanyıldız-

Gezi olayı öncelikle özne merkezli politik yapılanmaların, başkanları ve amirleriyle özdeşleşen hiyerarşik iktidar kurgularının ve temsili demokrasinin timsali olduklarını iddia eden otorite figürlerinin karşısına lidersiz, heterarşik ve başkaları tarafından temsil edilmek yerine kendilerini sahneye koyan yeni bir örgütlenmeyle çıktı.
-Gökhan Kodalak-

Önümüzdeki yıllarda Türkiye siyasi hayatının ve demokrasisinin ne yöne gideceğini bilemeyiz fakat emin olabileceğimiz bir şey var ki o da Gezi Parkı Direnişi sonuçlandıktan sonraki süreçte de direnmenin devam edeceğidir. Yıllardır tepki göstermeyen, evlerine kapanmış, ekranlardan başını kaldırmayan insanlar bir şeyleri değiştirebileceklerini gördüler.
-Gizem Çıtak-

(Tanıtım Bülteninden)

Tem
28
2013
0

JJ Cale hayatını kaybetti.

JJ+Cale

“Eserleri birçok önemli isim tarafından yeniden söylenen, efsanevi müzisyen JJ Cale hayatını kaybetti. Kendi Facebook hesabından yapılan açıklamada sanatçının geçirdiği kalp krizi sonrası California’da kaldığı hastanede yaşamını yitirdiği söylendi. 1938’de Oklahoma’da doğan Grammy ödüllü müzisyen, ‘Tulsa sound’ denilen ve blues, rockabilly, country, caz etkileşimleriyle şekillenen türün de yaratıcıları arasında sayılıyordu. 1960’larda kendi kayıtlarında drum machine’i ilk kullanan isimlerden biri olarak folk etkisindeki akranları arasında farklı bir yere sahip Cale’in şarkıları seneler boyu birçok isim tarafından seslendirildi. Eric Clapton’ın ‘Cocaine’ ve ‘After Midnight’ı, Randy Crawford’un ‘Clyde’ı, Lynyrd Skynyrd’ın ‘I Got the Same Old Blues’u yeniden seslendirilen JJ Cale şarkılarından sadece birkaçı…”

Bkz: https://www.radikal.com.tr/kultur/jj_calee_veda-1143689

Tem
28
2013
0

#direnakademi bildirisi

Bkz: https://direnakademi.blogspot.com/

Gezi Direnişi sırasında polis şiddetini eleştirdiği için üniversite yönetimi tarafından hakkında soruşturma açılan Uludağ Üniversitesi Öğretim üyesi Dr. Timuçin Köprülü, sendikal çalışmaları nedeniyle eylül ayında Marmara Üniversitesi tarafından işten çıkarılma tehdidi ile karşı karşıya bırakılan Eğitim-Sen İstanbul 6 Nolu Şube Yürütme Kurulu üyesi Dr. M. Meryem Kurtulmuş, Yeditepe Asistan Dayanışması ile güvencesizliğe karşı mücadele eden ve üniversite yönetimince işlerine son verilen Yeditepe Asistanları ve baskıya maruz kalan tüm öğrenci, öğretim elemanı ve üniversite çalışanı için kaleme alınan imza metninde 363 imzaya ulaşıldı. İmza kampanyasına dünyaca ünlü ve Nobel adayı öğretim üyesi Prof.Dr. Daron Acemoğlu da destek verdi.

 

Basına ve Kamuoyuna

Yrd. Doç. Dr. Timuçin Köprülü, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin bir mezunu olduğu gibi akademik hayatına yine Ankara Hukuk’ta başlamış, doktorasını bu fakültede tamamlamış ve bilim dünyasına olduğu kadar bu fakülteye de çok değerli katkıları olmuş kıymetli bir akademisyendir.
Timuçin Köprülü şu anda çalışmakta olduğu Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin mezuniyet törenine üzerinde “Diren” yazılı bir tişörtle katılmış ve şu şekilde bir konuşma yapmıştır:

“Sayın konuklar,

Ben bu öğrencilerin üç sene derslerine girdim. Ceza Genel, Ceza Özel ve Usul derslerini benden aldılar. Üzerlerinde hakkım vardır o yüzden birkaç kelime söylemek istiyorum. Merak etmeyin uzun konuşmayacağım. Yalanın hukuk, hukukun da yalan olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Son zamanlarda ‘polisimiz destan yazdı’ deniyor. Gösterilerde insanların öldürülmesiyle, göstericilerin kör edilmesiyle, binlerce kişinin gaza boğulmasıyla, avukatların adliye salonlarında sürüklenerek dışarı çıkarılmasıyla, ÇHD’li avukatların tutuklanmasıyla destan falan yazılmaz. Asıl destanı bu çocuklar yazmıştır. Teşekkürler”.


Uludağ Üniversitesi yönetimi Köprülü’nün bu konuşması ve üzerinde “Diren” yazan tişört giymesi dolayısıyla soruşturma açmıştır. Bu soruşturma ile Uludağ Üniversitesi yönetimi, 12 Eylül’ün bir ürünü olan, üniversite – bilim ve demokrasi karşıtı yükseköğretim mevzuatına ve kültürüne dayanarak, ifade özgürlüğüne ve akademik özgürlüğe açık bir saldırı gerçekleştirmiştir. Bu saldırının muhatabı yalnız Timuçin Köprülü değil, tüm bilim insanları, tüm akademisyenler, tüm üniversiteliler, özgür bilim ve eleştirel düşüncedir. Ayrıca bu soruşturmadan bir süre önce Yeni Akit – Habervaktim denilen provokatif yayın organı daha önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim elemanları hakkında yürüttüğüne benzer bir kara propagandayı Köprülü hakkında da yürütmüştür. Görülen odur ki, Yeni Akit hedef göstermiş, Uludağ Üniversitesi yönetimi de “gereğini” yapmıştır.
 

