Nis
20
2009
0

“Ben şiirden değil müzikten geliyorum.” (Ece Ayhan)

(…)

Ece Ayhan: Yalnız ‘Sıkı Şiir’de değil, bütün tarihte “şiirin kâhyası” çoktur galiba?

Cemal Süreya: Evet, şiirde kâhya sayısı şair sayısından fazla. Herkes şiirden anladığını sanıyor. İşin ilginç yanı, bir noktaya kadar anlıyor da. Herkes ressama, müzisyene hayran; onların işine karışmıyor. Ama tutup şaire yol gösteriyor. Bunun iyi yanı da yok mu? Şiir ülkemizde herkesin işi olmuş. Şiir üzerine laf yürütenler sevimli değnekçilerdir. İşlerini açıktan açığa yaparlar. Bir de senin dediğin “gizliden gizliye kâhyalar” var. Onların sayısı çok az be!

(…)

Ece Ayhan: Caz?

Cemal Süreya: Şiirimi şöyle özetlemeye kalkıştım bir ara; “Güneşten yırtılmış caz, kavaldan dökülen gökyüzü” Tabii, bir yakıştırma bu, yaklaşık bir laf. “İkinci Yeni” kaç kez defnedilecek yahu!

(…)

Ece Ayhan: Müzik? Ben şiirden değil müzikten geliyorum.

Cemal Süreya: Güneyde küçük bir koy var. Biri oraya şavklı mahşer otobüsleriyle gitmişti. O koy, o otobüsler, o şavk hayatın özüdür. Müzik daha da özüdür.

(…)

Ece Ayhan: Türkiye’de şiirler sessiz çekilir. Ses sonradan (masada) eklenmiştir şiirlere.

(1990)

Ece Ayhan

Şiirin Bir Altın Çağı, YKY, 1993, s.165

 

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Nis
18
2009
0

Aynalar İnsan Değil (Allen Ginsberg)

 

Aynalar insan değil
Aynalar insan
Hem de ikisi
Hem insan hem ayna
İster Manhattan’ın doğu yakasında
İster boğaz şehrinin Kumkapı’sında
Herkes yalanları söyler
Doğruları söyleyerek
Yeni rakı masasındaki sarhoş ağızlar bile

Allen Ginsberg
19.6.1990-Kumkapı

Hamiş: 1990’da Can Yücel ile Allen Ginsberg Kumkapı’da buluşmuşlar. Buluşmada birbirlerine birer şiir yazıp vermişler… Yukarıdaki şiir Allen Ginsberg’in Can Yücel’e yazıp verdiği şiirdir. Şiiri Can Yücel Türkçe’ye çevirmiş. İşbu şiir Öküz Dergisi’nin 1998 yılında yayımlanan 49. sayısında yer almıştır.

 

Nis
14
2009
0

Yarım santim…

Tutkusuz ve önyargısız tek eleştirmen, zamandır. İki ayaklı türüne gelince: Yarım santim bile esirgenmeli onlardan. Bir ele geçirmesinler o yarım santimi, tutar kocaman bir kitap icat ederler.

John Steinbeck

Nis
13
2009
0

Ağalı Dünya

 

 

Âşık İhsâni’nin “Ağalı Dünya” adlı kitabının kapağıdır. Kapak çizimi, Turhan  Selçuk’a aittir. 

 

Nis
13
2009
1

İktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum.

(…) İktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum. Onun varlığı karşısında mütevekkil ve kaderciyim, ama bir musibet olduğunu düşünüyorum. Bakın, iktidara ulaşmış kimseler tanıdım ve bu korkunç bir şey. Ünlü olmayı başaran bir yazar kadar korkunç bir şey. Üniformalı olmak gibi bir şey bu; üzerinizde bir üniforma varsa, artık aynı insan olamazsınız: İşte, iktidara ulaşmak da, daima aynı olan görünmez bir üniformayı giymektir. Kendime soruyorum: Normal olan, ya da normal gibi görünen bir insan, iktidarı neden kabul eder? Sabahtan akşama meşgul yaşamayı neden kabul eder? Muhtemelen hükmetmek bir zevk, bir zaaf olduğu içindir bu. Bunun içindir ki kendi isteğiyle iktidardan feragat eden hiçbir diktatör ya da mutlak şef örneği yoktur. (…) İktidar şeytanidir: Şeytan, iktidar hırsı olan bir melekti sadece. İktidarı arzulamak insanlığın uğradığı en büyük lanettir.

