Abidin Dino’nun kaleme aldığı ve Milliyet Sanat Dergisi’nin 12 Aralık 1977 tarihli 255. sayısında yayımlanan yazıya https://zaferyalcinpinar.com/dinomualla.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
09
2010
Orhan Kemal’den Kemal Sülker’e…
Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nin 1951’de yayımlanan “Orhan Kemal” konulu özel sayısının, Orhan Kemal tarafından Kemal Sülker’e imzalı nüshasıdır. Kitap, Zafer Yalçınpınar koleksiyonundandır.
08
2010
Roller Yapısı’nın Çöküşü
(…)Endüstrileşmenin Birinci Dalga’yı ve ilkel toplumları ezişi her zaman için midemi bulandırmıştır. Savaşı kitlesel boyutlara taşıması, Auschwitz’i kurması, atom bombasıyla Hiroşima ve Nagasaki’yi yerle bir etmesi, İkinci Dalga’nın bağışlanamayacak eylemleridir. Kültürel açıdan burnundan kıl aldırmayan tavrı ve dünyanın geri kalan bölgelerini soymayı kendine hak bilmesi, beni utandırıyor. Varoş mahallelerde insan enerjisinin, hayal gücünün boşa harcanışını ve psikolojik bunalımları izlerken üzülmemek imkansız. (…) Endüstri uygarlığını ayakta tutan roller yapısının parçalanması gibi baskılar bir noktada toplanınca, tüm yapılar içinde en narin olanı, yani kişiliğimiz çöküyor. İkinci Dalga uygarlığı son günlerine yaklaşırken, bu gerçek, kişilik bunalımını her yerde görülen modern bir salgın hastalık yaptı.
Günümüzde milyonlarca insan kimliğini yeniden biçimlendirmek için çırpınıyor, sinemaya ve tiyatroya gidiyor, roman okuyor ve gerçekten etkili olup olmayacağını bilmeseler bile, kişisel gelişim kitaplarını susuz yutuyorlar. (…) Bu kişilik bunalımlarının en tuhaf örnekleri, dünyanın endüstri açısından en ileri İkinci Dalga ülkesi olarak sayılabilecek Birleşik Devletler’de görülür.(…) Günümüzde içinde bulundukları durumu geride bırakmak ve yeni bir hayata başlamak için her şeyi yapabilecek durumdalar; hem de olmadıkları bir şey olmak için. İşlerini, eşlerini, sorumluluklarını ve rollerini değiştirmek istiyorlar. (…)
Alvin Toffler
Üçüncü Dalga, Çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay. ss. 158-160
08
2010
Endüst-realite’nin Kahrediciliğiyle Yüzleşmek (Zafer Yalçınpınar)
Birbirinin benzeri olan milyonlarca ürün yaratacağım ve icat ettiğim pazara bu ürünleri satacağım derken insanlık vasıflarını kaybetmekle yüzyüze gelmiş, çoktan seçmeli testlerle gerçekliği kısıtlanmış “sözde insanlar” yapan bir standartlaşma, bir iğne fabrikasından (Bkz. Adam Smith) yola çıkarak insanları daha verimli çalıştıracağım ve sorunları unsurlarına, zerrelerine ayırarak üretimi hızlandıracağım, çıktıyı çoğaltacağım derken üretim bantlarının başında duran “bütünü göremeyen, gözü açık körler”, mekanomanik mühendisler veya ruhsuzlar ordusu oluşturan bir uzmanlaşma, kitlesel kalabalıkları daha düzenli ve eşgüdüm halinde hareket ettireceğim derken yanlışların topyekün tekrarına, bazen de yanlışların doğru sayılmasına (misal, üç-beş yanlışın ardı ardına tekrar edilip istatistiksel bir doğru olarak kabul edilmesine) sebep olan bir senkronizasyon, pazarı hareketlendireceğim ve uygarlığı ilerleteceğim derken trafik, karma karışık şehirler ve dolayısıyla karma karışık, çelişik kafalar yaratan bir yoğunlaşma/odaklanma, yükseleceğim, görkemli kılacağım derken “makrofilya”ya, hırsa, hastalığa ve binlerce çeşit “bilinçli, kasıtlı kaza”ya ve yüksekten düşenlerin rükuşluğuna neden olan bir azamileştirme, kalkındıracağım, işler hale getireceğim, borç vererek zenginleştireceğim derken kontrolü kaybedilmiş bir bürokrasi ve yedi-sekiz senede bir topallayan bir para sistemi icat eden merkezileşme… İşte, ikinci dalganın yani endüstri toplumunun bugün rahatlıkla “başarısız” ve “kahredici” sayabileceğimiz tasarımsal ilkeleri bunlardır. (…)
Zafer Yalçınpınar
Karga Mecmua, Sayı: 35, Şubat 2010
Hamiş: İşbu metnin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/k17.html adresinden ulaşabilirsiniz.