Bizler aşağıda imzaları bulunan öğretim elemanları olarak meslektaşımız Köprülü’nün konuşmasının altına imzamızı atıyor, aynı konuşmayı sahipleniyor ve tekrar ediyoruz. Ayrıca üniversitemizde yürüttüğümüz derslerde, katıldığımız toplantılarda ve her tür akademik ve idari görevde, üzerinde “#Diren”, “#DirenİfadeÖzgürlüğü”, “#DirenAkademikÖzgürlük” yazan tişört ve rozetlerimizle bulunmak da dahil olmak üzere her tür araçla bu hukuksuzluğu ve saldırıyı ifşa edeceğimizi kamuoyuna ve ilgili makamlara deklare ediyor; Uludağ Üniversitesi yönetimini kınıyor ve uyarıyoruz.

Ayrıca Gezi Direnişi dolayısıyla başlatılan “cadı avı”, her türlü mobbing, baskı, sürgün, soruşturma, gözaltı, tutuklama, işkence ve hukuksuzluk karşısında yılmayacağımızı, direneceğimizi, emekten ve demokrasiden yana tavır alacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz. Bu vesile ile demokratik üniversite, akademik özgürlük ve “güvenceli iş güvenceli gelecek” mücadelesinde aldıkları sorumluluklar nedeniyle işten çıkarılan Yeditepe Üniversitesi araştırma görevlileriyle, ataması hukuka aykırı bir biçimde 6 ay süre ile uzatılan ve Eylül ayı itibariyle işsiz kalma tehdidiyle karşı karşıya bırakılan Marmara Üniversitesi Öğretim Elemanı Dr. M. Meryem Kurtulmuş ile, ve yükseköğretim kurumlarında eleştirel ve muhalif düşünceleri, akademik çalışmaları, politik ve sendikal faaliyetleri sebebiyle baskıyla ve hukuksuzlukla karşı karşıya kalan tüm öğrenciler, öğretim elemanları ve üniversite çalışanları ile dayanışma içinde olduğumuzu duyuruyoruz.

Saygılarımızla.

Bkz: https://direnakademi.blogspot.com/

Tem
27
2013
0

31 Mayıs

“31 Mayıs” by Zy

*

Ayrıca bkz: kendini anlatan

Tem
27
2013
0

Direniş ve Dunning-Kruger Sendromu (Nurettin Abacıoğlu)

Bkz: https://haber.sol.org.tr/yazarlar/nurettin-abacioglu/direnis-ve-dunning-kruger-sendromu-76955

Dunning-Kruger Sendromu’nun Türkçesine bakarsanız, “cahil cesareti” veya “kifayetsiz muhteris eyyamcılığı” demeye denk geliyor.

Gündelik yaşamda birileri bakımından ne çok da karşılaştığımız bir manzara. Akademisinden, yargısına, devlet bürokrasisindeki anlı şanlı makam sahiplerinden, milleti temsil edenlere, sıra sıra ve sırım gibi rastlanıyor. Ahalinin içinde de, bu olmazsa olmazlardan gani bulunmakla beraber, tulûat sahnesinde yer alanların önemine binaen sıradan vatandaşı gören çıkmıyor. (…)

Yazının tam metnine https://haber.sol.org.tr/yazarlar/nurettin-abacioglu/direnis-ve-dunning-kruger-sendromu-76955 adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
27
2013
0

Söyleşi: “Gezi Sansürü hakkında…” (25 Temmuz 2013)

Gezi direnişi özel sayısı ile basımı durdurulan NTV Tarih’in yayın yönetmeni Gürsel Göncü, yaşananları anlatıyor…

Bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=430876

Tem
27
2013
0

Bilim İnsanları Soruşturmaları Protesto Etmek İçin Mektup Yazdı…(25 Temmuz 2013)

Bkz: https://www.vistilefblog.blogspot.com/

Ekselansları ve Sevgili Baylar,
 
Altta imzaları olan bizler, Türk hükümetinin kentsel dönüşüm politikalarını protesto etmek ve insan hakları ve akademik özgürlükleri savunmak için yapılagelen eylemlere kendi akademik ilgilerini gösterdiler diye Prof. Veysel Batmaz ve diğer akademisyenlere verilen rahatsızlığı ve saldırıyı protesto ediyoruz.

Verilen bu rahatsızlığın iki boyutu olduğu görülüyor. Biri, dünyada adeta yegâne olarak adlandırılabilecek çok ender rastlanan protesto hareketlerinden biri ile kendi akademik kapasiteleri çerçevesinde ilgilenmeleri yüzünden Prof. Batmaz ve diğerlerine saldırılmasıdır. Bu mazur görülemez. Üniversite profesörleri sadece profesör değil aynı zamanda Cumhuriyetin vatandaşlarıdırlar. Vatandaş olarak, kendi hayatlarını da ilgilendiren meselelerde devlet otoritesine yandaş veya karşı sivil toplum hareketlerine destek vermeleri onların Anayasal hakları ve sivil sorumluluklarıdır. Bu destekleri yüzünden onlara rahatsızlık vermek, onları haklarından mahrum etmekten daha az bir şey değildir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki demokratik ilkeleri küçümsemek demektir.

