Kas
19
2009
0

Buluntu: 1950 (N. İlhan Berk)

Yeditepe Dergisi’nin 1 Temmuz 1950’de yayımlanan 6. sayısında yer alan bir (Nesrin) İlhan Berk şiiridir… Sıkı buluntudur.

Kas
18
2009
0

Sanatoryum

Burada
Her şey
Bir başka
Ağaçların bile
Ateşi
37,6.

Aclan Sayılgan
Yeditepe Dergisi, 1950, Sayı:5

Kas
17
2009
0

Kınar (Hanım)’ın Ölümü

Kınar Hanım’ın Vefatına İlişkin Kupür

(Yeditepe Dergisi, 1950, Sayı: 8)

Kas
17
2009
0

Kınar Hanım’ın Denizleri

“Kınar Hanım’ın Denizleri” Çizimi (polikinik dilemma)

*

Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla
şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım’dan
düz saçlarıyla ne yapsın şehzadebaşı tiyatrolarında şapkalarını
______tüketemezmiş hiç
(…)
Ve içinde birikmiş ut çalan kadın elleri olurmuş hep
gibi bir üzünç sökün edermiş akşamları ağlarken kuyulara kınar
______hanım’ın denizlerinden.

Ece Ayhan

Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla
şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım'dan
düz saçlarıyla ne yapsın şehzadebaşı tiyatrolarında şapkalarını
	tüketemezmiş hiç

İşte kel hasan bu kel hasan karanlığı süpürürmüş
ters yakılmış güldürmemek için serkldoryan sigaralarıyla
işte masallara da girermiş bir polis o zamanlardan beri sürme
	kirpiklerini aralayarak insanları çocukların

Ve içinde birikmiş ut çalan kadın elleri olurmuş hep
gibi bir üzünç sökün edermiş akşamları ağlarken kuyulara kınar
	hanım'ın denizlerinden.

Kas
17
2009
0

Anadolu Ortaçağı!

Çizim: polikinik dilemma

***

(…)
Sizler, benim anladığımca, çok büyük çoğunluklar, kalabalıklar yani, hep kestirmeden gidiyorsunuz; bu çürük çarık akıl yürütmelerinizle de, öyle görünüyor, gideceksiniz de. Bu helal yollarda, bu yanlış değer yargılarına dayandırılmış yöntemlerle ‘gerçek’ nasıl bulunabilir, bulunamaz ki. Her alanda insana çok büyük yanlışlar işleten şu (içinde belirli bir kurnazlığı da bulunduran) ‘algı ortalaması’ bizim bu topluluk’ta nelere patlıyor, anlamıyor musunuz? Bir masal kurulmuş! (s.10)
(…)
Aşağı yukarı 28-29 yıldır şiirler yayınlıyorum. Eleştirmenlerin yazdıkları yayın kitaplarıında adım hiç geçmez ya da geçerse  şöyle bir değinilir; derledikleri seçkilerde antolojilerde de şiirlerim yoktur (geniş oylumlu, hemen her şairin olduğu seçkilerde bile benden pek az şiir alınır.) Çeyrek yüzyılı geçen bir zaman sürüp giden bu olumsuzluklar insanın belirli bir yargıya varması için ölçüt olmayabilir ama nedendir? diyedir düşünülmesi gerekir. 51 yaşımdayım, kendimi avutamam avutmayacağım da hiç… Kısacası ‘kahir ekseriyet’ şiirlerimi beğenmemiştir; bunlar bana sözle de ‘önemsiz’, ‘sıradan’ şiirler yazdığımı söylemişlerdir. (s.15)
(…)
Anadolu Ortaçağı! İşte tam da burada duruyoruz. Adına ben düpedüz bir “kötülük toplumu’ diyorum bunun. Böylece nitelenmiş topluluklarda ‘Dallas’ gibi dizi filmler ilgi görür, görebilir. (s.17)

Ece Ayhan
Dipyazılar, YKY, 1996

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Kas
16
2009
0

Hepsi bu.