*
Resim: Naime Erdem Başaran
08
2010
Hapishane
(…) İkinci Dalga çağı başladığında, madde hakkındaki çok çeşitli görüşlerimiz arasında baskınlık kazanan “atomculuk” oldu.(…) “İncelenebilen her zorluğu mümkün olduğunca küçük zerrelere” bölmek şarttı. Kısacası, İkinci dalga devam ederken, felsefi atomculuk da fiziksel atomculukla başa baş gidiyordu. (…) Farklı parçaların bir araya gelerek oluşturduğu bir evren kavramı, kesinlikle vazgeçilmez bir düşünceydi. (…)
Artık insan, kabilenin, klanın veya toplumun bir parçası olarak görülmüyor, özgür, bağımsız, başkalarından ayrı bir birey olarak ele alınıyordu. (…)
İkinci Dalga uygarlığı, nedensellik gizeminin cevabını, Newton’ın evrensel yerçekimi yasasında buldu. Newton’a göre, etki, “hareket yaratmak için nesnelere uygulanan güç” idi. Newton tarzı etki-tepki için geleneksel bir örnek, birbirlerine çarparak tüm masa üzerinde hareketlenmeye neden olan bilardo topları olabilir. (…) Dünya ayrı zerrelerden –minyatür bilardo toplarından- oluşuyorsa, bütün nedenler veya etkiler, bu topların birbiriyle ilişkilerinden kaynaklanıyor demekti. Bir zerre veya atom, bir diğerine çarpıyordu. (…)
Gerekli olan tek şey, herhangi bir fenomeni açıklamak için gereken en önemli değişkeni bulmaktı. Doğru “bilardo topu”nu bulduğumuz ve en iyi açıdan vuruş yaptığımız takdirde her şeyi başarabilirdik.
Zaman, alan ve maddenin yeni görünüşleriyle desteklenen bu yeni nedensellik kavramı, insan ırkını antik dalaverelerin tiranlığından büyük ölçüde kurtardı. Bilim ve teknolojide inanılmaz başarıların kazanılması, kavramsallık ve uygulamada mucizeler yaratılmasını sağladı. Otoriter disiplinlere kafa tuttu ve zihni binlerce yıllık esaretten kurtardı.
Ama, endüst-realite, aynı zamanda kendi hapishanesini de yarattı; bu, miktara dökemediği hiçbir şeyi dikkate almayan, sert eleştirileri sürekli teşvik eden ve hayal gücünü cezalandıran, insanları aşırı basitleştirilmiş protoplasma birimlerine indirgeyen, herhangi bir sorun için mühendislik çözümü arayan bir endüstriyel zihin yapısıydı. Diğer bir deyişle, soyut kavramların artık hiçbir önemi yoktu; beş duyuyla algılanıp sınanıp kanıtlanmadığı sürece, her şey geçersizdi.(…)
Alvin Toffler
Üçüncü Dalga, Çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay. ss. 139-146
07
2010
Gözümüzden Kaçtı Sanılmasın-III
Gözümüzden kaçtı sanılmasın diyedir;
Hz. Müptezel (Ali Enver Ercan), Varlığ Dergisi’ndeki “Yeni İmzalar” adlı “suni yem”leme mekânından dezenformasyon icra etmeye devam ediyor. Duyduğuma göre, son olarak, saçma sapan bir “suni bağlam” aracılığıyla Hilmi Yavuz’u ve Ece Ayhan’ı aynı cümle içinde kullanmaya, sanki birbirlerine benzer birileriymiş gibi göstermeye çalışmış… Yemezler.