Diğeri ise, eşit düzeyde endişe verici ve daha da fazla mazur görülemezdir. Bu da, öğretmen ve araştırmacı olarak öğretim üyelerinin faaliyetlerine haksız ve yersiz müdahaledir. Görüyoruz ki, Prof. Batmaz, ders konularının bir parçası olarak Taksim Gezisi eylemlerine katılmış olan öğrencilerine fazladan 20 puan vereceğini ilan etmesi nedeniyle sözel saldırıya uğramıştır. Prof. Batmaz’ın bilimsel alanı iletişim araştırmalarıdır. Bu tür bir ders değerlendirmesi uygulaması, hükümet karşıtı bir kışkırtmadan çok, antropolojik araştırmalarda “katılımcı gözlem” olarak adlandırılan bir uygulamaya öğrencileri teşvik etmek için çarpıcı bir uygunluktadır. Sadece uygun değil, aynı zamanda gerekli olan bir iletişim araştırmaları unsurudur. Böyle bir nedenle Prof. Batmaz’ı sorgulamak, onun, bir profesör olarak özgürlüğünü ve görevlerini sorgulamak demektir. Bu, aynı zamanda, onun akademik alanının neyi içerdiğini kınanacak şekilde bilmemek demektir.

Bu nedenlerle, akademisyenleri hedef almış olan bu yasalara aykırı provokasyona karşı Rektör Yunus Söylet’in cesur ve haklı duruşunun da farkında olarak, Cumhurbaşkanı ve yüksek öğrenim otoriteleri olarak sizleri bu sorgulamaları ve saldırıları durdurmaya; Prof. Batmaz ve diğerlerine, sadece sivil ve akademik haklarını kullandılar diye verilen rahatsızlığı sonlandırmaya nezaketle çağırıyoruz.

 
Saygılarımızla,
 
Arif Dirlik, Oregon Üniversitesi,
Emekli Knight Sosyal Bilim Profesörü, ABD
Roxann Prazniak, Oregon Üniversitesi, Clark Honors Koleji, Tarih Profesörü, ABD
Ravi Arvand Palat, Binghamton Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü, ABD
Henry Giroux, McMaster Üniversitesi, Global Televizyon Ağı-İngiliz Kültürel Çalışmalar Başkanı, Kanada
John Makeham, Avustralya Ulusal Üniversitesi, Asya ve Pasifik Koleji, Çin Çalışmaları Profesörü, Avustralya
John Brown Childs, Kalifornia Üniversitesi-Santa Cruz, Emekli Sosyoloji Profesörü, ABD
Kwai Cheung Lo, Hong Kong Baptist Universitesi, Profesör
Louise Edwards, University of Hong Kong Üniversitesi, Çin Çalışmaları Profesörü
Jack Qiu, Hong Kong Çin Üniversitesi, İletişim Profesörü
David Palmer, Hang Kong Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
Dianne Newell, British Columbia Üniversitesi, Tarih Profesörü, Kanada
Lindsay Waters, Harvard Üniversitesi Yayınevi (Harvard University Press), Direktör, ABD
Wang Xiaoming, Şanghay Üniversitesi, Kültürel Çalışmalar Profesörü, Çin Halk Cumhuriyeti
Ling-chi Wang, California Üniversitesi-Berkeley, Etnik Çalışmalar Emekli Profesörü, ABD
Kam Louie, Hong Kong Üniversitesi, Sanat Fakültesi Dekanı
Viren Murthy, Wisconsin Üniversitesi-Madison, Tarih Bölümü, ABD
Sebastian Veg, EHESS, Direktör, Paris
Harbans Mukhia, Jawaharlal Nehru Üniversitesi Eski Rektörü ve Tarih Emekli Profesörü,Delhi, Hindistan
Chris Connery, Kalifornia Üniversitesi-Santa Cruz, Profesör, ABD
Kris Olds, Wisconsin Üniversitesi-Madison, Coğrafya Profesörü, ABD
Liu Dong, Tsinghua Universitesi, Pekin, Ulusal Çalışmalar Profesörü, Çin Halk Cumhuriyeti
Uğur S. Aker, Hiram Koleji, Ekonomi Profesörü, ABD
Mahmut Hortaçsu, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fizik Profesörü, Türkiye
W. John Green, Latin American News Digest, Editör, ABD
Ruth Hung, Hong Kong Baptist Universitesi, Yrd. Doç.
QS Tong, Hong Kong Üniversitesi, İngilizce Okulu Profesörü
Imre Szeman, Alberta Üniversitesi, Kanada Kültürel Çalışmalar Araştırma Başkanı, Kanada
Wang Ning, Tsinghua Üniversitesi, İngilizce ve Kültürel Çalışmalar Profesörü, Pekin, Çin Halk Cumhuriyeti
K.P. Shankaran, Delhi Üniversitesi, St. Stephen’s Koleji, Emekli Doçent
David Bartel, CEFC, Hong Kong, Doktora Adayı ve Araştırmacı
W.D. Coleman, Waterloo Üniversitesi, Siyaset Bilimi Profesörü, Kanada
William Martin, Binghamton Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü, ABD
Dr. Ralph Weber, Zurich Üniversitesi, Kıdemli Araştırmacı ve Öğretim Görevlisi, İsviçre
Alexander Day, Occidental Koleji, Yrd. Doç., ABD
Carlos A. Forment, New School for Social Research, Sosyoloji Bölümü, New York, ABD ve San Martin Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Buenos Aires, Arjantin
Chang Kyung-sup, Seul Ulusal Üniversitesi Sosyoloji Profesörü, G. Kore
Evans Chan, Film Yapımcısı, New York/Hong Kong
Lau Kin Chi, Lingnan Üniversitesi, Kültürel Çalışmalar Doçenti, Hong Kong
Ana Maria Candela, Kalifornia Üniversitesi—Santa Cruz, Doktora Adayı, ABD
Pan Jiao, Minzu Üniversitesi, Antropoloji Profesörü, Pekin, Çin Halk Cumhuriyeti
Gary Y. Okihiro, Columbia Üniversitesi, Uluslararası ve Kamu İşleri Profesörü, New York, ABD
Ralph Litzinger, Duke Üniversitesi, Antropoloji Bölümü, NC, ABD
Allen Chun, Sinica Akademisi, Etnoloji Enstitüsü, Tayvan
Ibrahim Aoude, Hawai Üniversitesi, Etnik Çalışmalar Profesörü, ABD
Shaobo Xie, Calgary Üniversitesi, İngilizce Bölümü, Kanada
Ji-Hyung Cho, Ewha Üniversitesi ve Dünya Tarihçileri Asya Derneği Başkanı, Tarih Profesörü, G. Kore
Wang Hui, Tsinghua Üniversitesi, Çince Bölümü, Pekin, Çin Halk Cumhuriyeti
Tung-yi Kho, ARENA Araştırmacısı, Singapore
Ho-fung Hung, Johns Hopkins Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
Dongyoun Hwang, Soka Amerikan Üniversitesi, Asya Çalışmaları Profesörü, Tokyo, Japonya
Kuan-hsing Chen, Chiao Tung Üniversitesi, Profesör, Tayvan
Sven Trahulkun, Zurich Üniversitesi, Modern Asya Tarihi Profesörü, İsviçre
Nikky Lin, Ulusal Tayvan Normal Üniversitesi, Yrd. Doç. Edebiyat, Tayvan
Ya-chung Chuang, Ulusal Chiao Tung Üniversitesi, Doçent,Tayvan
Albert Hoffstadt, Klasik Edebiyat Uzmanı, Leiden, Hollanda
Stephen Yiu-wai Chu, Hong Kong Üniversitesi, Hong Kong Çalışmaları Programı Profesörü
Utsa Patnaik, Jawaharlal Nehru Üniversitesi, Emekli Profesör, Hindistan
Tem
25
2013
0