(…)
Kendimi haklı görüyor değilim; ama kendimi savunuyor da değilim –hele yargılamayı hiç beceremiyorum, kendimi de dünyayı da…–Dünya ne ise oydu; ben de ne isem o oldum –uyuşamadık. Hepsi bu.
(…)

Oruç Aruoba
“Zilif”, Sel Yayıncılık, 2002, s.

Kas
15
2009
0

Buluntu: “İyilik de kötülük de yalnız insanlardan gelir!” (Ece Ayhan)

Ece Ayhan’ın kitaplarında olmayan bir metnine ulaştım.
Sombahar Dergisi’nin Haziran 1994 tarihli 23. sayısında yayımlanan “İyilik de kötülük de yalnız insanlardan gelir!” başlıklı Ece Ayhan yazısına https://zaferyalcinpinar.com/bbkara/yalnizinsanlardan.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Yazı, ayrıca, Ece Ayhan Web Sitesi‘ne de eklenmiştir.

Kas
15
2009
0

Su Yolcu

Kara Kedinin Adımları’na,

işte Enver İbrahim; bir su yolcu
yalnızlığın köşelerini dolaştı
durdu:

zaman
geçti
hızla
geçiyor
zaman bir…
-sus-
rüzgâr
adanın
kıyılarını
bir
bir
dolaşıyor
rüzgâr ki…
-sus-

in
duvarların yokuşundan
düzayak
bir mantığa
çık
bir
sus
ayakta kalmaktır

indeki
pus

Zafer Yalçınpınar
“Livar”, Lotus Yayınları, 2006

Ayrıca bkz:  İçindeki Hiç

Kas
15
2009
0

Uzun Saçlı Uzun Gözlü Dargın Peri (Ece Ayhan)

“Unutulmuş Şiirler Antolojisi”nden…

(Haz: Reşit İmrahor, YKY,1993)

*

Kas
14
2009
0

lepisma saccharina

Boyutu ve parlaklığıyla bir gözyaşına benziyor. Bilim adamları onu lepisma saccharina olarak adlandırıyorlar; bu, “gümüş balığı” adına karşılık geliyor, ama onun balıklıkla hiçbir ilgisi yok, su nedir, onu bile bilmez.
Hayatını kitapları yemeğe adamış, ama güvelikle de bir ilgisi yok. Her dilde kelime kelime çiğneyerek ne bulursa azar azar yiyor; romanlar, şiirler, ansiklopediler…
Hayatı kütüphanelerin karanlık köşelerinde geçiyor. Başka her şeyden habersiz. Gün ışığı onu öldürüyor.
Alim olurdu… böcek olmasaydı.

Eduardo Galeano
Zamanın Ağızları, Çev: Bülent Kale, Çitlembik Yayınları, s. 135

Kas
13
2009
0

“Türkiye” Rölyefi (Kuzgun Acar)

Kuzgun Acar’ın “Türkiye” rölyefinin genel görünüşüdür. Fotoğraf, Yusuf Taktak arşivindendir ve 1967’de çekilmiştir.

*

“Türkiye’nin ilk gökdeleni Emek İşhanı’nın cephesine 13 metre boyunda bugüne kadar memleketimizde yapılan rölyeflerin en büyüğü konulmaktadır. Altı ay geceli gündüzlü çetin bir çalışmanın biraz da maceralı geçen uzun devrenin sonunda ortaya çıkan bu yeni sanat eserinin Kuzgun Acar nezaretinde Kızılay’daki büyük işhanının alana bakan cephesindeki boş kısma monte edilmesine başlandı.”

Yeni Gazete, 31 Ocak 1967

*

Ayrıca bkz:  Kuzgun Acar’ın eseri hurda fiyatına satıldı! (1988).

Kas
12
2009
0

Çöptür Bütün Yazılanlar (Antonin Artaud)

(…)
Sen değilsin asıl mesele, genç adam!
Hayır, sakallı eleştirmenlerdir benim üzerinde durduğum.
(…)

Antonin Artaud’un “Çöptür Bütün Yazılanlar” başlıklı metnine https://www.ussuz.com/2009/11/coptur-butun-yazilanlar/ adresinden (Ussuz’dan) ulaşabilirsiniz. Yazıyı Dr. Erdoğan Kul çevirmiş…

Kas
12
2009
0

Divalans Belirtisi (Morten Blyme)

Dün, Danimarkalı sanatçı Morten Blyme benimle bağlantı kurdu. Bazı görsel çalışmalarımdaki tınının ve yaklaşımların kendi çalışmalarındakine çok benzediğini, bundan memnuniyet duyduğunu belirtti.