Hilmi Yavuz, patetik bir belediye şairidir ve kötülük toplumu denen “cüruf”a eklemlenmiş sıradan biridir. Ece Ayhan ise “haklılığın inadı”dır ve “sıradan, halay takımından” değildir. İkisinin bu hayatta kesiştikleri tek yer de Ece Ayhan’ın Hilmi Yavuz’a “Belediye Şairi” lakabını takmasıdır. Durum budur.
Ayrıca, köylü kurnazlığının doruklarında gezen Ali Enver Ercan, F.H. Dağlarca üzerine de kerametlerde bulunmuş… Madem öyle, Hz. Müptezel’e şu gerçek hikâyeyi hatırlatmak gerekiyor:
“Birgün Dağlarca’nın evindeki kombi ya da termosifon bozuluyor. Dağlarca, hemen bizim Ali Enver Ercan’ı arıyor ve evine çağırıyor. Kaynakçılık, termosifon ya da kombi tamiri işlerinden iyi anlayan Ali Enver Ercan, Dağlarca’nın evindeki bu tesisat bozukluğunu tamir ediyor. Dağlarca, Enver Ercan’ın bu konudaki becerisini gördüğünde şöyle diyor:
– Yahu Ali Enver Ercan, sen şair değil de tesisatçı olmalıymışsın…”
Şimdi, sonuçta, Dağlarca doğru söylemiş. Çünkü Enver Ercan’ın Varlığ Dergisi üzerinden yapıp ettikleri de bir tür tesisatçılıktır, şebekeciliktir, halaycılıktır. Yani tüm bu “Genç/Yeni İmzalar” ayakları, şairlik filan değildir, düpedüz esnaflıktır.
06
2010
Do majörden bir Blues doğaçlaması
(…)Neal arka tarafta “Tanrım! Evet!” deyip durur, ellerini dua eder gibi birleştirmiş, terleyerek. “Jack, Slim zamanı biliyor, adam zamanı biliyor.” Slim Gaillard piyanonun başına geçer ve iki notaya basar, iki do; sonra iki tane daha, sonra bir tane, sonra iki daha ve birden iriyarı, güçlü kuvvetli basçı dumanlı kafasını dağıtır ve Slim’in “Do majörden bir Blues doğaçlaması” çaldığını fark eder ve işaretparmağıyla tellere asılır ve etkili, bum bum bas vuruşu başlar ve şimdi herkes sallanmaktadır ve Slim her zamanki gibi hüzünlüdür; yarım saat boyunca caz üflerler kulaklarımıza ve sonra Slim delirir, bongonun başına geçer ve başlar muazzam hızla Küba ritimleri çalmaya ve bildiği sayısız dilde, bağıra bağıra manyakça şeyler söylemeye; İspanyolca, Arapça, Peru lehçesinde, Maya dilinde. Sonunda program biter; her program iki saat sürer. Slim Gaillard gidip bir direğe dayanır ve gelip kendisiyle konuşan insanların kafalarının üzerinden hüzünlü bir şekilde uzaklara bakar. Birisi eline burbon tutuşturur. (…)
Jack Kerouac
“Yolda”yken…
05
2010
Formation Of The Black Arrow (Paul Klee)
Paul Klee’nin kaleme aldığı ve 1953’de yayımlanan Pedagogical Sketchbook‘tan bir figür…
05
2010
Korkunç bir dünyada yaşıyoruz.
3 Mart 1977
Ece Ayhan’la son çıkan iki kitabı üstüne bir konuşma yaptım. Yazko’ya gönderdim. Ben ilk kez bir insana, hele bir şaire soru soruyorum. Ece dışında bunu dünyada kimseye yapmazdım diyorum. Bunu salt onun şiirine olan sevgimden yaptım elbet. Çağdaşlarım içinde başka hiçbir şair beni o denli ilgilendirmedi. Benim için büyük bir şairdir Ece Ayhan. Bu bir gün kuşkusuz anlaşılacaktır. Nasıl bir şiir kurduğu, nasıl ‘bina’ ettiği zaman alacaktır. Alsın! Önce bunun için yaptım bu konuşmayı. Sonra da ona karşı sürdürülen, bu katı, sağır, insan dışılığa, bu suskunluğa dayanamadığım için yaptım. Korkunç bir dünyada yaşıyoruz. Ben böyle bir dünyada yaşadığımızı da, daha çok, Ece Ayhan’a bakarak anlıyorum.