Ünlülerden “The Times” Dergisi’ne Gezi Parkı Mektubu

Batı’da sanat dünyasının en önemli isimleri arasında gösterilen çok sayıda ünlü, bugün İngiltere’de yayımlanan The Times gazetesine tam sayfa ilan vererek, Gezi Parkı’ndaki aşırı polis şiddeti nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirdi.

Bkz: https://www.radikal.com.tr/turkiye/unlulerden_erdogana_sert_mektup-1143237
Bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=430772

*

mektup

*

Bay Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Başbakanı

Ankara, Türkiye. Temmuz 2013

Sayın Bay Erdoğan,

Aşağıda imzası olanlar, bu mektubu sizin polis güçlerinizin İstanbul’da Taksim Meydanı ve Gezi Parkı ile Türkiye’nin diğer büyük şehirlerindeki barışçı gösterileri, Türk Tabipler Birliği’nin verilerine göre beş kişinin ölmesi 11 kişinin ayrım göstermeksizin biber gazı kullanımı nedeniyle gözünü kaybetmesi ve 8 binden fazla kişinin yaralanmasına neden olacak biçimde, zalimce bastırmasını en güçlü şekilde kınamak amacıyla yazıyoruz. Ancak, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın benzersiz bir şiddet kullanımıyla boşaltılmasından sadece günler sonra, tek suçları sizin diktatoryal yönetimine çıkmak olan bu beş ölüye aldırmadan, İstanbul’da Nuremberg Toplanması’nı hatırlatan bir miting düzenlediniz. Sizin hapishanelerinizde Çin ve İran hapishanelerindeki sayının toplamından daha fazla gazeteci var. Buna ek olarak, göstericileri çapulcu, yağmacı, holigan olarak nitelendirdiniz, hatta bu göstericilerin yabancıların yönlendirdiği teröristler olduğunu söylediniz. Oysa gerçekte, bu göstericiler sadece Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün öngördüğü şekilde laik bir cumhuriyet olarak kalmasını isteyen gençlerdi. Sonuç olarak, bir yandan ülkenizi AB üyesi yapmaya çalışırken, bir yandan Türkiye’nin bir Egemen Devlet olduğunu söyleyerek, AB liderleri tarafından size yönelik tüm eleştirileri reddediyorsunuz. Size 9 Ağustos 1949’da imzalanmış Konvansiyon uyarınca Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olduğunu, 18 Mayıs 1954’te Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nu imzaladığını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini tanıdığını saygıyla hatırlatıyoruz. Bunların sonucunda, beş masum gencin ölümüne neden olan emirleriniz, Strasbourg’da bir davaya dayanak teşkil edebilir.

Saygılarımızla…

İMZACI ÜNLÜLER

Türkiye’den Fazıl Say’ın da yer aldığı, “Başbakan Erdoğan’a açık mektup”un imzacıları şöyle:

ANDREW MANGO, Atatürk’ün biyografisinin yazarı
HUGO PAGE, Avukat
RONALD THWAITES, Avukat
DAVID LYNCH, Yönetmen “Mulholland Drive” filmiyle Altın Palmiye ödülü sahibi
SEAN PENN, Aktör/Yönetmen, “Milk” ve “Mystic River” filmleriyle Oscar sahibi
VANESSA REDGRAVE, Aktris, “Julia” filmiyle Oscar ödülü sahibi
SUSAN SARANDON Aktris, “Dead Man Walking” filmiyle Oscar ödülü sahibi
SIR BEN KINGSLEY, Aktör, “Gandhi” filmiyle Oscar ödülü sahibi
JAMES FOX, Aktör
FREDERIC RAPHAEL, Yazar, “Darling” ile Oscar ödülü sahibi
SIR TOM STOPPARD, Senaryo yazarı, “Shakespeare in Love” filmiyle Oscar ödülü sahibi
CHRISTOPHER HAMPTON, Senaryo yazarı, “Dangerous Liaisons” filmiyle Oscar ödülü sahibi
LORD JULIAN FELLOWES, Senaryo yazarı “Gosford Park” ile Oscar ödülü sahibi
VILMOS ZSIGMOND, Sinematograf, “Close Encounters of the Third Kind” ile Oscar sahibi
BRANKO LUSTIG, Yapımcı, “Schindler’s List” ve”Gladiator” ile Oscar ödülü sahibi
RACHEL JOHNSON, Yazar
EDNA O’BRIEN, Yazar
CHRISTOPHER SHINN, Senaryo yazarı
DAVID STARKEY, Anayasa tarihçisi
FAZIL SAY, Besteci-piyanist
LADY CHOLMONDELY, Chopin Society Başkanı
LORD MONSON, Yazar
LORD STRACHCARRON, Belgesel yapımcısı
DOWNSHIRE MARKİSİ, Toprak sahibi
JEREMY CORBYN MP, İşçi Partisi Milletvekili
EDMUND KINGSLEY, Aktör
IGOR USTINOV, Heykeltraş
MAURICE FARHI MBE, Yazar
JACK FOX, Aktör
CLAIRE BERLINSKI, Yazar
OONA CHAPLIN, Aktrist
FUAD KAVUR, Film yapımcısı

