“Dört Duvar”, Zafer Yalçınpınar, 2009
*
(…) Sorun istediğinize. Her müzisyen size rahatlıkla doğrulayacaktır bir orkestranın her zaman için yönetmensiz edebileceğini, ama kontrabassız asla. Yüzyıllar boyunca yönetmensiz çalagelmiştir orkestralar. (…) Ve ben de size şurasını doğrulayabilirim ki biz bile zaman zaman yönetmeni iyice yandan ıskalayarak çalarız. Ya da üstünden atlayıp geçerek. Hatta bazen öyle bir atlarız ki kendi bile fark etmez. Bırakırız, o önündeki sopasını istediği gibi sallayadursun.
(…)
Varmak istediğim nokta, kontrabasın mutlak olarak ve fark atarak en önemli orkestra çalgısı olduğunu saptamak. Hiç de öyle belli etmez kendini.
Ama geri kalan bütün orkestranın, yönetmen de dahil, ayak basacağı o bütün esas düzeni kuran odur. Yani kontrabas, üzerinde bütün o eşsiz yapının yükseldiği temeldir, mecazi olarak. Bası çekin alın, Babil’deki diller kargaşasının dik alâsı çıkar ortaya, kimsenin ne diye müzik yaptığını bilmez olduğu bir Sodom.
(…)
En bas teli çalar.
… İşityor musunuz? Kalın mi. Tastamam 41,2 hertz, akordu doğruysa. Daha aşağı inen baslar da vardır. Kontra do’ya, hatta sub-kontra si’ye kadar. Ki bu da 30,9 hertz demektir. Ama bunun için beş telli bir alet gerekir. Benimkinin dört teli var. Beş teli kaldıramaz, paramparça olur.
(…)
Şimdi ben örneğin, sapın sonuna kadar gidersem, do-üç’e kadar çıkabilirim…
… evet, do-üç, üç-çizgili. Şimdi diyeceksiniz ki ‘Tamam’, çünkü sapın bittiği yerden ileride artık tellere basılamaz. Size öyle geliyor! Bakın…
Bir flajole çalar.
… ya şimdi?…
Daha yukarı çıkar.
… ya şimdi?…
Daha yukarı çıkar.
… Flajole. Yöntemin adı böyle. Parmağı değdirip gıdıklar gibi üst-armonikleri çıkarmak. Bunun fizik bakımından nasıl olduğunu açıklayamam şimdi size, çok uzaklaşırız konudan, orasını sonra kendiniz de ansiklopediden bulabilirsiniz. Önemli olan, teorik olarak o kadar yukarı çıkabilirim ki insan artık işitemez. Bir saniye…
İşitilemeyecek nitelikte bir ses çıkarır.
…İşittiniz mi? İşitemezsiniz bu kadarını. Görüyor musunuz? Ne olanaklar gizlidir bu çalgının içinde, teorik ve fiziksel yönden. Yalnız bunları ortaya çıkarmak olası değil, pratik ve de müziksel yönden. Üflemelilerde de farklı değildir bu. Hele hele insanlarda –yani simgesel olarak. Öyle insanlar tanıyorum ki içlerinde bütün bir evren gizlidir, ölçülmez boyutlarda bir şey. Ama ortaya çıkarmak olası değil. Dünyada değil. Burası antrparantez…
(…)
Patrick Süskind
“Kontrabas”, Çev: Tevfik Turan, Kıyı Yayınları, 1989, ss. 5-11
Kuzgun Acar’ın bazı eserleri tartışmalara sebep olmuş ve sökülüp depolara kaldırılmıştır; Ankara’da Emek İş Hanı’nın ön girişine Anadolu’nun çoraklaşma sonucu kaybettiği toprakları ifade etmek üzere 1966’da yaptığı büyük boyutlu metal Türkiye rölyefi yerinden kaldırıldı, depolarda bekletildikten sonra hurda olarak satıldığı yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıktı. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Kuzgun_Acar)
Konuyla ilgili iki (1967,1988) gazete kupürü aşağıda yer almaktadır:
***
***
Kuzgun Acar’ın diğer eserlerinden bazılarının başına da benzer şeyler geldi.
