Nis
28
2013
0

491’in “ADAKARASI” yayımlandı!

491’in ADAKARASI yayımlandı!

4-5 Mayıs 2013 tarihlerinde Büyükada’da gerçekleştirilecek olan
İstanbul Fanzin Festivali için özel sayı…
Bkz: https://bit.ly/491adakarasi

*

Hamiş: 491’in yayımlanmış tüm sayılarına (14 sayı)
https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden ulaşabilirsiniz.

*

Nis
27
2013
0

Taş Devri (Feyyaz Kayacan)

Cebine attığı gökyüzünde
Bir kuş uçuyordu
Kuşun adı yoktu.

Bahçesinde tırnak gibi
Uzayan meydanlarda
Durmadan taç giyiyordu bir teneke.

Batırılmış gemilerin gözüyle
Bir saraya bakıyordu kapısı
İç içe bir yolculuğun marsık kokusunda.

Ve ötesine geçilmez bir gün kadar
Kalındı
“Yaşasın” diyen parmakları.

Yığılıyordu üstüme
Taş kesilen sözcükler.

Feyyaz Kayacan
“Kaşık Havası”, Yeditepe Yay., 1976, s. 16-17

Ayrıca bkz: https://evvel.org/?s=feyyaz+kayacan

Nis
26
2013
0

Burası Kadıköy: No Pasaran!

fbbenficakadrosu

25 Nisan 2013 Perşembe, KADIKÖY

UEFA Avrupa Ligi,
Avrupa Kupası Yarı Final İlk Maçı

Fenerbahçe: 1   Benfica: 0

 

ben10_34487_6105659

 

(…)  sevdamız / büyüyor omuzlarımızda  (…)
birgün girsek biz mezara/ gözümüz kalmaz arkada
evlâdıma miras bu sevda!  (…)

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Fenerbahçe Spor Kulübü” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/kara-deryalarda-bir-fenersin adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
25
2013
0

Neredeyse bir asır olmuş: “Şiirsel Gerçeklik” (1916)

(…)

Aynı zamanda birer ozan da olan gerçeküstücü ressamlar her zaman başka şey düşünüyorlar. “Alışılmamış” onların içli dışlı oldukları bir şeydir, önceden tasarlamak nedir bilmezler. Nesneler arasındaki ilişkilerin kurulur kurulmaz, kendileri kadar geçici başka ilişkilerin ortaya çıkmalarını sağlamak için, yok olduklarını bilirler. Görmeyi özgürleştirmek için, imgelem gücünü doğaya eklemek için, olabilecek her şeyi gerçek saymak için, imgelem gücü ile gerçek arasında ikilik(dualisme) bulunmadığını, insan zekâsının tasarlayıp yaratabildiği her şeyin aynı esinden ileri geldiğini, etiyle, kanıyla, kendini saran dünyayla aynı maddeden olduğunu bize göstermek için hepsi aynı çabayı sürdürürler. Görenle görülen arasındaki iletişimden, anlama gücü ve anlatı gücünden –kimi zaman da saptama ve yaratı- başka bir iletişim olmadığını bilirler. Görmek; anlamak, değerlendirmek, biçimini bozmak, unutmak ya da kendini unutmak, olmak ya da yok olmaktır.

(…)

Paul ELUARD
24 Haziran 1916 günü Londra’da açılan “Gerçeküstücü Sergi” sırasında Paul Eluard’ın yaptığı konuşmadan…
“Ozan ve Gölgesi”, Çev: Ö. İnce, Adam Yay. 1984, s. 12,15

Nis
25
2013
0

Nerede?

(…) Ama, biliniz ki ördek yüzlü insanın alıkça alaycı gülüşünün bulunmadığı her yerde şiir vardır. (Comte de Lautréamont)

Nis
24
2013
0

“Durum Şiiri” (Paul Eluard)

(…)

Goethe’yle birlikte, her şiirin “durum şiiri” olduğunu söyleyebiliriz. (…)Yetenekli bir ozanın çelişkilerini, ilenmelerini bağışlamaya hazır olduğumuz halde, sıradan bir ozanı, iyi duygularına karşın, güçlükle hoş görürüz. Çünkü genellikle, bir yandan gerçek ozanı iyi’ye karşı olmaya götürmüş olan koşulları ve nedenleri iyice ölçüp biçmişizdir, öte yandan da kötü ozanın dili, dayanıksız dili, işe yaramaz türdendir. Gerçek okur aldatılmak istemez her şeyden önce. Kuşkulanır; kötü’deki bilincin kimi zaman iyi’deki bilinçsizlikten daha az tehlikeli olduğunu bilir. Yalana karşı uyanıktır. Kolaylık ve alçaklığın bir yeteneksizi nereye kadar bayağılaştıracağını bilir.