Tem
25
2013
0

haber: “Fenerbahçe taraftarından direnişe selam”

“Fenerbahçe’nin PSV Eindhoven ile oynadığı hazırlık maçında Şükrü Saraçoğlu tribünlerinden direnişe selam gönderildi. Taraftarlar sık sık, “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı attı.”

Bkz: https://haber.sol.org.tr/spor/fenerbahce-taraftarindan-direnise-selam-haberi-76953

Tem
24
2013
0

Matematik (Jules Supervielle)

cgfr4

Yeditepe Yayınları, Çağdaş Fransız Şiiri Antolojisi, Haz: Ahmet Necdet, 1959, s. 108

Tem
24
2013
0

Çirozname (Charles Cros)

cgfr8

Yeditepe Yayınları, Çağdaş Fransız Şiiri Antolojisi, Haz: Ahmet Necdet, 1959, s. 28

Written by in: Buluntular (Efemeralar) | Etiketler:
Tem
24
2013
0

Başbaşa (Pierre Reverdy)

cgfr7

Yeditepe Yayınları, Çağdaş Fransız Şiiri Antolojisi, Haz: Ahmet Necdet, 1959, s.126

Tem
24
2013
0

“Çağdaş Fransız Şiiri Antolojisi”nden Şair Portreleri: Verlaine, Rimbaud, Eluard, Tzara

cgfr1

Ahmet Necdet tarafından hazırlanan ve 1959 yılında Yeditepe Yayınları’ndan yayımlanan
“Çağdaş Fransız Şiiri Antolojisi”nden çeşitli şair portreleri…

 *

cgfr2

 *

cgfr3

 *

cgfr5

 *

cgfr6

Tem
22
2013
0

Ece Ayhan ve Leyla Erbil: “Öbür Dünyada Devam Eden Hesaplaşma”

28 Şubat 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi Haberi…
Bkz: https://webarsiv.hurriyet.com.tr/2003/02/28/254896.asp

“Şair Ece Ayhan’ın ölmeden önce yazdığı bir yazıda, yazar Leyla Erbil’le ilgili söylediklerine, Erbil, ocak ayında yayın hayatına başlayan Geceyazısı dergisinde cevap verdi. İki edebiyatçının kavgası, böylece öbür dünyaya kadar uzanan ilk edebiyatçı hesaplaşması oldu.

Geçen yıl ölen ünlü şair Ece Ayhan ile yazar Leyla Erbil‘in arasındaki polemik, Ece Ayhan‘ın ölümünden sonra da devam ediyor. Ece Ayhan‘ın ölmeden önce Kitap-lık dergisinin Temmuz-Ağustos 2001 tarihli 48. sayısında yazdığı bir yazıda, isim vermeden, ‘‘Rusya’ya kaçakçılık yaparak zenginleşen bir taka sahibinin kızı olan bu tuhaf kadın’’ şeklinde tanımlamasına Leyla Erbil Ocak ayında yayın hayatına başlayan Geceyazısı dergisinde cevap verdi. Erbil, Bir Kötülük Denemesi adını verdiği yazısında Tanrıçay olarak andığı Ece Ayhan’ın çevresindekileri nasıl tehdit edip onlara nasıl kötülükler yaptığını anlattı.

ERBİL’İ KIZDIRAN YAZI

İki ünlü edebiyatçının kavgalarının başlangıcı; Ece Ayhan‘ın, ‘Nurullah Ataç ya da Ata Beylerden ve Talihsiz Bir Şiir Sahtekarı’ başlıklı yazısında isim vermeden Leyla Erbil‘den şu şekilde söz etmesiyle başlamıştı: ‘‘Yine aynı tarihlerde Fikret Ürgüp elindeki dergiyle, Levent’te, gençliğinde bir ara Midillili olmuş ve Sait Faik’ten iğrendiği halde, ölünce Sait Faik’in son sevgilisi olduğunu ileri süren bir kadına giderek ‘Ben bir şair keşfettim’ diyor. Rusya’ya kaçakçılık yaparak zenginleşen bir taka sahibinin kızı olan bu tuhaf kadın Yeni Dergi’yi görünce ‘Aaa bu eski şair yahu!’ diyor.’’

12 Temmuz 2002’de hayata veda eden Ece Ayhan‘la hesaplaşmasını Geceyazısı’nda sürdüren Leyla Erbil, ünlü şairin nasıl dengesiz davrandığını, çevresindekilerin yardımlarıyla yaşamasına rağmen onlara nasıl kötülük yapıp cezanlandırdığını Bir Kötülük Denemesi adını verdiği yazısında anlatıyor. Erbil, yazısında Tanrıçay olarak andığı Ece Ayhan’ın bir gün kendisini ziyarete geldiğini, belindeki silahı sehpanın üzerine koyarak konuşmaya başlaması üzerine, sakin edici bir çayla onu etkisiz hale getirdiğini de söylüyor.