İlhan Berk,
“El Yazılarına Vuruyor Güneş”, YKY, 2. Baskı, 1997, s.143
04
2010
Kuzgun Acar’ın Yontuları
Kuzgun Acar’ın heykellerinden bazılarının görüntülerine https://www.kuzgunacar.com/heykel.htm adresinden ulaşabilirsiniz.
03
2010
Allah’ın Kuzgun Bir Kuludur.
Allah’ın Kuzgun Bir Kuludur.
1.
babası Fenerbahçe’de Yahya Kemal’le dalga geçer
annesi sabah akşam mavi ispirto içer
ikisi bir olup Kuzgun doğurmuşlardır
2.
adamın elinden bıçak almayı iyi bilir
bar kapılarından yontulu eldir
3.
insan irkilttiği içindir çivilerini çok sever
gözleri kaynaklıdır değişik gözlükler giyer
4.
zapt edilemeyene inandı
bir kuşun hareketinin
heykelini yaptı
5.
galata kulesinde
kırk gün boyu kadar gece
duvarlara rakı kadehi fırlatmıştır.
6.
kendinden kendini geçirip
varlığından varlığını yontmuştur
7.
yere indi diye ölmüştür
merdivenlerin tepesinden
hızlı ve hareketli
ölmüştür
8.
Abdulâhet
Kuzgun
Acar’dır
ve Allah’ın kuzgun bir kuludur.
Zafer Yalçınpınar
5 Ocak 2008
***
***
Demir, çivi, tel ve ahşap gibi malzemeler kullanarak gerçekleştirdiği yapıtlarıyla tanınan heykeltıraş Kuzgun Acar geçirdiği beyin travması sonucu 3 Şubat 1976’da İstanbul’da öldü. 1928’de İstanbul’da doğan sanatçı, 1948’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi heykel bölümüne girdi ve Prof. Belling’in öğrencisi oldu. Daha sonra Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun atölyesine geçerek öğrenimini onların yanında tamamladı. Öğrencilik yıllarında Bara’nın sanat anlayışından etkilenerek soyut çalışmalara yöneldi ve ilk çalışmalarını geometrik-soyut tarzda verdi. Mezun olduktan sonra serbest çalışmaya başladı ve aynı yıl ilk kişisel sergisini düzenledi (1953). Demir, çivi, tel ve ahşaba heykellerinde hayat veren sanatçı soyut anlayışla lirizmi birleştirerek diğer meslektaşlarından farklı yapıtlar üretti. Çivilerle gerçekleştirdiği bir çalışması, 1961’de Paris Bienali’nde birincilik kazandı ve ödülle birlikte verilen bursla Fransa’ya gitti. 1962 yılında Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde, 1966 yılında ise Rodin Müzesi’nde eserlerini sergiledi ve bu sergileri sayesinde Avrupa sanat çevrelerinde de tanındı. Tiyatro oyunları için masklar ve mimariye bağlı panolar da üreten Acar’ın, 1975’te Paris’te Mehmet Ulusoy tarafından sahnelenen Kafkas Tebeşir Dairesi (B. Brecht) adlı oyun için yaptığı masklar, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki “Kuşlar” rölyefi ve Ankara Emekli Sandığı Gökdeleni’nin cephesindeki tunçtan kabartması bu alanlardaki en önemli çalışmalarıdır.
Ayrıtılar için bkz; https://www.kuzgunacar.com/yasami.htm
Ayrıca bkz; https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=kuzgun-acar
*
03
2010
Kuzgun Acar’ın Vefat İlânı (1976)
13 Şubat 1976 tarihli Milliyet Sanat Dergisi Kapak Görüntüsü
***
*
Kuzgun Acar’ın vefatına ilişkin ilânlar…
***
Kuzgun Acar’ı saygıyla anıyoruz…
*
Ayrıca bkz: https://www.kuzgunacar.com/yasami.htm
02
2010
Kuzgun Acar’ın Maskları
Kuzgun Acar’ın masklarının görüntülerine
https://zaferyalcinpinar.com/kuzgunacar.pdf
adresinden ulaşabilirsiniz.