E. M. Cioran,

Ezeli Mağlup (söyleşiler), Çeviren: Haldun Bayrı, Metis Yayınları, 2007, s.22

Nis
12
2009
1

MEYDANSIZ’CA BİR SÖYLEŞİ…

Meydansız‘ca Bir Söyleşi…

Utku Kaygusuz: Zafer Yalçınpınar’ın “meydansız”la son dönem bir Türkiye portresi çizdiği söylenebilir mi?

Zafer Yalçınpınar: Bu amaçla yola çıkmadığımı ve bu eşleşmenin tüm hatlarıyla doğru olmadığını göz önüne almakla birlikte böyle bir portreden söz edebiliriz. Daha doğrusu söz konusu portrenin çıkarımlarından, türevlerinden biridir “Meydansız”lık… Mesela ilginçtir, soruya “Zafer Yalçınpınar’ın…” diyerek başladın ya.. böyle bir ayrıcalık da yok aslında. Neyi yaşıyorsak, neyi yükleniyorsak, bugün hangi boşluk bize dikte edilmekteyse onu işaret etmeye çalıştım. Yani söz konusu meydansızlık bana özel değildir; herkesin meydansız kalışının bir sonucudur, yüklenimidir, üzüntüsüdür, al-aşağı edilmesidir. Çeşitli olaylara baktığımızda 2007 ve 2008’i iktidar baskısı ile dikte dolu, hatta konjonktür içindeki en baskılı, yüklü yıllar olarak görüyorum. Bunun sonucudur “meydansız”… Günümüzdeki “strateji hastalığı” filan da bu yükün, baskının hatta “dikte edilmiş bir boşluğun” sonucudur. Gelecekte bu yükün azalmasını umut ediyorum.

U.K.: Bilindiği üzere meydanlar, toplumların özellikle de halkların(!) içinde bulunduğu tarih ve düşünce yapısıyla beraber kimliksel tipolojisini yansıtması açısından önemlidir. Buradan baktığımızda ‘meydansız’, bir şiir kimliğinin altında meydansız kalanların kalplerini ellerine tutuşturmuştur, diyebilir miyiz?

Z.Y.: Sorunu yanlış anlamadıysam ve şiirsellikten bahsediyorsak eğer, “meydansız”daki şiirlerin birilerinin eline “yarım ekmekte köfte” veya “yevmiye” tutuşturarak, “Hadi bakalım yürüyün meydanlara!” demediği, demeyeceği açıktır. İmgesel olarak da tarihsel arka plan açısından da böyle bir kökeni yoktur o şiirlerin… Yani senin düşüncen doğru… Oradaki şiirler için “bağımsızlık, kalb ve vicdan” dışındaki her şeyden vazgeçmenin tipolojisidir, diyebiliriz. Her şeyden önce bu özü, sivilliği, sıkılığı belki de sahiciliği işaret eder, yüklenir meydansız… Ve tabii ki günümüzde, böyle bir sivilliğin kabul edilmeyeceği, hoş karşılanmayacağı da aşikârdır. Misal, Ece Ayhan’ın yaşamı araştırılabilir…

U.K.: “Ön” adlı şiirde sıkı bir ironiyi ve bütünüyle kitabın düşünce yapısının akorunu duyuyoruz. O halde şunu sormak istiyorum: Neden “atından inenler/ masaların ucuna/ binerler”?

Z.Y.: Aslında “Merdiven, Ağaç ve Meydansız” adlı şiirimi bahsettiğin bütünsellik için daha öncelikli buluyorum ben. Fakat madem merak ettin, söyleyeyim… “Ön” adlı şiirimde yönetsel süreçlere ve statükoya karşı duruş olarak başka türlü bir vurgu vardır; masalar, yönetimin ve durağanlığın simgesi, mecrası gibidir o şiirde… Devinimin ve bağımsızlığın güzelliğine, yüceliğine karşı masaların yönetsel durağanlığı, bağlılığı, çirkinliği… Masanın hangi tarafında durursanız durun, hangi ucunda olursanız olun aslında “masa” sizi yönetiyordur. Masaya bağlısınızdır. Ahmet Arif bir gün bir mülakat sırasında şöyle der: “Ben bu masalardan çok gördüm!” Statükoya karşıdır Ahmet Arif… Bu sözü söyleyerek karşısındaki adama “Bana hikâye anlatma, seninle uzlaşmayacağım!” der gibidir Ahmet Arif. Masadan kalkmıştır da…

U.K.: Şiir kimliğini ve “meydansız”ı göz önünde bulundurursak- boşluğun önemi nedir senin için?