LEYLA ERBİL’İN YAZISINDAN

Ajan, keçi sakallı iblis!

‘‘Üstelik Tanrıçay’ın öyle kişilik bozukluklarına, çirkinliklerine tanık olmuştum ki, şiiri de gözümden düşmüştü. Gene üstelik şiirlerine öyle pek bayılanlardan değildim. Son ziyaretinde, onu övemememin sıkıntısıyla ama şiirine de haksızlık etmemek için bir öykü uyduruverdim. Kendimin söylemediğini bir başkasına söylettim: artık yaşamayan bir şair arkadaşımıza. Güya arkadaşım, bir gün bir şiiriyle koşa koşa gelmiş, bak yeni bir şiiriyle koşa koşa gelmiş, bak yeni bir şair keşfettim, müthiş! demişti, Tanrıçay için. Çok sevindi Tanrıçay, açık açık sevindi. (…)

Hem Fikret de Levent’teki eve gelip, senin için, ‘Bak çok iyi bir şair keşfettim’ falan dememişti o gün; ben seni o zamanlar insan sanıyordum, biraz mutlu olabilmeni, yatışmanı sağlamak için uydurdum o hikayeyi hahahay! Sevsinler! Ayol Fikret’in kendinden haberi yoktu ki başkasını keşfetsin. O Benli Belkıs’ı keşfetmişti son son! (…) Devlet misin sen ulan, seyyar ceza sömürgesi gibi gezinip durdun aramızda, kimsin sen, mit misin? Ajan provakatör! Utanmadın mı onca adamı süründürmeye devletin mahkemelerinde? Anarşistmiş, devlete ve tüm kurumlarına karşıymış! Hahahay. Gülerler adama… Öyleyse kimi kime şikayet ediyordun, ne arıyordun devlet kapılarında, kimleri dava ediyordun devlete ha! Haksız olduğunu bile bile yaptın bunları keçi sakallı iblis! Ben, Osman’ın, Cavit’in, Can’ın, Günay’ın, İbrahim’in, Cem’in, sana yardım edenlerin yanındaydım hep, musibetsiz mendebur, inadına sana da başkalarına da yardıma devam edeceğiz, inadına haberin de yokmuş yardım edildiğinin!… Altı yerde mahkemeye verdin Osman’ı, bezdirdin, insanları, bıktırdın!’ “

28 Şubat 2003, Hürriyet Gazetesi

***

4 Haziran 2009, Radikal Gazetesi, Necmiye Alpay
Bkz: https://www.radikal.com.tr/yazarlar/necmiye_alpay/iki_buyuk_etikci-939065