(…)

Ozanın yalan söylememesi koşuluyla şiirsel dehadan söz edebileceğimizi biliyoruz. Ve günümüzde yalan söylememek, aynı zamanda çalışmak, bir şey yapmak, bir iş görmek demektir. Şiir bir eylem olanağı, ilerleme olanağı olmalıdır, çünkü şiir bütün pencerelerde, bütün ufuklarda şarkı söyler, yalana karşı gerçekliğin ve örnekliğin şarkısını söyler.

(…)

Goethe’ye bir kez daha hak verelim: “Her şiir durumdan oluşur.” Ve özdeksel olmayan şiirin savunucularını suçlu bulmak için şunu tekrarlayalım: Bir şiirin özelden genele erişmesi ve böylece geçerli, sürekli ve kalıcı bir anlam kazanması için durumun, ozanın en basit istekleriyle, yüreğiyle, ruhuyla, usuyla anlaşması, uyuşması gerekir.

(…)

Paul ELUARD
“Durum Şiiri” adlı konferans metninden… (Nisan,1952)

“Ozan ve Gölgesi”, Çev: Ö. İnce, Adam Yay. 1984, s. 45,46,49

Nis
24
2013
0

“Şiir Bulaşıcıdır” (Paul Eluard)

(…)

Sözcükler dünyayı söylüyorlar, insanın gördüğü ve duyumsadığı, var olan, var olmuş olan şeyi, zamanın ilk çağını ve zaman ve anın geçmiş ve geleceğini, istenci, istemdışını, korkuyu ve var olmayan şeye, var olacak olan şeye olan tutkuyu. Sözcükler yıkarlar, sözcükler önceden haber verirler, birbirlerine bağlı ya da ardsız-arkasız, hiçbir şey yadsıyamaz onları. Her geleceğin hazırlanışına katılırlar.

(…)

Şiirleştirilmiş dilden, inci gibi birbirlerine tutturulmuş güzel sözcüklerden daha korkunç bir şey yoktur. Gerçek şiir, katkısız çıplaklıklar, cankurtaran simidi olmayan çareler ve sedeflenmeyen gözyaşlarıyla yetinir. Kum çölleri, çirkef çölleri, cilalanmış döşemeler, bozulmuş saçlar, pürtüklü eller, kendini beğenmiş kurbanlar, zavallı kahramanlar, eşsiz budalalar, türlü türlü köpekler, süpürgeler, otların içinde çiçekler, mezarların üzerinde çiçekler bulunduğunu bilir…

(…)

Paul ELUARD
“Şiir Bulaşıcıdır” adlı konuşmasından…(1949)
“Ozan ve Gölgesi”, Çev: Ö. İnce, Adam Yay. 1984, s. 12,15

Nis
24
2013
0

Satirik

(…)

Vebanın çullandığı bir kentte sanki
Ölürler hepsi birer birer, ayrımsız,
İster sağlıklı olsunlar, ister sağlıksız;
Gecenin indiği saat gibi karanlıkta.
Birbirinden ayırt edilmez güvercinle karga.

(…)

Percy Bysshe Shelley
“Wordsworth’un Satirik Portresi” adlı şiirinden…
Çev: Ö. İnce

Nis
23
2013
0

Plastik

(…)
“Demek insanlar yalan söylüyor diyorsunuz,” dedim konuşmayı yeniden başlatmak için, çünkü daha çok dinlemek istiyordum bu adamı.
-“Ben bunu başka türlü ifade ederdin, Grethe” diye cevapladı Martin, bana adımla ilk kez hitap ediyordu. “Sahteliğin içindeler çünkü kendi duygularını yeniden bulabilmek için onları yoracak sürekli bir çaba gerekiyor. Düşünmekten de korkuyorlar çünkü bu onları arkadaşlarından, patronlarından ve ortamlarından koparıyor. Düşünen bir insan tehlikelidir, diğerlerinden ayrılır ve bu yüzden de en kötü şeyleri yapabilir. Bu yüzden yaşayan ölülerle, sevdiğini ve nefret ettiğini zanneden ama duyguları yalnız kalma korkusuyla sürekli güdülenen insanlarla çevreleniyoruz. Canlı izlenimi veriyorlar ama plastikler, tıpkı bu dünya gibi. Yalnızca buna katlanmakla kalmıyorlar, canı yürekten de bağlılar bu kendileri gibi plastik dünyaya.
(…)