Z.Y.: Bu konudan bahsetmek istemiyorum. Fakat sana ufak bir ipucu vereyim: Hubert Reeves’in “Boşluk Bakışımın Biçimini Alıyor” adında bir kitabı vardır. Kitabın adı Paul Éluard’a ait olan “Boşluk bakışlarımın biçimini taşıyor” şeklindeki bir dizenin serbest yorumudur. Kitap 2001 yılında dilimize çevrildi. Bu kitap okunabilir…

U.K.: Teşekkür ederim.

Z.Y.: Sağolasın, asıl ben teşekkür ederim.

Nis
05
2009
0

Toprak Nedir?

(…)

“toprak nedir?” diye sordu tohumlardan biri;

toprak, içimizden gelen bir yerdi eskiden, güneşe başladığımız bir yerdi her sabah, geceler ağaçları, yağmurlar çiçekleri ağırladıktan sonra… ama harbe gitti toprak artık, ölüleri ağırlamaya…

(…)

Feyyaz Kayacan

“Sığınak Hikâyeleri” adlı kitabından…

 

Nis
03
2009
0

Şiir: GELMEYEN (Zafer Yalçınpınar)

(…)

2.

herhalde gelemedi
tek ders sınavından kalmıştır;

şiir!

ezberlenemez

(…) 

4. 

gelse
sonunda
şu meydansızlığa

kimsenin
olmadığını
görecek

Hamiş: Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s70.html adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Nis
02
2009
0

Alıntı: “Yeni Adam Günleri”nden…

1936 yılı Temmuz’unda Yeni Adam’ın “Kısa tetkik ve tenkitler” sütununda Nâzım Hikmet’in oturduğu apartman dairesini konu alan şöyle bir yazı çıkmıştı:

“Bir gün Dr. Fuat Sabit, Kerim Sadi’ye: Nâzım Hikmet, Beyoğlu’nda bir apartman yaptırmış kapıları elektrikle açılıyor, dedi. Kerim Sadi bir an düşündükten sonra şu cevabı verdi: Nâzım’ın apartmanındaki kapılar bir şey mi, sen gel de benim Kuzguncuk’ta sekiz liraya tuttuğum yalıyı gör, kapılar rüzgârdan kendiliğinden açılıyor.”

Bu yazı her ne kadar mizahi bir öz taşısa da yine de Nâzım’ın alçakgönüllü bir yaşam yerine Beyoğlu’nda şaşalı bir apartman dairesinde farklı bir yaşam sürdürmekte olduğunu ima etmektedir. Öyle sanıyorum ki sözü edilen daire, Memet Fuat’ın “Gölgede Kalan Yıllar” adlı kitabında bahsettiği Cihangir’deki Nuri Demirağ’a ait olan dairedir. Nuri Demirağ bu daireyi iş için dışarıdan gelen mühendisleri oturtmak için boş tutarmış. Nâzım’a kiraya verirken de mühendisler geleceği zaman birkaç ay önceden haber verileceğini ve dairenin boşaltılması gerekeceğini koşul olarak öne sürmüş. Ben bu dairede bir gece kaldım. Bu dairede bir karyola bile yoktu, Nâzım ile Piraye bir yer yatağında yatıyorlardı. O yatak bugün gibi gözümün önündedir. Bazı şeylerin yarı espri görünümünde de olsa nasıl çarpıtıldığının bu olay güzel bir örneğidir.

Tuna Baltacıoğlu

Yeni Adam Günleri, YKY, 1998, s. 194

Nis
01
2009
0

öl de gel yanımıza…

öl de gel yanımıza 

(…) 

içimde bir kalb var 

uçurumun
kenarında
bekliyorum 

aşağıda
hastalık
var 

çocuklar uçamıyorlar artık 

sokaklar
boş 

kâğıtlar tıka basa dolu 

bir kelime geliyor
kaleme
kapımı vuruyor
kalbimin 

aç kapıları 

(…) 

 

Turgay Özen
Beyaz Dergisi, Şubat 2009, Sayı:21, s.82
 

 

 

Mar
28
2009
0

Bir Başka Atonalite

“Bir Başka Atonalite” adlı öyküye https://zaferyalcinpinar.com/o21.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Bu öykü “Atonalite” adlı öyküyle birlikte (belki de karşılıklı) düşünülmelidir.