Ardından, Morten Blyme‘ın web sitesini inceledim. Gerçekten de benzer sezişlerin, tuşelerin varlığını farkettim ve kendisinden bu çalışmaları, burada (Evvel Fanzin’de) paylaşmak için izin aldım. Sonuçta, Morten Blyme’ın “Divalans Belirtisi” ile “Ali Baba ve Kırk Haramiler” adlı çalışmaları aşağıdadır:

“Divalans Belirtisi” ,1999, Akrilik

***

Ali Baba ve Kırk Haramiler, 2005, Yağlıboya

*

Morten Blyme’ın yapıtlarından diğer örneklere https://www.m-blyme.com/galleries.htm adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
11
2009
0

Sait Faik’in Kişiliği ve Son Günleri

Milliyet Sanat Dergisi’nin 14 Mayıs 1979 tarihli 323. sayısında yer alan “Sait Faik’in Kişiliği ve Son Günleri” başlıklı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/saitfaikozdemirasaf.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Yazıyı Özdemir Asaf kaleme almış…

Kas
10
2009
0

) 1881-193∞

) 1881-193∞

“Ya istiklal, ya ölüm!”

Kas
09
2009
0

İstanbul (1947)

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor

İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev
İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar
Boyunları bükük
Yorgun asabi kederli kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak

Sarı uzun yüzlü cesur işçiler
Dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar
Hiç konuşmuyorlar
Benim onları birer birer çalıştıkları yerlere götürüp bıraktığım olmuştur
Hepsi dar kapanık yerlerde, sıkıntılı işlerde çalışırlar
Hepsi deli gibi severler yaşamayı
Bu en önde giden grup
Tophane’de Dikimevi’nde çalışır
Sekiz kızdır ancak üçü evlenmiştir
Bu saçları darmadağın asık suratlı delikanlılar
Kömür işçisidir
Bu üç kız, Beyoğlu’nda büyük bir mağazada tezgâhtar
Bunlar yol amelesidir
Bunlar vapur işçisi
Öbürleri duvarcı hamal ırgat kayıkçı
Hepsi bu gök altında sarmaş dolaş olmuş yürüyorlar

Dünyada işlerine giden insanları görmek kadar güzel bir şey yoktur
(Biliyorum artık akşama kadar onları hiç görmeyeceğim)

Durduğun yerden İstanbul köprüsü tramvayları mavnalarıyla sanki yürüyor
Bu sislerin ve bulutların arasından en sonra harekete geçen Kız Kulesi’dir
Kayıkların direkleri insanların üzerinde
Büyük bir bulut gelip durmuştur
İşte karın karına vermiş motorlardaki balıkların üstlerine yağmur yağıyor
Bir defa olsun akıllarına gelmemiştir
Gözleri pırıl pırıl balıkların
Bir İstanbul göğü altında ağlamak

Hepsi denizde geçen hayatlarını düşünüyorlar
Dokunsanız ağlayacaklardır

İstanbul açları tokları hastalarıyla aynı kıta üzerinde bulunuyor

N. İlhan Berk
İstanbul, 1947

Kas
09
2009
0

İlhan Berk’in Şiir Kitapları’nın Kapakları (1935-1978)

(N.) İlhan Berk’in 1935-1978 yılları arasında yayımlanan şiir kitaplarının kapak görüntülerine https://zaferyalcinpinar.com/1935nilhanberk1978.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
08
2009
0