***
“1984 yılında Paris’te, Kuzgun Acar’ın maskelerini ilk kez görmüştüm. Mehmet Ulusoy tarafindan sahnelenen Kafkas Tebeşir Dairesi(Brecht) adlı oyun için ürettiği maskeleri oyun sahneye koyulurken görüyordum.Yakın dostum Simon Telvi, Ulusoy’un asistanı idi. Bu maskeleri elime de almıştım. Aynı zamanlar içinde, bir kez, atölyemde, hatıramda kalan bir maskeden bu suluboyayi yapmıştım. Kollar ve ayaklar çataldan, başın üstünde kaşık olan maskeden bahsediyorum. Acar’in maskeleri beni çok heyecanlandırmış ve tesir etmişti.” (Paris’ten, Ody Saban)
***
02
2010
Kuzgun Acar hakkında kupürler…
Kuzgun Acar hakkında basında yeralan bazı kupürlere https://www.kuzgunacar.com/basindan.htm adresinden ulaşabilirsiniz.
02
2010
Kuzgun Acar’a İşaret Etmek İçin 16 Neden
Karga Mecmua’nın Şubat 2009 tarihli 24. sayısında yer alan yazıya https://zaferyalcinpinar.com/k10.html adresinden ulaşabilirsiniz.
02
2010
Kuzgun Acar Paris’te… (1961)
(…) Kuzgun Acar, bir şakası anımsandı mı ardından bir başkası anlatılanlardandı. 1961 yılında Genç Sanatçılar Bienali’nde birincilik kazanınca ilk kez Paris’e gidişlerini anlatmıştı bir arkadaşımız. Havaalanında (daha bizde pek benzeri olmayan) güvenlik kapısından bir türlü geçemiyorlar. Çünkü Kuzgun habire ötüyor. Kuzgun’un sırtında parasızlıktan kendi uydurduğu bir kılık, cübbe ile harmaniye arası bir şey var, boynunda takı gibi bir şeyler, kuşağı da püsküllü. Her ötüşte takılarından, kılığından bir şeyler eksiltiyor. A-ah! Yine çıngır mıngır ötüyor. Adamlar iyice sinir durumdalar. Bu sinirin biraz da Kuzgun’un rengine ve kılığına olduğu sanılıyor. Kuzgun’un yanındaki arkadaş neredeyse ağlamak üzere. Kuzgun kahkahalarla “Söyle şunlara” diyor “Boşuna aramasınlar, ben bugün ıspanak yedim, onun demiri ötüyor.” (…)
Sennur Sezer, 2004
***
Milliyet Gazetesi’nden Kuzgun Acar’a ilişkin 1961 tarihli bir kupür…
*
Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde Kuzgun Acar’ın gerçekleştirdiği serginin davetiyesi… Kuzgun Acar, davetiyenin üzerine, Bige Berker’e ithafen çeşitli notlar yazmış. (Kaynak: Murat Ural)
01
2010
Hanım İğnesi
“Kuzgun’un en büyük tutkularından biri de tekneydi. Kanlıca’da bu tutkusunu, arzuladığı gibi bir tekneyle değil en fazla kıçtan bozma kayıklarla da olsa biraz yaşadı. Hisaryolu’na taşınınca yakındaki kayıkhaneden eski bir kayık almıştık. Kuzgun adını “Hanım İğnesi” koydu. Son derece ince, zarif ve hafif harika bir kayıktı. Ne varki hep su alırdı. Durmadan su boşaltırdık. Batırıp şişirmeye çalışırdık. ” (Bige Berker)
01
2010
Kuzgun Acar’ın Yapıtları
Kuzgun Acar’ın eserlerinden örnekler…
*
Ayrıca bkz:
https://www.kuzgunacar.com/heykel.htm
https://www.kuzgunacar.com/desen.htm
*
“Tüm yontularımda bir çığlık vardır.”
(…)
“Kuşun kendisinin değil de hareketinin heykelini yaptım.”