2. Hamiş: İşbu öykü Dr. Erdoğan Kul’a ithaf edilmiştir.

Sahicilikle/ Zafer Yalçınpınar

Mar
27
2009
0

BİR GEMİ…

1978 yılında, “Yazı” Dergisi’nin 2. sayısında yayımlanmış “Ece Ayhan” başlıklı bir Ece Ayhan şiiridir.

 

Mar
23
2009
0

Saltuk Erginer’in Sisifos Hikâyeleri

 

  

Saltuk Erginer’in “Sisifos Hikâyeleri” adlı albümünün tamamına

https://www.zshare.net/download/55445900a32cf699/%5Dsaltukerginer.rar
adresinden ulaşabilirsiniz…

 

Mar
19
2009
0

Meydansız Şiir (Cengiz Kılçer)

Cengiz Kılçer’in “Meydansız” hakkında yazdığı yazıya https://haber.sol.org.tr/okumaodasi/11608.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
17
2009
0

Meydan Sokağı

 

  

Meydan Sokağı

El yordamı ıslıklarla fırlıyoruz
ölümüne atlıyoruz kürsülerin üzerinden
geçiriyoruz tırnakları zembereği boş pankartlara
şafak yok!
Yeni düşlerle yürüyor yeni öyküler. 

Akışsız bir hırıltı sırtüstü yatmış kuyu
suyu ıskalayan çeliksin boğuluyorsun
kedi boğazında ahı mor salkım
dişleri dökülüyor ahşabın,
 

-say ki ateşle çevrelenmiş in
akrep gibi kendini sokuyorsun-
 

varlıklar adını alıyor varlıklardan
sebepsiz edepsizlik salınan güzelliğin
hani şöyle bir omuz olsa çıplak bir omuz
bir trenin terkinde sabahı uykusuz.
(…) 

Nefise Pınar
 

Mar
16
2009
0

Taş Uçak Şiir Sergisi’nin Kataloğu

10-28 Şubat 2009 tarihleri arasında Odakule Sanat Galerisi’nde gerçekleştirilen Taş Uçak Şiir Sergisi‘nin kataloğuna https://zaferyalcinpinar.com/tasucakkatalog.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Zafer Yalçınpınar

Mar
15
2009
0

Turgut Uyar / Arz-ı-Hal (1949)

 

 

Turgut Uyar’ın 1949’da yayımladığı ilk şiir kitabının (Arz-ı-Hal) kapağıdır. İlginçtir.

 

 

Mar
09
2009
0

Yatağınıza Uzanıp Da Kitap Okumayın

Kim söylemişti şu anda anımsayamıyorum ama, insanların yaratıcı gücü, büyük ölçüde belleklerine bağlıdır. Benim kendi deneyimlerime göre, okuduklarım her zaman belleğimin bir köşesindedirler. (…) Bunun için çok genç yaşlarımdan itibaren okuduğum kitaplarla ilgili notlar aldığım bir defterim vardır. Her kitap için kendi düşüncelerimi ve hangi bölümlerin neden beni etkilediklerini yazarım. (…) Söylemek istediğim şey; yatağınıza uzanıp da kitap okumayın.

(…)

Bana zaman zaman neden yıllar boyu edindiğim birikimlerimi genç kuşaklara aktarmadığımı sorarlar. Bunu büyük bir mutluluk içerisinde yapmaya hazırım. Yönetmen yardımcısı olarak yanımda çalışanların yüzde doksan dokuzu bugün birer yönetmen oldular. Fakat bunların hiçbiri en önemli konuları öğrenme zahmetine katlanmadı.

Akira Kurosawa

Kurbağa Yağı Satıcısı, Afa Sinema, Çev:Deniz Egemen, s.235-240

 

Mar
07
2009
0

KALIT

Bir kanatsız kuş vardı

Adım adım gezerdi o

Otuz yıl mı yaşadı üç yüz yıl mı bilemem

Bilimciler bir gün buldular kocaman ayak izlerini

Kuşun

O kuşun

Uçamadığını

Yalnızca yürüdüğünü saptadılar

Ayaklarım oralardan kaldı

(26-2-2008)

Fazıl Hüsnü Dağlarca

“Beyaz” Dergisi, Şubat 2009, s.19

 

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
06
2009
0

Gölge Etmeyen (1937)