Dünya kadar…

Yazar ile okur arasında tarih boyunca ustalıkla –yavaş yavaş- örülmüş yani  zamanla –zamanın getirdikleriyle- inşa edilmiş büyük bir duvar vardır. Bu büyük duvar “dünya” boyuncadır, yani etrafından dolaşmak, üzerinden atlamak ya da tünel kazıp diğer tarafa geçmek, diğer tarafa ulaşmak –yazar için de okur için de- mümkün değildir. Duvarın yüksekliği ve toprağın altındaki temelin derinliği okurun ya da yazarın boyunun milyarlarca katıdır. Hatta bu mesafeleri tanımlamak için “dünya kadar yüksektir” ya da “dünya kadar derindir” bile diyebiliriz…  Üstelik, duvarın yapımında “dünya” kadar horasan harcı kullanılmıştır.  Buna, bu sağlamlığa karşılık ne yazarın ne de okurun kendisinden ve kendi gözlerinden başka kullanacağı bir araç ya da donanım yoktur söz konusu “duvardan engel”i aşmak için…

Ancak, duvarda –bir elin üç parmağının sığabileceği- küçük boşluklar vardır. Yazar o küçük boşluklara yazar, yazacağını. Okur da o küçük boşluklardan okur, okuyacağını… Yazarın o boşlukları bulup, yazısını yazdığı kâğıdı o boşluklara bırakması, yerleştirmesi gerekir. Okurun da o boşlukları bulup oradaki kâğıda ulaşması gerekir.

Duvar dediğim şeyin “dünya kadar retorik” olduğunu, küçük boşlukların da “dünya kadar öz” olduğunu söylememe gerek var mı?

Yok.

Yani, dünya kadar yok!

Zafer Yalçınpınar
Karga Mecmua, Sayı: 31, Kasım 2009

Kas
08
2009
0

Dört Duvar

“Dört Duvar”, Zafer Yalçınpınar, 2009

*

Kas
07
2009
0

Flajole

(…) Sorun istediğinize. Her müzisyen size rahatlıkla doğrulayacaktır bir orkestranın her zaman için yönetmensiz edebileceğini, ama kontrabassız asla. Yüzyıllar boyunca yönetmensiz çalagelmiştir orkestralar. (…) Ve ben de size şurasını doğrulayabilirim ki biz bile zaman zaman yönetmeni iyice yandan ıskalayarak çalarız. Ya da üstünden atlayıp geçerek. Hatta bazen öyle bir atlarız ki kendi bile fark etmez. Bırakırız, o önündeki sopasını istediği gibi sallayadursun.
(…)
Varmak istediğim nokta, kontrabasın mutlak olarak ve fark atarak en önemli orkestra çalgısı olduğunu saptamak. Hiç de öyle belli etmez kendini.
Ama geri kalan bütün orkestranın, yönetmen de dahil, ayak basacağı o bütün esas düzeni kuran odur. Yani kontrabas, üzerinde bütün o eşsiz yapının yükseldiği temeldir, mecazi olarak. Bası çekin alın, Babil’deki diller kargaşasının dik alâsı çıkar ortaya, kimsenin ne diye müzik yaptığını bilmez olduğu bir Sodom.
(…)

En bas teli çalar.

… İşityor musunuz? Kalın mi. Tastamam 41,2 hertz, akordu doğruysa. Daha aşağı inen baslar da vardır. Kontra do’ya, hatta sub-kontra si’ye kadar. Ki bu da 30,9 hertz demektir. Ama bunun için beş telli bir alet gerekir. Benimkinin dört teli var. Beş teli kaldıramaz, paramparça olur.

(…)

Şimdi ben örneğin, sapın sonuna kadar gidersem, do-üç’e kadar çıkabilirim…
… evet, do-üç, üç-çizgili. Şimdi diyeceksiniz ki ‘Tamam’, çünkü sapın bittiği yerden ileride artık tellere basılamaz. Size öyle geliyor! Bakın…

Bir flajole çalar.

… ya şimdi?…

Daha yukarı çıkar.

… ya şimdi?…

Daha yukarı çıkar.

… Flajole. Yöntemin adı böyle. Parmağı değdirip gıdıklar gibi üst-armonikleri çıkarmak. Bunun fizik bakımından nasıl olduğunu açıklayamam şimdi size, çok uzaklaşırız konudan, orasını sonra kendiniz de ansiklopediden bulabilirsiniz. Önemli olan, teorik olarak o kadar yukarı çıkabilirim ki insan artık işitemez. Bir saniye…

İşitilemeyecek nitelikte bir ses çıkarır.