Metal-İş Gönen tesisleri için yaptığı heykel 1980 sonrasında sökülerek bir depoya kaldırıldı, 1997’de hatırlanarak depodan çıkarıldı ve yerine asıldı; 1975 Heykel Sempozyumu için 1940’lı yılların Antalya valisi Haşim İşcan anısına yaptığı dev el heykeli ise, bir süre sonra bir depoya kaldırılmış, uzun zaman sonra Antalya’nın girişinde bir kavşağa yerleştirildi. (…) Sanatçı, Marmara Adası’na konulması tasarlanan bir anıt hazırlamaya başladı (balıkçılarla ağ çeken bir Atatürk heykeli), ancak tamamlayamadı.Yarım kalan eserin nerde olduğu bilinmiyor. Acar, bir duvar rölyefi üzerinde çalışırken merdivenden düştü ve beyin kanamasını nedeniyle 4 Şubat 1976 günü 48 yaşında hayatını kaybetti. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Kuzgun_Acar)
Bana göre Kuzgun, aynı zamanda ‘Afrikalı bir büyücü’, ‘İstanbullu bir beyefendi’ ve ‘geçen yüzyıldan kalma bir nihilist’ti. Rue Mosieur Le Prince’te bir otelin çatı katında, taraçayı çevreleyen alçak duvarın üstünde bir yandan kafes tellerine inanılmaz formlar verirken öbür yandan gazocağının üstünde mineler yapışını unutmam imkansız. Demir, tel, çivi, mika, sac yani genellikle bir hurdacıda rastlayabileceğiniz o sayısız hırtı pırtı ile kendi evrenine bir biçim veriyordu. Kuzgun için, ister Melquiades deyin ister Afrikalı bir büyücü.
Onat Kutlar
Milliyet Sanat Dergisi, Aralık 1988, Sayı: 205
İlhan Berk’in 1953’te yayımlanan “Türkiye Şarkısı” adlı kitabında yer alan desendir. Desen, Jean Cocteau tarafından çizilmiştir.
*
Türkiye Şarkısı’nın Kapağı , 1953 (Kapak Resmi Fethi Karakaş’a aittir.)
Milliyet Sanat Dergisi’nin 16 Nisan 1979 tarihli 319. sayısında, İlhan Berk’in imgeselliği, resimleri ve çizimleri üzerine Abidin Dino‘nun kaleme aldığı bir yazıya ulaştım. Yazıyı https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkvedino.jpg adresinden okuyabilirsiniz. (İlhan Berk’in poetikasının ve kişiliğinin görüngüsel ayrıntıları üzerine yazılan en önemli/sıkı/tutarlı yazı budur.)
***
Ayrıca bkz: İlhanberkiğne
Kasım 2007 – Eylül 2009 tarihleri arasında 19 sayı yayımlanan “Puşt Ahali Tarifesi (P.A.T!)” adlı e-dergi’nin içerik indeksine https://zaferyalcinpinar.com/2007pat2009indeks.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
Hamiş: P.A.T!’ın tüm sayılarına ise https://zaferyalcinpinar.com/pat.rar adresinden ulaşabilirsiniz.
*
*
Foucault’nun kavramlarından: “İktidar” ve “Bilgi”, seçen ve çeviren; Oruç Aruoba… Tan Dergisi’nin 1982’de yayımlanan Foucault özel sayısında yer alan bu çeviriye https://zaferyalcinpinar.com/iktidarvebilgi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
Kedi, gücü, fareyi yakalamak, onu ele geçirmek, pençelerinin arasında tutmak ve nihai olarak da öldürmek için kullanır. Ama fareyle oynarken bir başka etken daha vardır.
Kedi farenin gitmesine izin verir, biraz kaçmasına, hatta arkasına dönmesine fırsat tanır; bu süre boyunca fare artık güce maruz değildir. Kedinin egemen olduğu uzam, fareye yaşattığı umut anları, bir yandan da bütün bu zaman zarfında onu yakından izlemeyi sürdürmesi ve onu yok etmeye gösterdiği ilgiyi ve yok etme niyetini asla elden bırakmaması; bunların hepsine, gerçek iktidar gövdesi ya da daha basit bir biçimde, iktidarın ta kendisi denebilir.