Neyzen Tevfik, Çallı İbrahim gibi hem halk, hem de aydınlar arasında ün yapmış simalardan biridir. Müzik yapanlar onu çok güçlü, özgün ve eşsiz bir ney çalıcı olarak tanırlar. Haksız da değil. Çünkü neyi üflediği zaman öyle sesler çıkarır, öyle duyurur ki bu seslerin yapısını ve duyguların psikolojisini yapmak ve öz eserini anlamak kendi elinde bile değildir. Ahmet Haşim gibi büyük şairlerimiz de onu en büyük hicivci olarak tanımışlardı. Yalan değil, çünkü Neyzen birini hicvettiği zaman yalnız onun kendini değil, kendine varlık olanağını sağlayan tüm evrim yasalarını da yerin dibine geçirir. (…) Neyzen Tevfik özgür adamın ta kendisidir. Bu özgürlük toplum içinde yaşayan insanın hukuki özgürlüğü değil, doğa içinde yaşayan bir insanın salt özgürlüğüdür. Rousseau’nun doğal özgürlük dediği işte bu özgürlüktür. Neyzen’in istediği ne iyilik ne de kötülüktür; sadece keyfine karışılmamasıdır. Onun gözünde saygıya en çok değer yaratık gölge etmeyendir, iyilik eden değil. Kendisine iyilik edene de kötülük eden kadar kızmak bu özgün insanın yaradılışında vardır. Yeni Adam, doğa ve özgürlük üstadını hep böyle anladığı içindir ki Ressam Fikret Mualla tarafından çizilen çok kuvvetli bir portresini gölge etmeyeceği için basıyor…

İsmail Hakkı Baltacıoğlu

Yeni Adam Dergisi, 1937

Mar
02
2009
0

Galatı Aşk (Janset Karavin)

 

  

Roman, Şubat 2009, Pupa Yayınları (www.pupayayinlari.com)

Janset Karavin, Gordostol’da gerçekleşen bu hırsızlık hikâyesini okuyucuya anlatmak için kendi sesini kaça bölmüşse, Boğaz İstanbul’u o kadar parçaya böler. Karavin’in zamanla hesaplaşması, anlatıcının kendi altbenliğiyle çatışması, Gordostol sakinlerinin herbirine ayrı bir düş kurduran soygun projesi bu karşı-roman’da birleşiyor. Afife, Sarı Tilki Jack Bell, Seyid ALi, Bektaşi Sırrı, Rojda, Ahfeş ve bu masalın tüm diğer kahramanları, hayatlarına ve ölümlerine yazarın zihninde devam ederlerken, Mesih okuucuya Galatı Aşk’ta bir perde aralıyor, seyreylesin gözler diye temaşayı… Bu seyirlik öykü, aynı zamanda, Karavin’in dünya haline bakışı, Doğu’yla Batı’yı sorgulayışıdır, yazarın deyişiyle, “ne kadar Marlene Dietrich ise bir o kadar da Gülşen Bubikoğlu’dur.”

( Kitabın arka kapak yazısından…)

 

Şub
28
2009
0

Şiir: Köstekbüken (Zafer Yalçınpınar)

 

o sokakta köstekbüken balığı yüzer

1.

Habeşbaşı sıcak gelip soğuk gitmiştir

Çanakkaleli Melâhat çekmeceye sürülür

siciliyle birlikte

                Küçük Çekmece’ye

(…)

Devamı için bkz: https://zaferyalcinpinar.com/s69.html

 

Şub
26
2009
1

BEYAZ DERGİSİ, YENİDEN…

 

Dağlarca’nın Ahmet Soysal’a emanet ettiği 34 yeni şiir… Fazıl Hüsnü Dağlarca sevgisi buluşturdu onları ilk defa. Bundan tam 27 yıl önce… Ve o buluşmadan Beyaz dergisi çıktı. Yayını 13 yıl sürdü Beyaz’ın… Şimdi, Dağlarca yok artık O’nun yokluğu Turgay Özen ve Ahmet Soysal’ı yeniden bir araya getirdi. Beyaz’ı Hayykitap künyesiyle yeniden yayımlıyorlar. Dağlarca’ya sevgilerinin son sözü olarak, özel bir sayıyla… “Bütün bu şiirleri bana, Dağlarca, üç dört seferde, dergilerde yayımlamam için verdi. Kısmet Beyaz’da yayımlanmalarıymış meğer” diyor kitabın sunuşunda Ahmet Soysal. Beyaz’ın özel sayısında Dağlarca’nın bu son şiirleri dağılmadan, bir toplam durumunda yayımlanıyor ve böylece “şairin şiirde vardığı son nokta ve bir bakıma şiir vasiyeti ortaya çıkmış oluyor.