…İşittiniz mi? İşitemezsiniz bu kadarını. Görüyor musunuz? Ne olanaklar gizlidir bu çalgının içinde, teorik ve fiziksel yönden. Yalnız bunları ortaya çıkarmak olası değil, pratik ve de müziksel yönden. Üflemelilerde de farklı değildir bu. Hele hele insanlarda –yani simgesel olarak. Öyle insanlar tanıyorum ki içlerinde bütün bir evren gizlidir, ölçülmez boyutlarda bir şey. Ama ortaya çıkarmak olası değil. Dünyada değil. Burası antrparantez…
(…)

Patrick Süskind
“Kontrabas”, Çev: Tevfik Turan, Kıyı Yayınları, 1989, ss. 5-11

Kas
06
2009
0

1967’den 1988’e Kuzgun Acar’ın Türkiye Rölyefi

Kuzgun Acar’ın bazı eserleri tartışmalara sebep olmuş ve sökülüp depolara kaldırılmıştır; Ankara’da Emek İş Hanı’nın ön girişine Anadolu’nun çoraklaşma sonucu kaybettiği toprakları ifade etmek üzere 1966’da yaptığı büyük boyutlu metal Türkiye rölyefi yerinden kaldırıldı, depolarda bekletildikten sonra hurda olarak satıldığı yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıktı. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Kuzgun_Acar)

Konuyla ilgili iki (1967,1988) gazete kupürü  aşağıda yer almaktadır:

***

***

Kuzgun Acar’ın diğer eserlerinden bazılarının başına da benzer şeyler geldi.

Metal-İş Gönen tesisleri için yaptığı heykel 1980 sonrasında sökülerek bir depoya kaldırıldı, 1997’de hatırlanarak depodan çıkarıldı ve yerine asıldı; 1975 Heykel Sempozyumu için 1940’lı yılların Antalya valisi Haşim İşcan anısına yaptığı dev el heykeli ise, bir süre sonra bir depoya kaldırılmış, uzun zaman sonra Antalya’nın girişinde bir kavşağa yerleştirildi. (…) Sanatçı, Marmara Adası’na konulması tasarlanan bir anıt hazırlamaya başladı (balıkçılarla ağ çeken bir Atatürk heykeli), ancak tamamlayamadı.Yarım kalan eserin nerde olduğu bilinmiyor. Acar, bir duvar rölyefi üzerinde çalışırken merdivenden düştü ve beyin kanamasını nedeniyle 4 Şubat 1976 günü 48 yaşında hayatını kaybetti. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Kuzgun_Acar)

Kas
06
2009
0

‘Afrikalı bir büyücü’, ‘İstanbullu bir beyefendi’ ve ‘geçen yüzyıldan kalma bir nihilist’ti.

Bana göre Kuzgun, aynı zamanda ‘Afrikalı bir büyücü’, ‘İstanbullu bir beyefendi’ ve ‘geçen yüzyıldan kalma bir nihilist’ti. Rue Mosieur Le Prince’te bir otelin çatı katında, taraçayı çevreleyen alçak duvarın üstünde bir yandan kafes tellerine inanılmaz formlar verirken öbür yandan gazocağının üstünde mineler yapışını unutmam imkansız. Demir, tel, çivi, mika, sac yani genellikle bir hurdacıda rastlayabileceğiniz o sayısız hırtı pırtı ile kendi evrenine bir biçim veriyordu. Kuzgun için, ister Melquiades deyin ister Afrikalı bir büyücü.

Onat Kutlar
Milliyet Sanat Dergisi, Aralık 1988, Sayı: 205


Kas
05
2009
0

Jean Cocteau’dan İlhan Berk’e…

İlhan Berk’in 1953’te yayımlanan “Türkiye Şarkısı” adlı kitabında yer alan desendir. Desen, Jean Cocteau tarafından çizilmiştir.

*

Türkiye Şarkısı’nın Kapağı , 1953 (Kapak Resmi Fethi Karakaş’a aittir.)

Kas
05
2009
0

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com