Gerald Messadié
“Martin Heiddeger’le Aşk ve Suç Yaşamım”, Çev: Sertaç Canbolat
Kabalcı Yay., 1996, s.22

Nis
22
2013
0

Nevizade Sokağı ve Lambo’nun Meyhanesi Üzerinedir (İlhan Berk)

İlhan Berk
“Pera”, Adam Yay., 1993, s.93-95

Ayrıca bkz: Lambo Meyhanesi’nde…

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan İlhan Berk ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
21
2013
0

Burgaz Ada’dan Sait Faik Haberleri…

Burgaz Ada’nın iskele meydanında yeni bir Sait Faik yontusuyla yüzleştik. Yontunun ruhu, Burgaz iskelesinde karşıladığı/uğurladığı dostlarının adaya gelişini/gidişini gözleyen “çakır hikâyeci” veya “cins şair” Sait Faik’i oldukça tutarlı bir şekilde yansıtıyor.

 

Sait Faik’in Burgaz Adası’ndaki müze evinin restorasyon çalışmalarının sonlanmak üzere olduğunu gördük. Uzun yıllardır kapalı olan müze evin Mayıs 2013’te ziyaretçilerine açılacağını düşünüyoruz.

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Sait Faik ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz. “Adalar Kültürü” ilgileri ise https://evvel.org/ilgi/mermer-adasi adresinde yer alıyor.

Nis
21
2013
0

Kitap: “Profesör Y ile Konuşmalar” (Louis-Ferdinand Céline)

“Modern Batı edebiyatının dönüm noktası Gecenin Sonuna Yolculuk’un yazarı, günümüze dek uzanan tartışmaların, kavgaların baş aktörü, dünyayı ikiye bölen ve bölmeye devam eden, bazılarının tanrı saydığı, bazılarının insanlık suçlusu ilan ettiği Louis-Ferdinand Destouches ya da tüm dünyanın tanıdığı adıyla Louis-Ferdinand Céline’den (1894-1961) kendi yarattığı eşsiz üslubuna, sanatın değişmeyen dinamiklerine, edebiyatın yalanlarına ve gerçeklerine dair kendine yaraşacak bir cesaretle kaleme alınmış, övgüyü hak eden bir eser: Profesör Y ile Konuşmalar…” (Tanıtım Metninden..)

Bkz: https://www.pandora.com.tr/urun.aspx?id=298022

 

Nis
20
2013
0

Lambo Meyhanesi’nde…

Sema Rifat
“Selahattin Hilav ve Paris Mektupları”, İş Bankası Yay., 2006, ss. 48-49

Nis
20
2013
0

Anadolu Desenleri… (1953, Bedri Rahmi)

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Bedri Rahmi Eyüboğlu” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/bedri-rahmi adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
20
2013
0

Neyzen Tevfik’e ilişkin bazı görseller…

2001 yılında KALAN Müzik’in Arşiv Serisi’nden yayımlanan “Hiç’in Azâb-ı Mukaddes’i / Neyzen Tevfik” adlı eserde Mehmet Ergün’ün metnine eşlik eden görsellerden bazıları…

Ayrıca bkz: https://evvel.org/iyi-ki-dogdun-neyzen-tevfik

Written by in: Buluntular (Efemeralar) | Etiketler:
Nis
19
2013
0

İnsanlar… (Tiraje Dikmen)

Tiraje Dikmen‘in bir serigrafi çalışması.
Yalçınpınar Ailesi Koleksiyonu’ndan…

*

Ayrıca bkz: https://evvel.org/zamanlarin-hafizasi-tiraje-dikmen

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “imzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
19
2013
0

Zamanların Hafızası: TİRAJE (DİKMEN)

“1930’lu yıllardı, Adalı bir kız denizde taş sektirdiğinde,
Aya Nikola Koyu’nda…”  Tiraje Dikmen Albümü’nden…
Fotoğraf: Muharrem Nuri Birgi