Hayykitap, okurlarına, önümüzdeki aylarda Ece Ayhan ve İlhan Berk için de birer Beyaz Özel kitabı hazırlayacağını müjdeliyor…

Tanıtım yazısından…

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “DAĞLARCA” ilgilerininin tümüne https://evvel.org/ilgi/daglarca adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Şub
19
2009
0

Şiirin Kurgusu

ŞİİRİN KURGUSU 

Bilebildiğimce, 1954 yılından bu yana “şiir”ler, yazılar yayımlıyorum; hayır, bir ana niteliği belli bir toplumda şiirin de (bile) yeri olmayışı sırılsıklam gerçeğinden yola çıkmadım, çıkmıyorum (bu kez); yalnızca, şiir denilen şey hizmet ve meta üretildiği, üreti-lişi gibi “kurulmuyor” kesenkes diyorum. Yani, bir bakıma, iktisatta belirli bir sayfası yoktur şiirin; bu yüzden anlatmak epey zor olacaktır okura şiiri! Siz görünüşe bakmayın. Bir şiir “kurulurken” (doğallıkla başka arkadaşları bilemem) nasıl “yoğruluyor”u soruyorsunuz? Yazmanın, yazılmanın… bir öncesi var ilkin, üç yıllık, on yıllık, yirmi yıllık sorular oluyor kafada sözgelimi; başlangıç kurgusu daha zihin oralardayken örülüyor yapılıyor; kısacası “şiir zihni” sanırım biraz başka türlü işliyor genelgeçer akıl yürütmelerden; daha da özeti “külyutmazlık”tır (Bizim tarihimizden bir örnek, hoşa gitmeyecekse de; Hezarfen Ahmet Çelebi, bir cambazdır ve İstanbul’da Galata Kulesinden uçmak adına atlar, kulenin altındaki bir tümseğin üzerine düşer ve bacağını kırar!.. Yeryüzü tarihinde de Troyalı bir güzel Helen vardır, Homeros İlyada’sında böyle yazıyor, kitaplar, romanlar, filmler var… Oysa Paris Helen’i Yunanistan’dan kaçırdığında bir kocakarıdır!… Bunlar tarihin gidişine yürüyüşüne küçük bir çelme takmak bile sayılmaz tarihçe; “şiir”den söylemesi deyip geçiyorsunuz; bugünlerde çok büyük bir yanlışlık yapılıyor, iş-leniyor özel ve genel anlamda düşünmeklerim gibi…). Yine sözgelimi, bir şeyi, “verilmiş” her bir şeyi (olabildiğince) irdeliyorsundur, yakın ve uzak çevrendeki hiçbir şeyin gösterilmeye çalışıldığı gibi olmadığını biliyorsundur çünkü etinde kanında duyarak; her bir şey bütündür ya; işte bunları şiire taşıyorum… Nesneler, daha çekirdek olarak zihindeyken katlanmaya başlıyor, en yalın bir şiirde bile onun parçalarında yalınlık yoktur, yani ufacık bir şey bile binlerce boyutlu… Benim “kurduğum”, “kurabildiğim” şiirde, soruya, konuya geliyorum, okur denilen kişi karınca kararınca dahi olsa silinmiş olduğu için, bütün kavramlar nesnel gerçeklikler, vb. hızlı bir değişime, belirli bir şiir perspektifinde yerlerini alıncaya dek gelişmeye uğruyorlardır. Yaptıklarımı, ettiklerimi savunmuyorum burada; düşüncemin “iktidar”a geçmesini istemedim hiçbir zaman çünkü. Yalnızca, “şiir”in öyle kitaplarda, kitaplarınızda yazıldığı gibi olmadığı, doğrusu olamayacağıdır, benim de deneyimlerim olmuştur, bildiğimi biliyorum o kadar… “Son biçim”ini alıp almadığını anlamak sorununa gelince, şiirin, buna neden “son öz” denmemiş olduğunu da düşünüyorum, izin verin de bir kömürün bir elmasa dönüşmüş olduğunu artık anlayalım! Bir şiir kıpırdanıyorsa, deviniyorsa sonra ermiş demektir; sözgelimi herhangi bir şey eksikse kıpırdanmaz! Ustalar şunu çok iyi anlayacaklardır; şiir tam bir avadanlıktır, tarihsel bir avadanlıktır!… Devletle…

Ece Ayhan 

1982, Türk Dili Dergisi

 

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com