İkisi de 1931 yılında doğdular. İkisinin de ilk öyküleri 1956 yılında yayımlandı.
İlk kitapları 1959’da çıktı ikisinin de.
1968’de birinin ikinci, diğerinin üçüncü kitabı yayımlandı.
Ondan sonra ayrı yıllarda kitap yayımladıkları olduysa da, 1977’de ve 1997’de aynı yıla denk geldi yeni kitapları.
İkisi de edebiyatta, Arif Damar’ın deyişiyle bir “külliyen ret” anlayışında oldular. “Gelenekten yararlanmak” şöyle dursun, her tür “gelenek”ten devrim niteliğinde bir kopuşla ayrılmayı önemsediler; “gelenek”ten ancak kopulacak bir köhnelik olması yönünden yararlandılar. Bu tavrı dünya edebiyatında “modernist” başlığı altına yerleştirebiliriz, ama başka hiç kimsenin Ece Ayhan olmadığını ve başka hiç kimsenin Leylâ Erbil olmadığını, olamayacağını bilerek.
İkisinin de dilde retçiliği, daha geniş bir etik anlayışın bileşenidir: Diğer alanlar gibi dilin de altını üstüne getirebilmek için.
İkisi de eksiltili yazmıştır. Ece Ayhan çok daha eksiltili bir dil kullanıyorsa, bunun nedeni onun projektörlerini tarihe çevirmiş olmasıdır. Burada tarihten kasıt, toplumsal tarih ve bireylerin tarihidir. Uzun anlatı olarak değil, noktasal veri olarak tarih. Ece Ayhan, kendi seçtiği bireylerin tarihlerine noktasal projektörler tutup o noktaları bir araya getirerek yazmıştır şiirini. Değneğini yalnızca her tür verili tarihin dışladığı bazı gerçek kişi ve olgulara, ‘dünyanın lanetlileri’ne, ‘hayatın arka bahçesi’ne değdirdiğini, bu değmeleri ise herkesin anlayıp rahata ereceği bir bütün içinde dile getirmeyi reddettiğini söyleyebiliriz. Ece Ayhan’ın şiirlerini biçimlendiren bakış açısı ve etik anlayış budur.
Leyla Erbil ise, bir kurmaca dolayımıyla, doğrudan insan ilişkilerindeki ikiyüzlülüğe odaklanır. Bunu yaparken hem ikili ve çoklu, hem de tekil insan ruhu içindeki çelişkili ve çatışmalı yaşantıları sorunsallaştırır. Bütün bunları ‘kadın bakış açısı’ndan görmeyi önemsemesi ile de Ece Ayhan’dan ayrılır. Ece Ayhan’da dolaysız ve dışsal bir biçimde tarihsel olan bakış açısı, Leylâ Erbil’de dolayımlı, içsel ve günceldir.
Bir belirleyici özelliği daha vardır Leylâ Erbil’i farklılaştıran: Dönüşlülüğü; zihnin kendine de bakması. Sinemada Nuri Bilge Ceylan’la, özellikle onun “Uzak” adlı filmiyle ortaklaşır bu yönden. Her ikisinde de, eleştirilen birincil hedef kadar, eleştiren anlatıcı da hedeftedir.
Leylâ Erbil’in ‘Bir Kötülük Denemesi’, Ocak 2003 tarihli geceyazısı dergisinde yayımlanmıştı, Ece Ayhan’ın ölümünden kısa bir süre sonra. Metin hızla okundu, heyecanlanıldı ve güncellikle arasındaki mesafeyi algılamakta güçlük çekildi. Metindeki şair Tanrıçay’ı Ece Ayhan olarak okumamak olanaksızdı. Metinde anlatılanlar da, Ece Ayhan’ı kişi olarak yakından bilen herkese fazlasıyla tanıdık ve gerçek gelmişti. Gelgelelim, yazarak tarihe geçirmek doğru muydu acaba bütün bunları? Ece Ayhan daha yeni ölmüştü, neden sağlığında söylenmeyenler arkasından yazılıyordu? Bunlar düşünüldü, konuşuldu, ama yazılmadı. Kimsenin heyecanı, metni iyi okuyacak ve üstüne yazacak kadar yatışmamıştı. Kişisel olarak, o ilk okumada ‘Bir Kötülük Denemesi’nin başlığını “Kötülük Üstüne Bir Deneme” gibi anlamış olmadığımdan bile emin değilim.
Sorulacak soru şuydu sanıyorum: Araçsallaştırmış mıydı Erbil, edebiyatın sunduğu olanakları? Kim olduğunu edebiyatla ilgilenen herkesin anlayacağı birini sanık sandalyesine oturtup mahkûm etmekle edebiyatı bir tür intikam aracına dönüştürmüş olmuyor muydu?
Şimdi araya zaman girdikten sonra, şunları söylemek gereğini duyuyorum: Onların ikisinin de edebiyatları, Erbil’in “Bir Kötülük Denemesi”nde giriştiği sorunsallaştırmayı vazgeçilmez ve kaçınılmaz kılıyordu. Leylâ Erbil bu denemede üç şeyi birden sorunsallaştırıyor: 1) Tanrıçay karakterinin tutum ve davranışlarını, çevresiyle olan ilişkilerini; 2) Anlatıcının tutum ve davranışlarını; bir okuru ve arkadaşı olarak Tanrıçay’la olan ilişkisini; 3) Gündelik yaşamda etik açıdan çelişkili ve aşağı düzeylerde gezen birinin yarattığı edebiyatın, değerinden kaybedip kaybetmeyeceğini; edebiyat yapıtının, yaratıcısından bu kadar kopuk düşünülüp düşünülemeyeceğini… Bu sorgulamalar, ilgili güncelliklerden haberdar olanlar kadar, olmayanlar için de temel önemdeydi.
Tanrıçay gerçekten de Ece Ayhan mıdır bu durumda? Sanıyorum, “Bir Kötülük Denemesi”ni bir Ece Ayhan eleştirisi gibi okumak, olabilecek en ilkel edebiyat okumalarından biridir. Her şey bir yana, metnin her uğrağında, gerçeklik ile anlatılanlar arasında ince bir pay, bir aralık bırakılmıştır. İkinci sayfada yer alan “ulusça seferber olmuş, tüm varlığımızı cömertçe aktarıyorduk Tanrıçay’a” cümlesindeki ve daha sonraki abartılar başta olmak üzere, dolayımı açıkça belli eden bir tekniğe başvurulmuştur. O pay, metni etik bir sorgulamaya dönüştürmüştür, çünkü aynı pay, Tanrıçay kadar, anlatıcı için de geçerlidir. Anlatıcının Tanrıçay’a yaptıklarının, çay içirme sahnesindeki söz ve davranışların, Erbil’e ait olmadığını biliyoruz. Böyle bir aidiyeti metnin iç mantığı reddetmektedir. Erbil, güncellikte yaşanması anlatıcının zihni dahil zihinlerden geçmiş olabilecek “kötülük”leri en küçük  kırıntısına kadar, deyim yerindeyse bir etik aktivisti olarak sergilemenin, sergileyerek sorunsallaştırmanın bir yordamını arayıp bulmuştur: Metindeki Tanrıçay konusunda ne kadar acımasızsa, “‘ben’ anlatıcı” konusunda da o kadar acımasızdır. Bütün kötü okuma risklerini, “‘ben’ anlatımı” yoluyla üstlenmiştir.
Kötü okuma riskleri büyük ölçüde gerçek oldu. Kimse yazmadı dedim ama, sonradan öğreniyorum: Hürriyet gazetesi yazmış o zaman. Bulup okudum: Okuma sınavında sınıfta kalmaktan öte bir şey Hürriyet’inki; ibretlik bir paparazi olayı. Metnin bütün dolayımını sıfıra indirip edebiyatı hiçe sayan bir yazı. Görebildiğim kadarıyla, imzasız.
Evet, yazarının niyetinden bağımsız olarak, hem bir okuma sınavı, hem de edebiyatın sınırlarına yöneltilmiş bir meydan okumadır “Bir Kötülük Denemesi”. Erbil’in, metni sonradan, 2005’te yayımlanan “Üç Başlı Ejderha” adlı novellasına yerleştirmesi, ilk çeşitlemesinin bütün açılardan taşıdığı özgün önemi daha da artırmıştır. Boşuna “differance” demiyordu adam.

4 Haziran 2009, Radikal Gazetesi, Necmiye Alpay

Tem
22
2013
0

Bu planlara “Hayır” diyoruz! (Adalılar)

https://www.akademipolitik.com/component/k2/adalilar-eylemde.html

‘Müze ve demokrasi adası’ projesiyle Yassıada ve Sivriada’nın imara açılacak olması protesto edildi. Başta Adalılar olmak üzere yaklaşık bin kişilik bir grup teknelerle adalarda giderek eylem yaptı.