 

TİRAJE (DİKMEN) 

1925 yılında İstanbul-Büyükada’da doğdu. Işık Lisesi’ni bitirdi, Olgunluk sınavını (Baccalauréat) Galatasaray Lisesi’nde verdi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Doktora seminerlerini Prof. Kessler, Prof. Ricci, Prof. Ömer Lütfü Barkan’la tamamladı. İstanbul’da Kadın İşçilerin Çalışma Koşulları konulu doktora tezini Prof. Kessler’in yönetiminde hazırladı. 1947-48 yıllarında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Léopold Lévy atölyesinde resim çalıştı. 1949’da Fransız Hükümeti’nin öğrenci bursuyla Paris’e gitti. Paris’te Fransa Dışişleri Bakanlığı Kültürel İlişkiler Yönetimi’nin önerisiyle burslu öğrenci olarak Louvre Müzesi’nde stajyer oldu. Ecole du Louvre’da Sanat Tarihi ve Müzeoloji bölümlerini bitirdi; J. Cassou, G. Bazin’in öğrencisi oldu. Louvre Müzesi’nde Cabinet des Dessins ve Laboratoire bölümlerinde çalıştı. G. H. Rivières’in yönettiği Musée des Arts et Traditions Populaires’de (Halk Sanatları ve Gelenekleri Müzesi) 1 yıl staj yaptı. Resim çalışmalarını aralıksız sürdürdü, hiçbir özel atölyede çalışmadı. İngiltere, Hollanda, Belçika, Almanya, İtalya ve İspanya’da müzeleri gördü. Paris’ten ayrılmadı. 1956’da ilk sergisini ―siyah-beyaz desen sergisi― Paris’te Saint Germain des Près’de ―Max Ernst, Miro, Arp sergileyen― Edouard Loeb Galerisi’nde açtı. Max Ernst, bu sergiden Tiraje’nin bir resmini satın aldı. 1960’da Tiraje’nin ikinci sergisi de ―yağlı boya sergisi― aynı Galeri’de açıldı.

Bu yıllarda Paris’te, Giacometti, Braque, Derain, Chagall, Yves Bonnefoy, Blaise Cendrars, Tristan Tzara, Georges Duthuit, Charles Estienne ve Jacques Lassaigne gibi çeşitli sanatçı ve yazarlarla tanıştı.

1964’te davet edildiği ve bugün Gerçeküstücülük tarihinin en önemli sergilerinden biri sayılan “Gerçeküstücülüğün Kökenleri, Tarihi ve İlişkileri” sergisinin kataloğunda kendisinden “genç imgesel resmin en güçlü figürlerinden biri” olarak söz edildi. Türk modern resim sanatının, ününü ülke sınırları ötesinde kazanmış temsilcilerindendir.

Daha sonraki yıllarda eserleri, Fransa ve Türkiye’nin çeşitli sanat merkezlerinde açılan kişisel ve karma sergilerde izlenen Tiraje Dikmen, Ali Artun’un deyişiyle “yapıtlarıyla Batı sanat ortamlarında gerçekten dikkati çekmiş ama bunu olabildiğince az söylemiş bir ressam, ortalarda pek görünmeyen, orada burada sık sık söyleşileri yayınlanmayan, sessiz ve derinlerde çalışan, durmadan çalışan, ’has’ bir sanatçı.

İstanbul ve Ankara Resim ve Heykel Müzeleri, Ankara Hacettepe Sanat Müzesi yanı sıra Türkiye, ABD, Almanya ve Fransa’da aralarında Max Ernst (Paris), Patrick Waldberg (Paris), Prof. Dr. Philippe Shwartz (Princeton), Muharrem Nuri Birgi (İstanbul), Ömer Koç (İstanbul)’un bulunduğu özel koleksiyonlarda resimleri yer almaktadır.

 

Galeri Nev Koleksiyonu’ndan “Tiraje” imzalı bir serigrafi…

1994 yılında UNESCO AIAP Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği-Türkiye, “Onur Belgesi”ne layık görülen Tiraje Dikmen, 1999 yılında da “Cumhuriyetle Gelenler, Cumhuriyetimizin 75. Yılı” ve GESAM Türkiye Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin ödüllerini almıştır.