Elias Canetti
“Kitle ve İktidar”dan…
2 Kasım 2004’te vefat eden sıkı davulcu Kerim Çaplı’yı unutmadık!
-Kerim Çaplı’nın hayat hikayesine www.kerimcapli.com adresinden ulaşabilirsiniz.
-Vefatının ardından Radikal Gazetesi’nde yayımlanan “Kayıp Yetenek” başlıklı yazıya https://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=cts&haberno=4021 adresinden ulaşabilirsiniz.
-Kerim Çaplı hakkında Karga Mecmua’da yayımlanan “Renkli Sağlam Uzun Aksak” adlı yazıya şu adresten ulaşabilirsiniz: https://zaferyalcinpinar.com/i16.html
-Kerim Çaplı’nın bir davul solosuna https://zaferyalcinpinar.com/kerimcaplimobydick.flv adresinden ulaşabilirsiniz.
Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=501
*
Kerim Çaplı Band’in Canlı Performans Şarkı Listesi, 2001
(Kerim Çaplı’nın kendi elyazısıyla…)
*
Turgut Berkes’in Kerim Çaplı’ya ithaf ettiği Kaldırım Kenarı Çiçeği’nin videosudur…
Taife sıkı çalışmış.
(…)
bize saka loncası derler
en yakın gökyüzü bizden geçer
(…)
Şiirin devamı için bkz:
https://zaferyalcinpinar.com/s74.html
Bob Dylan’ın “Hayatımı değiştirdi; tıpkı herkesin hayatını değiştirdiği gibi,” dediği Jack Kerouac‘ın ‘Yolda’ adlı kitabı basılışının 50. yılı anısına ilk kez orijinal rulo haliyle yayınlandı.
(…)
Jack Kerouac’ın ‘Yolda’sı 1957 yılında Viking yayınevi tarafından basıldı. Kerouac’ın okurların gözünde artık efsaneleşmiş olan üç haftalık bir oturumda daktiloda yazdığı, halbuki aslında tasarlanması üç yılı bulan romanı, yazarın büyük uğraşları, tekrar tekrar elden geçirmeleri ve çıkarmalar yapmaları sonucunda basıldı.
Her ne kadar bir efsane haline gelmiş, pek çok insanın el kitabı olmuş olsa da, bu basılan Yolda, “uslanmış” bir Yolda idi. Çok ağır bir edisyondan geçirilmiş, bazı kısımları müstehcen bulunduğu gerekçesiyle sansürlenmiş, karakterlerin geçmişlerine dair önemli fikirler veren kısımlar çıkarılmış ve belki de önemlisi, paragraflara bölünmüştü ve Kerouac’ın romanın yüreği olarak gördüğü bazı yerler de parçalara ayrılmıştı.
(…)
Romanın 50. yılı olmasından dolayı Penguin, ‘Yolda’nın bu orijinal rulosunu neredeyse olduğu gibi, okunurluk açısından ufak tefek düzeltmeler dışında hiç değiştirmeden ve hatta yeri geldiğinde imla hatalarını bile koruyarak bastı. Tek paragraf halinde. Yolun kendisi gibi. Bu versiyonun ‘Yolda’nın hakiki versiyonu olduğunu iddia etmek ne kadar doğru olur, o tartışılır. Şurası kesin ki, bu metin, ‘Yolda’nın el değmemiş versiyonudur. Yeri geldiğinde çok dolaşan, yeri geldiğinde karakterlerin geçmişini daha çok dolduran, yeri geldiğinde aşırılıklarını daha fazla ortaya koyan bir ‘Yolda’dır.
(…)
10 Ocak 1896’da, Quartier Latin mahallesinde yağmur altında bir tabut geçti. Ardında zamanın en ünlü kişileri vardı. Vachette meyhanesinin patronu haykırdı: “Bu ayyaşın törenine Bakanlar da geldi ha!”. Bu cenaze töreni VERLAİNE içindi.