Taksim Gezi Parkı direnişinin ardından İstanbul’daki Prens Adaları olarak bilinenen Adalar bölgesinde de bir direniş başladı. Gezi Parkı olaylarının ardından Adalar’da düzenlenen forumlarda Yassıada ve Sivriada’nın imara açılacak olması fikrine karşı büyük bir eylem yapılması kararı alındı. Kabataş, Kadıköy ve Adalar’dan önce Sivriada’ya ardından da Yassıada’ya iki büyük tekne kaldırıldı. Bazı balıkçı tekneleri, yelkenliler de eyleme destek oldu. Eyleme katılanlar, ‘Beton lobisi defol’, ‘Bırak ıssız kalsın’, ‘Ada’nın tepesini attırma’ yazılı pankart ve döviz taşıdı. Sık sık ‘Her yer Taksim, her yer direniş’ sloganı atıldı.

‘BU PLANLARA HAYIR DİYORUZ’

İlk durak Sivriada oldu. Sivirada’da Adalar Forumları adına bir de basın açıklaması okunda. Açıklamada bir çok yerde devam eden kentsel kırım poitikalarına Sivriada ve Yassıada’nın da katıldığını belirtti. Uzun yıllardır Hazine’nin mülkiyetinde olan, 2011 ve 2012 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ‘müze olarak kullanılmak üzere’ tahsis edilen Sivriada ve Yassıada’nın tüm doğal, arkeolojik ve kültürel sit alanı statüleri düzmece yasalarla ortadan kaldırılarak imara açılmak istendiği belirtilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Bizler de İstanbullular ve Adalılar olarak kamusal alanlarımızı rant alanlarına dönüştüren anlayışa, tüm insani değerlerimizle karşı duruyoruz. Sivriada ve Yassıada’da söz konusu imar için hazırlanmış herhangi bir avam proje olmadığı için keyfi bir yapılaşmaya izin veriliyor; yüzde 70’lere varan inşaat izinleri planlanıyor; belirli bir kat sınırlaması koyulmuyor; kongre merkezi, kültür ve turizm yatırımları, marina ve yat limanları, ticari bina ve tesisler, restoranlar, oteller yapmayı planlayan hükümet bu kararlarıyla diğer adaların da arkeolojik, doğal ve kültürel sit alanı statülerini ortadan kaldırmaya hazırlanıyor. Yassıada ve Sivriada’nın imara açılması hatalı kentleşme ve rant yaratmaya yönelik politikalar nedeniyle büyük ölçüde tahrip olan Marmara Denizi’nde ekosistemin devamlılığı açısından geri dönülmez bir tahribata sebep olacaktır. Bizler Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada’da ve Türkiye’nin birçok yerinde, Gezi ruhunun rüzgarlarıyla doğrudan demokrasi deneyimini yaşamlarının bir parçası haline getiren; adalet, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve dayanışma talepleriyle ada forumlarında yanyana gelen adalılar olarak hükümetin Sivriada ve Yassıda üzerine geliştirdiği planlara ‘hayır’ diyoruz.”

Tekneler daha sonra Yassıadaya hareket etti. Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu’nun da katıldığı eylem daha sonra Yassıada’da devam etti. Adalar Forumu burada bir forum düzenledi. Kollektif İstanbul grubu da ezgileriyle tüm gün eyleme katılanlara eşlik etti.

AkademiPolitik.com

Tem
21
2013
0

Adalılar eylemde…

https://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/adalilar-bugun-eylemdeydi-birak-issiz-kalsin-haberi-76754

Yassıada ve Sivriada’nın imara açılması kararını protesto eden İstanbullular, bugün tekne ve motorlarla iki adaya yolculuk yaptı. Sivriada’da basın açıklaması yapan yurttaşlar, iki adanın ranta kurban edilmemesini isterken, “bırak ıssız kalsın” pankartı taşıdı.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kararıyla imara açılan Sivriada ve Yassıada’ya İstanbullular sahip çıktı. Adalar Belediyesi sınırları içinde yer alan iki ada için, Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada forumlarında alınan karar üzerine bugün eylem yapıldı. Başta Adalılar olmak üzere yüzlerce İstanbullu, motorlarla önce Sivriada’ya giderek basın açıklaması düzenledi. Sivriada’dan da Yassıada’ya geçen yurttaşlar, burada büyük bir forum ve piknik organize etti.

Sivriada’da yapılan basın açıklamasında, arkeolojik doğal ve kültürel sit alanı olan Sivriada ve Yassıada’nın otel, restoran, ticari bina ve yat marinaları için imara açıldığı belirtildi. İmara açılan iki adada keyfi yapılaşmaya izin verileceği ifade edilirken, bunun Marmara Denizi’ndeki ekosistemin devamlılığı açısından geri dönülmez bir tahribata yol açacağı ifade edildi.

Adalar Forumu’nun organize ettiği ve Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve Büyükada halkının yoğun katılım gösterdiği eyleme basın da ilgi gösterdi. Genç yaşlı yüzlerce İstanbullu, ellerindeki döviz ve pankartlarla iki adanın ranta kurban edilmemesini ve iki adanın ıssız kalması gerektiğini talep etti.

Söz konusu Sivriada ve Yassıada için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 1/5000 ve 1/1000 Ölçekli Nazım İmar Planı hazırladı, daha önce yüzde 5 olan inşaat hakkı yeni imar planında yüzde 65’e çıkarıldı. Adalar Belediyesi’ne gönderilen imar planına Adalar Belediyesi de tepki gösterip itiraz etti.

Rıfat Doğan -soL

 

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com