(…)
“Çünkü insanoğlunu zaptetmeye imkân yok! ”
(…)
“Çivilerimi seviyorum: İrkilmeden yanlarına sokulamadığımız için…”
Kuzgun ACAR
01
2010
Kuşlar kuşlarla…
Kuzgun Acar’ın Unkapanı-İMÇ’nin duvarında yer alan “Kuşlar” adlı rölyefi, kuşlarla beraber… (Fotoğraflayan: Sinem Yalçınpınar)
*
Söylenceye göredir;
“Müteahhit firma, Kuzgun Acar’dan İMÇ için bir rölyef yapmasını istiyor. Acar da bu iş için bir fiyat teklifi veriyor. Teklifi yüksek bulanlar, bunun üzerine, rölyefte kullanılacak malzemelerin bir fiyat listesini Kuzgun Acar’dan istiyorlar. Kuzgun listeyi veriyor ve İMÇ müteahhitleri kendilerince bir hesap yapıp, malzeme listesindeki fiyatı ikiyle çarpıp Kuzgun Acar’a yapmakta olduğu rölyef için bu düşük bedeli ödüyorlar. (Meseleye otomobil tamircisi gibi yaklaşıyorlar) Yapılan ödeme Kuzgun’un istediği bedelin neredeyse 1/3’ü kadar… Kuzgun bu duruma çok sinirleniyor. Parayı aldıktan sonra, Kuzgun Acar, İMÇ için yaptığı “Kuşlar” adlı rölyefin boyutunu 1/3 oranında küçültüyor.”
*
Hamiş: Şubat ayı, Kuzgun Acar’ın doğum ve ölüm yıldönümüdür.
2. Hamiş: “Kuzgun Acar Kimdir?” diyenler https://tr.wikipedia.org/wiki/Kuzgun_Acar veya https://www.kuzgunacar.com/yasami.htm ya da https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=kuzgun-acar adreslerine bakabilirler…
31
2010
Konuşuyoruz, söyleşiyoruz; “Neyse O!” (6 Şubat)
Konuşuyoruz, söyleşiyoruz. Her şey üzerine; “Neyse O”
İşimize bakmıyoruz, göğe bakıyoruz…
Gelmeyecek olanı -hâlâ- bekliyoruz. Bekleriz de.
Not: Etkinlikte kısa metrajlı bir “Ece Ayhan” sunumu gerçekleştirilecektir. Katılımcılara, “parola” karşılığı kitap ve dergi hediye edilecektir. Parola, “Evvel Fanzin”dir.
Yer: Deniz Müzesi, Beşiktaş-İstanbul
Zaman:6 Şubat 2010 Cumartesi / Saat: 14:30
Facebook Etkinlik Bağlantısı: https://www.facebook.com/event.php?eid=283167771303
31
2010
Çekirdek Sanat Karma Sergi (3-11 Şubat 2010)
3-11 ŞUBAT 2010
ÇEKİRDEK SANAT KARMA SERGİ
Deniz Müzesi, Beşiktaş
Duygu Arat, Sanja Sarıkaya, Pelin Türker, Ayşe Önuçak, Nalan Türkeli, Okan Sabuncular, Hüseyin Rüstemoglu, Aysun Karasu Çavuş, Zafer Yalçınpınar, Özden Arkun, Günseli Yetkin, Serpil Akgün, Füsun Yeremyan, Nazan Dizen, Zeynep Akoğlu Sertbaş, Gülsüm Kökten, Serkan Yolcu , Alper Özarılı, Zeynep Özmen Ünlü , Meral Pekün, Birgül Özçelikci Taşören, Aysun Yenice, K.Muzaffer Gençer, Serkan Yolcu, Aliye Arslan, Şehnaz Aykaç, Vedat Özcan, Zeynep Akoğlu Sertbaş, Yasemin Eskici, Rukiye Üstündağ, Gamze Kuyumcu, Necmiye Ergen, Sevda Arat
Açılış: 3 Şubat 2010 / 17:30 – 19:30
Deniz Müzesi Komutanlığı Ana Teşhir Binası / Beşiktaş – İstanbul
*
Facebook Etkinlik Bağlantısı: https://www.facebook.com/event.php?eid=296357293713
*
31
2010
Şiir: Yer (Zafer Yalçınpınar)
(…)
yerin
kıyısında
birbirine
karışıyor
beyaz
ile
toprak
(…)
Zafer Yalçınpınar
Hamiş: Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s77.html adresinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca, işbu şiir “Kıyı” adlı şiirimle birlikte düşünülmelidir.