Paris’te Comité de Défense de la ‘Cité Verte’ peşi sıra Ada Dostları Derneği’nin kurucularından olup gerçek bir Ada sevdalısı olarak Adalar’ın Kentsel ve Doğal SİT Alanı bütünü olarak tesciliyle korunmasında emeği büyüktür.

1. Hamiş: Tiraje Dikmen, 2012’den bu yana A-DORA Bostancı Geriatri Merkezi‘nde tedavi görmektedir.

2. Hamiş: Tiraje Dikmen hakkındaki çeşitli bilgileri bize ulaştıran  Adalar Postası‘na çok teşekkür ederiz.

Nis
18
2013
0

Video: “Ben Ölümü Eskittim, Geliyorum”

23 Mart- 4 Nisan 2013 tarihleri arasında KargART’ta (Kadıköy) icra edilen “Ben Ölümü Eskittim, Geliyorum” adlı sıkı sergiden imgelerle oluşturulmuş özel bir video; Eda Gecikmez yaratmış…

 

 

Nis
15
2013
0

Sait Faik’ten “D Grubu ve Resim Sanatı” üzerine bir eleştiri… (1947)

Bülent Kale, “newala qasaba” adlı mekânında sıkı meselelerin altını çizmeye, alıntılar ve buluntular sunmaya devam ediyor: En son, Sait Faik tarafından 26.10. 1947 tarihli  Yedigün Dergisi’nde kaleme alınan “d grubu eleştirisi”ni paylaşmış…

“D Grubu” döneminde Abidin Dino’nun  bir çizimi…

 

(…)

Böyle bir grup, bilmem ilk zamanlarında müşterek birtakım düşüncelerden, yahut paylaşılmış bir resim anlayışından mı doğmuştu? Ama sanmıyorum. Çaresizlikten, çok sevdikleri bir sanattan bir gün; «Usandım. Allah kahretsin boyayı da, fırçayı da, tuvali de!» dememek için hiç de fena olmamış. Bugünkü müthiş kalabalık, doğru dürüst resim seyredilemiyecek kadar kalabalık o günkü ağacın yemişidir.

Ama «d» grubu diye bir şey yoktur. Hem olmamalıdır da. Bu iyi ile kötünün, sakinle delinin, dâhi ile kalpazanın, sıcakla soğuğun bir aradalığı, resmi sevenler, onu benim gibi yarım yamalak anlayanlar için de zararlı. Böylece iyiyi kötüyü karıştırmak tehlikesi çoğalıyor. Hangi resmin iyi hangi resmin kötü olduğunu söyleyecek değilim. Hani onu pek anlayana da rastlamadım. Pek anlayışlı geçinen bir sanat münekkidi bir gün koç resmi önünde bana:

«— İnsana tos vuracak gibi; ne güzel resim değil mi?» demişti.

Vapur resmi düdük öttürecekmiş gibi, kadın resmi sizi sevecekmiş gibi, gurup resmi — ayyaş iseniz — tam vakti kerahet olduğunu haber verir gibi olduğu için mi güzeldir?

Neyse geçelim bunları… Adım atılmıyor salonda. Bir köşede tiyatro artistleri, ötede konservatuvar mensupları, operacılar, kemancılar, viyolonselciler, genç şairler, genç şairler, profesörler, talebeler; anlayışları, giyinişleri, salonlarıyle meşhur hanımlar, ecnebiler, gazeteciler, şehrin maruf simaları hep oradaydı. Resimler de oradaydı. Ama zavallı ressamlar kaybolup gitmişlerdi. Kimleri görmek istemezdim. O müthiş parmakları yapan eli sıkmak isterdim. Canım Abidin, neredesin?

1900 bilmem kaçta yalnız başlarına kalırlarsa bir şey yapamıyacaklarını anlayan altı kişi birleşmişler, resim hayatında bu dördüncü teşekkül olduğu için ismini «d» grubu koymuşlar. Gayeleri halka resmi sevdirmek, kendinden evvelki yarı san’atkârları susturmak. Sonra sonra sayıları artmış, o gün için ezberlenmiş, donmuş telâkkileri yıkan bir hamle ile çalışmışlar. Bugünün belli başlı ressamları haline gelmişler ama o günkü hız da kalmamış. İçlerinden birkaçı müstesna, fazla efendileşmişler. Evet ustalaşmışlar.