3 Ocak çarşamba günü Descartes sokağında Bayan Krantz’ın evinde ölmüştü. O, Krantz’ı biç sevmezdi. Bütün aşkı “kötü meleğim,,” dediği bir kaldırım kızı olan Esther’e karşıydı. Amansız bir sayrılığın pençesinde kıvranan VERLAİNE son gece yatağından düşmüştü. Bayan Krantz yerden kaldıramadı. Bütün bir geceyi yerde geçirdi. Bu yüzden sayrılığı daha da ağırlaştı ertesi gün. Esther son kez görmeye gelmişti onu. Kapıda Bayan Krantz ile kavgaya başladılar, istemiyordu Krantz, Esther’in girmesini. Yaşantısının son yılları bu iki kadının kıskançlıkları arasında geçmişti. Son soluğunda bile rahat bırakmıyorlardı VERLAİNE’i. Yalvarıyordu: “Susun. Çektiğim yetmiyor mu? Bırakın huzur içinde öleyim”. Montesquiou yaman bir söylev verdi Krantz’a: “Yüce bir görevi yerine getiriyorsunuz. Rolünüz ölümsüzdür. Büyük şaire özen gösteriniz!”
Akşam saat 7’de gözlerini yumdu VERLAİNE. Tören günü büyük bir şaşkınlığa uğradı bütün mahalle. Devrin en ünlü kişileri gelmişti cenaze törenine. Bu ne değişiklikti! Bütün bunlar bir sokak kadınının yanında yaşayan bu esrik insan için miydi?
Cenaze odadan çıkarılırken bağırmaya başladı Krantz: “VERLAİNE’in kutsal betiği çalınmış. Kim aldıysa versin, yoksa rezalet olur.” Sanat severlerden biri almıştı; ozandan bir anı saklamak için. Geri verdi. Bayan Krantz kilise töreninde bile uslu durmadı. Bu kez de Esther’in dua töreninde bulunmamasını istiyordu. Kiliseye girerse ölünün başında yaygarayı koparırım diyordu. Ona “VERLAİNE yalnız sizindi. Göreviniz yücedir. Ama şimdi ölünün kutsanması gerekir. Esther’in kiliseye girmesine engel olamazsınız. Kilisenin kapısı bütün insanlara açıktır” dediler. İster istemez sustu Krantz. Esther’in yüzü hüzün doluydu, karmakarışıktı. Düz, geniş, kapıyı gözeten, acıyla çarpılmış bir yüzdü bu. Yanında iki sokak kızı daha vardı. ‘Ah gözü yaşlı üç kaldırım çiçeği!
VERLAİNE’i toprağın kucağına verdiler. Esther mezarın üstüne eğildi: “VERLAİNE bütün dostların orda!” diye haykırdı. Yüce bir çığlıktı bu. Görülüyordu, belliydi VERLAİNE’in onu neden, bu denli sevdiği. Bu çocuksu çığlıklarda derin, yüce bir büyü vardı.
Copee, Barres, Mallarme, Mendes ve Moreas birer konuşma yaptılar. En gerçek ve hazin söylevler ilerde Mallarme ve Claudel’in yapıtlarında yer alacaktır:
“Verlaine? Gizlendi şimdi otların arasına.”
Philipe Barres
Journal de France
(…)
Ararengin peşindeyiz çünkü biz,
Rengin değil, ararengin sadece.
Ancak öyle sarmaş dolaş ederiz
Kavalı boruyla rüyayı düşle.
(…)
Paul Verlaine
“Şiir Sanatı” adlı şiirinden…
“İnsan ne ile yaşar?” başlığı altında yüzlerce saçmalığı içeren Koç gibi bir Bienal’in düzenlendiği, yazar ve okur olmayanları standlarda, imza günlerinde, labirentlerde ve söyleşilerde buluşturmayı ilke edinmiş şehirdışı kitap fuarlarının/pazarlarının/borsalarının şişirildiği, endüstrileşmiş ve içi boşalmış festivallerin planlandığı şu günlerde “Türkiye’de Yazar Ne ile Yaşar?” başlıklı bir yazı dizisini paylaşmak yerinde olacaktır. 1979’da Milliyet Sanat dergisinde Alpay Kabacalı tarafından kaleme alınan bu yazı dizisinin bazı bölümlerine aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz.
TÜRKİYE’DE YAZAR NE İLE YAŞAR?