On dokuzuncu asır sonu Fransasının o şaşırtıcı Gauguin’lerinin, Cézanne’larının, Utrillo’larının, bu bugünkü Picasso’lara Matisse’lere ulaştıran san’atını elbette benden iyi anlamış olan bugünkü Türk ressamları neden Çallılaşmak üzereler? Galerinin bir çok resimlerinde bir yerine yerleşme, bir «acaba ileri mi gidiyorum» diyen, «aman rahatımı bozmıyayım»  diyen bir hal var. Halbuki resim, hayır ressam, bugün herhangi bir D. Parti mebusundan daha ateşli olmalı değil mi? Bu nereden geliyor? Onu araştıracak değilim. Sonra kendimize bakıp fazla konuşmak da işime gelmiyor. Onlar yine bizden iyi! Hiç olmazsa birbirlerinin kıymetini biliyorlar.

Çoğu Türk halkını, belki de şu salona gelemiyecek, geldiği zaman da hayretle, şaşkınlıkla, ama saygı ile resimlere bakacak olan Türk halkını seviyorlar artık. Mevzularının çoğu halk, Türk halkı. İyi, güzel! Yalnız bir şey eksik. Coşkunluk gibi bir şey, hattâ biraz acemilik gibi bir şey, — elleri müstesna — kafalarını, içlerini veriş eksik. Ressamlarımızın iyi gözleri var. İleri kabiliyetleri var. Ama rahatı da sükûnu da bir sevişleri var ki… Bir gün fethe çalıştıklarının bugün esiri olmaları fena tarafları. Anlaşılmıyacaklarından korkuyorlar sanki de pek anlayışlı, pek üstat gözüküyorlar. Bazı resimler insana: «Aman kravatım yana kaçtı, olmaz, sonra serseri derler, olmaz!» diyor…

(…)

Sait Faik
Yedigün Dergisi, 26.10. 1947

Bkz: https://newalaqasaba.wordpress.com/2013/04/14/sait-faik-d-grubu-sergisi-ve-resim-uzerine/

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Sait Faik” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
15
2013
0

Jack Kerouac’ın yol/yaşam yorgunluğu: “Big Sur”

“Yolda’nın getirdiği şöhretten bunalan Jack Kerouac’ın Lawrence Ferlinghetti’nin Kaliforniya’nın Big Sur yöresindeki kulübesinde geçirdiği günlerden yola çıkan ve Beat tayfasını bir araya getiren Big Sur, bir kuşağın kendiyle hesaplaşmasını ve yazarın ilerleyen yaşamındaki iniş ve çıkışları konu alıyor.

Alter egosu Jack Duluoz’un gözünden, yaşlanmakta olan bir yazarın çevresindekilerin beklentilerini karşılamak ile kendi hasletlerinin peşinden gitmek arasında kalışını müthiş bir coşku ve samimiyetle, çekince gütmeden kaleme alıyor Kerouac. Big Sur, Kerouac için hem bir sığınak hem de bir dehşet yuvası haline geliyor ve yazar, tüm korkularıyla, burada geçirdiği günlerde yüzleşiyor, hayatıyla burada hesaplaşıyor.”

Bkz: https://www.ntvmsnbc.com/id/25435612/

Nis
14
2013
0

DEVE Dergisi, filan…

Daha önce OT Dergisi’nin ilk iki sayısı hakkındaki olumsuz görüşlerimi açıkça ifade etmiştim. Şimdilerde, OT Dergisi kafasıyla (benzer baskı çözümleriyle ve sağdan soldan iskambillenmiş ünlülerden oluşan bir kadroyla) bir başka dergi daha yayımlanmış: DEVE Dergisi…

OT Dergisi’ne haksızlık olmasın diyedir, Deve’nin “kötülüğü”nden de bahsetmek gerekiyor. OT Dergisi için “sıfıra sıfır, elde var sıfır” dedik. DEVE Dergisi için ise -rahatlıkla- “fasülyenin faydaları” diyebiliriz.

Gerçekten anlamıyorum; gazetelerde ya da edebiyat ortalığında ünlenmiş iskambillerden bir “kültür dergisi yamamak” ve “fasülyenin faydalarından” bahsetmek, kötü şiirler yayımlamak fikri neden ve nasıl bu kadar popüler oldu?

Okuyucudan olsa gerek…

 

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com