Birinci Meşrutiyet ve Abdülhamit Dönemi:
https://zaferyalcinpinar.com/yazarneileyasar.jpg
Milli Mücadele Dönemi
https://zaferyalcinpinar.com/yazarneileyasar2.jpg
Cumhuriyet Dönemi
https://zaferyalcinpinar.com/yazarneileyasar3.jpg
1940-1950 Dönemi
https://zaferyalcinpinar.com/yazarneileyasar4.jpg
Aralık 1905
Yazmak benim için büyük bir teselli idi, hem teselli, hem mükâfat. Onbeş seneyi geçen bir müddetten beri matbuat âleminde bulunduğum için gerek yurdiçi, gerekse yurddışı gazetelerinin hakkımda neşrettikleri makalelere lâkayıt kalmadım; bunlardan müteselli ve müftehir oldum. Fakat her şeyi yıkan zaman, yokedemediği duyguları ve alışkanlıkları da hiç olmazsa yıpratıyor.
Başlangıçta hergün, sonraları haftada yahut ayda bir defa can attığım, dert döktüğüm şu deftere artık aylar geçiyor da el sürmüyorum. Hayata küskünlüğüm beni sanki ölüm sessizliği içinde yaşar gibi bulunduruyor. Görünüşte kimseye dargın değilim, fakat ruhumu derin bir acılık kaplıyor.
Şair Nigâr (Binti Osman)
“Hayatımın Hikâyesi”nden…
Not: Ece Ayhan tarafından kaleme alınan ve 1967’de Şiir Sanatı Dergisi’nde yayımlanan “Şair Nigâr Hanım” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/bbkara/sairnigarhanim.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
BİR ADADAN TÜRKÜ
Çekip gidecekse biri
Bütün yaz topladığı
Midye kabuklarıyla
Atar denize şapkasını
Gider dağınık saçlarıyla.
Sevgilisine hazırladığı
Masayı yuvarlar denize,
Döker bardaktan kalan
Son damla şarabı da.
Ekmeğini balıklara verir
Bir damla kan katar denize
Savurur bıçağını dalgalara
Kundurasını da gömer sulara
Aşkı, inancı, umudu da;
Ve çeker gider dağınık saçlarıyla
Sonra döner yeniden
Ne vakit?
Sorma.
INGEBORG BACHMANN
Çev: Kundeyt Şurdum
25 Şubat 1989 tarihli Milliyet Gazetesi’nden bir kupür…
*
21 Aralık 1990 tarihli Milliyet Gazetesi’nden bir kupür…
*
Bilindiği gibi Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” ve “Ortodoksluklar” adlı kitapları 1997’de Murat Nemet-Nejat tarafından İngilizce’ye çevrilmiş ve “Sun&Moon Press” tarafından Amerika’da yayımlanmıştı. (Ardından, 2008’de “Chris King ve Poetry Scores” taifesi Ece Ayhan’ın şiirlerinden bestelenmiş şarkılardan ve çeşitli şiir okumalarından oluşan bir sivil kayıt da yaptılar. Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=399 ) Virgül Dergisi’nin Ekim 1997’de yayımlanan ilk sayısında Chris King’in “Bakışsız Bir Kedi Kara ve Ortodoksluklar” üzerine bir makalesi yayımlanmıştı. Sonuçta, “Okuduğum En Kederli” kitap adlı işbu makalenin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/enkederlikitap.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Makaleyi Orhan Koçak çevirmiş…
” Edebiyat eleştirisi dergisi ‘Virgül’ ekonomik zorluklar ve dağıtım sorunları nedeniyle yayın hayatına 131. sayısı olan Kasım-Aralık sayısıyla son veriyor.
Derginin ‘Noktalı Virgül’ başlığıyla yaptığı yazılı açıklamada, ‘Ekim 1997’den beri, 12 yılı aşkın bir süredir aralıksız yayımlanmakta olan dergimiz ekonomik zorluklar ve dağıtım sorunları yüzünden yayın hayatını sona erdiriyor’ denildi.
Bir Şey Bitiyor
Koy bir masal kitabını
dizlerinin üstüne
Neydi
su içinde bir atlı koşudan başka?
Kısadır gezi
mezardan mezara.
Geçmiş
bir peyzaj olarak kalır
çabucak uzaklaşan
kadınlarla.
Son gelir
kimsenin artık
görmek istemediği
resimlerdeki yapraklarla
KARL KROLOW
(Çev: Hilmi Tezgör)
Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com